müzik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
müzik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Ekim 2023 Salı

Toplu Gösteri

Bulutların üzerinde bir haftaydı sanki...

Yeni insanlar tanıdığım, sonra alıştığım, bir haftanın tamamında rastlaştığım, sohbet ettiğim, çok keyif aldığım, ülke gündeminden sıyrılıp da kendimi İskandinavya'da sandığım...

Ve gündemden baktığımda da cennette bir rüyaydı sanki yaşadığım.


Sadece enfes biletler biriktirmekle kalmadım. Notos'dan okuduğum Epepe üzerinden konuşmalarımız mıydı sebep hatırlamıyorum.

Laf lafı açmıştı muhtemelen, ki ben bir rüya haftadaydım;

Enn Sevdiğim Kadın bana kitaplar öneriyordu Ege'den...

Ve ben yazarların hiçbirini tanımıyordum.

Bir kültür haftasının içinde saklanmış; yaşadığımız hayatın hem ekonomik hem siyasal, hem de mutsuz ortamından azade; üstelik paranın kullanılmadığı, biletlerin bedava olduğu sosyalist bir keyif ve huzur ortamındaydım.

Hafta bitti, cadı püff dedi ve ülkemizin acı gündemine geri döndüm.

Lakin ruhum hâlâ güzel.


Yaşasın panzehirler!

Yaşasın mücadelemiz!

Yaşasın Müzik!



21 Eylül 2023 Perşembe

Hayal ve Kıyım


İki önceki, Yoksa Ben Deli miyim başlıklı yazıdan kısa bir alıntı ile:

Benim de uzun yıllardır bir hayalim var. Çocukluğuma nakşolmuş, ânların zihnime kazındığı bir şehir,

taa o yıllarda mini golf sahaları olan!

Savarona'yı Savarona iken orada gezdiğim.

Orduevinin karşısında bir ev, enn şaşalı yıllarında ve gencecik Pakize Suda ile karşılaştığım...

Tenis kortlarına bayıldığım ve hafta sonları bandonun geldiği, bayrak töreninin yapıldığı, İstiklâl Marşı'nın söylendiği...

Öncesinde, oraya gelirken ve sonrasında oradan gidilirken cadde boyu aynı bando tarafından günün popüler şarkılarının çalındığı...

Bir terslik olmazsa ayın 25'inden sonra, üstelik yıllar yıllar sonra orada olmayı düşündüğüm bir şehir.


*
 
Dün akşamı benle paylaşan, sanki bu ânı dört yıldır bekleyen, enfes öyküler içeren, diğerlerini okuyup onu sona bıraktığım, Kalem Kültür Yayınları'nın  Avrupa Birliği Yaratıcı Avrupa Programı desteğiyle yayımladığı farklı ülkelerden yedi kitaplık, Kısa Öykülerden Uzun Bir Köprü* başlıklı serisinin Kehribar Ülkesinden Yeni Öyküler adlı kitabına -keyifle geçirdiğim- çok hoş akşam için teşekkürlerimle...

Ve her koşulda umutlarımı tazeleyen, her daim nefesimi kesen ve kısacık bir cümle ile elime yepyeni bir senaryo tutuşturan Enn Sevdiğim Kadın'a da...

*


Hayalimin peşinden koşmaya başlıyorum. Bir taşla çok kuş vurmayı planlıyor, bunu da bir kaç günün içine tıkıştırıyorum. Efsane geziden sonra aynı coğrafyaya ilk gidişle benzeşen bir kısa plan bu.

Yunan adaları konusunda düşüncem istekli ancak kısa süre ve vizeye dair işlemler nedeni ile kendisini sepetten çıkarıyorum. Ana hedefim şehir, orada biriktirdiğim ve bir film tekrarı gibi zihnimden akan görüntülerle karşılaşmak, kendimi zamanda sıçratarak da çok net hatırladığım yaşanmışlıkların, ânların geçtiği noktalarda dünü, bugünden solumak.

Bir ilkokul çocuğuyum ben; kayıkla Savarona'ya varıp denize sarkıtılmış merdivenlerini tırmandığımda...

Golf sahaları, üst yazıda söz ettiğim bando, köy tadındaki bahçelerden satın aldığımız, enn amcamın elleri ile seçtiği sebzeler...

Aynalı Çarşı'daki en meşhur dondurmacısında yediğim ve abarttığım dondurmalardan sonra hasta olup da gecenin bir vakti gittiğimiz, banka müdürü enn amcamın arkadaşı askeri doktor...

Ve onların lojmanından izlediğim boğaz...

Sonra, yıllar yıllar sonra henüz askerliğini yapmamış, ehliyeti pırıl pırıl bir çocukken enn arkadaşla yaptığımız, Çanakkale'ye uğramamış olsak da Akçay'dan, Edremit'ten geçerek vardığımız ve yola devam etmeden önce bir gece konakladığımız Ayvalık...

Bu heyecanlarla bir kaç günü geçiriyorum. Sonra Samsun'dan İstanbul aktarmalı ve Edremit Koca Yusuf Havaalanı'na inecek uçaklardan birinde 26 Eylül tarihi için, saat açısından da çok avantajlı, 14:00 da buradan kalkıp akabinde İstanbul'a varacak ve bir aktarma ile de 20:15'de Koca Seyit Havaalanı'na inecek bir uçuş buluyor ve hemen satın alıyorum.

Bir iki gün sonra bu kez kafamda netleşen dönüş tarihi için karar veriyor, benim için uygun tarih için aktarma arası vaktin de yakın olduğu uygun uçuş arıyor ama yakın tarihe bir türlü bulamıyorum.

THY ile Pegasus sanki bir centilmenlik anlaşması yapmışlar. THY Çanakkale Havaalanı'na iniyor, Pegasus ise Edremit Koca Seyit. Eskiden olsa misal, bunların hiçbirini sorun etmezdim. Şimdi, özellikle pandemi ve sonrası koşullarında özellikle seyahatler konusunda kısmen bir konformist olduğum kesin, oysa eskiden sırf yolun uzun tadını çıkarmak için tren ya da otobüs yolculuklarını özellikle seçerdim. Yoğun iş süreçlerindeki ve iş temelli olan bu yolculuklar sanki işten kaytarılmış enfes ara sıcaklar gibiydi ben için...

Velhasıl bir hayal şimdilik gerçekleşmiyor, dondurucuda ... Bileti iptal ettim ki o opsiyonu kullanmıştım her olasılağa karşı, ödediğim para şıp diye -elbette ufak bir kesinti ile- anında hesabıma aktarıldı.

Belki çok uzak olmayan bir zamanda...

Bir bakmışım ki tersten esiyor rüzgâr...

Ve kendimi Aynalı Çarşı'daki tuhafiyeciye gönderilmiş, az önce Truva Oteli'nin önünden geçmiş, elbette Truva Atı'na bakmış ve Aşil'i düşünmüş... Sonrasında bir banka oturup, ıssız ve insansız kordonda karşı kıyılara bakarken; bir anda geniş kaldırımın üzerinde duran, birbirlerine sarılan ve kocaman bir sevgiyle dudak dudağa öpüşen;

çok hoş, sırt çantalı, yakışıklı ve yabancı abi ile...

yine çok hoş ve sırt çantalı enfes bir ablaya takılmış halde bulurum gözlerimi.

Sonra kim bilir, şehrime dönünce, hem şehri ama daha çok da pervasız bu öpüşme ânını arkadaşlarıma enfes bir filmin karesi gibi, heyecanla anlatırım...



*Söz konusu kitapların toplu fotoğrafı ve bir kaç kelâm...

4 Eylül 2023 Pazartesi

Sizce?

Çocuk ben henüz derin analizler yapabilecek farkındalıklara sahip değildim ama umut vaadediyordum ve bu kitap nedeniyle hayatımın enn kıymetli bir ânını uzun yıllar sonra yaşayacağımı hayal bile edemiyordum!*

*Bir önceki yazı İki Ferenc Bir Epepe'den



.......

Varıyorum berbere, dükkânda olmasını istediğim kalfa var; boşta biri varken ona olmayıp da bir başkasının işini bitirmesini beklemek incitici geliyor bana. Tıraşla birlikte sohbet de başlıyor. Fakat benim gözüm muhtemel ki tatilde bizim çocuk boş durmasın bir zanaat öğrensin, diye çırak verilmiş çocukta. Yaşının daha küçük olduğunu düşündüğüm çocuk bir şey alması için dışarı gönderilince ve o işi yapmadaki becerisinden yola çıkınca, soruyorum... 6.sınıftaymış. Futbolcu olmakmış istediği.

Tıraş bitmek üzere ve bahşiş meselesini düşünüyorum. O ara pek kayda değer şeyler olmasa da kitap okuduğunu öğreniyorum. Mesela Saftirik. İşim bitiyor, kalfaya ellerine sağlık, çırağa da seninle görüşeceğiz deyip çıkıyorum.

Yönüm eve doğru değil. Sevdiğim bir kırtasiyeci var; küçük bir rafında  kitaplar olan... 1.5 metre civarında bir raf ama! Fakat hanımefendi genelde birer, bilemediniz ikişer adet olmak kaydıyla öyle güzel kitaplar seçiyor ki... Benim aklımsa net, söz konusu erkek çocuklarsa da mutlak.

Rafa bakınırken Define Adası'nı görüyorum, elim uzanıyor, sonra çekiliyor. Nasılsa bu cepte diyorum, ötekinin olacağı konusunda şüpheliyim. Fakat var... bir tane... nasıl bir sevinme... Alıyorum. Poşeti ile dönüyorum berbere.


Üst fotoğraftaki kitapsa benim.  Çok kıymetli! Bayram sath-ı mahali günlerden biri. En sevdiğim kadın geliyor. Elindeki kağıt poşet bana.

Şimdi ben onun yüreğini öpmem mi... iyi ki ennnnnnnnnn sevdiğim kadın sensin demem mi... ayaklarını yerden kesmem mi...  Ne güzzel bir kadınsın sen yahu!  da dedim.

Sen memleketi alt üst et ve sahaflardan kitabın kaybolmuş kitabım halini bul. Bununla yetinme! Macaristan'dan o kitabın yüzüncü yılı anısına basılmış hatıra parayı ve kartı getirt. Sonra o kartın arkasına, pulun altındaki kısma "Kedves Ö.B.Z. Szeretlek, E." yaz, üstelik de soyadımı öne koyarak. Bununla da yetinmeyip kitabın orijinal kapağını, boyadığın kutunun üzerine dekupaj tekniği ile baskıla... bu da yetmesin... kitapla birlikte kutunun içine ipler,  dantel gibi zemin üzerinde "mutlu ve hep çocukluk tadında bayramlar..."  yazan not, bir mavi balon ve renk renk misketler,  çikolatalar, şekerlemeler de koy. Ellerinle topladığın küçük küçük kır çiçeklerini -asla- unutma... Ve o gün, 12 yaşımda o kitabın kapağını kapattığım anda hissettiğim bütün duyguları geri çağır. Bir gün, bir sohbet esnasında elden ele dolaşan en kıymetli kitabımın gittiği yerden gelmeyip de kayboluşu üzerine üzüntülerimi anlattığım cümlelerimden yola çıkarak üstelik.*


Onu  bulmuş olmanın sevinci ile yürüyorum. Berber dükkânı kalabalıklaşmış. Patron da iş başı yapmış ve iki de müşteri berber koltuğunda... Çırağa işaret ediyorum. Saç kesme eylemleri duruyor; gözler ve kulaklar bize dönük. Uzatıyorum poşeti.

"Bu kitabı aldığım  çocukların hepsi çok başarılı ve güzel insan oldular, mesleklerinin doruğundalar."

"Eminim ki sen de olacaksın... ama öncelikle güzel insan!"

"Futbol oyna. Ama futbol için okulunu asla bırakma."

"Bir sonraki gelişimde konuşacağız kitabı, fikrini merak ederim."

"Şimdilik hoşça kal."




*Oysaki sadece saçlarımı kestirecektim... başlıklı yazıdan

29 Ağustos 2023 Salı

Daha İyisi Varsa Beri Gelsin

Bildiğiniz ve sevdiğiniz bir şarkıyı aynı günün rastgele saatlerinde kaç kez dinleyebilirsiniz?

Ya da bilgisayarınızın ekranında takip ettiğiniz rakamlar, gündeme dair haberler ve ekonomi alanında olan bitenler...

Elinizde kahve kokusu, karşınızda deniz, üstelik çırpınırken Karadeniz; sizi böylesine tetikleyip teslim alacak, işten uzaklaştırıp bir nefes ânına davet ederek keyfinize keyif katacak kaç insan, ve şarkıcı bulabilirsiniz?

Ve işte ben bu ânları yaşarken ve O'nu düşünürken, çalışma masamdaki telefon bana dönerek "Enn Sevdiğin Kadın," diye seslenmesin mi!

Ve ben çalışma odamı telefon elimde terk edip salon penceresinden denizi daha geniş açı ile karşıma alarak, ve O'na bir kez daha bayılarak, enn neşeli çocuk halimle, enn güler yüzlü, enn esprili bir sohbetin tadını yudum yudum yaşamim mi!

Sonra çalışma odama dönerken tüm hücrelerim, alkışlarla ve sevinçle: "İyi ki O'nunlayız, iyi ki Enn Sevdiğimiz Kadın O," diye tempo tutmasınlar mı!

Tüm bu cümleleri yazmama sebep olan, günün bu enfes ânını planlayan ve bu tadı bir kez daha yaşamama sebep olan tüm ilahi varlıklar...

Ve EDNA VAZQUEZ:

Şükranla, sevgiyle, minnetle...



24 Ağustos 2023 Perşembe

Sting'i Nasıl Bilirsiniz?

Güzel bir tatil gününde elinizde kahve kokusu, önünüzde bir kitap ya da bir dergi, belki de günlük gazetelerle süregiden neşenize müzik de eklemek isterseniz, buyurun: Sting'in duru, romantik ve büyüleyici sesinden keyifli bir zaman yolculuğuna...* Cümlelerini kurmuştum bundan uzun yıllar önce...

Ani bir kararla blog yazmaya başladığım dönemdeki ilk yazılarımdan biriydi. Oysa Sting'le tanışıklığım çok eskiye dayanıyordu ki henüz Sting olmamıştı. Dönemin güçlü ama taze gruplarından biri olan, bir dönem ortalığı kasıp kavuran The Police adlı grubun bas gitaristi, aynı zamanda da solistiydi. En iyi bateristlerden biri kabul edilen, sonraki yıllarda başka müzisyenlerce Bateri Tanrısı olarak adlandırılacak Stewart Copeland ve gitarist Andy Summers ile birlikte fırtına gibi esmeye başlamışlardı.

Elbette benim de onlardan uzak durmam olanaksızdı!


O sırada yabancı müzik dergilerinden birinde albümlerinin çıktığını görüyorum. O yıllarda İsmail Cem'in genel müdürlüğündeki TRT televizyonu efsane. Dolayısı ile müzik programları da... Üstelik ülkede her tür yabancı dergiye ulaşmak mümkün. Bir finansman bulma dönemim geride kalmış, arabayı artık ehliyetli kullanır olmuş, projeler üretmiş ve o projeleri öne atarak da Amerika'da okuma hayallerimi somutlaştırıp alana döker olmuşum.

Albümün çıkış yılı 1979. Bir süre aranıyor, bakıştırıyor, bulamıyor, kısa süre sonra da sevdiğim bir plakçıda rastlaşıyorum kendisi ile.

Plaksa tekti, artık mağazamızın "finanstan ve proje geliştirmeden sorumlu" elemanıydım. O sıradaki planımsa:  Amerika'da, önceki bir kaç yazımda söz ettiğim gibi ihracatçı bir yedek parça şirketinde çalışmak, her ne kadar ekonomiye yönelik bir dalda okuyacağımı söylesem de aileye bir çalım atarak televizyon programcısı ve yönetmeni olmak...

Ve o çerçevede üniversitelere bakınırken ve ilk olarak enn amcamla gittiğimiz Amerikan Kültür ve ABD elçiliğinin kapılarını artık sürekli Ankara'ya gidip aşındırırken ve evraklarım Amerika'ya ulaşmışken birden: Yine daha önce yazılarımda çok kere söz ettiğim gibi içime düşen babanın erken öleceği hissi nedeniyle -aradan çıkarmak için- askerliğe karar veriyorum.

Ve bunu aileye deklare ediyorum.


İşte bu kararları aklımda döndürdüğüm sırada bu albümü alıyorum. Lise bitiyor. Amerika, zihne çökmüş kaygı dolayısıyla askerlik sonrasına erteleniyor ve o yaz çoklu planlardan ilki devreye giriyor. Zaman zaman efsane seyahat başlığı ile yazdığım Samsun'dan başlayacak ve kıyı bölgelerini boydan boya geçecek, sonra Kıbrıs'a ulaşacak gezinin planları yapılıyor, yola çıkılıyor ve gezinin son noktalarına varılmışken ve efsane bir akşamın sabahında gel teskere türküsü söylenmeye başlıyor: Çünkü tam o sırada 12 Eylül darbesi oluyor.

Bu albümü benim hayat akışımdan daha özel kılan başka bir özelliği var: Kendisi bir long play değil.

Ama 45'lik plak da değil!

İkisinin arası...

Benim yakıştırmamla midi play.

Üstelik 11 şarkıdan oluşan ikili bir albüm.

Kanımca koleksiyon değeri de var... Uzun bir aradan sonra bu yazıyı yazarken yeniden dinliyorum albümü ve nerelere, kimlere gidiyorum.

İşte o zaman, okuyanınki de can devre kesicisi araya giriyor.

Ve ben sahneden çekiliyorum.


Ve dönemin popüler grubu The Police'den, solisti -taze- Sting'den ve 79 yılındaki albümden iki tadımlık şarkı sahne alıyor:

The Bed's Too Big Without You ve Walking On The Moon.






Grubun Regatta De Blanc adlı bu albümünün tamamı için buradan

*Sting'in pek bilinmeyen albümü Songs From Labyrinth'den söz eden yazı ve şarkılar ve özel bir enstrüman içinse buradan lütfen.

31 Temmuz 2023 Pazartesi

Hayat Artık Kendi Senaryosunu Dayatan Bir Film

Tren istasyonda ve görüş alanımda lâkin karşıya geçemiyorum; bana kırmızı yanıyor. Oysa geçebilirim çünkü kavşağın öte yanındaki ışıklar da araçlara kırmızı. İnsanlar geçiyorlar ama bazı insanlar da küçüklere kötü örnek olmamak için bekliyorlar. Bazılarının sabır taşını çatlatan trafik ışığı yeşile dönüyor. Şimdi geçebilirim ancak tren kaçtı. Bunun az önce ışıkta kurala uygunca bekleyen kişiye bir maliyeti var. Hayal ettiklerinde büyük bir ihtimalle revizyon yapacak.

Biraz önce ışıklardan karşıya geçtiği noktanın birkaç metre ötesinde, ışıklarda yeşili beklerken yukarıdan gelerek sola kıvrılan ve önünden geçen gri, steyşın vagon BMW rengiyle dikkatini çekmişti. İstasyonda beklerken fark ediyor ki iki motosikletli polis tarafından durdurulmuş. Önce arabayı kendisi gibi ilginç bulduklarını ya da bir tanışıklıkları olduğunu düşünüyor. Zaman aktıkça polislerin ciddi bir arama içinde olduklarını fark ediyor: İki genç polis arabanın akla gelebilecek her yerinde bir şey arıyorlar. İzleyici coğrafyadan ve sahildeki mekânlardan kaynaklı olarak bunun uyuşturucu olduğunu düşünüyor. Polisler aradıkları her noktayı tekrar tekrar arıyorlar. İzleyici artık bir ihbar olduğu konusunda ısrarcı ve bu üç harflileri çok iyi tanıdığı için eğer varsa -malın- nereye saklanmış olabileceğini tahmin ediyor; ve ısrarla aracın bagajı ve içini ve aynı yerleri tekrar tekrar, taban paspaslarının altları dahil ve didik didik arayan polislerin çabasının nafile olduğunu anlıyor ve rapor verdiklerinde ustalarının da onlara "Tecrübe işte," diyerek caka satacaklarını da öngörüyor.

Şimdi trende ve maskesi kolunda; tren kalabalık ama oturacak bir boş yer var. Oturunca maskeye gerek görmüyor. Aslında oyalanmalarından kaynaklı olarak tam turnikeye yaklaşmışken bazı film öncesi ritüellerini gerçekleştiremeyeceğini düşünerek sinemadan vazgeçmişti; çünkü markete uğrayıp su bile alamamıştı. O tereddütlerle turnikeye yanaştı, samkartı okuttu, geçti, ama o an dahi pişmanlığı geçmedi; geri dönmeyi bile düşündü lâkin paraya da yazık, dedi. İzlemekte olduğu polisiye durumdaki aksiyon bir kaç saniye içinde onu da revize edip sinema candır noktasına getirdi.

An itibariyle eksik olan sadece su.

Yolculuk keyifli, yaz kıvamında, günün ruhları dürtükleyen saatleri; pişmanlıklar istasyonda kaldı ama saat de geleneksel sinema alışverişinin olamayacağını söylüyor. Fakat tren sürücüsü genç hanım, hakkını teslim etmek gerekir ki, hızlı.

AVM'ye girdiğimde hesabıma göre 23 dakikam var. Klasik alışveriş için Migros'a bakıyorum. Durum elverişli değil ve geçen haftaki -sayıca az olsa da- bilet kuyruğundan kaynaklı olarak endişeliyim. Yürüyen merdivenleri de adımlayarak hızla sinema katına ulaşmaya çalışıyorum ve sürpriz. Gişe önünde Allah'ın kulu yok.

Gişedeki genç adam sıkıntıdan patlıyor.

Oysa saat henüz 19'a varmadı.

Biletimi alıyorum, üst kata çıkıp bir tur atıyorum, bazı salonlarda film oynuyor, yani bugün bomboş değil ama toplasam 100 kişiyi bulamam yine de...

Bu arada 19:05'de sandığım filmin 19:15'de olduğunu fark ediyorum ve hızla Migros'a, yani en alt kata dönmeye karar veriyorum. Hızlıyım lâkin Migros yine kalabalık, kuyruklar bana filme yetişemeyeceğimi söylüyorlar.

Ve bir suyum bile yok.

O arada ilk kez merak ediyorum ve sinemanın büfesindeki fiyat listesine bakıyorum. Usturuplu bir oha çıkıyor içimden:

Kola 60 TL!

Maden suyu ondan aşağı kalır mı, o da 40 TL.

Canım Migros'um!

Bu akşam süreden kaynaklı olarak gerçekleşmese de film öncesi alışveriş; güncel kola fiyatları ile Migros, yine de insanın kendini zengin hissetmesini sağlıyor.

Salonda üç kişiyiz. Türkiyeli biri hariç diğer iki kişi işçi, gurbetçi ve "zengin"; paraları pul değil. Öyle olmadıklarını da antrakta gösteriyorlar; dışarı çıkan bir tanesi iki kola, bir kaç gofret türü şey ve iki kova mısırla dönünce...

Basit bir hesapla sadece kolalara toplamda 4 euro verdi abi, mısırlara da diyelim ki o kadar, hadi diyelim bir o kadar da ıvır zıvıra...

Sakin olalım dostlar, bizim de hiç değilse marketlerimiz var! Hem kola ve diğer türevleri sağlığa zararlı!

Çok şükür ki finansal yöntemlerle bizi engelleyip dolayısı ile sağlığımızı kollayan, üstelik kişiye özel yazlık kışlık saraylar yaptırıp, uçaklar alan bir devletimiz var.

Acırım ABD başkanına, hani onlar nispeten daha zengin diye... Garibim Avrupalılardan söz etmeye bile gerek yok, tarifeli uçakla seyahat nelerine yetmiyor. Üstelik rastgeldiklerinde bizim bakanlarımız kıyak atıp kendi uçaklarına alıyor, önce onları gidecekleri ülkeye bırakıyor, sonra da kendi işlerinin olduğu yere uçabiliyorlar.

Varsın onların paraları pulları değerli olsun, biz Lozan'daki gizli maddeden bir kurtulalım, gösteririz günlerini... Diye düşünürken bir aydınlanma yaşıyorum. Evet ya bir bakanımız ve diğerleri önce duymazdan gelmiş, hiç ses etmemiş, Lozan'lı cümleye ihtiyaç bitince de yok öyle bir şey demişlerdi.

Şimdi ben buralara nereden geldim diye düşünebilirsiniz! Hiç mevzum değildi ama o gözü kör olasıca PTT, az önce pasaportumu teslim etti. Yatırdığım harcı ve cüzdan parasını hatırladım! Eskiden o paraya neler neler alırdım diye düşünemedim bile...


Film ilginç, yurt Kolombiya. Çocuklar ve ormanlar içinde bir merkez. Suça bulaşmış çocuklar başrolde. Sonuçta el mahkum; burası Kolombiya! Balta girmemiş ormanlar. İlk kez bir filmini izlediğim yönetmen Andrés Ramírez Pulido'nun tarzına bayılıyorum.

Oyuncu yönetimi ve aksiyon sahneleri muhteşem.

Elbette filmin müzikleri; ahh Latinler, dedirtiyor bir kez daha...

Kapanış jeneriği akarken kendimden geçmişim, müzik olağanüstü keyif veriyor, temizlik için abla salona girmiş, üst sıraları halletmiş ve yerde kova içinde "sopa" ile benim dünyaya dönüp salonu terk etmemi bekliyormuş ki müzik bitip son isim geçip de kalkınca fark ediyorum ve duruma gülüp kendisinden özür diliyorum.

Filmde ve başrollerden birinde kendince bir yöntemle grup terapisi yapan, ilginç tezleri olan bir abi var; o da güvenlik görevlisi. Film 2022 Cannes Film Festivali Eleştirmenler Haftası’nın en önemli iki ödülü olan En İyi Film ve En İyi Senaryo ödülünü kazanmış. Güçlü bir sinemasever filmi lâkin filmseverler ne düşünür emin değilim. O nedenle tavsiyeci de değilim?! Her ne kadar şahsım çok keyif almış, alamadığı kolayı ve havuçlu kekleri bile unutmuş, son jenerik esnasında müziği ile beni koltuğuma çakmış olsa da Sürü!

Keyifle iniyorum yürüyen merdivenleri. Saat 21'i geçmiş. Migros'da yemek yemeyi düşünüyorum lâkin restoranın ışıkları sönük, yemekler bitmiş. Greyfurtlu ve gazlı bir içecek ve havuçlu keklerimi alıyorum. Tren istasyona girmemle görünüyor. Eve yürürken sahili tercih ediyorum.

Alabildiğine kalabalık.

Enfes bir yaz gecesi, insanlar zorlu bir ülkede, akşamın geç bir vaktinde, evden getirdikleri yiyecekleri, sandalyeleri ve masalarıyla bu zor günlerde keyiflerine elden geldiğince keyif katıyorlar.

Midye dolmalarının tanesi, boyutlarına göre 4 lira ile 6 lira arasında değişiyor. Bense torpilliyim, kendisi bir kaç metre ilerimde ve günde en az iki kere selamlaşıyoruz!

Bir top dondurma -ama enfes- belediyenin kafelerinde dahi 10 TL, tek top alırsanız ise 12 TL!

Topunun 25 kuruş olduğu, dondurmaya hiçbir çocuğun uzaktan bakmadığı o güzel yılları, sevgiyle anıyorum.


25 Temmuz 2023 Salı

Sıradan Ve Makul Olmadığın İçin...*

O yılların küçük çocukları da teşekkür eder!



*Lou Doillon'un törende kullandığı cümleden.


*Şarkının bir Murathan Mungan uyarlaması olan albümde, Müslüm Baba tarafından seslendirilmiş versiyonu ise linkten ulaşılacak yazının sonunda!

23 Temmuz 2023 Pazar

Müzik Ruhun Gıdasıdır... Peki RCA?!

Sevgili Momentos'un geleneksel ve hoş yayını Pazar Günü Müziği'nde bugün yayınladığı yazısında altını çizdiği bir şey var ki o özellikle plaklar çağına yetişmiş bir kuşak için önemli ve çok kıymetli; çünkü O -özellikle o yıllarda- sektörün en güçlü firması, bir dünya markası!

Ve çocuk heyecanlarımla, elbette havamı da atarak Momentos'un yazısının altına şu cümleleri de içeren yorumu yazıyorum:

"Yazındaki üç harfli vurgu tetikledi ve gün dahilinde konuyla ilgili kısa bir bilgi ile birlikte bazı fotoğraflar yayınlayabilirim Sevgili Momentos..."



*
İçimdeki minik gencin durması olanaksız; komuta onda ve sürekli dürtüklüyor yetişkin beni! Heyecanlarımız aynı yaşta, yıl 1973. Artık kiracı değil kendi evimizdeyiz. Yeni evde yepyeni, stereo bir de pikap var, Fransa'da çalışan bir yakınımız getirdi, parası peşin ödenmişti. Dual, güçlü bir marka. Ve 13 yaşımdaki ben bu kez finansmanı babadan sağlıyorum ve vitrinde görüp kafaya taktığım plağı koşa koşa alıyorum. Elbette ki Momentos'un altını özenle çizdiği RCA tarafından yayınlanmış, o yılların popüler, muhtemelen şimdilerde hatırlayan insan sayısını çok az olduğu İspanyol rock grubu Barrabas'ın bir albümü. Elbette kıpır kıpır yanım başka şarkılarıyla coşarken; ısrarla birini sevmeye, hatta aşık olmaya meyilli yanım romantik bir parçayı üst üste dinliyor ki yaş 16-17'yi bulunca, bir doğum gününde sekiz şarkılık o L.P'deki o şarkı, gün boyu, özellikle dans edilen kız için ve genel istekler üzerine üst üste çalınıyor.




Ve yıl 1977. Militan gençlik ayakta. Yaş 17! Büyüme duruyor, fikirler, tavırlar sürekli büyüyüp gelişse de 17'nin coşkusu hiç bitmiyor. Rakamlar durmuyor, fiziksel değişimler oluyor ama kalbe kazınmış hiçbir an 17'nin üzerine çıkamıyor. Rock daha seviliyor, metale sessiz kalınıyor, sol şarkılar revaç buluyor, klasik müziğe meyil var süreçleri içindeyken 1977 çıkışlı Sweet albümü -kendi paramla- alınıyor. Çünkü ilk 7 yaşımda gittiğim mağazamızda öğrenci vasfımla haftalık alırken, liseye başladığım yıldan itibaren artık bir çalışan, üstelik mali konularda sorumluluk verilmiş bir çocuk genç olarak haftalıklar halinde maaş alıyorum.

Ve babamın baş tacıyım, projelerimiz muhteşem. İstanbul bizi bekliyor sanki...


Hey Dergisi'nin sıkı takipçisiyim. İngiliz rock grubu Sweet'le orada rastlaşıyorum ve 1973'de çıkan 45'lik plakları Hell Raiser'ı 30 Mayıs 1974'de alıyorum. Çok hoşuma gidiyor ve arkadaşlığımızın başlangıcı oluyor, RCA çıkışlı bu 45'lik.


Lakin gönlümün unutulmazı ise 1977 RCA çıkışlı ve grupla aynı adı taşıyan albümlerindeki She Gimme Lovin' oluyor. Olağanüstü bir gün yaşıyorum O'nunla. Kelimeler şırıl şırıl... Lakin çok yakın tarihte blogda o güne ve O'na yönelik yazımın içinde aşağıdaki cümleleri de kullanıyorum ancak:

Erkek milleti işte?!!!

"İçgüdülerim sürekli ona doğru iteliyorlar beni. Önündeyim, öyle güzel gülümsüyorum ki. Dilimde çıt yok ama duruşum dayanılacak gibi değil. Fena bir etkinin altındayım. Elimi uzatıyorum. Çok tatlı gülümsüyor ve elini uzatıyor. Aman Allahım! Sanki bir anda herkes yok oluyor. Bütün sesler sustu ve sadece ikimiz varız. Kelimelerimiz insan ve bıcır bıcır. Sonra balkona çıkıyoruz. Liman ve denize bakıyor, konuştukça konuşuyoruz. O gitar çalıyor ve aynı zamanda resim yapıyor. Bir alt sınıfta ve bizim okulda, ben sabahçıyım o öğleci. Babası hakim. Durmaksızın konuşuyor, içeri geçince yan yana oturuyor, kalabalıktan kopuyor, kelimelerimizde yok oluyor, kristal avizelerin tavana yansıyan pırıltılarından dem vuruyoruz."

Ve popülaritemin sağladığı şımarıklığımla, sonrasında bir çuval inciri berbat ediyorum.






Bu yazıyı, dolayısı ile anılarımı bugünkü paylaşımı ile tetikleyen Sevgili Dostum Momentos'a...*

ve hayatıma kattıkları için RCA'ya teşekkürlerimle....



*Sevgili Momentos'un Pazar Günü Müziği

12 Temmuz 2023 Çarşamba

Kalbimdeki Deniz

Telefonda ilkokul arkadaşımın mesajını görüyorum, bir mekân adı da var. Kısa! 17 Temmuz sonrasında ve saat 13'den sonra bizlerin belirleyeceği bir gün ve saatte bizi ağırlamak istiyor. Tüm grup davetliyiz...

Gülüyorum ve hemen geri arıyorum.

Yaa... diyorum, ben o pastaneyi bir kaç ay önce keşfettim. Önünden geçerken dikkatimi çekmişti; sonra günlerden bir gün daldım, çok hoşlandım ve hatta üzerine iki yazı yazdım ve orada bir sepetin içinde yumurtayken tanıdığım, sonrasında aynı minik, şirin sepete doğan iki yavru kumrunun adını da ben koydum: Engüç ile Mengüç.

Nasıl gülüyor doktorların bir tanesi...

Can arkadaşım.

Üstelik o sadece sınıf arkadaşım değil, ay farkı ile benden büyük olsa da aynı mahallede, bizim kiracı onların ev sahibi olduğu karşılıklı evlerde büyümüş, okul yolunu yıllarca aynı sokaktan bir kaç arkadaş ile birlikte arşınladığımız, Kuran derslerimizi yaz tatillerinde eli öpülesi Mümin Dayı'dan aldığımız bebeklik arkadaşım.

Diyorum ben hep çok tatlı bir hanımefendiyle, çalışanları ile karşılaştım. Bir keresinde bir hanımefendi daha vardı, onun da mekân sahibi olduğunu düşündüm. Demek arkadaşımızın eşiymiş.


Hoş bir buluşma olacağı kesin. En son öğretmenimizin evinde ve akabinde cenazesinde buluşmuştuk. Bu kez günü fazlasıyla eğlenerek ve coşkuyla yakıp yıkacağımızsa daha da kesin!


Durumla ilgisi olmayan alttaki  fotoğraf köprüden geçerken anında bir hikâye yazmıştı, bir kaç hafta önce. Kalplerimiz -onların haberi olmasa da- ortaklaşmıştı bu iki gençle... Sel sonrası denize akan derenin denizle buluştuğu noktada oluşmuştu bu adacık. Hallerine bayılmış, sanırım duygularını da en iyi ben anlamıştım.

Önceki gün gördüm ki yağan yağmurlarla yoğun bir akış olunca denize doğru; ömrü kısa ada da yok olmuş.

Fotoğraftan gençlerin haberi yok.

Bilseydim keşke, ada yok olacak...

Keşke bilebilseydim!





22 Şubat 2023 Çarşamba

Sağaltıcı Üçlü



Ülkeme kışın en karası düşmüşken;

ve ben kitap okumuyor, eğlenceli hiçbir şey izlemiyorken;

altında kaldığım göçükten inatla kalkıyor, yürümeye başlıyor ve yazları tadını çıkardığım soluk alma noktalarımdan birinin verandasında;

kışların en soğuğu bir akşamda,

her zamanki üçlümle birlikte kendimi sağaltıyorum.




26 Ocak 2023 Perşembe

Büyük Laf Etme Sonra Büyük Sürpriz Çarpar Seni

Çok haklısın, çok da keyif aldığını anlıyorum ancak ben şarkıları, söyleyenlerden ayrı düşünüp daha çok seviyorum belki... mesela koşa koşa gidip şunu görim, imza alim gibi heyecanlarım da yoktu. Plaklarını, kasetlerini alır, dinler, kendilerini sever, konserlerine giderdim o kadar... Düşündüm de posterini astığım kimler vardı diye, pek hatırlayamadım.


Yukarıdaki italik lafları bundan bir hafta önce çok keyifli diyalogları olan ve bir 45'lik plağın fotoğraflarını ekleyerek ve çok hevesle yayına verdiğim postun yorumlar kısmında ediyorum. Ve aradan daha bir kaç gün geçmeden, plağı yerine götürdüğümde bir başka plağı ararken Melike Demirağ geliyor aklıma: Plakları olduğunu biliyorum ve Arkadaş'ın elimde olmasını dileyerek ve heyecanlanarak kurcalamaya devam ederken geri getirilmeyenlerden olduğunu anlıyor, üzülüyorum; ama hayat bana kıyamıyor sanırım ve bir sürpriz yapıyor.  Arkadaş yağmadan dönememiş üzüntümü bile silecek bir sürpriz bu; aklımın ucunda bile olmayan bambaşka bir şey! Üstelik çok kıymetli. Çünkü:


Elimdeki iki plaktan biri imzalı! Önce inanamıyorum. O konser gününü, sonrasını ve geceyi çok iyi hatırlıyorum ama imza ne iş? Şaşkınım. 1978 nere 2023 nere? Onca yılda elimden kaç kez geçmiştir hesap edemem. Sonra acaba bu imza baskı mıydı plak kapaklarında diye düşünmeye başlıyorum ve aynı plak kapağını internette arayıp buluyorum. Yok... imza yok ve elimdeki imza orjinal. Ben bunu nasıl becerdim diye düşünmüyorum çünkü denemem bile, onca kalabalığın içine girip bir imza için yırtınmam, huyum bu! Beynimdeki arşiv çalışıyor. O geceyi bütün detayları ile hatırlıyorum çünkü, imza hariç!



O Gece

Olağanüstü coşkulu kapalı spor salonu, solun çok güçlendiği ve iyi organize olduğu yıllar, devrim şarkıları söyleniyor salonda, nefis bir bahar akşamı, her birimizin içinden Che Guevara'lar fışkırıyor ve ben iki aşkın arasında göz yaşları döktüğüm sırada; yıllar yıllar sonra yazılarımda şu cümleyi kuracağımı henüz bilmiyorum: "Aradaydım. Yaşamımın sonraki hiç bir döneminde bir kez bile tekrarı olmayacak şekilde hem de..."

Sloganların ardı arkası kesilmiyor akşam boyunca, konser aralarında marşlar söyleniyor ve o gece Arkadaş kaç kez isteniyor sayamıyorum.

Konser bitiyor, kızları evlerine bırakıyor ve soluğu Birtat'da alıyoruz. Beş arkadaş enfes pastaları enfes limonatalarla götürüyoruz. Bir süre sonra Bora da katılıyor bize, o konseri organize eden, aynı zamanda fuar içi kapalı devre radyo ve siyah beyaz televizyon yayınları yapan Tulga Gerçek Reklam Ajansı'nda çalışıyor. Anlatmaya Melike ve diğer alt şarkıcıların konser sonrası diskoya geçtikleri ile başlıyor, esrar partisinden çıkıyor... O anda fark ediyorum ki biz çöküyoruz; çünkü olayı hemen bir seks partisine bağlıyoruz. Melike'mizi öyle hayal edemiyoruz, o kutsal bakiremiz bizim; öyle kalmalı. Az önceki şen şakrak sohbetin zerresi bile masada değil artık. O halde kafa çekmeye gitmeliyiz. Gelsin biralar. "Oğlum yarın okul var," lafları havayı dövse de iş arabeske bağlanacak ve biralar içilecek, Melike bize bunu nasıl yapar! İki bardak bile çokken üçüncü yeni yetme bünyeleri yıkacak kesin, sonrasını lavoba paklar. Masa pek efkârlı, zihinler kurmacanın esiri ki kısa sürede sıyrılacak gibi değiller. Eve geldiğimde ilk işim Suzi'nin yanındaki posteri sökmek oluyor. Oysa biz onu Joan Baez katlarına çıkarmıştık. Olmamıştır diye diye teselliler yaratıyor, yarattığıma inanıp uyuyorum.

Ertesi gün okul, Bora gecenin yorgunu ve sınıfta değil, hepimiz mevzudan uzak. Okul çıkışı eve geliyor, kotumu giyiyor, bir şeyler atıştırıp bir şeyler okuyor ve günün ruhları dürtükleyen saatinde derneğe gidiyorum; ortalık ıssız ve loş, O'nu bekliyorum. Biraz sonra O, yani Sen Zamanı Olmayan Zamansız Bir Yerindensin Ömrümün Neyleyim Ben konservatuardan geliyor. Gitarı ve vokali bir kez daha aklıma karışıyor...Teselliyi O'nun dizlerinde, sesinde ve gitarının tellerinde buluyorum.

Sonra gitarını kenara bırakıyor ve gülüyor, çünkü ilacımın kendisi olduğunu biliyor, gülümseyerek bu çocukça tavrıma; böyle anlarda en bayıldığım şeyi yapıyor; parmakları saçlarımda dolaşıyor. Sonra dudaklarımda enfes bir ıslaklık ve sonra ruhumu sarıp sarmalayan şefkatli bir yumuşaklık. Ve iki dal filtresiz sigaradan biri bana...


İki gün ve gece boyunca plak yanımdayken dün gece bir anda aydınlanma yaşıyor ve konser ertesinin en önemli ânını, dolayısı ile eksik parçasını hatırlıyorum ve anormal bir rahatlama ile şu cümleleri ekleyerek beklemekte olan yazıya, huzura eriyorum: Ben 45'liği Bora'ya verdim, çünkü O tüm gün ve gece boyunca Melike Demirağ ve ekibiyle ve alt kadrosu ile birlikte olacaktı. Kolay işti onun için ve o akşam Birtat'a konuklar için tatlı bir şeyler almaya gelmişti ve bizle rastlaşınca da iki lafın belini kırmıştı. Her ne kadar anlattığı esrar kısmı normal bir durum olsa da Türk filmlerinin etkisindeki ve şartlandırdığı biz, belki de dönemin -yerli- seks filmleri furyasının etkisiyle olmayacak bir yakıştırma yaparak, evleneceği Şanar Abi'ye de gıyabında ayıp etmiştik.

Bir ertesi sabah, kabı imzalı plak okulda ve elimdeydi. O ise hâlâ bizim Melike'mizdi!




19 Ocak 2023 Perşembe

DİYALOG

Tam bir Momentos'dan al haberi durumu benim için ve şahane bir andayım. Parça müthiş. Yaşım geri sardı, ilk Queen plağımdan bugüne doğru geliyorum şarkıyı dinlerken, şarkı bittiğinde hangi yaşa varacağımı merak ettim, işime gelmeyen bir yaş dönemi olursa hile yapıp bir daha dinlerim, sonra bir daha... bir daha... bir daha... Şu an net 15-16'yım ve plakçıdan Bohemian Rapsody'yi alıyorum. Arka yüzü ise Sweet Lady.* Sanırım bugün sayende Queen ile takılacağım. Teşekkürler Sevgili Dostum.



Ne harika bir hediye oldu değil mi Queen severlere, çok etkilendim, heyecanlandım. Bir şarkı prova kaydına ya da dostlarının arasındayken söylediği nağmelere razıydım... ondan yeni bir ses duymak için. Sesi, bildiğim tüm hisleri ezerek öne çıkıyor ama onun ne olduğunu bulamıyorum, bu yüzden hep taze, hep merak edilesi oluyor.



Bohemian Rhapsody'yi ilk dinlediğimde olduğum yere çakılı kalmış, 'ne dinliyorum ben' diye düşünmüş, büyülenmiştim. Bence onun üstüne çıkan beste pek az bu türde. Bugün istediğimiz yaşta olalım gün boyu Sevgili Buraneros. Eşlik ettiğin için teşekkürler.

Zaten hep 17 değil miyiz Sevgili Momentos.




Haklısın Sevgili Dostum ama nazar değmesin diye pek telâffuz etmiyorum.




Bu yazı Sevgili Momentos'un  Pazar Günü Müziği'ndeki Queen paylaşımından kaynaklı olarak, onun bloğundaki yorumlaşmamızdan oluşturulmuştur. Ve orada arka yüz şarkısı olarak -ezberden- söz ettiğim These are the days of our live yanlıştır, doğrusu fotoğraflarda da görüleceği üzere bu metindeki Sweet Lady'dir ve plak 1976'dan beri benimledir..


14 Ocak 2023 Cumartesi

Özledik... Mi?



Bir bütün içinden öyle güzel bölümlere ayrılmış ki hem ince bir zevkin hem de görmüş geçirmişlikle eskiye sadakatin birleşimi muhteşem bir sonuç ortaya çıkmış... Hem klas bir restoran hem de keyifli mi keyifli bir kafe... Elbette ki kafe restoran diye bir kavram ve oluşum var. Bir çoğu özel bir yemekteymişiz hissini yaşatmazlar. Karın doyurmak için oradayızdan öte özel ve akılda kalıcı bir keyif anı değildir yaşanan. Ama Linville öyle değil. Romantik, çok özel, inisiyatifin tümüyle elimizde olduğu gerçek bir rüyayı en başında hissettiren, bizi hikâyemizin baş köşesine oturtan, yaşam çizelgemize iz bırakıcı bir çentik atan, adını unutulmazlar arasına yazdıran dördüncü boyuttan bir mekân. Bugünü geçmişteymişiz gibi yaşıyoruz. Öyle hoş bir boyut ki bu; kafe, restoran ayrımı yok. Adının başındaki Kafe tanımının da bir anlamı yok. Burası Linville.*





*Film Tadında Bir Öğle Yemeği!

5 Ocak 2023 Perşembe

Yine De Bu Esaretten Mutludur




Sabah olur. Normalde o saate kadar çoktan uyanıp, bir sürü işi halledip, kahvaltıyı aradan çıkarıp, bilgisayarın başında olurken bu kez yatağın içinde ve mırıl mırıldır. Enterasan bir biçimde aklına Rüzgâr adlı şarkı düşmüştür. Gülümser, çünkü şarkının sözlerini bile bir iki cümle dışında bilmiyordur. Bu arada etraftan birisi kafayı uzatır ve endişeli soruyu sorar: Hasta mısın?

Pas güzeldir ve bunu asla affetmeyecektir: Evet, hastayım!*


*Uyandıktan Sonraki 1 Saat 39 Dakikası

15 Aralık 2022 Perşembe

Yaşama Sebebi

 

Karşısındakinin taşıyamıyacağını düşünürse kendi sıkıntı çekmeyi göze alabiliyordu, gönlünde, aklında bitirse bile ötekini önemsiyordu, dünyanın tüm yüküne sadece kendi karşı koyabilir sanıyordu, garip bir gözü pekliği ve başkalarına pek kıyamayan bir yüreği vardı.

19 Ekim 2022 Çarşamba

Sahibini Bulan Düş

Yanındayım...

Uyurkenki seni izliyorum; dibine çektiğim bir sandalyeden... Yüzünün bütün kıvrımlarına,
uykunun sıcağında gördüğün düşe, tebessümüne gülüyorum. Yatağın içindeki hareketinden, yüzünün altındaki ellerinden, sıcağına gömülüşünden, huzurundan... huzur buluyorum. İzlerinden seni seviyorum, öpüyorum. Ve seni günlük hayata teslim edip, başucuna sıcacık poğaçalarla bol sütlü bir kahve bırakıyorum.

2008


13 Ekim 2022 Perşembe

Ara Sıcak Tadında

Geçen hafta cumartesi dışarı çıktım, değişen tansiyon ilaçlarımın takibi gereği günlük ölçüm için doktoruma gideceğim. Bizzat kendisi ölçmek istiyor.

Düştüm yola.

Ayak sinyal veriyor ama ben çivi çiviyi söker modundayım.

Dönüş yolunda o yalvarıyor, ben umursamıyorum. Mesafenin çok uzak olmaması ölçüm de her gün kaç kilometre yürüdüğümü hesaba dahil etmiyorum.

Sonuç itibariyle o gün öğlenden beri sol bacak grevde.

Allahtan bilgisayar icat edilmiş. İşi oradan hallediyor, aynı anda da sosyal yaşama katılabiliyorum, dolayısı ile günler kolay geçiyor.

Doktordan randevu aldım elbette ama o da bu cuma gününe.

Bu arada Amsterdam vizyona girdi. İzleyip yazacaktım oysa; sözünü de vermiştim.

Halime acıdıklarından mı yoksa bana kıymet verdiklerinden mi bilmiyorum; bugün bir baktım seans sayısını düşürseler de ikinci haftaya uzatmışlar.

Seviyorlar beni demek; mahcup olmamı istememişler.

Bu sabah youtube'a niye bakma gereği duydum hatırlamıyorum ama o benim durumumun farkındaymış ki önüme bir gezgin gencin Tiflis çekimlerini koydu.

Bu tip pek popüler olmayan, kendi halinde şehirleri seviyorum.

O gencin gittiği taşrada bir minik yerleşimdeki kuleler onun kadar benim de ilgimi çekti. O sonra benim en bayıldığım bir şeyi daha yapıp trenle bir başka şehire geçti.

Bu arada Tiflis Gar'ına bayıldım.

Bir kaç videosunu daha izledim gencin. O arada bir ışık yandı bende; Tiflis Bakü hattı için. Erivan zaten plan dahilindeydi ki pandemiye mağlup olmuştu.

Öğlene doğru telefonum çaldı.

Salonda şarzda unutmuşum, tek ayak üstünde de yetişemezdim.

O beni hep sabit telefonumdan arar.

Oğlana seslendim, getirdi. Tahmin ettiğim üzere enn sevdiğim kadındı. Hızla yürüyordu. Eski bir apartmanı bir kez daha incelemişti ve anlatıyordu. Laf lafı açtı tabii ki ve bir başka toplantısı için başka bir noktaya gitme yolundaydı. O arada başka binaları da konuştuk.

Sabah izlediğim videoları ona atmıştım ve haberdar ettim.

Hani bizim kaldığımız ve bayıldığımız evden Spar'a doğru yürürken minik ve eski bir manav vardı ya, dedim. Onun içinden de çekim yapmıştı genç. Sonra Tiflis-Bakü treninden söz ettim.

Bu sabah en kararsız kaldığım şey söz konusu reklamı yayınlamaktı ki sürekli baskı yapan vicdanıma da hak verdim. Kripto para benimsediğim ve ilgilendiğim bir uğraş değil. Yayınlanma süresinin son 15 dakikasına kadar bekledim, tartıp biçtim.

Sonra şöyle bir ses çınladı içimde; Lösev ve Darüşşafaka bağışçısı olarak zaten reklamdan elde ettiğin gelirleri de onlara aktarmıyor musun?

Çok zor bir dengeydi; reklam yazısı yüzünden sebep olup da bir tek kişinin hayatını kaydırırsam düşüncesi.

Biraz da o nedenle bu yazıyı öylesine yazdım; o blogrollardan kalksın ve ikinci sıradan itibaren görünmez olsun, diye.

Haaa... bir de dün bir şarkıcıya ilk kez rastladım Spotify'da ve bayıldım ve saatlerce dinledim.

Dün akşam enn sevdiğim kadınla gitmeyi düşündüğümüz, Michelin yıldızı almış fine dining restoranlar üzerine konuşurken ve fiyatları görünce ne o kuş mu konduruyorsunuz manasında da eleştirirken, ona da söz ettim Güler Özince'den. O zaten biliyormuş. Şarkı şöyleyiş tarzını çok sevdim ve en çok tekrarı da şu şarkısına yaptırdım... ve az önce yüklediğim videosuna da bayıldım.



Yazının devamı için buradan lütfen...

7 Ağustos 2022 Pazar

Ateşin Tam Ortasında

Öncesi


Bütün duygularım, heyecanlarım, keyiflerim bu bölüme başlamadan önce neşeli bir el birliği ile üç güne dair enfes bir seçki hazırlamışlar. Ve bana "Gözlerini kapatır mısın lütfen", diyorlar. İçimi -her dinlediğimizde- cayır cayır yakan, yangın yemiş kalplere  ikimizin de çok uzak olmadığı zamanlardan, Murathan Mungan seçimi,  Müslüm Baba albümü Aşk Tesadüfleri Sever'den seçilmiş şarkılarla...

**


Evveliyat

Onun nöbet akşamlarından biri.  Gecenin sessizliğini hastane koridorlarında bir an öncenin telaşlarıyla yürüyen benim. Odasının önünde duruyorum. Şimdi masasının kenarında... Çay içip soluksuzca konuşuyoruz. Oysa evimdeyim; ekranın karşısında. Ellerim tuşlarda ve görsel hiç bir veri yok ama kelimelerimiz diz dize.

Ateşimiz gün geçtikçe yükseliyor, kalp çeperlerimizi aştı aşacak. Ekranda görüntü yok, kelimeler messenger'da; sessiz gibi görünseler de sessiz değiller. Bir süre sonra gününe göre bazen bir kadeh rakı, bazen bir kadeh şarap, bazen bira, bazen kahve tokuşturuyoruz. Ve ufaktan ufaktan da oltaya geliyoruz ki şahane bir evre.

Duyguları bu kadar örtüşen iki insanın yaşamadan bırakamayacağı bir coşkunlukta zaman...

İkimiz de işlerimizden ''eve'', "MSN'de bir bekleyenim var," duygusuyla dönüyoruz. İçgüdüler olumlu bir coşkunluk içindeler. Öyle ki gitmeyi planladığımız mekânda rezarvasyonu haber için aradığında onun o an Harbiye-Elmadağ coğrafyasında olduğunu söylüyorum ve biliyorum. Arkadaşları ile bir bara gidiyorlar.

Hımmmm... bir de yüz yüze geleceğimiz İstanbul buluşmasında evin kapısını açarken biraz utangaç ama daha çok hınzır bir gülüşle bahsedeceği, paspasın altına bırakılması hayal edilen anahtar meselesi var!?


**

İstanbul dönüşü, hatta yol boyu kalbim cayır cayır yanıyor. Bir boşluğu mu dolduruyorum bilmiyorum. Bugünden o güne bakınca bir açıklama yapabilir miyim halime ondan da emin değilim ama çok mutluyum; aşk ateşim yüksek ve antibiyotik alasım yok. Ve önümüzde şeker bayramı var! Ankara Ankara güzel Ankara marşını koro halinde söylüyor tüm hücrelerim, ki şehri özel severim. Elbette bayramı bayrama çevirmek gerek! Çünkü Üzerine Dondurma Koyulmuş Vişneli Ekmek Tatlısı Kadın bayram için ailesinin yanına gelecek. Yoksa bir taşla iki kuş mu?

Çocuk heyecanlarımız ayakta, plan yapmıyoruz, her şey spontane gelişecek. Ekran coşkumuz yerinde, aşk hayatından memnun ve İstanbul'un sıcaklığı tazecik. Özlemekse ennn bayıldığım şey çünkü onunla ilişkim başka türlü, büyük de bir laf etmişliğim var hakkında, sonraki yıllarda ve blogda: "Özlemek, tek tek de çok anlamlı olan, ya da anlamlar yüklenen bir çok duygunun hepsidir. Özlemek bir uzaklık ifadesi gibi görünse de, aslında dibinde olmaktır. Hatta içinde..."


Ankara Bayramı

Yola çıkarken arıyor, ben 24:00 otobüsüne biniyorum. Penceremden yansıyan görüntümde muzırca gülümseyen bir çocuk var. 17'lik. Ona bayılıyorum. İlk gördüğünüzde "Ne kadar soğukk bu," diyeceğiniz kesin. Ama o size kapılarını açtığında listenizin üstlerine çıkaracağınızsa daha kesin. Bugün ortağı ile müthiş bir planı hayata geçirecekler. Evden kaçmış çocuk tadında bir günü bir eve kapanarak yaşayacakları ise kesin.

Kendime not: Ben ortaklaşmayı bilen bünyeler için iyi bir partner miyim acaba? Yoksa ortaklaştığım kaba göre mi şekil alıyorum?

Bunu bir gözden geçirmeliyim.

Otobüsüm sabah 6 gibi Ulusoy'un Söğütözü terminalinde. Kuzen Oğuz beni almak için orada. Plan dahilinde ve an itibariyle bir aşama tamam. Bir kaç saat sonra perona boş bir otobüs yanaşıyor. İstanbul'a gidecek. O arada ben dönüş biletimi ayarlıyorum. Aynı alanda şimdi çok güzel bir genç kadın var. Abisiyle birlikte. Çok göz alıcı. Kendimi zor tutuyorum. Biraz uzağımızdalar. Otobüsün kalkmasına biraz daha var ama nedense genç kadın abisiyle vedalaştı ve otobüse geçti. Abi aracına bindi ve uzaklaştı. Genç kadın koltuğunda. Otobüsün kalkma saati iyice yaklaşırken iniyor. Salonu geçiyor ve şimdi bilet bankosunun önünde. Elindeki bileti veriyor. Şimdi yeni bir bileti var. Salona dönüyor ve bir koltuğa oturuyor. Gözlerim hep onu izliyor. Hiç pas alamıyorum. İstanbul otobüsü kalkıyor. Biraz sonra genç kadın da kalkıyor. O halde biz de kalkabiliriz. Burada durmanın da bir manası yok.

Derken gülümseyerek bize doğru yaklaşıyor.

Ahh benim dayanılmaz cazibem işte! Müthiş bir kucaklaşma. Fıstık bizim arabada. Şimdi halaların bi tanesindeyiz. Kahvaltı masası hazır... bizim için. Evi bize terk ediyorlar. Üst katta enfes bir yatak odası var; ağaçların dallarının pencerelerine dokunduğu.

Atıyoruz kendimizi. Kalkmaya hiç gönlümüz yok gibi... Belki de ya sonrası olmazsa gibi. Gözlerimiz ıslanırcasına, aynı yatakta, ikindiye kadar, sımsıkı, çocukça, bıcır bıcır..

Günün ruhları dürtükleyen saatlerine doğru çıkıyoruz evden. Bir şeyler yemek için. Atakule'ye yürüyoruz.

Yarın ölecekmişiz gibi.

Bir İtalyan pizzacıya çöküyoruz. Mutlu çocuklar festivali çerçevesinde dilim pizzalara takılıyoruz.

Gelsin biralar...

Bazen pizzaları almaya o gidiyor, sanki aynı evde yaşıyoruz da o beni şımartıyor. Şefkat dolu, sevgi yüklü her bir saniye.

Bünyeye mıh gibi çakılacak ve hep kalacak olağanüstü vakitler.

Halamı arıyorum. Dışarıda olduğumuzu eve dönmelerini söylüyorum. Kuleye çıkıyor, alanda biraz turluyoruz. Akşamın ruhları dürtükleyen saatleri başladı.

Çankaya'dan aşağıya küçük adımlarla, zamanı geri sararak yürüyoruz.

Aç gözlü,

ardı yokmuş gibi,

temaslı.

Halaların bi tanesi anlayışlı. Eve dönmemişler. Bir kaç saatimiz var.

Susamışçasına...

Zaman akmış.

Kuzen arıyor.

Halamla vedalaşıyoruz.

Şimdi Ulusoy Söğütözü'ndeyiz.

Benim 15 dakikam var.

Kollarımız çözülüyor.

Sıcaklığı bende kalıyor. Gözünden iki damla düşüyor.

Ben dilimi ısırıyorum.

Gözlerim habersizce ıslanıyor. Sıfır noktamızdaki otobüs yavaşça hareket ediyor. Şimdi kendi otobüsümdeyim. 17'imdeyim ama artık biliyorum.

Otobüslerimiz zıt yönlere doğru yol alıyorlar.

Kilometreler aşıldıkça daha fazla uzaklaşıyoruz birbirimizden...


3.Bölümü için buradan lütfen



29 Nisan 2022 Cuma

Bu Mucize Değilse Nedir?

"Sabahattin Ali adını görür görmez ilk aklıma o iki şiiri gelmişti,

şarkılarsa aklımda dönüyordu.

Nükhet Duru'nun sesinden...

Melankoli ve Ben Sana Vurgunum.

Şimdi plaklara koşacağım ama yağmalananlar içinde olduğundan eminim, yoksa çoktan yazmıştım," diye içimden geçiriyor ve bu cümleyi olduğu gibi yorum kısmına yazıyorum; bu ayın başında, Radyo Momentos'daki Sabahattin Ali yayınını dinlerken
.

Yokluğundan o kadar eminim ki gidip plaklara bakma ihtiyacı bile duymuyorum.

Oysa ben için çok özel bir plak.

Yıl 1978.

İçindeki iki şarkıyı plağı her çaldığımda, durmaksızın başa alıp, deli gibi dinliyorum.

Sonra aradan biraz zaman geçiyor ve başka bir şey için çalışma odasına geçince, şu plakları bir kurcala istersen teşviki geliyor bünyeden. Tık... Tık... giderken, buluyorum, kalbim zıplıyor. Bendeki nasıl bir sevinç! Hemen fotoğrafları çekiyor, bloga yerleştiriyorum... Ve bugün de oturup yazmaya başlıyorum.

Bir Nükhet Duru fanı değilim, hiç bir zaman da olmadım. Ama Ali Kocatepe bestesi bu iki şarkı dinlediğim ilk anda, "Bizi seversin, kafa dengiyiz," demiş ve bunun candan olduğuna beni ikna etmiş olmalılar ki ayartılıyorum. Artık plak parası için kimseyi tavlamam gerekmiyor; babam küçük amcamı öteki mağazaya şutladı. Benim okul yok, yıl sonu sınavlara girip, kalan dersleri halledip, son sınıfı da bir seferde geçerek mezun olacağım. Dolayısıyla tam mesai çalışıyorum, muhasebe tümüyle bende, haftalığım harçlıktan maaşa dönmüş durumda. Patronum performansımdan çok memnun. Uzunçaları iş çıkışı eve patron babayla dönmeyip plakçıya koşarak alıyorum.

Sürekli o iki şarkı ama!

Artık yeni evdeyiz ve pikabımız efsane marka Dual ve tabii ki stereo.


Bıkmadan usanmadan dinliyorum. Bununla yetinemiyorum, çünkü bir şey eksik.

Birisine deli gibi aşık olmak istiyorum. Bu iki şarkıyı ona dinletmek, onunla dinlemek istiyorum.

Ama yok!

Aslında her şey var, olmayan aşk.

Ya da o nedir, nasıl bir şeydir?
ben bilmiyorum.

Tabii ki hayal ettiklerimle yetiniyorum. Elimde sağlam bir senaryo var fakat bir türlü esas kızı bulamıyorum.

Tertemiz duygularla. Mış gibi hissederek değil, tiril tiril, ütülü, kandırmacıksız, en doğal haliyle içim ona aksın istiyorum.

Ama yok.

O zaman şarkı defalarca çalar, ben gözlerimi kapatır, enfes bir gerçekliği göz kapaklarımın arkasında yaşarım!


"Oysa "Joan Baez"'ın dizlerine yatıyorum küf kokulu bir izbede...

Oysa... ben kantinin en ücrasında, üst kata çıkan dip merdivenin boşluğunda ağlıyorum.

Aradayım.

Yaşamımın sonraki hiç bir döneminde bir kez bile tekrarı olmayacak şekilde hem de..."*


diyen cümleler sızdırıyorum, yıllar yıllar sonra yazılarımın içine...








*Yazının italik bölümünden...

30 Mart 2022 Çarşamba

Treni Birazcık Kaçmış Yazı

Üzerinden... bu sabah bakıyorum ki telaşlandığım kadar çok zaman geçmemiş. Şaşırıyorum. Üstelik bunu hatırlatan ifadeyle karşılaştığımda da telaşa kapılmamıştım. Plağı çalışma odasından almış, daha çok kapağından ve adından da tetiklenerek, kendimce konsept bir fotoğraf çekmiş, yüklemiş ama bir başlık koymamış, bir harf dahi yazmamıştım.

Bu sabah erkeninde, bir an ettiğim söz sanki 1 yıl önce falanmış hissiyle telaşlanıyorum. Sonra kendime gülüyorum. Günler öyle dolu dolu ve güzel geçiyor ki hayat kendini sokaklara atmış ve pandemi etkisi, engelleri ve kaygıları da sahayı terk ediyor. Oluşan boşluğu ise çaktırmadan daha nitelikli, daha kıymeti bilinir yeni bir yaşama isteği ve tat telaşsızca, usul usul dolduruyor sanki.

Üzerinden bir yıl geçti hissine kapıldığım sözümse "Şarkı bana çok iyi bir pas oldu Sevgili Momentos, teşekkürler. Bir plak üzerinden bir Bob Dylan yazısı yazmalıyım."

Nasıl bir ruh değişiminin, zenginleşmenin yansımasıysa bu; 1 yıl geciktiğini düşündüğüm yazıya dönüp baktığımda cümleyi sadece bir ay önce, evet tam olarak 22 Şubat 2022 tarinde ve saat 18:20'de yazdığımı fark ediyorum.




Yıl 1978. Hayatımın en güzel, en pervasız, en gözükara sınıfındayım. Gözdemiz Joan Baez. Bob Dylan bence onun gölgesinde bir yancı ama kitle onu da Joan kategorisinden bir devrimci olarak niteliyor. Camiada el üstünde. Plak kapağıyla ve adıyla yakalıyor beni de. İki aşk arasında kavrulan en zor ama buradan bakınca enn keyifli yılım.

Modaya uymuşum ve Bob Dylan'a bir değer atfetmişim, eyvallah; ama benim aşkım "Joan Baez." Bir akşamüstü sırtında gitarı ile geliyor. Bir rüyadayım. Yılların asla silemediği, silemeyeceği bir rüya bu. Gitarı ve vokali aklıma karışıyor. Kaç yazımın içinde o âna dair aynı cümle var bilmiyorum: "Şu an "Joan Baez" söylüyor; parkaların sıcağında bir kış akşamı ürpertisinde ve ürkek bir solmuşlukta klişe sözcüklerin yankılandığı küf kokulu bir izbede..."

Bob Dylan etrafımca kabul görüp seviliyor. Ben gerçekten seviyor muyum?

Albümü bir süre dinliyorum. Bu bağ kalpten değil, çünkü Joan Baez olmasa; o yola kıyısından bile girmeyeceğini, aksine durumu kullandığını düşünüyorum. Sonra hiçbir gün Bob Dylan dinlemek aklıma gelmiyor.

Yıllar yıllar sonra ise bir akşam dizlerine yattığım ve sadece bana söyleyen "Joan Baez" ile olağanüstü bir yemekte buluşuyoruz.

Onunla hayatımın en özel gecelerinden birini yaşıyorum.

Çok çok konuşuyoruz, Bob'dansa tek kelime bile etmiyoruz...



Çünkü O Joan Baez

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP