5 Kasım 2025 Çarşamba

Dalmışsam Uyandır


Maviye İz Süren


Sekiz uzun yazı yazdırıyor şehir bana.* Hayatımızın enn keyifli yolculuğu desem abartmış olmam. Uçuş güzergâhımız muhteşem bir Türkiye coğrafyası. Neredeyse ülkenin bir ucundan öbür ucuna gidiyoruz;

ve meraktan, ve sevinçten uçuyoruz.

Şehire yüksek dağların arasından giriyoruz ki şehir an itibariyle altımızda, ve olağanüstü bir manzara. Uçağın penceresine yapışmış durumdayız. Enfes bir iniş, servis ve şehir merkezindeyiz.

Ve anında kankayız şehirle.

Üstelik onun da bizi sevdiğinden eminiz.

Yıl elimizden tutacak kadar yakın, 2017. Pandemiyi aradan çıkarsak sanki dün. Ama biz için bugün. O kadar işliyor ki ruhumuza şehir, sekiz uzun yazı bile yetmiyor. Sonra gözümüzden yaşlar döken yıkım. Kaldığımız kadim binası ile muhteşem otel Liwan.

Enn Sevdiğim Kadın mesaj atıyor.

Bir fotoğraf.

Bizim oda.

Tüm odalar yıkılmışken bizimki ayakta.

Hayatımızın en keyifli biralarını içtiğimiz balkon...

ayakta.

Perdelerimizi enfes bir rüzgâr uçuşturuyor.

Sanki balkon kapısını açık unutmuşuz.

Boş bira şişeleri balkon korkuluğunun üzerinde.

Gözümüzden yaşlar akıyor.

Kurduğumuz dostluklar, merak. Abilerin sağ olduğu haberi enn sevdiğim kadından. Ama acıları dindirmeye yetmeyen ufacık bir teselli bu.

Hatay yok.

Yoksa var mı?

Kalbimizde ve zihnimizde,

öylesine derin üstelik.



*
Yıl 2025

Elimde kitap, merak tavan, açmaya kıyamıyorum. Adına bayılmış durumdayım. Burnumda bir lezzet, misler gibi yaprak kokuyor. Bir uçuş geçmişteyim. Enn sevdiğim kadın dibimde. İkimizin gözünde de yaşlar. Bir şehir... Ölüp bitmişiz, bayılmış sevmişiz. Öyle bi aşkla ki üstelik, rehber bellemişiz. Kıskanmamışız, içinde yok olmuşuz. Bencilce yaklaşmışız, kimselerle paylaşmamışız. Her noktasının iliğini çıkarmışız. Hayatımızın enn sıcak, en mutlu, en kanka halini onun kucağında yaşamışız. Bu öyle bir dostluk ki ifade edilebilmesi bizi aşar.


Kitap geliyor, açmaya şimdilik kıyamıyorum. Geçmiş dostluğumuzu düşünüyorum. Maviye iz sürüyorum, kalbimde sızı. Onunla içtiğimiz sütlü kahvenin tadı hâlâ damakta kendisi kitaplığımın en güzide noktasında... Uzanıyorum ve dalıyorum. Bir rüyadayım, bir kitap bana doğru uçuyor, gökyüzü mavi, dostluğumuz eski, sohbetimiz tam gaz. Ve konuyor kitap! Şu an önümde. Dalmışsam Uyandırma.

Önce biraz bekliyorum. Önceki kitabın duyguları henüz serinlememiş, kıyamıyorum. Yaaa diyorum, tadı bi doz eksikse mesela?! Açmıyorum kapağını, çıkarmıyorum sırt çantamdan. Tam da babamın ağaçlarının altındaki banktayım. Şimdi çıkarıyorum kitabı, bi atıf var, babaya. İlk kitabın etkisi vuruyor yine kalbimden. Yeninin sayfasını henüz açmıyorum. Hafif bir rüzgar dalları yalayarak geçiyor. Dev çam ağaçlarında bir kıpırtı bir canlılık baş gösteriyor. Cesaretimi topluyor ve ilk sayfadan başlıyorum, derken iki, derken üç, derken beş oluyoruz. Gün batımı enfess, bir an Palmiye Kafe'ye gidip kahve içmeyi düşünüyorum; sütlü ve şekerli. Bu bir ritüel, daha önce Maviye İz Süren'le yaptığımız. Sonra bu isteğimi erteliyorum. Bi sonraki güne bırakıyorum. Banktan kalkıp, ağaçlara iyi akşamlar midyeciye hayırlı işler dileyip eve doğru yürüyorum. Disco Burger'de eğlence var, D.J. enfes parçalar çalıyor.

Ben eve geçmeyi tercih ediyorum. Kanapedeyim kitap elimde, o arada telefonuma bir mesaj düşüyor. İlkokul'dan sınıf arkadaşım, başkanımız. Zennur bloguma bakmış ve taze bir yazımı çok beğenmiş. Gülümsüyorum. Elimde Dalmışsam Uyandırma, parmak uçlarımla kanepeye geçiyorum. Öykülerin içinde buluyorum kendimi, tüm kaygılarım uçmuş vaziyette, kitaba bayılıyorum. Bir tekrar yapmayı düşünüyorum, aklımdan mekânlar geçiyor, hava kapalı, balıkçı tekneleri sakin denizde ve kendim için kitabı bitirme noktamı belirlemiş durumdayım! Güneş de kapılarını ardına kadar açmış durumda, hadi diyor, sanırım onun canı da Palmiye Kafe'de sütlü kahve istiyor!


Maviye İz Süren'se tam da burada, meraklısına...

3 Kasım 2025 Pazartesi

Bir Kadını Çokk Sevmek

Yine hayatımın enn güzel günlerinden birini yaşıyorum. Dünü çok ama çok seviyorum. Üstelik zaman durdu ve gençler canınız ne kadar isterse ayağım o kadar frende dedi. Elbette bu olanak kaçmazdı, kaçırılmazdı.

Kendime artık şaşmıyorum, ama bazen kendimin yaşadığı anları bile kıskanıyorum. Yaşadığım, kana kana yaşadığım hayatın en ama enn önemli figürü benim için enn sevdiğim kadın. Buluşalım dedik ve buluştuk. Dip kenar ama deniz kokulu bir masada oturduk; sokak bizim sokak, mahalle bizim mahalle. Mekânsa çocukluğumun evlerinden biri, evvel zamanlarını hatırladığımız evin genel yapısı bozulmadan yaşama devam eden sıcacık ve çokk sevimli bar hali çok güzeldi yine. Bir süre önce ayrılmış olan pek tatlı genç kız da tekrar işe başlamıştı. Servisimizi o yaptı ve zaman tamamlanmış oldu.

Gün içinde kolumda montum, yüzümde enfes bir güneş, sağ yanımda deniz varken ve uzun bir yürüyüş için yola düşmüşken Sema ile rastlaşmak pek işime gelmişti; çünkü hava, montu boşuna taşıma demişti. Dedim Sema montumu geçerken midyeciye bırakır mısın? Elbette, dedi benim sporcu, kısacası voleybolcu arkadaşım. Birbirimizin bebeliğini biliriz neredeyse, elbettte montumu teslim ettikten sonra midyeciye, kendini de denize atıyordu olağanüstü fit ve güzel kadın.

Ahhh bizim kapı önündeki denizimiz! Önünden yol geçene kadar sadece bizim ve bir iki komşu evindi. Babam erken çıktığı için evden ben okula Meteoroloji'nin servisi ile giderdim. Bir de ritüelimiz vardı. Servis otobüsü soğukta çalışmaz, motora önce eter sıkılır, sonra, daha önce de söz ettiğim üzere ben servis otobüsünün arka tamponuna Dodge pikap ile yanaşır, onu iteklemeye başlar, servisin şoförü ayağını birden debriajdan çekip gaz pedalına yüklenerek motoru çalıştırırdı ve servisin içinde o anda bir alkış kopardı. Çok kere yazıp çizdiğim üzere de o güzel kız kitaplarımı ben koltuğa oturduktan sonra bana teslim ederdi. Ve şehre varınca da sabahın ennn güzel saatinde yürürdük onunla, okula doğru.

Hâlâ, çocukluktan ilk gençliğe oradan yetişkinliği varılmış süreçte aynı noktada ama artık yeni evlerde yaşıyor olmak şahaneler ötesi bir şey, kesin. Çok yazımda söz ettiğim o kızsa bir doktor ve yine çok yakın bir şehirde. Bir kez bile rastlaşmadığımız masal dünyamızda sanki, ve de zihnimde; izi var bünyemde çünkü.

Zaman zaman hatırlansa da...


Enn Sevdiğim Kadın mekâna varmak üzere, onu mekânın bahçe kapısının dışında karşılamak istiyorum. Deniz tarafından geleceği büyük ihtimal, yeni yapılmakta olan AVM'nin önünden kesin geçmez biliyorum. Hiç olmaması gereken bir yerde koca bir inşaat, yandaşa kıyak.

Umarım düzen değişince yıkılır.

Çünkü alan aslında bir doktorun bağışı, çocuklar koşup eğlensin, insanlar piknik yapsın diye bırakılmış...

Midyeci ile laflıyorum. Gözüm o taraftan geleceğinden emin olduğum denizde... Sarılma anının tadı bedenimde ve görüyorum. Geldi, yüzünde gülümseme ve sarılmaca... Doya doya. Masamıza kuruluyoruz. İki bira fıçıdan, enfes atıştırmalıklar, enfes sohbet ve yine kelimelerin içinde yok olma.

Ve yine düşünüyorum,

bana bir gün bir kadını çookkkk ama çookkkk seveceksin deseler ne derdim acaba? Ya da bahse konu anlar yaşandığında ne demişimdir? Enfes bir akşam olduğunun altını bir kez daha çizmek isterim. Neredeyse hayatın tamamını aynı alanda ve çocukluk arkadaşları ile aynı noktada yaşıyor olmak muhteşem bir duygu. Çocukken aşıklık halleri yaşanmış karakterlerin hâlâ yaşamın içinde ve birbirlerini sahipleniyor olmaları, ortak anılar, doyumsuz bir lezzet.

Ve güven duygusu...

şahane.

Sohbetimiz baldan tatlı, enn sevdiğim kadının konuşmasındaki heyecan ballı börek. Gözlerim ona çakılı, sözleri şırıl şırıl akıyor. Çok kere yazdığım ya da söz ettiğim üzere onu izlemeye bayılıyorum. Ve bu kez üçüncü biraları da götürüyoruz, elbette fıçı ve koca bardaklar!

Sonra bizim sokaktan caddeye doğru yürüyoruz. Bazen vedalaşma anlarını sevmiyorum. Onlardan birindeyim, günü ışıtabilirim. Ama durağın da tadı var elbette. Otobüsü beklemek de keyifli bir iş,

temas.

Geliyor otobüs, geldim evdeyim mesajını alana kadar sokakta bir avareyim ben. Yüzümde bir tebessüm, gecenin özetini tekrar tekrar dinliyorum. O sırada telefonum çalıyor. Evdeyim kelimesi ne hoş,

tebessümü hissettiriyor.

Hoplaya zıplaya eve doğru yürüyorum. Yaşadığım yeri çookkkkk seviyorum. Hayallerim saklı, az önce çekmeceleri açtım,

gülümsüyorum.

29 Ekim 2025 Çarşamba

Nakarat- Maviye Bayılmak

Ben hayali gerçek gibi yazabiliyorum. Elimde hayal edilmiş, birikmiş ama eyleme dönmemiş o kadar çok veri ve onların olduğu notlar var ki...

Bu notlar hayal dünyamda ciltlendi hep.

Seyahati seviyorum,

tıfılken beni tutabilene helal olsun diyordum,

hayal ülkelerim vardı görmeyi istediğim...

ama zaman geçtikçe gördüm ki ben bunların hepsine gitmişim -sanki- dedim.

Tıfıllığıma rağmen öyle anlatıyordum ki kesin gitmiş bu çocuk dedirtiyordum.


Sonra,

baba erken gidince ben büyüdüm birden,

yolculukları yine sevdim, gittiğim her yeri ne olursa olsun sevdim, daha doğrusu başkalarının sevmeyeceği, fark etmediği yerler ile çok iyi arkadaş oldum;

onların da beni sevdiklerini gördüm.

O sevilerdeki ortaklaşmalarımız şahaneydi.

Bir fark ettim ki çok yaşamış, çok görmüşüm;

artık gittiğim ya da gideceğim yerlerin çok önemi kalmamış bende onu fark ettim...


Ben istersem, gittiğim sıradan bir yerde bile kimselerin göremediği güzellikleri görüyor, anında da kanka olabiliyordum.

Erken büyüdüm!


Şimdilerde yeniden çocuğum,

bu kez tecübelerim de var. Tüm o yerlerle

bebelikten arkadaşmışız da ben farkında değilmişim. Baba sağ iken ama, çok biriktirmişim...

ama çok!

Tam da bu nedenle aynı sokaklarda yürüyüp farklı hikayeler ve tatlar bulabiliyorum. Şu an bilmiyorum,

o gün gelince ne olur onu da bilmiyorum.

Bürokratik işlemler artık benlik değil, yine de zaman ne der, ne gösterir,

şu an onu da bilmiyorum;

belki biliyor görmezden geliyorum.

Negatifle kankalığa daha yakınım sanki...

Yerlerden çok yolculuğun tadını ve vardığım yerin arkadaşlığını seviyorum ben,

o nedenle bana her yer güzel,

uzak yollarla işim yok,

yolculuğun sade ve tarafımdan çoğaltılmış, kalabalık tadı bana yetiyor sanki...

Ve gerçeği hiçbir zaman hayalin güzelliğinin önüne geçemiyor!


Bu yazı için sevgili Evren'e teşekkür, onun bir yazıma yazdığı yoruma verdiğim yanıttan evirdim çünkü bu yazıyı, ve ayrıca bu sabah gökyüzü bana muhteşem danslar sundu, ortalık sakindi ve kimseler göremedi bu emsalsiz şovu! Ayrıca iki fotoğrafta da varolan anın güzelliğini kayda düşmem için çok destek oldular bulutlar... ve tez zamanda da yok oldular. Bu karşılaşmalara bayılıyorum, denizin, bulutların, bizden bu kadar diyerek ve selam çakarak yok olmalarını seyretmek de muhteşem!

16 Ekim 2025 Perşembe

Mahşerin Atsızları

Bir evvel zaman önce, şehrin merkezine yakın, kısmen kenar, orta gelir gruplarından ama yükselme döneminin başlarında ailelerin yaşadığı mahallesinde, mini mini insan yavruları dünyaya gelir. Henüz gözleri çapaklı yavrulardır bunlar ve henüz okullarının, öğretmenlerinin, sınıf arkadaşlarının kim olacağını bilmeleri ihtimal dışıdır, lakin ateş gibi çocuklar olacakları da belli gibidir. Şanslıdırlar, mahallelerinin insanları şahanedir. Yazları, hemen diplerindeki toprak alanda futbol turnuvaları yapılmaktadır; komşu mahallelerinin takımlarının katılımıyla birlikte...

Turnuva sonunda kazanan takıma turnuva takımlarının ortaklaşmasıyla elde edilen bütçe ile alınan kupa verilmektedir ve o kupalardan en büyüğünü bu satırları yazan bebenin, mahalle takımının antrönörlüğünü yaptığı amcasının takımı kazanır. Şenlik mahallededir, çok eğlencelidir ve o akşam şehir merkezindeki lüks bir pastanede kutlama yapılır; ödeme mahalle büyüklerinin imecesi ile elde edilmiş bütçedendir. Formaları ve şortları mahallenin genç kızları ve ablaları, ve teyzeleri kesip biçip dikmişlerdir. Elbette renk sarı laciverttir ve takımın adı da Rasattepe'dir.

O yaz turnuvalarının birindeki final maçında, toprak zeminli ve kısmen sola yatmış iptidai sahada, maç bitiminde bir kavga çıkar. Gençlerde adrenalin zirvededir, kavgayı ateşleyen kaybeden takımdır. Roman arkadaşlar ve diğerlerinden oluşmuş karma bir takımdır ve formaları çok hoştur. Sırtlarında numara yoktur, ama daha hoş bir şey vardır, her futbolcuda bir harf olmak üzere bu karma mahallenin adı yazmaktadır ve Roman arkadaşlarla karma mahallenin takımının adı Şendere'dir; takımlar da 7 kişiden oluşmaktadır; çünkü saha standart sahalardan küçüktür.

Kavganın bir kıymeti vardır! Kavganın kıymeti olur mu, olmaz elbette, tartışılır ama bu gençlerdeki adrenalin de yüksektir ve şiddetin genç ateşlerde ufak bir kıvılcımla çoğalması da mümkündür ve Rasattepe'nin kalecisinin adı Ateş'dir.

Velhasıl, kavga soğutulamasa da herkes mahallesine döner. Rasathane mahallesi sokaktadır. Enfes bir yaz akşamı bu orta gelirli mahallelinin çoluk çocuk, amca teyze, genç yaşlı insanlarını sokağa dökmüştür, eğlence zirvedir. Tam o sırada diğer mahallenin gençleri ve büyükleri mısır tarlalarının içinde görülürler ki mısır tarlaları bölmektedir bu yokuşu. Önce bir tedirginlik çöker mahalleye, endişe kavgadır. Mahalleli toparlanır, büyükler ön alır; kupa kazanmanın keyfi tavandır ve kıskandırıcıdır. Gençler kımıldamaya başlar, büyük bir kavga ihtimali de tavandır. Gençler az önce gülüp oynarken ve kutlama içindeyken mevzi almaya başlarlar. Kalabalık yaklaşır.

Ve işte o sırada bu yazıyı yazan çocuk dahil tüm mahallenin gözlerini yaşartacak ve yıllar geçse unutulmayacak bir an yaşanır... Çünkü: Gelen grubun ellerinde iki koca tepsi baklava ve bir buket vardır, bu enfes bir özür anıdır. Biraz sonra diğer mahalle insanları da davet edilir, Roman havalarıyla ortaklaşılır ve büyüklerin gözlerindeki damlalar farkedilir ve şu satırların yazarının minik dünyasında da hayatının en güzel anlarından biri yaşanır...

Aslında O çocuk bu yazıda kendi okul arkadaşlarından bahsedecekti, fotoğrafı hazırlamış yerleştirmişti, yazmaya başlayacağı anda birden tetiklendi. Kısa yazarım derken yazı uzadıkça uzadı. O yılların insan sıcaklığı unutulacak gibi değildi. Şu an kararsız, fotoğrafını yerleştirdiği ve hayal ettiğini yazmakla yazmamak arasında kaldı. Aslında daha çok okuru düşündü. Ruhen ve insan sıcağından bakınca iki farklı konuyu bağlamakta sıkıntı yoktu, ama okurun ki de candı. Sonuçta burada kesmeye karar verdi, fotoğrafın hikayesi de muhtemelen uzun sürecekti. Bu kez de blog alimlerine uydu, çünkü onlar uzun yazılar yazmayın diyorlardı!

Not: Yazıyla doğru orantılı bir şarkı paylaşmıştım, az önce ilkokul arkadaşlarımdan birinin ki hastalığı devam ediyordu, öldüğü haberini başkanımızdan aldım, o nedenle şarkıyı kaldırdım!

11 Ekim 2025 Cumartesi

Bir Günü Delicesine Sevmek

10.10.2025 Cuma
Palmiye Kafe


Başkanımız arıyor, buluşma gününü ayarlamış, Serdar şehrimizde, artık bir gelenek olarak yine Palmiye Kafe'de olacağız. Bize, duygularımıza çok uygun bir mekân. Denizin dibi ve oldukça sevimli. Ayrıca bana çokk yakın. Bu kez Zennur da bizimle... Merakla bekliyorum, Serdar'ı görmeyeli çok uzun zaman oldu. Bir İstanbullu artık O. Zennur ile rastlaşmayalı da uzun zaman oldu, çünkü ben çok uzun zamandır, ama çookkk uzun zamandır şehir merkezine uzak ama daha güzel, gittikçe kalabalıklaşan, denizin dibi bir coğrafyadayım. An itibariyle saate bakıyorum ve biraz gecikmiş arkadaşlarım için endişe ediyorum, arasan mı acaba diyor içsesim, biraz daha bekle diyor, soğukkanlı bünyem.

Çünkü başkanım saniye sektirmez.

Dayanamayıp arıyorum. Varmak üzerelermiş, anlıyorum. Üç ayrı yoldan üç araba olarak varıyorlar, Zennur bir tık geride. Şimdi kapıdan içeri giriyorlar, ufak aralıklarla... Serdar'ın oğlu da bizimle. O artık Samsunlu... Otomobili ile birlikte bana emanet... Zennur görünüyor ve kapıdan içeri süzülüyor. Mini mini birler artık yetişkinler, ama ruhları taptaze. Çokkk keyifli bir sohbet başlıyor. Gülünesi espriler sıra sıra, aradaki, yıllara varan, zaman boşluğu şu an sıfır. Sanki hep burada bu masadaydılar; elbette pastaların, kahvelerin, gerekirse çayların tadını çıkaracaklar. Hasta arkadaşlarını unutmuyorlar ki kısa süre önce hastanede ziyaret etmişlerdi, Hüseyin Başkan, doktor olması nedeniyle de hassas bir terazi ile takip ediyor Gürsel'i, bir kaç gün önce hastanede, Gürsel'in odasında epeyi şamata yapmıştı bu haşarı öğrenciler.


Buluşmaya giderken Hüseyin Başkan'ın, arkasına hoş kelimeler yazdığı ve bana verdiği ilkokul yıllarından önlüklü ve vesikalık bir fotoğrafını yanıma alıyorum. Masaya koyduğumda şaşırıyor. Unutmuş, hatırlamıyor bile, tabii ki çok seviniyor ve hemen telefonu ile fotoğrafını çekiyor. Oysa benim ilkokula dair muhteşem bir arşivim var. Bundan bahsediyorum. O fotoğraflar şu an yeni bir buluşma günü için hazırlar. Ve o gün arkadaşlarım çokk şaşıracaklar.

Aslında bir duyarsız tenekeyim ben, bazı konularda; fakat şu fotoğraflar konusunda ben de kendime şaşırıyorum. Onları yıllardır saklıyor olmam bence de muhteşem. Üstelik sürekli alıp bakıyor olmam da söz konusu değil; muhtemelen ara ara baktığım, uzuuuun aralıklarlı zamanlarda göz atmalarımla, hafızamda epeyi yer etmiş olmalılar diye düşünüyorum. Bundan sonraki buluşmada yeni katılımcılar olması ihtimalini düşündükçe yıllardır bekleyen bu sürprizin büyük olacağını hissediyorum.

Serdar'ın oğlu özellikle arabası konusunda artık emanetimiz, başı sıkıştığı her anda da yanında olmak yeni görevimiz. Biz sanırım birbiri ile bağı çok kuvvetli sınıf arkadaşlarıyız, elbette çok sık görüşmedik, mesafeler açısından; belki de tembellikti benim halim, çünkü birçoğunun olduğu şehirlere çok kere gitmiştim. Ama şimdi zamanım bol, sağlam bir geleceği kurmuşum ailemizin tüm fertleri adına... Artık listemin başında arkadaşlarla geçirilecek zamanlar var, elbette derdi olanın burnunun dibinde bitmek de baş görevimiz.

Yazıyı çok uzatmak istemiyorum, bu yazı hoş bir giriş sayfası oldu bence. Dünkü soğuk bile ısındı, güneş pırıl pırıl, daha kalabalıklaştığımızı hissediyorum ve yaşamın geri zamanlarına dönmüş olmak sanki level atlattıyor bana. Mutluyum. Çokk mutluyum... Elbette durmak yok, olanaklar çerçevesinde daha çok buluşmaya, birbirimize koşmaya, o bağın tadını çıkarmaya ben hazırım. Ve ufak ufak çoğalıyor olsak da bunun dahi verdiği haz muhteşem! İyi ki Hüseyin Başkan'ımız var, bizi toparlayan, çok kıymetli bir şeyin, arkadaşlığın kıymetini hatırlatan O oluyor.

İyi ki bizim -sınıf- başkanımız O!

Bu yazı farklı segmentte zaman zaman, hatırlandıkça yazılan, eldeki fotoğraflarla desteklenen bir seri olsun istiyorum. Umarım arzuladığım gerçekleştirmeyi de başarırım, ve umarım bu muhteşem bağ kopmaz, gittikçe çoğalır, gittikçe de güç kazanır!


8 Ekim 2025 Çarşamba

Taze Taze

Tüyoyu enn sevdiğim kadından alıyorum. Bir gün önce, bir de uyarı ile birlikte, ben olanı dolunay sanırken O dolunayın yarın olduğunu söylüyor. Sonrasında enfess bir sohbet, bayılıyorum. Normalde telefonla uzun konuşmayan, konuşamayan ben bir kez daha kapılmışım rüzgarına. Öyle bir keyif ki bu, ve içindeki planlar... paha biçilemez. İki aydan fazla bayılınası bir ülkede kalacak, başarılı kadın başarılarına yine başarılar ekleyecek. Meseleyi epeyidir biliyorum ve elbette onun adına çok çokk seviniyorum. Sohbet tadından yenilmiyor, O karşımda ve kıyafetinin bile ne olduğunu görebiliyorum sanki.

Sonra yürümeye başlıyorum. Hava enfes, dolunay sanki beni takipte, üstelik geldiğim noktadan geri döndüğümde de o yine beni takip edecek ve elbette aldığı noktaya bırakacak. O halde içecek bir şeyler almalıyım, bir de içi kakao kremalı minik pastacıklar... Bir alçak duvarın üzerinde oturuyorum. Ay bana bakıyor ve sen kalkana kadar buradayım diyor. Işığı bulunduğu noktadan ayak ucuma kadar geliyor. O sırada sevimli bir minik kedi yanıma yanaşıyor. Pastacıklarımı onunla paylaşıyorum. Artık geri dönebilirim. Ay birlikte geldik birlikte döneriz diyor, çok yorulmuş olabileceğini düşünerek sen burada kal diyorum. O beni takipte ısrarlı. Bir kollayıcı aynı zamanda.


Ayla laflaya laflaya bizim mahalleye geliyoruz. O beni aldığı noktaya yeniden yerleşiyor. Ben bu kez fotoğrafları sıralı yerleştirmiyorum. Üşeniyorum. Sıralama aslında ayın ilk ve en alçak pozisyonundan başlamalı. O kadar çok poz çekiyorum ki sıralamayı fark ettiğimde üşeniyor ve ilk fotoğrafı sona koyuyorum.


Ve aslında şu an uzağa doğru yürüyorum, ben uzaklaştığımı düşünürken onun hâlâ benimle yürüdüğünü fark ediyorum. Yarattığım çorbayı yine de bozmak istemiyorum, çünkü kendimi şımartma günümdeyim, yani tembelim. Uzak bulutların yarattığı senfoni ses oluyor ve senin için bu poz diyor. Çokkk teşekkür ediyorum ve bu pozu asla affetmem diyorum ve basıyorum deklanşöre, ben teşekkürlerimi yollarken uzağa, onlar iyi akşamlar diliyorlar bana. Demek ki şanslı günümdeyim!


Ve bizim mahalledeyim, çok yakın olmasını istediğim bir poz var, normalde ilk çektiğim olmalıydı dediğim. Ama gördüm ki yakın plan çekersem sonuç bu kadar zengin ve güzel olmayacaktı, uzaktan el salladım ve durumu anlattım, sağolsunlar anlayış gösterdiler, bastım deklanşöre ya bismillah diyerek... Ve sonuca bayıldım; daha büyük halini koyabilirdim yazıya, dedim ki sonra; fotoğraflar yazıyı, midyeleri satan abinin "Taze taze," diye seslenişini ve yaşanan anı baskılamasınlar, ortaklaşmanın tadını çıkarsınlar... Ve bilsinler kıymetini...

4 Ekim 2025 Cumartesi

Yaşamak

Penceredeyim, denizle sohbet halindeyim. İç sesim cümleler üfürüyor. Bu enstantaneyi kaçırmamalısın diyerek de anın altını kalın kalın çiziyor. Sörf yapanları değil, yaşama renk katanları öne almalısın diyor. Olur diyorum, ama aniden bir kabulleniş değil bu! Çok enstantane içinden bu anı bize katıyorum. O bana göz kırpıyor. Şu andan mutlu. Ve fark ediyorum ki bu an kendini soyutluyor ve yaşananı ve duyguyu kesinlikle siz anlatmalısınız diyor. Durumu kavrıyorum. Ve kıyıdaki kalabalıktan, insanlardan bizi soyutluyorum. Neden bu yalnızlaşma diye diye de düşünüyorum şimdi. Oysa aynı anın başka karelerinde çocuk ve yetişkin cıvıltıları var. Az önce uzaktan sesler ve görüntüler paylaşmanın tam da göbeğindeydik. Şu an daha önce çekilmiş bir fotoğraf, az önce çekilen bir fotoğraf ve kalabalıktan sıyrılmış bir ben ve O varız anda. Ama hâlâ coşkusu sürekli artan bir kalabalığız... Ve sohbetimiz muhteşem. Zihnimizde fikirler dönüyor. Kalabalık da bizi fark etmiş değil. İletişimimiz gittikçe keyifleniyor. İç sesim dürtüyor. Şu anın sonrası için bana bir yol çiziyor. Sesleniyor. Birazdan kendini sokağa at, insan kalabalığına katıl ama yine de sadece sen ol diyor. Bu öneriyi bir an düşünüyor ama pek anlamlandıramıyorum da!


Sırt çantamın içine bir iki şey atıyorum. Evden çıkarken ve binanın çıkış kapısını açtığımda mini mini kedi yavruları ile karşılaşıyorum. Yemek kapları silinip süpürülmüş. Afiyet olsun. Şimdi oyun zamanı. Hoşçakalın, görüşmek üzere diyor yola revan oluyorum. Hedefim batı yönü. Acaba mekânlardan birinde oturup kahve içsem mi diyorum. Sonra aynı kahveyi kendim yaparsam çok kâr ediyorum diye düşünüyorum. Ve kahveden vazgeçiyorum. Uzun bir yürüyüşün sahil boyunca tadını çıkarıyorum. Dönüş hazırlıkları içindeyim, eve doğru yürümeye başlıyorum. Deniz muhteşem. Nerede takılsam ve bir şeyler atıştırsam diye düşünüyorum. Ve bir gün enn sevdiğim kadınla şu mekânda rakı içsek diye aklımdan geçiriyorum. Mekânla ilgili bir fikrim yok. Bir ara sokağa döndüğümde görmüştüm kendisini. Denize dikey inen bir sokak; sahile bir kaç adım. En sevdiğimiz ve bira için gittiğimiz mekânlardan biri ile sırt sırta.


Dönüş yolunda Niyazi Abi'ye rastlıyorum. Oltalar çeşit çeşit, kendini balık tutmaya arz eylemiş, evine yakın, emekliliğinin tadını çıkarıyor. Açık denizdeki bulutlar muhteşem. Yazıda kullandığım fotoğraf o güne ait değil, şu an çektiğim fotoğraflarsa enfes bir renk cümbüşü, bulutlarla muhteşemler. Onları başka bir yazıda kullanmayı düşünüyorum. Niyazi Abi ile vedalaşıyorum. Bir iki gün önce ortaokul arkadaşımla rastlaşmıştık. Şu seyirlik BMW'si olanla yani. Bloga fotoğraflarını koymuştum hani... Uzun konuşuyoruz. Tur vapurlarına bakıyorum bir yandan; yürümeye başlayıp da Oktay'la vedalaştıktan sonra...

Gürsel'i ziyarete gidiyoruz bir iki gün sonra, ilkokul arkadaşlarıyız, kızlarla telefon bağlantısı yapıyoruz. Sohbet nefis, o kadar yıl sonra aramızdaki bağın ve sevginin yüceliğini koruyor olması muhteşem diye düşünüyorum.

Mahalleme vardım, bizim köşedeki midyeciye takılıyorum, onla da memleket hallerine dalış, aynı zamanda akan hayata bakış, keyif bizim coğrafyaya düşmüş sanki, insanlar da siyasetin ve ekonominin geldiği noktayı silip atmışlar hayatlarından,

kısa bir an için olsa da.

Bugün midye satışları iyi, abinin dünkü umutsuzluğu terk etmiş gözlerini. O gözlerin gülüşleri bugün muhteşem. Etkim olduğu için sevinçliyim. Hayat herkes için zor ama bu zoru kısa anlığına olsa da umutlarına yükledi şimdi; onu gülücükleri ile görmek, insanı yeşertiyor sanki.

Fikrim hafta sonunda bir rakı masası diyor ve iki gündür beni dürtüyor. Aklımda enn sevdiğim kadın olsa da bugün ya da yarın o masada tek oturmayı bile düşünebilirim. Çünkü kendimle karşılıklı içmek de bu türden havaların olduğu günlere pek yakışıyor.

Aslında günün finalinde Palmiye Kafe'deyim, bu akşam kendimi dibine kadar şımartma fikrindeyim. Bir fincan çay ve üzeri limon kremalı, üçgen kesim bir dilim buzdolabından çıkmış enfes görünümlü pasta ile bir fincan çay siparişi veriyorum. Masama bakan kızı çok beğeniyorum, gördüğüm enn güler yüzlü ve sıcak garson diyebilirim. Georgi Gospodinov'un Doğal Roman'ına kaldığım yerden devam ediyorum. Sonrasında niyetim; günü çok özel bir dondumacıda ve gecenin yıldızları altında hayaller kurarak, renkli dondurma toplarını tek tek ve şımarıkça tüketerek tamamlamak...

Yazı boyunca O'ndan söz etmediğimi kim söylüyor bilmiyorum. Tamam bugün tek takılıyorum... ama bünyemin her santimetrekaresinde hep O var, bunu kendime ve okura -belki- hissetirememiş olsam da O var, seziyorum!

27 Eylül 2025 Cumartesi

Toplantı

26.09.2025 Cuma 
Palmiye Kafe



Sabahın en sakin saatinde fırından dumanı üzerinde ekmekler, cami avlusundaki minik dükkândan da poğaçalar aldım; elbette bir de içi tahin dokunuşlu enfes bir açma. Bugün önemli bir gün, akşam telefonuma bir mesaj düştü, aynı mahallede büyüdüğümüz sınıf başkanımdan; şimdi ilkokuldayız. Benim eve yakın deniz kenarında bir mekânda toplaşacağız. Çok uzun zamandır görmediğim, artık başka şehirde yaşayan gözü kara ve eylemci bir arkadaşım bizimle. Organizasyonu yapan da her zaman olduğu gibi ilkokuldaki sınıf başkanımız. Kendisi bu işleri çok gönülden yapıyor ve O bizi bir araya getirmese sanki biz yokuz.

Şu an çalışma masamdan coşkun denize bakıyorum; zaman yine evriliyor. İlkokul öğretmenimizi, Gülseren Kaya'yı bir kez daha anmadan geçemiyorum. Çünkü bizi yontan, her birimizden emsali bulunmaz biblolar çıkaran kişi O. Deniz müthiş, yükselen dalgaların üzerinde sörf yapan köpükler muhteşem. Gün kış tadında, güneş saklı. Ben ilkokul sınıfımda sıraları dolaşıyorum. Biraz sonra görevli arkadaşlarımız sıcacık süt güğümlerini getirecekler, poğaçalar fırından yeni çıktı. Miss gibi kokuyorlar. Yazıyı burada kesmeye karar veriyorum, uzun bir yazı olmasını istemiyorum; çünkü şu an geçmişteyim ve o günlerin tadını çıkarıyorum. Elimdeki işleri en azından öğle sonrasına kadar savsaklamış durumdayım. Bir korkum var derinimde, bu hava şartlarında iptal olur diye toplantı...

Bana bir nefes mesafede mekân, işim kolay, lakin bakıp göreceğiz, hava şartları engel olabilecek mi hiç bitmeyen arkadaşlığımıza...


Mini mini birler tadında yürüyorum. Fotoğraf makinem yanımda ama onu kullanmak istemiyorum, bugünü anlatmaya tek fotoğraf yeter diye düşünüyorum. Başkanımla sık görüşebiliyor olsak da Uğur'la çok uzun zaman oldu görüşmeyeli, Palmiye Kafe'ye yaklaşıyorum, buluşma saatinin son bir dakikası. Endişem var, ya tanıyamazsam diye! Kapıdan giriyor yola bakan masalardan en dipte olana oturuyorum. O sırada biri geçiyor kocaman camın önünden, biraz kilo almış olsa da bu Uğur, aynı mahallenin çocuğuyuz, tanımasan çok ayıp olurdu diyor içsesim, o mekâna kıvrılıyor, kendisi uzun zamandır şehrimde oturmuyor.

Mihrap yerinde, biraz kilo almış olsa da... Elbette kucaklaşmaca, Hüseyin başkanım benim soluma oturuyor, ikimizin cephesi de Uğur'a dönük. Mini mini birler bugün için tamamlandı. Sohbet koyu, lise yılları önde, serde devrimcilik var. Ortak anılar masaya seriliyor. Öyküler tadından yenmiyor. Başkanım Gürsel'i arıyor, onu telefonda yormak istemiyoruz, selamlarımızı Hüseyin Başkan yolluyor. Sonra laf lafı açıyor. Gelmişimiz geçmişimiz masada. Her şey başkanımızın telefonunda, çokkk uzun zamandır görmediğim kız arkadaşlarım var, Hüseyin başkanın telefonundan bakıyorum, yolda görsem kesinlikle tanımazdım diyorum. İnsan ezberinde olan karakterlerinin yeni hallerini çoookkkk uzun zaman sonra görünce tuhaf oluyor, oysa Hüseyin Başkan'ın böyle bir sorunu yok, o bağlantıyı yıllardır kopartmıyor. Ben ilkel bir telefon kullanıcısı olduğum için telefonun derinlerine dalıp cevherler çıkarabilen sonra onları da saklayan biri değilim, bu belki de iyi bir durum; şu an tüm kız arkadaşlarımızın içlerindeki genç kızı yok etmedikleri enn son hallerini görebiliyorum, onlarla gurur duyuyorum.

Sonra dedikodu yapıyoruz elbette, sokakta görsem kesin tanıyamazdım diyorum ve bu halin Hüseyin Başkan'ın sayesinde ortadan kalkmasına seviniyorum. Bu yetişkin kadınlar benim için artık, çok iyi yetiştirilmiş, yetişmiş ama ruhlarını yitirmemiş hep genç ve şahane kadınlar.

Çokkk uzun kalıyoruz, masadan kalkmaya niyetimiz yok, öyle güzel konuların, anların, insanların içinden geçiyoruz ki gün yetmez filmin sonuna varmaya. Aşk mevzusuna hiç girmiyoruz, sanırım bunu özellikle yapıyoruz çünkü her birimizin hayatı kimler geldi kimler geçti şeklinde... ama içimizde bir burukluk yok mu? Bu duygu ilkokulda erkekler bir arada oynarken kızları oyunlara almamak üzerine, oysa sınıfta ve bahçede yürürken, top oynarken, farklı, tatlı sözü olan çocuklar da bizdik.

Dışarı çıktığımızda kendimi zaman tünelinden geçmiş gibi hissediyorum. Zihnim boşalıyor ve tüm o anları, çocukluğu başımdan aşağıya boca ediyor. Güzel kızların artık güzel genç kadınlar olduğunu görmek beni çok sevindiriyor, yıllar sonra bu güzel kalpli kadınları görmek başlangıçta beni şaşırtmış olsa da hissediyorum artık: Bunlar benim güzelliklerinden hiçbir şey yitirmemiş iyi kalpli arkadaşlarım. Tüm bu süreçte bir umudu da yeşertiyor bünyem. Keşke diyorum, şu hayattan göçmeden biraraya gelebilsek; çünkü fotoğraflar arkadaşlarımı artık hayal olmaktan çıkarmış durumda. Ortak yaşanmışlıklarımız sınıfımızın ziftli tahtalarının kokusunu hissetmek kadar yakın bana ve çok hoş. Ve sanırım ben, tüm arkadaşlarım içinde en çok ilkokul arkadaşlarımla geçirdiğim ve sonrasında uzak kaldığım sınıf arkadaşlarımı ve onlarla geçirilen zamanları özlüyorum. En çok güven duygusunu onlarla yaşadığımı ve biriktirdiğimi hissediyorum. Tüm arkadaşlarımı koşulsuz seviyorum ve onlarla aynı sınıfta okumuş olmanın hayatın bana sunduğu enn büyük şanslardan biri olduğunu biliyorum.

Öyle derin bir duygu ki bu! Çoğu zaman sandıklarda saklanmış olsalar da bugünkü buluşma gibi olağanüstü bir sevgi ile özlemin kokusunu açığa çıkarıyorlar.

Öğretmenimizi ziyaretimizde ve onun bir kaç gün sonraki ölümünde hepimizin ortak duygusu şuydu tartışmasız: Başka öğrencileri kıskanmasın ama Gülseren Kaya'nın enn sevdiği sınıfı ve öğrencileri bizdik!

Sanırım...



Ve Hüseyin Başkan'ımıza sevgiler; onun liderlik ruhu bizi birbirimizi görmesek de duygusal manada ve derinlerimizde saklı hislerimizin ışığında, tüm arkadaşlarımızla bir arada tutmayı başarıyor. Teşekkürler başkanım, sen olmasan bu yazı da olmazdı, emin ol!:)

İLETİŞİM İÇİN

mucanberk@hotmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP