28 Aralık 2023 Perşembe

Biralama

Geçen hafta sonu Enn Sevdiğim Kadın'la bir öğle rakısı yapalım mı sorusunun üzerine balıklama atlıyoruz. Uzak diyarlar değil fikrimiz, bizim coğrafyada takılalım diyoruz. O halde Buselik. Farklı şehirlerde şubeleri olan bir mekân. Daha önce gitmişliğim yok, bilmişliğim de Enn Sevdiğim Kadın'dan. Bilindiği üzere öğle rakısı candır, diyenlerdeniz. Orada buluşuruz mutabakatıyla karara bağlıyoruz.

Saat 15'e göre ayarlıyım.

Duş yapıp, biraz oyalanıp istasyona doğru yürüyorum. Sonuçta -ben için- yeni bir mekân, kadim noktaları küstürmeden ona da bir selam çakmak iyi olur. Seversem ne âlâ, sevmezsem de elveda.

Fikrim dışarıda oturmak; elbette havanın ve mekânın koruma kalkanları nispetinde.

Tren keyifli, zihnimden mekâna yönelik tahminler akıyor, hissiyatım sıcak, kalbim O'nunla bir öğle rakısının heyecanını taşıyor.

5 istasyon sonra iniyorum ve sahile doğru yürüyorum. Aslında minibüse binsem, istasyonlara yürümelerin hiçbirini yapmayacağım. Ama içimdeki tren aşkı bambaşka ve hatta onun için sensiz saadet neymiş tatmadım bilemem ki diye bir şarkı bile tutturabilirim.

Sonuçta Buselik'e yönlendiğimde ve tam Enn Sevdiğim Kadın'ı arayıp, bulunduğum noktadan ki fikrim bana sola doğru yürümemi söylüyor olsa da, yine de elim telefona gidiyor ve ondan bir mesaj gülümsüyor bana; yine kotumun cebindeki telefon, sesini ulaştıramamış bana. Arıyorum ve bana Migros'da olduğunu söylemekle kalmıyor, temizlikle meşgul mekânın açılış saatinin de dördü bulacağını söylüyor, çünkü O uğramış. Ben o sırada Migros'a varmış durumdayım ve kapıdan içeri adımımı atacakken tam, içeriden deri pantolunlu bir fıstık çıkıyor.

Dilim tutuluyor kısa süreli de olsa, kendimi bulduğum anda da gülümsüyorum. Ahh benim asla taca çıkmayan gülümsemem işte.

Ve dayanılmaz cazibem...

Sonra kısa bir değerlendirme yapıyor, alternatifleri gözden geçiriyor, coğrafyamızın aksine şehirde bir mekâna takılmaya karar verip otobüse biniyoruz. Ve bir sohbet bir sohbet ki tadına doyamadan şehir merkezine varıp Cumhuriyet Meydanı durağında iniyoruz. İstikâmet bu yaz enn çok takıldığımız, kısa süre önce çok sevgili dostlarımızla enfes bir tanışma ve gece yaşadığımız mekânda karar kılıyoruz. Lakin bir maç akşamı, hava soğuk, korunaklı alandaki masalar maç için rezerve edilmiş ve her zaman oturduğumuz masamız da artık yaz olmadığı için bu korunaklı alanın dışında...

O halde BOHEM.


Bohem kadim bir mekân, şehrin enn popüler ve kurtarılmış bölgesinin en özel caddesine en fazla 15-20 metre uzakta ve o caddeyi dikey kesen yine popüler olan ve daha dar bir cadde üzerinde. Elbette ruhsatı eski olduğu için de şehir içinden uzaklaştırılamayan sayılı mekânlardan biri. Lakin o bölgenin çocuğu olmama, ortaokul ve lise yıllarımın orada geçmiş olmasına, evlendiğimde ana caddede ve mekâna yürüme adımı ile en fazla üç beş dakikada ulaşabilmeme ve solculuğun mabetlerinden biri olmasına, önünden defalarca geçmiş olmama rağmen bir kez bile gitmediğim bir yer.

Taa ki Enn Sevdiğim Kadın yakın zamanda kapısından içeri adımını atıp, içerdekileri de elbette şaşırtıp soğuk birasını keyifle içene kadar.

Bir maç günü ve bizim rezervasyonumuz yok. An itibariyle birkaç masada birkaç insan var. Enn Sevdiğim Kadın'ın dördüncü benim de üçüncü gelişimiz ve bu durumdan -kanımca- mekân sahibi ve çalışanlar hoşnut. 50 metrakare ya var ya yok mekân. Fakat dekorasyon muhteşem. Benim diyen İngiliz pub'ı ile aşık atar. Bu kez cam dibinde yüksek sandalyeli yüksek bir masaya oturuyoruz; içerinin dıştan gözükmediği camın ve kalorifer peteğinin dibine... Bir anlamda kendi bağımsız alanımızı yaratmış gibiyiz. Müşteriler zaten kadim ve en azından aşinalıkla da olsa birbirimizi tanıyor gibiyiz. O halde gelsin fıçı biralar...

Ve elbette patatesler ki ne zamandır hayalini kuruyordum. Sorduk ama sosis yokmuş, olsun patatesi tazeleriz. Fakat nasıl bir keyif, sıcacık bir ortamda sımsıcak, üstelik minik gettomuzda doyumsuz bir sohbet eşliğinde dillere destan bir yaşama ânı... Rüya gibi, karşımdaki kadın da rüya gibi, ortam, mekân, mekânın sahibi, çalışanları sanki bu rüya ân için özel seçilmişler... Ve ninni tadında söyleyen Ahmet Kaya.

O ara Enn Sevdiğim Kadın sigara molası için dışarı çıkmak amacıyla masadan kalkıyor ve ben o sıra onun dışarıda kapı önünde sigarasını içtiğini sanıyorum. Masaya döndüğünde anlıyorum ki ona mutfakta içebileceğini söylemişler. Ve içeride enfes bir sokak köpeği var; olağanüstü, güngörmüş bir şahsiyet kendisi, az önce deri koltuklardan birinin üzerinde kestiriyordu, şimdi başka bir koltukta. Bizse sohbetin ve biranın dibine vurmuş durumdayız. Artık maç saati yaklaşıyor, masayı rezerve edenler için kalkma vaktimiz. Kasadayız ve ödemeyi yapıyoruz. Bu kez yürekten bir bahşişi bırakıyoruz ve keyifle kendimizi dışarı atıp kadim ve anılarla dolu caddeden istasyona doğru yürüyoruz. Elbette milyonlarca anım olan caddeyi adımlarken, izlerimi onunla paylaşırken ve gökte durup durup baktığımız enfes bir ay varken, yaşam tadımın çoğalmasında çok payı olan Enn Sevdiğim Kadın'a da hayran hayran bakan gözlerimi kıskanmadan edemiyorum.

Ve trende tıngır mıngır giderken bir karar alıyoruz: Bohem'de enn bohem bir gündüzde, kar yağarsa canımıza minnet bir akşama varacak rakı masası donatmak...

Çünkü Enn Sevdiğim Kadın mutfakta sigarasını içerken aşçıyla sohbet etti ve menüde o akşam için  neler olduğunu gördü!

26 Aralık 2023 Salı

Hayat Tesadüfleri Sever


Bir önceki, Gri Saçlarında Kahkahalar Saklı Güzel Kadın başlıklı yazıda, "Son cümlenizle ilgili tesadüf, sanırım bir yazıya bile konu olabilir, umarım yazabilirim," demiştim; hayatımın en izi kalmış, en kıymetli insanlarından birinin çok çok değerli yorumundaki övgülerine verdiğim yanıtın içinde...

Umarım yazabilirim demiştim ama kadim bir hayalin gerçekleşmesi için yoğun, yazmak için fazlasıyla kurak mevsimlerim başlayınca da ummakla kalmıştım, diye devam etmiştim.

Oysa süreç devam etmiş ve Sevgili Evren'le Kitabın Sadece Bir Kitap Olmadığı Bir Durum Üzerine* başlıklı yazımdaki kesişmeyi konuşurken ve ona, bu yazıda bahsedeceğim günü anlattığımda, "yazmalısın bunu," demişti, ben de bir taslak yazmış ve her zamanki gibi taslak olarak bırakmış, başka yazılarla devam etmiştim. Sonra, sosyal hayat durduğuna ve mevsimlerden karantinada olduğumuza göre anılarla yazmaya devam ettiğim şu günler tam zamanı, diyerek, taslağı taslak olmaktan çıkarmaya karar vermiş ve o günü 10 yıl sonra, 2020 yılında Rastlantı başlıklı yazımın içinde anlatmıştım!

Şimdi bir bütünlük sağlamak için ilgili bölümü yazının bütününden alarak bir kez daha olması gereken yere taşıyıp, paylaşıyorum.



24 Ekim 2010

Pazar sakinliği, alt katta, ofisimside bilgisayarın başında, yanımda kahve, atıştırmalık bir şeyler eşliğinde gazetelerde ne var ne yoklara bakınırken telefon çalıyor. Şu alemdeki enn sevdiğim adamlardan biri: Göksenin Abi. Fatoş'un bir blog açmak istediğini söylüyor, yardıma ihtiyacı var. Evleri bana yakın. Gidiyorum. Fatoş bebek sepetleri süslüyor, onları tanıtıp satışını yapabileceği sektöre uygun bir tasarım gerekli. Bir tane beğeniyor. Fotoğraf yüklemekten başlayarak kullanımı ile ilgili bilgileri veriyorum, bir iki tane de yüklüyoruz. O ara telefonu çalıyor. Güleryüzlü, sıcak ve neşeli bir konuşma.

Ben içinse enteresan bir rastlaşma!

Fatoş açıklıyor, telefondaki kişi onun teyzesi, enteresan ki onun teyzesi girişte belirttiğim duygularımın sebebi olan kadın. O âna kadar aramızda hiç bir iletişim olmayan, varlığımdan habersiz olduğunu bildiğim, öyle olduğunu düşündüğüm bir blog yazarı aynı zamanda; basılı kitapları olan, piyano çalan, gri saçlarında kahkahalar saklı güzel bir kadın. O sıralar sessizce gidip yazılarını okuyor, bayılıyor, yine sessizce çekiliyorum... Öğretmenden saklanan ödevini yapmamış çocuk çekingenliğim var, onun kocamanlığı karşısında ürküyorum, yorum yazmıyorum. Şahane bir ürküntü ama bu; bir imlâ, bir üslup hatası yapmaktan çekiniyorum ki yazılarım bu anlamda sefil ve ben henüz bunun farkında değilim, ayrıca yorumlarımın onun kalem gücüne yetemeyeceğini düşünüyorum.

Çay kahve, sohbet faslını da tamamlayınca ayrılıyorum Göksenin Abilerin evinden... Pazar sakinliğinde, ofisimside yeniden açıyorum bilgisayarımı, giriyorum bloguma ve bakınırken ne var yoka bir yoruma zıplıyorum, şaşırıyorum, çünkü bir prensibi olduğunu biliyorum, çocuk sevinçlerimse alkış kıyamet... Defalarca okuyorum. İnanılmaz bir sevinç ânı... Son yazımın altındaki yorum Ondan. Okuduklarımın içtenliği, övgüsü, karnesi hep pekiyi bir çocuk kadar sevindiriyor beni; bununla kalmıyor, tüm çekingenliklerimi bir pelerin gibi alıyor sırtımdan. Özene bezene bir yanıtı boyundan uzun bir sürede yazıyor ve o yanıtımı kaç kez kontrol ediyor, iyice emin olunca da göndere basıyorum. Sonrası muhteşem bir iletişim. Hayatımın en kıymetli ânları hanesine kıymetli bir sürü çentik daha...

Öğretmen öğrenci tadındaki bu iletişimin ete kemiğe bürünememesini bir kayıp olarak görüyorum. Onunla yüzyüze bir sohbetin tadının ne olabileceğiniyse tahmin edebiliyorum. Burası bir dünya ise ki bence öyle... bir yerin boş kaldığını, tadının damakta kaldığını, çoklukla hissediyorum. Blog yazmanın bana kazandırdığı, gelişimime katkıları olan ve eksikliklerini hissettirerek bu dünyadan giden iki insandan biri Gülsen Varol. Kars yazılarımı yazdığım süreçte, özellikle Kars Şehir Sineması yazılarımı yazarken onun yorumları motivasyonuma tavan yaptırmış, sonuçta ortaya 13 uzun yazı çıkmıştı. Serinin son bölümüne, hayatıma dokunarak beni yükselten iki güzel insanı da katmış; blog hayatımın en zevkle yazdığım, kişisel olarak en beğendiğim, kurgu kısımlarını bile yaşamışçasına hissettiğim satırlar düşürmüştüm akıp giden zamana...


Kitabın Sadece Kitap Olmadığı Bir Durum Üzerine

Kars Şehir Sineması bölüm 4


20 Aralık 2023 Çarşamba

Gri Saçlarında Kahkahalar Saklı Güzel Kadın*

"Son cümlenizle ilgili tesadüf, sanırım bir yazıya bile konu olabilir. Umarım yazabilirim," demiştim; hayatımın en izi kalmış, en kıymetli insanlarından birinin çok çok değerli yorumundaki övgülerine verdiğim yanıtın içinde... Umarım yazabilirim demiştim ama kadim bir hayalin gerçekleşmesi için yoğun, yazmak için fazlasıyla kurak mevsimlerim başlayınca da ummakla kalmıştım.

O yazıyı yazamadım; bunun sebebi o günden sonraki iletişimin, yazdığım yorumların ve aldığım yanıtların her birinin defalarca okunup, gülümsenip, bir sandıkta biriktirilip, sıklıkla açılıp bakılıp, sonra yine o sandıkta saklanılası nitelikte olmasıydı. O bir yazardı, öğretmendi, blogunun ve kelimelerinin bir müziği vardı. Sayfasına ön iliklenerek gidiliyordu ve bundan da çok büyük zevk alınıyordu. Bir o kadar da besleyiciydi satırları. Aynı lisede okumuş olmaksa başka bir lezzetti bu çocuk için.


Hayatımın en keyifli iletişimiydi. Özellikle şu cümleleri içeren ilk yorumu çocuk sevinçlerimi zıplatmıştı: "MERHABA SEVGİLİ BURANEROS... HİÇ ADETİM OLMAYAN BİR ŞEYİ YAPIYORUM ŞU AN.. YANİ BENİM SAYFAMI ZİYARET ETMEYEN...ve YORUM BIRAKMAYAN BİR KİŞİNİN SAYFASINA YORUM YAPIYORUM.. ÜSTELİK AĞZI BİR KARIŞ AÇIK, UMDUĞUNUN FEVKİNDE BİR ANLATIMLA VE DONANIMLA BAYILA BAYILA OKUDUĞU BİR YAZIYA!!! ŞU ANLIK BU KADAR YETER HOŞBULDUK YANİ!!! ŞİMDİ BLOĞUNU BİR HALLAÇ PAMUĞU GİBİ ATMAYA GİDİYORUM.. MÜSEBBİBİ EVRENDİR! FAZLA ZORLARSAK AKRABA ÇIKMA İHTİMALİ BİLE VARDIR!!!! :)))... **

Sonrası hayatımın en güzel iletişimiydi, enfes yorumlar yazıyorduk. O sinyali vermişti ama o kadar tez zamanda olabileceğini düşünmemiştim. Oysa bir hayalim vardı; çok sevdiğinin altını çizdiği Evren, ben ve O, onun piyanosunun başında, elimizde şarap kadehleriyle kaç ciltlik kitap olur bir sohbetin koyuluğunda,

ve dünyadan kopuk bir fanus içinde,

enfes cümlelerden müteşekkil üç kişilik bir yok oluştu bu.

Oysa ne diyordu Pinhani'nin enfes şarkısı: Zaman beklemez. Hayatımın en kıymetli kayıplarından biriydi an. Üç kadeh boş kalmış, akıp giden cümlelelerin devamı tamamlanamamıştı. Buna rağmen şu satırları toparlarken bile sanki; O'nun piyanosunun başında şen şarkılar söylüyoruz... üstelik dolu kadehlerle...

Cehennem Deresi'ni uzun zaman elime alamamıştım. Şarap gibi her kitap da beklermiş demek ki bi ânı. Bir solukta okudum. Bir eleştirmen gözüyle bakmadım...

Bakamadım.

Çokkk sevdim.


​*Başlıktaki tanımlama Sevgili Evren'e aittir. 

** Sayın Gülsen Varol'un bu yazıdaki yorumu ise şu yazının yorum kısmında...


Yazının 2.bölümü içinse buradan lütfen


9 Aralık 2023 Cumartesi

Hakkatten Rakı İçtik

Bir mesaj düşmüştü e-postama, beklenmedik değildi. Geleceğiniz zaman mutlaka haberim olsun demiştim ve oldu. Tarih net uçuş ve varış saati belli. Evden kardeşin üç harflisi ile çıkıyoruz. Trafikteki sabah yoğunluğu yetişir miyiz sorusunu aklıma anında kazıyor. Sürücüye güvenim tam, sonuçta şehrin en hızlı sürücülerinden birinin yanında yetişti lakin artık kurallara harfiyen uyma yaşlarındayız. Hava kapalı, kısmen yağmur var. Sürücü kendinden çok emin lakin benim gözüm saatte, yolcularımızı bekletmek istemiyorum. Şehrin yoğunluğundan çıkıyoruz ve kardeş anında Michael Schumacher postuna bürünüyor ve havaalanındayız. Uçağın varışı ile senkronize olmuş durumdayız. Ben giriş kapısındayım. Cüzdanı ve telefonu montumun cebine koydum, montu da sepete, kemeri de çıkarıp aynı sepete. Görünüşte her şey normal. Ötmeden geçtim ve ayrılmaz parçam sırt çantamı bekliyorum. Lakin o bir türlü gelmiyor. O an her şeyin çantayla birlikte yok olduğunu sanıyorum. Doğal olarak polisleri de hareketlendiriyorum. X- Ray'den geçerken bir yere mi takıldı acaba diye içi kontrol ediliyor yok. Çantamla ayrılmaz ilişkimiz ne boyuttaymış ki onu arabada bıraktığım, kolaylık olsun diye telefonu ve cüzdanı montumun cebine koyup fermuarı kapattığım bir türlü aklıma gelmiyor. Bir yandan da gelen yolcuların indiklerini ve çıkışa yaklaştıklarını fark ediyorum; artık giden gitti modundayken polislerden birinin aklına telefonumu çaldırmak geliyor ve bingo; cüzdan ve telefon mont cebimde, kemeri de zaten sepetten alıp takmıştım. Suçlu bulunuyor şahsım tarafından; seyrek de olsa arada bir ziyaretime gelen nevralji nedeniyle nadiren kullandığım ilaç; tansiyon ilaçlarımla birlikte zihnimi uyutuyor belki de. Polislere çok teşekkür ediyor, zahmet verdiğim için özür diliyorum ve hızla gelen yolcu kapısına varıyorum ve konuklarımı tam zamanında karşılıyorum ki telefonumda bir aramayı da fark ediyorum o arada.

O halde kahvaltıya, bir efsane için Galip Usta'ya. Şehrimiz bir pide cenneti, her yörenin pidesi kendi adıyla anılır; mesela Bafra Pidesi, Çarşamba Pidesi, Terme Pidesi gibi... Ben temelde Turhan Usta'nın Bafra Pidesi'nden yanayım. Lakin Galip Usta'nın ki de bir sanat, sulu hamuru ile ötekilerden ayrışır, inceciktir ve Vedat Milor'dan geçer notla birlikte müthiş övgüler almıştır.

Konuklarımızla anında kaynaşmış durumdayız, blog arkadaşım Sezer Eser Perker'i yazılarından tanıyorum zaten. Ama bu vasıta ile sevgili eşi, sevgili oğlu ve sevgili annesi ile de tanışıyoruz...

Güzel insanların bir araya gelmesi muhteşemdir çünkü bir anda kırk yıldır birbirinizi tanıyormuşsunuz gibi bir sıcaklık, bir samimiyet kavrar herkesi... Aynen öyle oluyor. Bir semaver çay da ekleyerek götürüyoruz pidelerimizi ki asıl kıymetli olan aramızda oluşan sıcaklık. Pidelerin ardından onlar tezkere alacak oğullarının töreni için Amasya'ya yola çıkıyorlar, biz de şirkete doğru.


Amasya dönüşü saat 19:30 için anlaşıyoruz. Enn Sevdiğim Kadın mesai sonrası şehire inmişti, telefonlaşıyoruz.

Uygun saatte yola çıkıyorum ve trenden iner inmez arıyorum. Buluşuyoruz ve o esnada ben ona bir kez daha bayılıyorum. Biraz vaktimiz var, önce rezervasyonumuzu yapıyor, akabinde hemen mekânın yanındaki hoş kafede kahvelerimizi içiyoruz; elbette sohbet enfes ama ben yine de gözlerimi ondan alabilsem, işte o zaman bazı cümleleri kaçırmamış olacağım.

Saat yaklaşıyor ve biz sevgili arkadaşlarımızı almak üzere otellerine doğru yürüyoruz. Ve tam saatinde lobide buluşuyoruz; bu kez tezkeresini almış asker, kıymetli oğulları da bizimle lakin anne yok.

Ve masamızdayız.

Laf lafı açıyor, nasıl keyifli bir o kadar sıcak bir sohbet; sanki yıllardır birbirlerini tanıyan insanlar gibiyiz, masa şen, enn sevdiğim kadın bir ara sırt çantasından iki ayva çıkarıyor, rica ediyor ve garson onları içeri götürüp parçalatıyor. Masamızdaki terhis olan asker bir sinemacı, eğitimini o yönde yaptı ve elbette sinema da konuşuluyor ama askerlik de; çünkü askerlik yaptığımız tugay aynı. Siyaset olmadan asla ama gündelik siyasetle sınırlı değiliz, geçmiş de sohbete dahil...

Rakıyı yakıştıra yakıştıra ve hakkıyla içiyor, bir 70'liği bitiriyoruz lakin bizim söyleyecek çok sözümüz var, gezdiğimiz yerler, sevdiğimiz lokantalar, şehirler, ülkeler hepsi kendine yer buluyor masada. O halde gelsin bir 35'lik daha... Uçaklardan bile konuşuyoruz ki masamızda bu konunun uzmanı olan çok güzel bir insan, eş, baba var. Elbette Karadeniz'in olmazsa olmazı hamsi de geliyor masaya lakin ona -şimdilik- çerez muammelesi yapmak gerekir: Lezzetinde bir sorun yok ama havalar biraz daha soğumalı, onlar biraz daha serpilip yağlanmalı...

Velhasıl masamızdaki insanlar o kadar güzel ki işte bu nedenle de anında kaynaşıyoruz...

Enn Sevdiğim Kadın yine bir akşamda beni benden alıyor, onu konuşurken izlemeye bayılıyorum, varlığından gururlanıyorum ve her seferinde farkında olmadan onu izleyen yüzümde beliren gülümsemeye de ekstra bayılıyorum.

Saatler yine akmış biz farkında olamadan, mekân kapanma saatlerini çoktan aştı, zarifce sinyalleri verdi ama bizdeki sohbet de çok hoş; toparlanıyoruz, çıkıyoruz ve hoş binaların arasından yürüyoruz. Çok eski bir apartmanın içine giriyor fotoğraflar çekiyor, yüzyıldır aynı yerde olan pastanede keşküllerimizi yiyor, otele varıyor, yeni tanışsak da kırk yıllık dostluklara taş çıkartan dostlarımızla vedalaşıyor, Enn Sevdiğim Kadın'la gecenin tadını bir gram eksiltmeden bir taksiye atlıyor, kendi coğrafyamıza doğru yola çıkıyoruz.

2 Aralık 2023 Cumartesi

Garip Bir Durum

Üst üste kayıplar üzücü olmanın yanı sıra içimdeki yazma heyecanını da sanki gittiğim mezarlıklardaki mezarlara gömmeye devam ediyordu. Bir sürü şey yazmak istiyordum ancak klavyeyi her elime aldığımda da geri bırakmam için bir kaç saniye yetiyordu, çünkü her şey bir tekrar gibi devam ediyordu. Tahsin Amca'nın ardından peşi sıra gelen ölümler günlük hayata pek dokunmasa da klavyeden dökülecek kelimelerdeki seçimler ve hassasiyetler içimdekilerle bir yazıda yine buluşturamıyordu beni. Önceki ve bu yazıdaki olumsuzluk duygusu yaratacak cümlelere rağmen hayattan elimi çekmiyordum elbette, o doğal akışında süregidiyordu ama iş yazıya geldiğinde başka başka hisler ve hassasiyetler duygularımın el frenini çektiriyor, ben hâlâ ürününü veremeyen bir tarlaya dönüyor, kalakalıyordum. Enn Sevdiğim Kadın şehrindeydi. Baba entübe olana kadar hayat olağan akışındaydı, umut güzeldi; lakin yazgının önüne de geçilemiyordu!


Sonra bir ölüm daha... Genç sayılabilir mi? Diğerlerine bakınca sayılabilir. Aslında her ölüm gençtir de sanki. Benim içinse başka bir hâldi. İyi kalpli bir robota evrilmiştim sanki. Tüm haraketlerim kontrolüm dışındaydı. Ben gitmiş 16 yaşındaki ben gelmiştim. O'nu teselli etmek ne kadar mümkündü bilmiyorum. Bu yönde ekstra bir çabam da yoktu; çünkü yeteri kadar insan vardı. Bu garip bir yazı, aktığı gibi kalsın istiyorum!

Camide tabut başında bekleyenin ve o tabutu içtenlikle okşayanın, okşarken enfes cümleler kuran ve gözünden akan yaşların her birinin uzun bir hikâyenin harfleri olduğunu bildiğim esnada tabuta yanaştım. O'nun parmakları tabutun üzerindeydi, parmaklarımın en saf, en içten haliyle o parmaklara doğru yürüdüğünü fark ettim. İçten ama bir o kadar da ürkekçe o parmaklarla parmaklarım temas ederken, başsağlığı diledim. Yapmamam mı gerekiyordu bilmedim. Ama göz temasımızdan O'na iyi geldiğini anladım. Çünkü yetişkin halimizin birbirini anladığını da anlamıştım.

Aşağıdaki satırların daha fazlasını da o zaman yazmıştım.


Yazlar elbette başkaydı. El ayak çekilip, ev halkları uyuyup da sessizlik saçılınca geceye; en görülmez ve duyulmaz sandığımız saatlerde bizim evin kılık değiştirmemiş halinin arkaya düşen mutfak balkonunun altına geçmek keyifli, aynı oranda da meraklı, bir o kadar da çocukça bir eylemdi ben için! Ama akşam boyunca o ânı bir türlü eve gitmeyi bilmeyen grup üyeleri bir an önce gitsinler diye sabırsızca beklemek de zordu, ama kıymetliydi. Çünkü o balkonun altına saklanarak ilk öptüğüm kız olarak tarihime kayıt düşenle acemice öpüşmek, o tadı keşfetmek ve zamanla geliştirmek fazlasıyla heyecan vericiydi.

Sanki karanlığa seslenen anne ya da baba sesleri bize ulaştığında; geçen zaman bir dakikaymış gibi gelirdi.*


Bütün bu alanları gezerken ve fotoğrafları çekerken, Palmiye Kafe'de kitabımı okuyup kapuçinomu yudumlarken ve hayat doğal akışında olmasına rağmen bendeki yazamama hali hâlâ devam ediyor sanki...

O nedenle bu yazı neden yazıldı, nasıl yazıldı ve bana ne söylüyor anlamış değilim.


*Alıntının yazıldığı zaman ve tamamı.

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP