Bohem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bohem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Aralık 2023 Perşembe

Biralama

Geçen hafta sonu Enn Sevdiğim Kadın'la bir öğle rakısı yapalım mı sorusunun üzerine balıklama atlıyoruz. Uzak diyarlar değil fikrimiz, bizim coğrafyada takılalım diyoruz. O halde Buselik. Farklı şehirlerde şubeleri olan bir mekân. Daha önce gitmişliğim yok, bilmişliğim de Enn Sevdiğim Kadın'dan. Bilindiği üzere öğle rakısı candır, diyenlerdeniz. Orada buluşuruz mutabakatıyla karara bağlıyoruz.

Saat 15'e göre ayarlıyım.

Duş yapıp, biraz oyalanıp istasyona doğru yürüyorum. Sonuçta -ben için- yeni bir mekân, kadim noktaları küstürmeden ona da bir selam çakmak iyi olur. Seversem ne âlâ, sevmezsem de elveda.

Fikrim dışarıda oturmak; elbette havanın ve mekânın koruma kalkanları nispetinde.

Tren keyifli, zihnimden mekâna yönelik tahminler akıyor, hissiyatım sıcak, kalbim O'nunla bir öğle rakısının heyecanını taşıyor.

5 istasyon sonra iniyorum ve sahile doğru yürüyorum. Aslında minibüse binsem, istasyonlara yürümelerin hiçbirini yapmayacağım. Ama içimdeki tren aşkı bambaşka ve hatta onun için sensiz saadet neymiş tatmadım bilemem ki diye bir şarkı bile tutturabilirim.

Sonuçta Buselik'e yönlendiğimde ve tam Enn Sevdiğim Kadın'ı arayıp, bulunduğum noktadan ki fikrim bana sola doğru yürümemi söylüyor olsa da, yine de elim telefona gidiyor ve ondan bir mesaj gülümsüyor bana; yine kotumun cebindeki telefon, sesini ulaştıramamış bana. Arıyorum ve bana Migros'da olduğunu söylemekle kalmıyor, temizlikle meşgul mekânın açılış saatinin de dördü bulacağını söylüyor, çünkü O uğramış. Ben o sırada Migros'a varmış durumdayım ve kapıdan içeri adımımı atacakken tam, içeriden deri pantolunlu bir fıstık çıkıyor.

Dilim tutuluyor kısa süreli de olsa, kendimi bulduğum anda da gülümsüyorum. Ahh benim asla taca çıkmayan gülümsemem işte.

Ve dayanılmaz cazibem...

Sonra kısa bir değerlendirme yapıyor, alternatifleri gözden geçiriyor, coğrafyamızın aksine şehirde bir mekâna takılmaya karar verip otobüse biniyoruz. Ve bir sohbet bir sohbet ki tadına doyamadan şehir merkezine varıp Cumhuriyet Meydanı durağında iniyoruz. İstikâmet bu yaz enn çok takıldığımız, kısa süre önce çok sevgili dostlarımızla enfes bir tanışma ve gece yaşadığımız mekânda karar kılıyoruz. Lakin bir maç akşamı, hava soğuk, korunaklı alandaki masalar maç için rezerve edilmiş ve her zaman oturduğumuz masamız da artık yaz olmadığı için bu korunaklı alanın dışında...

O halde BOHEM.


Bohem kadim bir mekân, şehrin enn popüler ve kurtarılmış bölgesinin en özel caddesine en fazla 15-20 metre uzakta ve o caddeyi dikey kesen yine popüler olan ve daha dar bir cadde üzerinde. Elbette ruhsatı eski olduğu için de şehir içinden uzaklaştırılamayan sayılı mekânlardan biri. Lakin o bölgenin çocuğu olmama, ortaokul ve lise yıllarımın orada geçmiş olmasına, evlendiğimde ana caddede ve mekâna yürüme adımı ile en fazla üç beş dakikada ulaşabilmeme ve solculuğun mabetlerinden biri olmasına, önünden defalarca geçmiş olmama rağmen bir kez bile gitmediğim bir yer.

Taa ki Enn Sevdiğim Kadın yakın zamanda kapısından içeri adımını atıp, içerdekileri de elbette şaşırtıp soğuk birasını keyifle içene kadar.

Bir maç günü ve bizim rezervasyonumuz yok. An itibariyle birkaç masada birkaç insan var. Enn Sevdiğim Kadın'ın dördüncü benim de üçüncü gelişimiz ve bu durumdan -kanımca- mekân sahibi ve çalışanlar hoşnut. 50 metrakare ya var ya yok mekân. Fakat dekorasyon muhteşem. Benim diyen İngiliz pub'ı ile aşık atar. Bu kez cam dibinde yüksek sandalyeli yüksek bir masaya oturuyoruz; içerinin dıştan gözükmediği camın ve kalorifer peteğinin dibine... Bir anlamda kendi bağımsız alanımızı yaratmış gibiyiz. Müşteriler zaten kadim ve en azından aşinalıkla da olsa birbirimizi tanıyor gibiyiz. O halde gelsin fıçı biralar...

Ve elbette patatesler ki ne zamandır hayalini kuruyordum. Sorduk ama sosis yokmuş, olsun patatesi tazeleriz. Fakat nasıl bir keyif, sıcacık bir ortamda sımsıcak, üstelik minik gettomuzda doyumsuz bir sohbet eşliğinde dillere destan bir yaşama ânı... Rüya gibi, karşımdaki kadın da rüya gibi, ortam, mekân, mekânın sahibi, çalışanları sanki bu rüya ân için özel seçilmişler... Ve ninni tadında söyleyen Ahmet Kaya.

O ara Enn Sevdiğim Kadın sigara molası için dışarı çıkmak amacıyla masadan kalkıyor ve ben o sıra onun dışarıda kapı önünde sigarasını içtiğini sanıyorum. Masaya döndüğünde anlıyorum ki ona mutfakta içebileceğini söylemişler. Ve içeride enfes bir sokak köpeği var; olağanüstü, güngörmüş bir şahsiyet kendisi, az önce deri koltuklardan birinin üzerinde kestiriyordu, şimdi başka bir koltukta. Bizse sohbetin ve biranın dibine vurmuş durumdayız. Artık maç saati yaklaşıyor, masayı rezerve edenler için kalkma vaktimiz. Kasadayız ve ödemeyi yapıyoruz. Bu kez yürekten bir bahşişi bırakıyoruz ve keyifle kendimizi dışarı atıp kadim ve anılarla dolu caddeden istasyona doğru yürüyoruz. Elbette milyonlarca anım olan caddeyi adımlarken, izlerimi onunla paylaşırken ve gökte durup durup baktığımız enfes bir ay varken, yaşam tadımın çoğalmasında çok payı olan Enn Sevdiğim Kadın'a da hayran hayran bakan gözlerimi kıskanmadan edemiyorum.

Ve trende tıngır mıngır giderken bir karar alıyoruz: Bohem'de enn bohem bir gündüzde, kar yağarsa canımıza minnet bir akşama varacak rakı masası donatmak...

Çünkü Enn Sevdiğim Kadın mutfakta sigarasını içerken aşçıyla sohbet etti ve menüde o akşam için  neler olduğunu gördü!

15 Ağustos 2023 Salı

Tek, İki Parmak Kalana Kadar Su Ve İki Buz Lütfen!


Pazar Rakısı

Kararında İçiniz!

Onca efsane yaşamış ben, O'nunla onca, her biri bambaşka güzel gün yaşamış ben, bayrama hazırlanan coşkulu çocuk gibiyim; yepyeni bir ilk buluşma tadında, 15'lik çocuk heyecanında, 17'lik bir bilmişlikle giyiniyorum. Kotun şu olmalı, diyorum. Askıdakiler içinden polo yaka, ama yaka uçları düğmelenen, mavinin en uçarı, en uçuk, o oranda da sakin, heyecanlı ama yine de tecrübeli tonunda olanı askıdan alıyorum. Aynadaki beni seviyorum. Saçlarımı taraktan geçiriyor, onlara yine de ellerimle haşarılık, elbette kısmen dağınıklık veriyorum. Mini sırt çantamı alırken ve henüz kapıdan çıkmamışken de aynaya göz atıyor, aynadaki çocuğu seviyor, biraz da kıskanıyor, tişörtü etek ucundan ve köşesinden biraz çekiştiriyor, sağladığım bilinçli pejmürdelikten de memnun kalıyorum.

İstasyona köpük üzerinde kayar adımlarla, heyecanla, keyifle yine de tecrübe bilinçleriyle, O'nu hayalimden bir tık bile uzaklaştırmayarak, bir takım cinlikler de planlayarak ve kendimi sıklıkla gülümserken yakalayarak varıyorum. Tren yanaşırken istikametini belirleyen üst ekranından akan "Bugün Günlerden Samsunspor" yazısını okuyorum. Tren sakin, oturuyorum. İnsanlar keyifli, güler yüzlü, gençler hoş, ben de hoşum.

Lakin enn sevdiğim kadınla aynı trende buluşamıyoruz, çünkü O dedi ki: "Benim şehirde uğramam gereken bir iki yer var; saat 15:30'da mekânda buluşalım."

Bence bu da hoş bir durum, heyecan verici!


Cumhuriyet Meydanı'nda iniyorum. Gideceğim mekân çok kıymetli. Yeni yerinde ama aynı mahallede, eskisine çok gitmişken yeni yerine ilk kez varacağım özel coğrafyanın, Sanat Sokağı'nın yokuşunu çıkarken bilmem kaçıncı kere; çok mutluyum. Çünkü ülkenin farklı yerlerinde O'nunla çok kere yaşadığım bir keyfi, uzun bir akşamı, sürprizlerini öngöremiyerek sıfır noktasından başlayıp yaşayacağımı ve bu akşamın da tazeliğini hiç yitirmeyecek şekilde ve ilk ve çok ayrıcalıklıymış gibi bünyeme, kendi özel haliyle nakış gibi işleneceğini biliyorum. Dipdiri bir heyecanla onun bahçe kapısından giriş anını, ayağa kalkışımı, ona sarılışımı, biraz da "Ben oooo!" havasıyla ama yine de kendimi koyvererek sergileyeceğimi, zihinden akanlara rağmen yine de her şeyin doğaçlama gelişeceğini bilerek bahçe kapısını gözleyecek bir masaya oturuyorum. Bana yanaşan ve finalde bayılacağımız garsona, masayı birazdan seçeceğimizi, ve beklediğim biri olduğunu söylüyorum.


O görünüyor, şöyle bir bakınıyor ve ayağa kalkan beni fark ediyor. Güzide mekân an itibariyle bomboş. İki masa dışında kimsecikler yok. Oysa ikindi rakısı ne muhteşemdir. Kıymetini bilmek, en azından da yaşamak gerekir!

Gülerek yaklaşıyor.

Siyah elbisesi muhteşem.

Dekoltesinden öpesim geliyor. Ama o afacan kız hali, ayaklarındaki laciverte yakın ama mavinin en güzel tonundaki Sneaker'ları, bileğindeki her birinin hikâyesi ayrı aksesuarları ile bana doğru yürüyor.

Hadi gel de sarılma bu tazeliğe!


Masamıza karar veriyoruz, kendisini bulunduğu yer itibari ile çok seviyoruz; gerçi üzerinde rezerve olduğuna dair bir levha vardı ancak sanırım bu oraya -seçkin- müşteriler için özellikle koyulmuştu. Bahçe muhteşem. Henüz sakin mekânda bir çift ve muhtemelen altın günü yaşayan altı kadınlı bir masa dışında biz varız. Coğrafya ben için özel bir kıymet taşıyor. İlkokulum, ortaokulum ve kiradan kurtulup artık bizim evimiz dediğimiz ilk apartman dairemiz oturduğumuz masaya -ev biraz daha uzak kalsa da- en fazla 100-200 metre uzakta. Üstelik hemen dibimizdeki, yine muhteşem binasıyla ama artık çok katlı ayakkabı mağazası haliyle, tansiyon nedeniyle bir kaç gün yatmışlığım bulunan; 20'nin ilk basamaklarında, artık babasız ve hayatımın en zor yıllarının start çizgisindeyken çok özel tanışıklıklarımdan biri tarafından yapılan ziyaretle de hayatımın en özel günlerinden birini yaşadığım Askeri Hastane* var.

Masamızı çok seviyoruz.

Beyefendi garsonumuz siparişimiz için masamızda.

"Bir 35'lik rakı lütfen."

O tercihimizi soruyor.

"Yeni Rakı lütfen..."

"Yoğurtlu kızartma lütfen,"

"Arnavut ciğeri lütfen,"

"Peynir lütfen,"

"Karpuz lütfen."


Masamız donatılınca şahane garsonumuz şişeyi açıyor, ve alkış kendisine; soruyor çünkü!

Enn Sevdiğim Kadın yanıtlıyor: "Tek, iki parmak kalana kadar su ve iki buz lütfen."

Seni seviyorum çınçınlarının ve ilk yudumların ardından Enn Sevdiğim Kadın çantasından bir paket çıkarıyor.

Uzatıyor bana...

Açıyorum ve düşüp bayılıyorum. Aramızda hiç konuşulmamış bir kitap. Ben almayı düşünmüş ve hayalini kurmuştum. Bu güzel kadın hiç üşenmemiş, benden önce şehire vararak bu kitaptan iki tane almış ki şansa bakmak lazım; sanki bizim için ayrılmış iki tanelermiş.

O zaman Hatay'dan, Vakıflı'dan şu an ve cümleler geliyor gözlerimin yaşına:

"Aslında oturduğumuz ilk anda, daha çaylar bile söylenmemişken iki mandalina çıkarıyor omuzuna astığı ceketinin cebinden Musa Abi. Koyuyor masanın bizden tarafına. Şu hayatta duyduğumuz en güzel cümlelerden biri dökülüyor dudaklarından; tüm hikâyemizi katmerleyen, çok daha anlamlı kılan, kocaman bir duygu geçmişine çok manalı ve lezzetli bir fırtına ekleyen, "basit" bir cümle: "Bir tane olsa paylaşırdınız, ama zaten iki tane var."**

Saatlar saatleri kovalıyor, 35'lik bitiyor. Alt bölüm çoktan tıka basa doldu. Ekranda Samsunspor maçı. Bahçedeki yerleşme düzeni muhteşem. İzleyicilerinin coşkuları ile ortağız. Hiçbir aşırılık yok, yanı sıra da bir rahatsızlık vermedikleri gibi, sesimizi birbirimize ulaştırma konusunda bir sıkıntı da yaratmıyorlar. Enfes bir komün hali, hoş bir pazar gününde keyifli bir zaman dilimi.

O halde!

"Bir yirmilik Yeni Rakı lütfen."

Bir de kavun.

O müesseseden.

O nedenle mi bu kadar tatlı, serin ve hoş?!

Maçlar bitiyor. Bizim için kârlı bir pazar: Gün sonunda Fenerbahçe kazanıyor, Enn Sevdiğim Gençlerbirlikli'nin takımı kazanıyor ve Samsunspor'umuz deplasmandan bir puanla dönüyor.

Son yudumların ardından, ödememizi yapıyor, garsonumuza iltifat ve teşekkür ediyor, bahşişini kalpten, anasının ak sütü gibi helâl cinsten hesabın arasına yerleştiriyoruz.

Sonra şehrin en popüler caddesine çıkıyor, ilkokuluma selam çakıyor, Namık Kemal Lisesi'nin önünden geçerken diyorum ki enn sevdiğim kadına: Okulun bekçisi ile kanka olmuştuk, apartmanın çocukları toplaşır, gece vakti gider, abi vasıtası ile sınıflara girer ve arkadaki yazlık sinemada oynayan filmleri izlerdik. Fakat nedense, muhteşem binası ile Halk Eğitim'in önünden geçerken, ciltlenmiş Doğan Kardeş'leri okuduğumuzdan, kitaplardan, ama listenin kaç kitap okudunuz kısmına ise 1000'lerle ifade bulan şımarıklıklar yaparak yazdığımız sayılardan söz etmiyorum.

Belki de etmişimdir,

kafam iyi olabilir!

Elbette alt köşeye varana kadar tüm mevcut apartmanların yerindeki ve artık bir kaç tanesi kalmış olan muhteşem bahçeli Rum ve bizim mimarimize özgü evlerden söz ediyorum.

Çocukluğumuzun apartmanını geçtikten hemen sonra da, köşeyi dönüyoruz!

Cila vakti!


Bir kez bile gitmediğim ama hep takdir ettiğim bir mekân, Bohem. Cadde ve mahalle 80 öncesinin kurtarılmış bölgelerinden. İlk gençliğimin ayak altında... Lakin bugüne kadar nedense bir kez bile gitmedim. Başka mekânlardı tercihimiz, kim bilir, belki de alışkanlıklardan vazgeçmeme,  belki de bazı anıların bura henüz açılmadan öncesine ait olması sebep.

Süzülüyoruz kapıdan içeri. Ekranda Fenerbahçe maçı. Orta masalardan birine oturuyoruz. Biz kendi dünyamızda yok oluyoruz. Sıfırdan enfes bir sohbet. Biraz geçmişten söz ediyorum: Mesela şu karşı apartmanın adı Metin, diyorum; Prof Böke'nin babası, şehrin ilk kuaförlerinden... O sırada kızarmış patatesler yanlarında mayonez ve ketçapla geliyor. "Patron abinin ikramı," diyor genç adam. Teşekkür ediyoruz. Biralarımızı keyifle bitiriyor, sallantının eşiğine varıyor, ödememizi yapıp geceye karışıyoruz derken ve dışarı adım atmışken...

Bir kez daha sesleniyor "Abi!" diyerek güzel adam.

Minik fotoğraf makinemi masada bırakmışım!

Gar İstasyonu'na doğru, artık ıssız geceyi yürüyoruz. Kafalar Leyla'nın eşiğinde. İstasyondayız ve bankta, güzelim omuzumda. Tren geliyor, sakin.

Güzelim kolumun altında; bizim İstasyonu geçiyoruz. Tren şimdi onun istasyonda. Saat günü aşmış.

Biraz oturuyoruz. O telefondan bakıyor ve dönüş treni yok, diyor.

Ben kardeşi arama niyetinde...



*En Özel Tanıklığısın Ömrümün

**Yazının 8.fotoğrafının üstündeki ve altındaki paragraftan...

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP