Woody Allen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Woody Allen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Haziran 2020 Pazartesi

Dönersen Islık Çal Woody

Filmi portalda görünce şaşırıyor izleyici. "Eski ve bilmediğim bir filmi mi?!" diye düşünüyor fakat afişine bayılıyor. Filmi izledikten sonra yazmayı düşünmüyor. Yazı akışından memnun ve araya bir film sokmak niyeti yok. Belki de bir başlık atacak ve sadece afişi koyacak; çok beğendi ve kesinlikle blogumda olmalı, diye düşünüyor. Belki altına bir iki satır yazar... Hepsi bir iki satır yani!

Hayatının bir evresi inşaat tepelerinde geçti. Sanat faaliyetlerinin neredeyse sıfırlandığı kurak yıllara denk geldiği için bilmediğim bu filmi izlerim bir ara, diye düşünerek, favorlerine eklemişti. Televizyonu açıp da favori filmlerin afişlerine göz attığı her seferde afişin tadını çıkarıyor ama her seferinde de başka bir filmi izliyordu, çünkü: bu filmi özel tutuyor, onu izleme akşamının da tadı çıkarılası olduğunu düşünüyor ve ona özel bir akşamı düşlüyordu. Hepsi afişin ve elbette yönetmenin  yüzündendi.

Sonra filmin tarihini görüyor ve şaşırıyor izleyici, "Dünyadan haberim yokmuş," diyor!



Film Özel Akşamı



Şişeyi karanlık ve serin yerinden alıyor izleyici. Mantarını çekip aldıktan sonra  kadehin dibine bir miktar KAV/Narince 2017 koyuyor, üzerine bir bardak kapatıyor ve onu buzdolabına soğumaya bırakıyor.  Bir süre serinletecek, ideal bir soğukluk için.

Kadeh sehpanın üzerindeki yerini alıyor. İzleyici tam televizyonun karşısında olmayan, ona doğru uzayan kanepeyi tercih etti ve ona uzandı. Gövdenin üst bölümü dike yakın, kafasının altında bir yastık var ve yerleşimden memnun. Portalı açtı, televizyonu kendine doğru çevirdi,  filmin afişini seçiyor.

Tıkladı.

Filmin renklerine bayılıyor. Bir dönem filmi, 1930'lar. Gülümsüyor, "Vayyy o yılların renkli filmlerinin tadında ama teknolojisi yüksek bir görsellik," diyor. İç sesiyle...

Bunu fark edebilmiş olması elbette kasılmasına sebep olacak. Hemen bakmayacak ama!  

Şimdi filmin tadını çıkaracak, sonra bilgilenecek, düşüncesinin onaylandığını görünce de kasılacak... 

Kesin!

Film izleyiciyi içine kabul ediyor. İzleyici buna zaten hazır. Kostüm başarısına bayılıyor.  Partiler, barlar, restoranlar, görkemli evler, caz orkestraları her şey mükemmel. Karakterlerle ilgili bir sıkıntı da yok, tiplemeler güzel ve her şey yolunda. İzleyici parti parti geziyor ki ne büyük bir öngörü diye takdir bile ediyorum kendisini; gerçi orada ağırlıkla viski içilse de, izleyiciyi bu anlamda tahrik etseler de o partilere şarabıyla katılmaktan memnun. Taşradan gelen bir genç var; ekmeği için dayısının yanına giden, kravatlı, takım elbisesinin içine anne örgüsü yelek giyen sevimli bir çocuk. Karakterler genelde sevimli zaten. Jet sosyete, paralı insanlar, film yıldızları, yapımcılar, senaryo yazarları  hakim olsa da filme, izleyiciyi aralarına almakta bir sakınca görmediler. Sıcak insanlar, şakacılar ve izleyici aynı segmentte olmasalar da hiç çekinmeden katılıyor aralarına. Arada bir şehir turları attırıp, dış dünyayı da tanıtıyorlar izleyiciye ki memnun, hiç bir şikayeti yok, çok da eğleniyor. Üstelik plaklar var, dönemin hoş şarkıları...

Fakat bir süre sonra ve film uzadıkça izleyici kalbinden bazı şeylerin sökülüp alındığını fark ediyor. Düzde ezip geçen, rampaya gelince de nefesi düşen BMC Kamyon gibi hissetmeye başlıyor. Filmi bıraktı bırakacak. Bu kadarına da yuhhhh, demeye başladığı anlar var; şaşırtmayan, klişe düzeyinde. Hani bunlar eleştirel bir cinlik olsa, şapka çıkaracak izleyici. Tazelenen aşklar resmi geçit yapmaya başlıyor. "Aşk mı para mı, parodisi mi bu acaba?" diye düşünüyor izleyici; ince, entelektüel bir gönderme arıyor ama nafile. Ya da izleyicinin küçük aklı, büyük ustanın görkemli zekasına, bu ince nüansına eremiyor.

Hikaye düzeyinde bir alışılmışlık, bir şaşırtmamışlık, bir tekrar başlıyor sanki. Bunları da sıkıntılı bulmuyor izleyici aslında ama Usta'dan beklediği bu değil. Umutla o an gelecek, usta kendine dönecek ve dudaklarımın kenarından "İşte bu!" lezzeti akıtacak, diye bekliyor nafile. Belki de anlatmak istediğine göre filmin süresi uzun, ya da daha kısa geçebilecekleri anları gereksizce uzatmışlar, diye de düşünüyor izleyici.

Vittorio Storaro'nun sinematografisi, 4K kameraların muhteşem görüntüleri, kostümler, zamanı yaşatan mekanlar, olağanüstü görsel başarı, kurgu, dönem gerçekliği ve elbette şahane müzikleri ile bir yanıyla da o yılları yaşatıyor film diye teselliler bulmaya çalışıyor izleyici. Artık ayıp olmasınla içinden gelenin, sıkılmışlığın, "Ne uzattın ama abi, bu filmi kendin için mi yaptın, o zaman alkış, eminim çok eğlendin, lütfen yeni bir şey söyle," iç sesleri ile başbaşa kalıyor izleyici ve son kertede...

Kadehini ve hayal kırıklığını alıyor sehpanın üzerinden. 

Kanepeyi terk ediyor.

Bilgisayarını açıyor.

Tavla oynuyor... 

Görselliğin etkisinden ve çağdan geri dönüp güncelinin tadını çıkaracak çünkü. 

O, tavlayla boyut değiştirmişken film bitiyor.

 ..............

Şimdi izleyicinin elinde bir tuğla var, ilk cümlelerinden itibaren onu etkisi altına alan!

Laf aramızda, bu yazıda o tuğlayı yazanın, tuğladaki üslubunu taklit etmiş bile olabilir! 


Son sözüyse şudur: Siz izleyiciye pek de kulak asmayın yine de filme bir bakın; severseniz sizinledir...

14 Ekim 2011 Cuma

Paris'de Gece Yarısı- Fragman!

Şu buraneros, hani şu yazıları yazan kişi; şimdi gelecek, klavyenin başına oturacak, cümlelerine başka başka anlar yerleştirip, lafı dolandıra dolandıra, pragmatizmden uzak, 'beğendiysen beğendim de kardeşim!' tavrı takınmadan, benim gibi net ifadelerle kısa yoldan anlatmak yerine, aslında özü şu olan uzun cümleyi kuracak: "Hayatımda gördüğüm en muhteşem final sahnelerinden biriydi bu..."

Owen Wilson'ın oynadığı Gil karakterinin altını çizecek, onun hayata bakışına, duruşuna, mizahla tatlandırılmış bu tavrı sevdiğine vurgu yapacak... ve filmin geneline hakim olan duygusu da şu olacak: "Bayıldım bu filme..."

Ve muhtemelen, hatta muhtemelen değil kesin: İçinde bulunduğu konjonktür birebir aynısı olmasa da, başka bir evreye geçiş sürecinde izlediği bu filmi, hissiyatını, aldığı keyfi; başka koşullar altında başka duygularla izlediği, ama detoks etkisi aynı olan
bir başka film ve günle eşleyerek, ve beğenilerinin altını sıklıkla çizerek , özü şu olan cümleyle tanımlayacak: "Cahil Perileri izlerken aldığım tat ve günle bu filmden aldığım tat aynıydı."

Filmi tazeliğinden dolayı top 50 listesinde standart bir yere oturtamamış olsa da, çok iyi bir deneme yazısı tadındaki bu filmin listesinde yer aldığını, ve bu filmi çok sevdiğini, bu kısa anın bıraktığı lezzetin zamanda ve onun içinde daha da çoğalacağını, tüm bu anları bu blogdaki yazılardan birine düşülmüş bir yorumdan aldığı derin ve öz bir cümleyle, o cümlenin açılımlarına ve yağmura sıklıkla vurgu yaparak; ben gibi "Güzel bir gün yaşadım." demek yerine, ballandırarak anlatacağını bir hissiyatım olarak özellikle belirtmek isterim.

Saygılarımla...

o klavyeyi elinden almadan tüyen ve adamını iyi tanıyan pragmatik kişi


Gelecek Program: Film, Gün ve Hissiyat

BU FİLMLE İLGİLİ ÇOK GÜZEL VE AYRINTILI BİR ANALİZ OKUMAK İSTERSENİZ BURADAN LÜTFEN

11 Eylül 2008 Perşembe

Manhattan


Modern toplum üzerine, son derece kapsamlı bir kitapmış gibi etkili tasvirleri ve diyalogları olan, olağanüstü bir görüntü yönetimine sahip; entellektüel çevrelerdeki ya da kendini öyle yaftalamış, öykünmüş, insan türleri üzerine etkili ve doğru tespitler içeren güzel ve özel bir filmdir.

Modern insanın sanki olmazsa olmazmış gibi sırtına yüklenen entellektüel zevklerle, kadın erkek ilişkilerinin tüm hallerini, bireylerin farklı farklı maskelere saklanmış gerçek zaaflarını, eksikliklerini, çok olağan ve insani bir şekilde ortaya koyar.

Zaten durumların kendileri mizah olduğu için; ekstradan bir komikliğe gerek duymadan, sürekli tebessüm ettirirken düşündürten; birey üzerine etkili bir filmdir. Ve şaşılası durum şudur ki, filme bütün tempoyu veren yoğun ve dolgun diyaloglardır. Her bir ilişki ya da davranış: Sizin de gördüğünüz, bildiğiniz ama üzerine belki de düşünmediğiniz hallerin, tanıklıkların, göz önüne serilmesidir.

Manhattan : Modern insanı anlatırken, Gershwin'in olağanüstü müzikleri eşliğinde eski siyah beyaz filmlerin görkemine saygıyla ''postmodern'' çağı harmanlayan,ve size çok hoş bir Merly Streep sunan, hoş bir sinema örneğidir de aynı zamanda...Öneririm.


Tür :Dram / Komedi / Romantik
Yönetmen :Woody Allen
Senaryo :Woody Allen, Marshall Brickman
Oyuncular :Woody Allen, Meryl Streep, Diane Keaton, Mariel Hemingway, Michael Murphy, Anne Byrne Hoffman, Karen Ludwig
Görüntü Yönetmeni :Gordon Willis
Süre :1 saat, 36 dk.

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP