12 Mart 2022 Cumartesi

Yazılacak Hiçbir Şey Yok Günü

Gün Cuma. Erken uyanıyorum. Sabah dört civarı; hafta içi iki filmli bir sinema planım çöp oluyor, çünkü filmlerin değiştiği gün ve ilk tercihim vizyondan kalkıyor. Kaçırdım yani!

Gün ışımadı. Biraz blogları dolaşıyorum. Sonra geceyi yanımda geçiren kitabı alıyorum elime. Çek yazar Karel Çapek. 1890 doğumlu. 1938'de zatürreden ölmüş. Kitap 1936'da yayınlanmış. İlk cümleden itibaren seviyorum. Kaptan J.Van Toch ile tanışıyorum. Kaynaşıyoruz hemen. Üslup muhteşem, incecik bir mizah; sıcacık. Çocukluk dünyama döndüren bir yetişkin romanı. İlk kitaplarımın tadı gözlerime bulaşıyor. Mesela Mercan Adası... Güne, üstelik Cuma gününe nötr bir ruh halindeyken.

Telefonuma tek kelimelik bir mesaj düşüyor: "Hazır." "Yarın sabah uğrarım," diye yanıtlıyorum çünkü kaçan film nedeniyle gardım hâlâ düşük. Önümde nötr bir gün var ve şehirde şenlik duygum yerlerde. Oysa hava Kuzeyli!

O sıra kitapta bir cümle çıkıyor önüme: Okunacak hiçbir şey yok günü. Ruh halime çok uygun. O halde yazı başlığı yapabilirim bunu. Okunacak bir şey olmayınca yazılacak bir şey de yok...

Bu durumu anlatan bir yazı düşünüyorum.


Bir gün önce, perşembe geç vakit. Hiç yapmadığım bir şey için uzandığım yatağımda bilgisayarı açıyorum. Fikrimde bir film izlemek var. Benim de kardeşin Netflix'inde kullanım hakkım. Bakınırken bir afiş dikkatimi çekiyor, mevzusunu okuyorum. Zaten istediğim de ciddiyetli bir film değil, sıkılmadan zaman geçirmek. O halde bu uygun. İzlemeye başlıyorum. Gidiyor; köpük hali seviyeli sayılabilir, bir film tadı da veriyor. Sonra bir bakıyorum ki bir dizi bu. Uykum yok, yapacak bir şey de yok çünkü ihtiyacım köpük saatler. O halde devam. İkinci bölümün yarısında veda. Gazeteci ablayı seviyorum, takım arkadaşlarını da. Fakat aradığım da bu değil. Bir ton uyuşmazlığımız var ve elveda.


Gün iyice ışıyor. Mutfağa geçiyorum. Döküm tavada zeytinyağını yüksek ateşte ısıtırken, tam buğday dilimlerini kızarmaya bırakıyorum. İki mi bir mi? derken tek yumurtaya karar veriyor, biraz iricesini sürüden ayırıyorum. Tam zamanı, yağ ses veriyor, kırıyorum ve çatalla şöyle bir çeviriyorum. Üzerine bir kaç dilim beyaz peynir.

Ekranı açıyorum, yataktan çalışıyorum, filtre kahvem yanımda. Piyasalar pozitif. Antalya buluşmasının etkisi kurtlar sofrasında. Forumlarda ver gazı! Biraz gazetelere göz atma, biraz piyasalar falan derken, fikrim usul usul zihnimi işlemeye başlıyor. "Hani," diyor, "önce gidip hazır olanı alsan ama gidiş saatini filmin seansına göre ayarlasan, biraz da öğlen atıştırması işini hesap etsen... Nasıl olur acaba?"

Bünye havalarda, içi gidiyor da burnundan kıl aldırası yok yine. Miskini oynayacağı kesin... gibi?! Fakat durun... İçinde bir hareket var. Ruh ayaklandı, keyif yanı ona katıldı, günün hikmeti ateşi harladı. Kesin gidecek!

Hava sertleşecek, o alaylı bir metorolog: kapüşonlu kabanı aldı, ceplerine yedek maskeleri koyuyor, sırt çantası konusunda kararsız, almadı ve çıkıyor binadan.

Bir kaç adım yürüyor ki fotoğraf makinesini almadığını fark ediyor. Şimdi her şey yolunda. Buralarda mı bir şeyler atıştırsam? derken doğru istasyona yürüyor. Samkartı yüklesem mi yoksa indiğim yerde mi? diye düşünürken yetersiz bakiye diyor turnike. Yüklüyor ve geçiyor. İlk tren çok kalabalık, onu salıyor ki bunu biraz da zamanda boşluk olmasın amaçlı yapıyor. Bazen bir hesap adamı O.

Trendeyim, oturuyorum. Keyfim normallerimde, heyecanım tavan. Eczaneye uğruyorum. Tansiyon ilaçlarımı alıyorum ve elbette Tarihi Kılıçdede Fırını.

Aslında karşı köşedeki cağ kebapçı beni çelmek için elinden geleni yapıyor ama fikrim ona boyun eğmiyor ve iki börek alıyoruz. Şimdi caminin avlusundaki çay ocağından bir çay söyleyip alçak tabureli alçak sehpalarında ulviyetli bir atıştırma yapabiliriz. Aslında orada sürekli arabasıyla börek satan bir abi var. O an düşünemiyorum bunu çünkü o avluda ilk kez bugün oturup çay içiyorum. Böreklerimi yerken börekçi abiden almadığıma üzülüyorum... Ve fikrimle karar veriyoruz ki bir dahakine burada oturup atıştırmayı düşünürsek börekleri abiden alacağız.

Çay parasını ödüyorum ve sinemanın olduğu AVM'ye doğru yürüyorum. Saate baktığımda erken buluyorum. O halde sanayiye geçip eski arkadaşlarımla biraz sohbet edebilirim. Cevat'a uğruyorum, çocukluktan arkadaşım: Kendisi kuvvetli bir dindardır ancak kendince doğruları olanlardandır. Mesela hile yapılabilir; ticarette mübahtır bu! Gençliğimize girsem ne iplikler pazara çıkar ancak dün dündür ve tövbe edilmiştir. Epey sohbet ediyoruz, piyasanın eskilerinden konuşuyoruz, geçmişin tadının artık kalmadığından da.

Film saati yaklaşıyor. Ceplerimi boşaltmaktansa kabanımı olduğu gibi x ray'e yolluyorum. Gişede fena kuyruk. Önce sıraya giriyorum ancak nerede eski sinemalar; şimdi gümrükten geçmek daha kolay. Film söylenecek, o ekran açılacak, koltuk durumu ekrana gelecek, o ara patlamış mısır, içecek, sonrasında küçük boy mu yoksa büyük mü gibi sorulara yanıt verilecek. Koltuk konusunda ekrana hâlâ bakmakta olan çift karar verememiş olacak ama genelde kadın galip gelecek ve film adama azap olacak ama sen de kararlı bir izleyici olarak, bekleyip duracaksın.

"Netten al o zaman kardeşim."

"Ya bir sebeple vazgeçersem ya da yetişemezsem?!"

Şu an mesela benim filmime süre az ve kuyruklar kalabalık. Kiosk'a o halde! Uğraşıp duruyorum. Sonuçta hep eror. Gişeye yanaşıyorum, çünkü kiosk öyle diyor. "Filmim için 15 dakika var ve kuyruk, kiosk çalışmıyor..." İyi niyetli bir genç, araya beni sıkıştırması yakışık almaz. Sorun Cinemaximum'un, 3. gişe niye kapalı?

Giriyorum nispeten az olan kuyruğa. Uyanık Türk halkı eylemi bu kez işime yarıyor; önümdeki abi kuyruktan ayrılırken "Yan kuyruktakiler torunlarım, hangimize önce sıra gelirse diye girmiştim bu kuyruğa siz yerime geçebilirisiniz," diyerek bana dünyaları bahşediyor ki torun sayısına bakınca bu en az 5 dakika demek.

Eti Browni intense paketim cepte, suyum da iç cepte. Her zamanki salonda, yani 6'da ve koltuğumdayım. Sol başta bir abi var, sanırım o bilmeden bu filmde. Önümdeki sırada ve benim bir koltuk sağımda iki sevgili, sevdim.

İlginç ve dikkat çekici bir açılışla başlıyor film. Beni tavlıyor. İlgimi ve merakımı odağında tutarak devam ediyor. Sol tarafımdaki abinin telefonu çalıyor. Konuşuyor. Allah bereket versin. Ve beni yanıltmayarak ilk yarının yarısında çıkıyor. Film enteresan, yine ödüllü bir film. Drive My Car'ı sevmeyen bunu hiç sevmez diye geçiriyorum aklımdan. Emin olmamakla birlikte, sevenleri için belki diyorum. Tavsiye konusunda negatifim. Tilda Swinton'un performansınaysa bayılmış durumdayım.


Diyalogları sınırlı, bazı anlarda 5 dakika neredeyse durağan bakarak geçen çokça sahnesi, kısmen hareketli ama sadece dış seslerin olduğu uzun süreli anları ile alıp götürüyor film beni. Fantastik! Çok mutluyum.

İkinci yarı başladığında alt yazıların bir kısmı görünmüyor ve perde boyu kısalıyor, düzelir mi acaba ayarım kısa süre sonra bozuluyor. Sonra çıkıp uyarıyorum ve düzeltiliyor. Film gittikçe gelişiyorsa da hareketi başka yerde arayan izleyici için durağan ve sıkıcı. Çocukların çıkma niyetleri yok. İlk andan itibaren yerimi değişsem ve onları kendi hallerine bıraksam diye düşünmüştüm ama ben de filmleri bu koltuktan seyretmeyi seviyorum işte!

Filmde arada bir bir ses duyuyoruz. Daha doğrusu o sesi duyan filmdeki abla.

Mutluyum. Apichatpong Weerasethakul ilgimi diri tutan, uzun uzun anlatabileceğim, tadını içimde gittikçe çoğaltan filmiyle hoş bir sinema günü yaşatıyor bana; pek çok sahnesini çok beğeniyorum. Bir sahne var mesela; bir kontrbas, piyano, bir gitar ve davul ile biri kadın dört kişi bir caz parçasını prova ediyorlar. Ölüp bitiyorum dinlerken. Nasıl bir keyif bendeki. Tek o sahne bile yetebilir bana ki Latin coğrafyasındaki dış sahneler, mesela bir gece vakti sokakta dans eden gençler, sokağın tadı ve müzik...


2 saat 16'dakikayı çok keyifle, müthiş bir dinginlikle tamamlıyorum. Kabanı giyinirken iki tatlı gence filmi nasıl bulduklarını soruyorum. Tam yaşlarınca bir yanıt alıyorum; ikisi de konuşuyor film üzerine, çok tatlı ifadelerle anlatıyorlar düşüncelerini. (Oysa kötü kalbim nasıl bir kötücüllükle yorumlamıştı onları, "Tabii bu filme kimse gelmez sanmıştınız," bile demişti!.) Sonra diyorum ki "Hayatın basamakları böyle çıkılıyor çocuklar. Sizi o kadar iyi anlıyorum ki ve bu beni geleceğiniz adına da çok sevindiriyor. İlginizi çektiyse bu tarz başka bir film izlemenizi öneririm size; Sonsuzluk Üzerine.* Bir İsveç filmidir, coğrafyayı daha çok seversiniz ve o daha çok karakterli ve yan hikâyelidir." Çok teşekkür ediyorlar. Sonra içimden gelen ve bir türlü zapt edemediğim cümle kendini dışa vuruyor: "Birbirinize çok yakışıyorsunuz."

İniyorum katları. Adımlarım duygularımın yönünde. Browni intense ambalajlarını ve suyun şişesini çöpe atıyorum ve giriyorum kapıdan içeri.

"Bir salep lütfen."

"Tarçın ister misiniz?"

"Evet, lütfen."


Usuldan bir kar serpiştiriyor. Isıtıcının altında en köşe masaya oturuyorum. Kar tanelerinin üzerime üzerime gelişi hoşuma gidiyor. Bir süre kalıyorum. Kar şiddetini artıyor. Salebimin sıcağı ve o güzel soğuğun tarçın kokusu içime doğru tatlı tatlı akıyorken keşke çocukları da davet etseydin diyor içsesim. Kar şiddetini artırıyor. Bu kez iki üç metre uzağımdaki ama aynı görüşe sahip daha korunaklı masaya geçiyorum. Bir yudum Kış'ın tadını, bahar izleriyle çıkarıyorum. Usulca üst geçide yürüyorum. Nefis bir kar yağıyor.



Telefon.

Enn Sevdiğim Kadın...


*Sonsuzluk Üzerine, linkteki yazının Gişenin Önündeyim alt başlığından itibaren!

34 yorum:

  1. Dumanı üstündeyden gördüm yazıyı. Siz ennn sevdiğiniz kadınla konuşurken okudum muhtemelen:) Yorgun ve de üşengeç bir günümde oturduğum yerden dışarıya çıkmak, AVM'de kuyruğa girmek, torunlarıyla farklı kuyrukta olan dededen piyango çıkması, o sevimli gençler, izlediğiniz film, önerdiğiniz Sonsuzluk Üzerine... Ve tabii ki üstüne de sıcacık bir sahlep iyi geldi sahiden:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Pandemi iyi bir şey öğretti bize belki de Sevgili Zeugma, "gün içinde mutlu olunabilecek o kadar çok şey varki üstelik kolay şeyler sadece etrafınıza bakın ve görün" bu sanırım:)

      Sevindim:) Laf aramızda salep, ah nerede o eski salepler dedirtti ama ben ona bu senin suçun değil dedim ve kendisinden çok memnun olduğumu hissettirdim sürekli:)

      Sil
  2. Çok sevdim bu yazıyı. Kim bilir ne zamandır sinemada film izlemedim. Halbuki ne çok severdim sinemaya gitmeyi.
    Ah unutmadan, zeytinyağı kızartma için uygun bir yağ değil, tereyağını ya da en kötü ayçiçek yağını tercih etmeni öneririm...Nacizane :)) Salep ve kar ve tarçın! Genç sevgililerle kurulan kısa iletişim. Ve o akılda tutması imkansız ismi nasıl da yazmışsın.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim, ancak zeytinyağını cızırdatmıyorum, belli bir ısıya gelince kırıp pişiriyorum yumurtayı, çok katı sevmiyorum zaten. Ekmekleri kastettiysen onlar teflon tavada yağsız.

      Kopyala yapıştır yaparak:)

      Sil
  3. Tahminim doğru çıktı, "bir sinema yazısı geliyor" demiştim sabahki yorumunuza. :)
    Tilda Swinton'un bu filmini izlemedim henüz, alayım listeye. Gençlere önerdiğiniz filmi geçen sene TV 2'nin sinema kuşağında izlemiştim. Çok başka, etkileyici bir filmdi.
    Sinema sonrası kar ve salep, oh miss! :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. O sırada yazı hazırdı Sevgili Okul Arkadaşım, saatini ayarlamıştım, bir an haklısınız demek gelse de içimden o an sonra vazgeçtim:)) İki filmi birbiriyle kıyaslamadım hiç, öyle bir his de oluşmadı içimde. Kendi hikayelerini ve kurgularını güzel anlatan iki film olarak gördüm. Bu filmin farkı etkin karakterler az, ve Tilda Swinton'dan muhteşem bir oyunculuk gösterisi diyebilirim.

      Hiç sormayın çok keyifliydi, günü kesinlikle çoğaltılar:)

      Sil
  4. Tilda Swinton sevilmez mi? :) Ama tabii 'uzaylı sever misiniz?' gibi bir soru da olabilir bu zira kendisi o derece absürt rollerin insanı ki! :D Hayranıyım. En son Almodovar'ın kısa filminde izlediniz mi? The Human Voice. Bu da benden olsun izlemediyseniz.
    Inventing Anna'yı evde karantinadayken tekbaşıma peşpeşe izleyip bitirdim. Hikayenin gerçek olması dudağımı uçuklattı. Benim diyenleri avucunun içine almış. Çok acayip. Diziyi 21. yy'ın (ve tabii NY'taki kurtlar sofrasının) güç, para, imaj eksenli açgözlülüğünü bir sosyolojik vaka olarak yansıtma ve taşlama babında başarılı buldum. Sabun köpüğü kısmı doğru çünkü yansıtılan hayat safi köpük! :) Gerçek Anna'ysa hala hapiste sınırdışı edilmeyi bekliyormuş.
    Sahlep ne iyi giderdi şimdi, dışarıdaki kara karşı.
    Çenem düştü, bağlayıp noktalıyorum. Sevgiler..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Mümkün değil:) Müthiş performansın altını bir kez daha çizmem gerek çünkü öyle bir etki yaratıyor ki izleyici Tilda ve diğerleri diye düşünebiliyor. Bazı anları ortaklaştığı oyuncular da çok iyiydiler, zor rollerin altından başarıyla kalktılar ki hemen başlardaki tarif edilemeyen sesi somutlaştırma ve kaydetme aşamasındaki genç oyuncu da müthişti ve ikinci yarıdaki doğa ortamındaki anlar ve oyuncu da. Bende bir arıza oldu pandemi döneminde televizyon ekranında ya da bilgisayarda film, dizi falan izleyememe hali. Ne kadar zorlasam olmuyor, normalde çok sık olmasa da peş peşe izlerdim ve bir iki günde bitirirdim. Pandeminin beni sürekli akan hayata iten bir yan etkisi oluştu bünyemde sanırım:)

      Almodovar'ın filmini biliyorum ama izlemedim, şimdi izleyeceğim ama.:) Çok teşekkür ederim:)

      Sevgiler...

      Sil
    2. Filmi izledim, müthiş bir gün, hatta hafta başlangıcı oldu benim için. Çok ama çok teşekkürler Sevgili Neslihan. Tetiklemeseniz, belki hiç izlemeyecek ve bir eksik kalacaktım hep ki kasım 2021'den beri rafta bekleyen bir kitabı da sıraya almama sebep oldu Almodovar'ın cin simgeselliği: Lucia Berlin-Temizlikçi Kadınlar İçin El Kitabı.:) Tilda Swinton performansı içinse ne desem az, benim kelimelerim ona hep çaresiz çünkü:)

      Sil
    3. Ya, çok sevindim. :) Almodovar sembolizmi ve Tilda işte!
      Temizlikçi Kadınlar için El Kitabı benim de okunacaklarım arasında bekliyor. Sağolsun sevgili Leylak Dalıcığım hediye ettiydi. Birkaç öyküsünü okudum, sonra araya başka şeyler girdi. Karşılıklı okuyunca paslaşırız umarım. Güzel okumalar, sevgiler...

      Sil
  5. sevgili buraneros, bu yazıyla benim zihnimdeki buraneros bir anda büyüdü, yaş anlamında. tansiyon ilacı ve "gençler" etkili oldu sanırım :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tansiyon ilacı ile yaş ilişkisi hiçbir zaman doğru bir tespit değil çünkü buraneros'un tansiyonu 20'yaşında keşfedildi ki belki de yüksek tansiyonlu doğmuştu ve çok uzun yılar ilaçsız yaşayabildi:) Hatta o der ki biz 8 silindirli Amerikan arabaları gibiyiz:) Şimdi büyümüş olmamaysa şaşırdım; günlük hayatta yaşımla fiziki görüntüm arasında bir ilişki kurulamasa da yazılarımda çok anlaşılır bir durum aslında:)

      Sil
    2. yanlış tahmin benim için yeni bir şey değil, belki yüzüne baktığımda da doğru bilemezdim, pek maharetli değilim sanırım bu konuda :)

      Sil
    3. Yüzüme baktığında tutturamazdın belki ama en azından öngördüğün yaşta olmadığımı anlardın:) Ayrıca bu yazıdaki çocuklar 18-19 yaşındaydılar, yazıyı yazan sen de olsan muhtemeldir ki gençler ifadesini kullanırdın:)

      Sil
  6. Tilda' nın filmini izledim. Diğerini internetten bakıp hemen izleyeceğim. (umarım bulurum) Sinemaya ÇOOOOK uzun zaman oldu gitmeyeli, artık özledim cidden.
    Harika bir pazar dilerim. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben sinema aşamasını epey önce hallettim şükür ki Sevgili Momentos, sırada bir klasik müzik konseri var, eli kulağında diyebilirim:) Film bulunur diye düşünüyorum ve iyi seyirler diliyorum:)

      Çok teşekkür ederim, ben de siz için dilerim:)

      Sil
  7. yazınızı okurken sinemada film izlemeyi ne çok özlediğimi hatırladım sevgili buraneros :) evde ne yapsam aynı tad olmuyor. henüz cesaret edemesem de sinemaya gitmeye zamanı yakındır, hissediyorum :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Salonlar biz tipi filmlerde boş oluyor, risk sıfır diyebilirim Sevgili Şule ki tek seyrettiklerim bile var, üstelik salonu kapatmışım gibi havalı oluyor:)

      Sil
  8. Başlıkla yazının tezatı gönlümüzün bayramı oldu :) Tilda benim ennnnn sevdiğim kadın oyuncudur, fakat her filmi birbirinden farklı, muhteşem buluyorum oyunculuğunu da dümdüz “iskandinav” yüzünü de :) Çok keyifliydi baştan sona!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ay oardon acelecilik ettim. Inventing Anna’yı gerçek yaşam olduğu için ve biraz da Ozaek’ta bayıldığım Julia Garner için izlemeye çabalasam da 3 gece üstüste uyuyakalınca ben de 2. Bölümün ortalarında vaz geçtim :)

      Sil
    2. Senin bayramın benim de bayramım oldu:) O zaman o diziye sarkayım ben, sonrasında oyuncunun hatırına yeniden Anna'ya dönerim belki:)

      Sil
    3. Ne mutlu bana, mutluluğum çoğaldı, keyfim de arttı eksilmedi, çok teşekkürler... Evet ya Latin Amerika'da bir "İskandinav" yüz, şahane!:)

      Sil
  9. Yine harika bir 'buraneros' yazısı içinde kayboldum :) Ve yazını okuyunca, ne kadar uzun bir zamandır sinemaya gitmediğimi ve salep içmediğimi fark ettim! Şu aralar istediğim şeyleri yiyememek gibi bir durum yaşıyor olsam da! çaktırmadan küçük masum kaçamaklar yapabilirim ama :)) yağsız süt ile yapsam salebi! nasıl olur acaba? yetmez ama idare eder yine de! Ve şu soğuk kış günlerinde (üstelik içimizi acıtan, daraltan gündemlerden uzaklaşmak için) ister evde, ister sinemada olsun film seyretmenin hoşluğu her zaman iyi geliyor insana. Bir de 'laparagas'ın bloğu 'trileçe' tadında :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim, ancak günün payı çok bunda; enfes bir gün-ruh denklik haliydi ki bana yazma konusunda pek bir şey bırakmadılar, su gibi aktılar. İnan bir çok mesafeyi yürümesem, bu işi sevmesem ki dört yıldır araba direksiyonuna geçmişliğim yok, diyet bile yetmeyebilir bana; o zaman da eğlenceli yeme-içme anlarına veda etmem gerekirdi kesin.:) Zamana dokunmak, dokunabilmek, doldurmak sanırım yaptığım en güzel iş bu aralar:) Aslında pek çok takip ettiğim blogun da katkısı çok hayata dokunmak adına; hep derim, bu şahane imece olmasa bu hayatı bu kadar beslenerek, fark ederek, hoşça yaşayarak ve yazarak ve daha hissedip daha sindirerek ruhuma kazıyabilir miydim? Bu vesile ile şuradan blog denen bu hoş alanı bize sağlayan Google'a da şükranlarımı sunayım:) İstediklerimizi bence yapalım, ama daha çok da yürüyelim, derim ben:)

      Sil
  10. oo ne güzel film referansları aldım senden. netflix te benimde karşıma
    çıkıyor , gerçek olaylarmış sanırım. bu yüzden izleyebilirim. çünkü gerçek hikayeleri seyretmeyi seviyorum. sinemaya gitmeyeli 15 sene olmuştur. hele şimdi kış ve kapalı ortamlar bana full virüs barındırıyor gibi geliyor. sinema vb. yerlere girsem akşama psikolojik
    hasta olarak yatarım :)

    YanıtlaSil
  11. Dizi güzel, arıza bende. Aşının yan etkisi sanırım:)) Televizyon ya da bilgisayar ekranında maç ve bir iki haber programı dışında bir şey izleyemiyorum, bir film izledim ki o da çok sevdiğim bir oyuncu ve yönetmenin olmasına rağmen 30'dakikalık süresiyle kurtardı:) 15 sene uzun, çok şey değişti salonlarda, çok daha keyifliler ancak tedirgin oluyorsan gitme bence de:)

    YanıtlaSil
  12. "Tabii bu filme kimse gelmez sanmıştınız," bile demişti!"

    Güldüm 😅😁

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Eskiden, biz çocukken sinemalarda localar vardı, şimdiki çocuklar bahtsızlar ama bir yanıyla da aşmışlar. Ben hiç umurlarında bile değildim, çok tatlılardı:)

      Sil
    2. Gençlik başka şey, loca varmış yokmuş, etrafı pek görmüyor insanın gözü :))

      Sil
    3. Şimdikiler şanslı, bizim zamanımızda elinde el feneriyle dolaşan insanlar olurdu sinema salonlarında:)

      Sil
  13. film hakkında bilgim yok ama yine keyifle okutan bir yazıydı :) bazen gençleri yanlış anlayabiliyoruz :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim, bazı gençlerin aşırılığı bazı gençleri zorda bırakabiliyor; ilk gördüğünde ışıklar yanıyor olsaydı ve temiz yüzlerini görseydi öyle düşünmezdi:)

      Sil
  14. Postu günler öncesinde okumuştum da filmi bizzat izlemeden yazmak istemedim. Tilda Swinton'u rolünde ilgiyle izliyorum. Henüz ortalarda bir yerlerdeyim sesin hikmeti ortaya çıkmış değil ama sıkıcı gelmedi bana. Yönetmenle ilk kez tanışıyorum. Bu filmden sonra Amcam filmine de bakabilirim... Yazılarınızın içinde filmlerle ilgili paylaştıklarınız ayrıca hoşuma gidiyor. :) Sinemadaki genç çiftle sohbette şaşırtıcı ve güzeldi. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yönetmeni tanımıyordum, bir başka filmi olduğunu da şimdi sizden öğrendim ancak benim bir problemim var hep tekrar ettiğim gibi, muhtemelen bu yazıda da söz etmişimdir:) Pandemide ekranda uzun süreli bir şey izleyemiyorum, sanki hayattan kaybettiğim bir zaman gibi geliyor bana:) Amcam pandemi sonrasına kalacak bende:) Tilda'yı yukarıdaki yorumlarda sözünü ettiğimiz Almodavar'ın The Human Voice adlı kısa filminde de izlemelisiniz:) Gençler tatlılar, onlarla iletişim keyifli oluyor:)

      Sil

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP