portreler... etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
portreler... etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Ekim 2023 Perşembe

Ama Ne Bakkal

05/02/2016

...
Kesinlikle bir rüya. Henüz sabahın erkeni ve sanki kırpıştırmak gerek gözleri. Olamaz. Ama oldu! Yalnız cami ve ev birlikte çok hoş. Çekmeden bırakılmaz. Onların hemen yanında ise "işte budur" dedirten ev. Mavileri asla kaçırmayan, mavi aşkı tavanda birisinin deklanşöründen olmalı kesinlikle. Önce bakkala mı girsek acaba?

Hiç bir müzede, hiç bir objenin önünde olmadığımız kadar vitrininde kalıyoruz. Ne garip ki Karadeniz'in ücra bir köşesindeki de bu da mavi.* Eski bakkalların hepsinde mutlaka mavi var mıdır ki?


Bir masalın kapısını aralayıp da içine girer gibi giriyoruz dükkâna. Kapının hemen yanındaki sobanın başında ısınan bir genç adam var. Üzerindeki montun ambleminden anlaşılıyor ki dışarıdaki araç onun.  Abiyi sevdiği belli. Sobanın üzerinde çay.

Abi çok kibar, ayağa kalktı.

"Bir su lütfen."

İki de meyve suyu alıyorum raftan. Çocukluk gibi. Muhteşem bi an. Daha çok şey almak geliyor içimizden. Bütün paramızı buraya döksek mutlu olacağız gibi. O an duruyorum. İki duygu bir arada.  İnayet kısmına fren yaptırıyorum. An'a yakışmadı.

 "Ne  kadar?"

Şu an hatırlamıyorum ama şaşırtıcı gelecek kadar düşük bir fiyat. 2.25'di, hatırladım. Bir liraları veriyorum ve küsurat için bozuk arıyoruz. İstemiyor. "Misafirsiniz," diyor. Almamakta ısrarcı. Masasının üzerine bırakıyoruz.


"Adın ne abi.?"

"Vahit."

"Abi sakın bu dükkânı bozma, sakın ama."

Gülümsüyor. Niyet etmiş gibi. Sanki sonra vazgeçmiş. İlgi odağı olduğunun farkında. "Fotoğrafını çekebilir miyiz?" diye soruyoruz. Kabul ediyor, alışkın sanki. "Bir yazıda kullanacağım ama! Yayımlayacağım." Havasını atıyor: "Turuncu Dergisi çekti, dergiyi göndereceklerdi güya. TRT çekim yaptı, uğrayan çok oluyor." Amblemli montu olan genci de çağırdı yanına "Gel, sen de çık." dedi, poz verirken. Çekingen geldi diğeri, biraz utangaç. Ama istekli de. Şöhret olmanın dayanılmaz sevinci.

Raflar rengârenk. Bilmediğim markada kekler, bisküviler, çikolatalar, meyve suları.

Acaba lokum ile açık bisküvi de var mıydı?
...



Yazının tamamı: Sen kaç yüzyıldır burada bakkalsın be Vahit Abi

21 Ekim 2012 Pazar

Zaman Kumbarasında Bir Portre...

Tefecilik yapan, gusto yoksunu mafya kırıntısı bir şahsiyet görüntüsündeki derisi nasır bağlamış kırışıklara sahip meşin renkli trendy-tüccar bir amca: Ulviler katında çıkar sağlamak konusundaki uyanıklığını güneşi solduracak bir parlaklıkla göze takıyordu. Muhtemelen AKP'nin, iktidarda kaldığı sürece, bayrağını burçlara çekmekte hep "Ulubatlı Hasan" olacak bu amca: Modern Muhafazakarlığın bir nişanesi olarak sabah sporundaydı. Üstelik cebindeki aletten kuran yayarken, elindeki tespihi de dudak kıpırtılarıyla senkronize bir biçimde çekiyordu. Yürüyüş ritmi gayet sportmen, spor kıyafeti ise gayet göze sokulur cinstendi.

Eğer kuran sesi dışarı doğru verilmişken amcanın gayet sporcu ve marka şapkasının altında zıpır işi bir kulaklık görmüş olsaydım; duruma, "bir moda durumlar gurusu" olarak kesinlikle 10 puan verirdim.

Amcaya her devrin adamı puanı olarak 10'u verdim gitti, estetik puanda ufak bir düşme yaptım ve kendisine 9,85'i uygun gördüm.

Eğer gayet sporcu ve marka şapkasının altında kulaklık olsaydı, tık rekorları kırma ihtimali kuvvetle muhtemel bir videoyu kaçırdığım için kendime küsebilirdim.

17 Şubat 2010 Çarşamba

Aşk'ın Tarifi


Masanın karşı tarafındaki genç kadına anlatıyordu yaşlı teyze... Gözlerindeki ışık, ağzından çıkan cümleleri çoğaltıyor, hikayesi, ana tanıklık edeni teslim alıyordu. Öyle anlı şanlı cümleler değildi kurdukları, hatta dikkati çekmeyecek kadar sıradandı belki anlattıkları... Masanın öteki tarafındaki genç kadın damarından yakalamıştı ki öyküyü, size ulaşmasına aracılık etmemi sağladı.

R..... Teyze 1942 doğumlu. 50 yıldır N..... Amca ile aynı yastığa baş koymuşlar. N..... Amca 11 yıl önce beyin kanaması geçirmiş ama bunu atlatmış. Ama geçen sene geçirdiği beyin kanamasından sonra yatalak kalmış. Önceden boğazına çok düşkün ama çok yemek seçen de bir adammış. R..... Teyze diyor ki; " evde yemek hazırlardım, erim gelince o yemeği beğenmez başka yemek isterdi, ben de pişirdiğimi dolaba kaldırıp onun istediği yemeği hazırlardım." Ve şimdi R..... Teyze niçin gözyaşı döküyor biliyor musun Ustam? Gözyaşlarını tutamayarak anlatıyor: " Şimdi önüne ne koyarsak sesini çıkarmadan yiyor. Nasıl endamlıydı, dağ gibi adamdı biliyor musun gadasını aldığım kızım! Nasıl içim acıyor beğenmediğini söyleyemediği için; bir kenara çekilip ağlıyorum. Allahıma hergün dua ediyorum. Allahım bana güç kuvvet versin diye. Erimi benden sonraya koymasın! Çocuklarım da elbet bakar ama benim gibi bakamazlar. O benim erim, ben onun altını temizlerken hiç yüksünmem de tiksinmem de. Ama evlatlarım belki tiksinir!.."

R..... Teyze Adana Ceyhan'lı... Ağzından gadasını aldığım lafı hiç eksik olmuyor Ustam. Ama nasıl candan ve içten çıkıyor o "gadasını aldığım" lafı bir görsen... Ve neden korkuyor anlatabildim mi? O ölmekten korkmuyor, O kocasından önce ölür de kocası (eri) rezil olur diye korkuyor... Nasıl bir sevgidir bu Ustam?

Sevgili Ophelia'ya, paylaştığı ve yayınlamama izin verdiği için teşekkürler...

Fotoğraf: La Loba

23 Kasım 2009 Pazartesi

Şenkal Hamdi Usta...

Cumartesi günü; sanki gelecek kar yağışının önünden yağan yağmur gibi keskin ve soğuk akıyor gökyüzü... Şehrin en eski camilerinden birinin avlusunda, çoğu tanıdık bir kalabalığın arasındayım. Musalla taşında bir tabut var.

Geçenlerde bir gün, bizden bir kaç yaş ufak, en arkadaşlarımdan birinin kuzeni bir doktorla sohbet ediyoruz. Ortak tanıdığımız bir büyüğün ölümünden söz ediyor ve ekliyor: ''Ne kadar çok ölüm var bu ara, ne kadar çok cenazeye gidiyoruz.'' Aslında o kadar çok cenazenin eskiden de olduğundan söz ediyorum, o zaman cenazelere büyüklerimizin gittiğini, dolayısıyla bizim haberdar olmadığımızı, büyümenin böyle bir farkındalık ve sorumluluk yüklediğini ekliyorum.

Cenazeler; kişinin sağlığında biriktirdiklerinin sağlamasının yapıldığı, onun nasıl bir insan olduğunu, değerini ve çevredeki insanlar için anlamını ortaya koyan en önemli aynalardır. Ben öyle inanırım.

Cenazelerde insanlar, yaşamlarında olağanlıkla var olan insanların, yarınlarından çekilip alınmış ve artık yok hallerine bakarak, uzun bir geçmiş muhasebesi yapar ve kendi yaşamlarında yeri olan bir taşın eksildiğini farkederler. Ölene ait ne kadar anı varsa bir bir geçer gözlerin önünden.

Hiç tanımadığınız bir cenazede bile, ölenin değerini, insan olma özelliklerini, orada toplanmış kalabalığa bakarak anlayabilirsiniz. Kasttediğim kalabalık sayıca bir çokluk ifadesi değildir. Duyguların yüzlerdeki, seslerdeki ve anılardaki yansımalarıdır.

Hamdi Usta bu şehrin sahip olduğu en iyi oto boyacısıdır. Hatta ülkenin en iyilerinden biri diyebilirim. Eskinin usta çırak ilişkileri çerçevesinde yetişmiş, o kültürü almış, o kültürün devamı olarak ustalar yetiştirip hayata salmış bir neslin son kuşağının son temsilcilerinden biridir.

Beni ve kardeşimi baba dostuyuz diye seven Hamdi Usta, bu şehirde oluşmuş en önemli markalardandır. Benim kuşağımın Hamdi Abisi, önündeki kuşağın Hamdisi, akranlarının Hamdi Ustasıdır. Tıpkı kıyafetlerini taşımanın prestij olduğu terziler gibidir. Arabayı ona boyatabilmiş olmak önemli bir ayrıcalıktır. Boya profösörü diye çokca yer almışlığı vardır gazetelerde...

O gün, onca yağan yağmurun altındaki kalabalık; en küçük tamirci çırağından en büyük ustasına, yedek parçacısından hırdavatçısına, doktorundan profösürüne, sigorta eksperinden kömürcüsüne, sporcusundan belediye başkanına, televizyon sahibinden sanatçısına farklı mesleklerden, farklı sosyal yapılardan, farklı ekonomik düzeylerden pek çok insan: aynı duygularla, aynı saygı ve vefayla aynı saflarda yanyana durmuşlardı. Bu şehirde kocaman bir izdi, büyük bir markaydı, iyi, şen ve sosyal bir insandı Hamdi Şenkal. Öyle de uğurlandı.

Görsel: Deviantart

11 Kasım 2009 Çarşamba

Eli Öpülesi Bir Adam


Türk Sinemasının ticari alanlarının hep uzağında kalmış, belgesel özellikler taşıyan dönem filmleri ve dizilerinin standart üstü yönetmenidir benim için... Sessizce köşesinde oturup hiçbir polemiğin , kayırmacılığın ve piyasa koşulları denen olgunun içinde yer almadan,Türk Sinemasının önemli ve büyük yapımlarına imza atmış (benim gözümde) ermişler katından bir sinema emekçisidir. Bir sinemaseverin, Ziya Öztan külliyatına baktığında saygı duymayacağı bir yapım yoktur kanımca....

Kocaman bütçeli ve her türlü teknik olanağa sahip Hollywood Sinemasıyla kıyaslandığında oldukça mütevazi olanaklara sahip, tarihi yok etme konusunda kimselerin eline su dökemeyeceği insanların yaşadığı bir ülkede; tarihi dokuyla iç içe girmiş, çoğu yerde o dokuyu yok etmiş yapılaşmaların fazlaca olduğu, kamerayı istediği yana çevirme özgürlüğünden son derece yoksun platolarda; kostümünden karakterlerine, mekanlarından dönem mimarisine kadar olağanüstü setler kurmuş, tarih (her filminde bir aşk olduğunu gözönüne alınca) ve aşk filmlerinin unutulmaz, eli öpülesi ve mütevazi yönetmenidir benim için..

Birgün ciddi bir sponsor katkısıyla kamerasını özgürce kullanabileceği-hayalindeki- ''güncel''aşk filmini gerçekleştirmesini beklediğim ve dilediğim, 'Tarihi film çekmek, o dönemin sokaklarını bir bir yeniden yaratmak çok heyecanlıdır da, bir yandan da sinemacılığı sınırlayan bir şeydir. Ben bu savaşı seviyorum, Cumhuriyetin bir toplumu çağdaş dünyaya yönlendirmesinin heyecanını yaşıyorum.''idealizmindeki Ziya Öztan; yarınlara bıraktığı filmler ve eğittiği öğrencileriyle hakettiği değeri elbet bir gün görecektir diye umuyorum.

16 Mart 2009 Pazartesi

Masalcı...


Bir zamanlar; yani eski zamanlarda... Hani birileri şefkat olup dillerinden masallar anlatır, ruhlarımızın ışıklarını yakarlardı ya! Akıl defterlerimize notlar düşer, iz olur, yol açar, yaşamı fark ettirip o yaşama aşık olmamızı sağlarlardı ya! Tam o günleri,o tadları unutmuş; nerede eski masallar, masalcılar derken, günlerden bir gün; bir masalcı, ki ne muhteşem bir masalcı çıkıverdi karşımıza... Hepimizi akşamları dizinin etrafında toplayıp; insana , onu var eden duygulara dair bir sürü güzelliklerin olduğu masal ülkelere götürdü . Ve en önemlisi, bizlere; hâlâ güneşin altında el ele yalnayak koşan hayran gözlü çocuklar olduğumuzu hatırlattı...


Seni Seviyoruz Masalcı:))

La Paragas


''hâlâ güneşin altında el ele yalnayak koşan hayran gözlü çocuklar''cümlesi Nazım Hikmet'in ''Biz Hâlâ''adlı şiirindendir.

3 Mart 2009 Salı

Kar

Bir gün dışarıda lapa lapa kar yağarken...

Bir boş vaktimde...

Çıtırtılı sobanın başından bilmem kaç senedir baktığım aynı yerlere gözlerimi dikmişken...

Çocukluğumun düş zamanlarına gittim.

Orada bir çocuk, gecenin yakışıklı laciverti günün mavisine dönerken; kır sakallı, iskoç kareli ama ısrarla koyu ceketli; içinde, mutlaka deriden -köstekli saat için- cepli... hatta şimendifer resimli saatin - ben demiryolcuyum dedirten- zincirinin takıldığı bir iliği olan yelek, herdaim cami kokulu...

Hani amcalar kendi ölüm yataklarındayken gözyaşı damlalarının kelime olduğu anlatılardaki göz gözü görmez bir tipinin; kapı altlarından, cam aralıklarından girip de birbirine sığınmış üşümüşlükleri daha üşümüşlükler yaptığı buz kesmiş bir sabahta...

Siyah paltosu bembeyaz olmuş, elinde iki torba kömürle kapı ağzından ''Bu enikler olmasa bu çekilir bir çile mi?'' diyerek, taa istasyondan şehrin bir tepesindeki fakir eve yürüyen...

Sadece bu tavrıyla bile sülaleye sorumlu baba olma duygusunu miras bırakan...

Tabakasından çıkardığı kağıdı baş parmağı ile işaret parmağı arasına sıkıştırıp tütünleri özenle yerleştirdikten sonra dudaklarıyla şöyle bi ıslatıp, alışmışlığın ustalıklı estetiğiyle sardığı ve bunu her seferinde bir ritüele çevirmeyi başardığı sigarasını, ispirtolu çakmağı ile yakan...

Ondan son gazoz parasını aldığımın ertesi günü, ölümün soğuk yüzünü ilk kez hissettiğim Dedenin sabah namazına giderken biz sıcağa kalkalım diye yaktığı mangalın ısıttığı, babannenin sıcağından uyanılmış odada, sokak lambalarının sarı ışıkları altındaki dokunulmamış karı seyrederken; Adamo'nun Her Yerde Kar Var şarkısının tınıları yol alırdı derinliklerime doğru...

İsterdim ki...

Hani demiştim ya yetişkin halimdeyken bi kere daha...

 "Hani ütülenmiş, hala temizlik kokulu ve ev ne kadar sıcak olursa olsun, o çarşafa ilk yattığında hissettiğin tazelik kokan bi soğukluk vardır ya..." tıpkı onun gibi...

...dokunulmasındı  beyazlığa,

hoyratlığın çirkin ayakları basmasındı haketmediği ruha,

hiç iz olmasındı bu bebek aydınlığın üstünde...

O telaşlarla, kimbilir kaç sabah o dokunulmamış keyfi seyrettim.

Ve şimdi...

Bugünlerde yani...

Tıpkı o karın hiç dokunulmamış halini, o saflığı sevdiğim gibi.

Değiyor.

9 Ocak 2009 Cuma

Tırtıl Sen Bizim Herşeyimizsin...

9 ocak 2001 de doğdu.

Daha yeni yürümeye başladığında; bahçede büyüttüğümüz kazlar başta kadınlar olmak üzere herkesi taciz eder bir hale gelip önlerine kattıklarını oraya buraya sürüklerken, köpekler bile esas duruşta selam çakarken dört kişilik kaz çetesine; başı her sıkışan ''Tırtıl imdat!'' demiş, o da her seferinde '' imdat Tırtıl geliyor!'' nidalarıyla her biri bir yana kaçan kazları önce bir araya toparlayıp sonra da tek ayak üzerine getirip; ''Bir daha yaparsanız ağzınıza biber sürüp sizi öcüye teslim ederim'' diyerek cezalandırmıştır.


İnek möölerini ineklerin bakıcısını kastederek, ''Anne bak Nuriye deel diyolar'' diye tercüme etmiştir...

İneklerin kuyruklarını atlanacak ip, burun deliklerini de araba park edilecek yer bellemiş; hiç hayvan ayırımı yapmaksızın, hiç çekinmeksizin sevmiştir. Hayvanlar da tabi ki onu...

Bitsy'nin kafasında pet şişe çalıp, onla şarkı söyleyip oynamayı eğlenceli bir hobi yapmıştır.

Üç yaşında amcanın farkedip yardımcı tekerlekleri sökmesiyle iki tekerlekli bisiklette uçmayı becermiş; beş yaşında kendi kendine okumayı, sonra sesli harfleri kullanmadan yazmayı öğrenip, sonra onları da aralara yerleştirmeye başlayarak işi tam anlamıyla çözmüştür...



Abisinin ben okuldayken kurcalamasın diye girişe koyduğu şifreyi gizli sorusuna bakıp, oradaki en nefret ettiğim şey sorusundan yola çıkarak, dersane yazıp kırmış; hatta hazır girmişken şifresini de değiştirim, bu sefer de o giremesin diye düşünüp sonra bir daha hiç kullanmama izin vermez olasılığını göz önüne alarak bundan vazgeçmiştir.

Kendi aramızda bizim Bitsy'ye uygun bir köpek bulsak da torunlarımız olsa muhabettlerimiz onun dinlemesine takılmış ki; hiç haberimiz yokken internette pet arkadaş diye bir site bulup Bitsy adına profil oluşturmuştur. Ve yazmış ki bir de profile: ''Evde temizliğe bile yardım ediyor.''


Geçen yıl (2008); birinci sınıfın mart ayında bütün bir yaşamını etkileyebilecek berbat bir yerden bacağı kırıldı...

Doktor olasılıkları önümüze koyduğunda bütün bir sülale geleceğimiz kararmıştı. ''Ve şaşıyorum bu çocuk bu acıya nasıl dayanıyor'' demişti .

12 mart 2008 de kalp ameliyatından bile zor denen bir ameliyatın altından hepimizden daha yürekli bir şekilde çıktı...

Gövdesinin yarısından aşağısı alçılı bedenle bir buçuk ay, sonra iki ayak arasına takılı aparatla 1,5 ay hiç mızmızlanmadan, yatağının içine koca bir dünya kurmayı başararak; elleriyle top oynayıp, yattığı yerden kumandalı arabayı odalara sokup çıkararak, kapılara çarptırıp kahkahalar atarak ve film izleyerek geçirdi...

Olası sonuçlar yüzünden darmadağın olmuş herbirimizi onca sıkıntısının arasından o teselli etti, yıkılmış ruhlarımızı o ayağa kaldırdı ...

Hep güldü... Hiç birşey olmamışcasına esprilerini peşi sıra dizdi...

Ayakları arasındaki aparat alındıktan sonra, ''Abimin mezuniyetinde olmalıyım'' diyerek; yürümeyi yeni öğrendiği günden çok daha zor koşullarda, üç adım yere basıp yüz adım kucakta, ah zavallı çocuk bakışlarını hiç takmadan aslanlar gibi törene geldi...

Aparat alındıktan sonra bütün çabalarımıza rağmen ayağının üstüne basıp yürüme çalışmalarına başlamazken, sürekli kontrollerden birine gittiğimizde, '' Doktorumun odasına yürüyerek gireceğim'' diyerek benim de desteğimle gerekeni yaptı. Ve bunu çok sevdiği ve güvendiği; gerçekten çok iyi doktor ve çok iyi insanı mutlu etmek için yaptı.

Usul usul yürümeye başladığı yaz başından bacağının içindeki tellerin alınacağı eylül ayındaki ikinci ameliyata kadar ki sürede; hiç bir şeyi yokmuşcasına keyifle yüzdü, bir ayağını süre süre koştu, yürüdü ...

Eylül başı ikinci kez ameliyathanede yine bir ameliyatın tüm evrelerini geçirerek bacağın içindeki son telleri aldırdı...

Geçen eğitim yılının ikinci yarısının nerdeyse tamamında gidemediği okulda eksik kalan matematiğine rağmen bu yılki deneme sınavlarının ilkinde 1 matematik sorusu eksiğiyle Türkiye 157.si oldu. Ama ikinci sınav için hedefi belliydi... Ve geçen haftaki sınavda ben sormasam o söylemez bir rahatlıkla elime sınav sonuç belgesini tutuşturdu; sınıf, okul, ilçe, il, bölge, Türkiye hanelerinin hepsinde 1. yazıyordu...

Her oğul kendi ailesine güzeldir, her çocukta güzeldir. Ama Mussano'yla bazen konuşuruz; Tırtıl doğduğu günden beri... Ben ona derim ki: ''Ya Mussano! Oturup bir liste yapsaydık, biz böyle böyle bir çocuk istiyoruz diye; Tırtılı ifade edebilir miydik? Yanıtımız, edemezdik olur her seferinde...

Bugün oğulun doğum günü... Ama bu doğum günü bizim için ilk doğduğu günden bile çok, ama çok değerli... Çok çok zor, geleceğe fazlasıyla kaygılı günlerdi son bir yılda yaşadıklarımız...


İyiki doğdun Tırtıl... İyiki varsın... Ve tanıdığımız en yürekli adamsın...

Seni Seviyoruz Başkomserim...

Hepimiz

31 Aralık 2008 Çarşamba

''Küçük'' Bir Dostluk Öyküsü ...Captaiin

Daha önce film yorumları yazdığım yerde, yazılarımdaki dili öven ve bunu neye borçlu olduğumu soran bir mesajla karşılaştım bir akşam. Mesajın sözcüklerinden karşımda kim olduğunu sezmiştim. Ona bir cevap yazdım.

Ve bir gün bir film yorumu yerinde şunlar yazıyordu: ''Başlangıcım; sadece bir “soru”ydu onunla… Söyleyişindeki içtenliğe ve sadeliğe saf bir ilgi duyduğum ve ona ait her metni okuyuşumda yüzümde tebessüme sebebiyet veren, ufak sırlarını paylaşmaktan zevk duyan o ”“güzel insan””a… Zaman önce, cümlelerinin arasında ”Into The Wild” diye bir film ismi okuduğum, benim “sevgili” arkadaşım adına …''

Yaşamım boyunca çok hediyeler aldım. Ufaklı büyüklü ödüller... Ama gözlerdeki ve cümlelerdeki içtenliğin, samimiyetin ve yüreklerin sıcaklığında sunulmuşların değerine, adet yerini bulsun ya da bir çıkar gözeterek verilmiş hiç bir hediyenin büyüklüğü ya da ekonomik değeri ulaşamadı.

Ve bir yazının önünde size adanmışlığa vurgu yapan satırların, o an itibariyle hiç yüzünü görmediğiniz, yüzünüzü görmeyen biri tarafından yapılmasının tadı doyumsuz.

Onu yazı tahtasına yazdığım şu sözcüklerle anlatmak isterim: ''Sitenin en ele avuca sığmazıdır kendisi, onun izlemeye çalışırsanız sizi tık nefes bırakır. Güzel sorar, güzel yazar... Hayata antenleri açık sanırdım kendimi... Onu tanıyınca yetmez olduğunu fark ettim. Felsefe demişim bir mesajımda, artık kurtulamazsınız dedi benden... Karar verdim devletin koruma programından yaralanıp, kimliğimi ve görünümümü değiştireceğim. Onun peşinden koşmak zor, o meraklı bir sevecenlikle inlerinize girmeyi başarıyor, ve çok da iyi yapıyor. Benim arkadaşım; ve ondan çok şey öğreniyorum, buna çok da seviniyorum. Eğer gününüz kötü geçiyorsa bir doz Captaiin yazısı okuyun, ağzınız kulaklarınızla buluşsun; içinize bahar doğsun.. Ama dikkat edin kapatmayı unutmayın, çünkü açık kalabilir!''

Ve sevgili Weltem'in yine onun yazı tahtasına yazdığı şu sözcüklerle devam etmek isterim: ''O bizim grubumuzun, hayat korkuları, okuldan kaçışları, kaptanlık hayalleri, otobüse binip insanları izleme hastalığı olan afacan yazarımız. Bazen kaleminden boyundan büyük laflar çıkarır ve beni nasıl hissetti bunu acaba, yoksa ben duygularımı kayıp mı ettim, neden aynı endişeler yok bünyemde diye bana beni sorgulatır. Bazen de gülümsetip; afferim kız sana, sen mutlaka bir şey olucaksın dedirtip kendimi iyi hissettirir. Varsın kaptan olamasın, kurulması zor hayaller kurmak bile varlığını anlamlaştırıyor onun..)''

Geçenlerde ''HOŞÇAKAL'' yazısını henüz blogda yayınlanmamışken okuduğumda, o an hissettiklerimi paylaştığım bir arkadaşıma ifade ettiklerimle noktalamak isterim yazıyı: ''Çok hoş, okuduğum ilk andan itibaren yüzüme bir gülümseme oturdu, göz uçlarıma da keyfin damlaları... Onda kendimi görüyorum; fırlama halini, duygusal derinliğini acayip seviyorum. Anarşist duruşunu, farkında ve hesaplanmış isyanlarını seviyorum. Yazıp oynamasını, hayatla eğlenmesini; onun büyümesini izlemeyi seviyorum.Çok iyi bildiğim bir senaryonun yeniden çevrimini izlemenin keyfi bu.''

Ve onun HOŞÇAKAL yazısıyla uğurladığı bir dönemden yeni bir çağa açıldığı bu gününü kutluyor. Bildiğim hayallerini gerçekleştirme yolunda başarıyla ilerleyeceğinden hiç kuşkum olmayan arkadaşıma yolun hep açık olsun diyorum

Doğum Günün Kutlu Olsun.

buraneros

İyi ki Varsın Captaiin; Ve Hep Ol; Ol ki Enerjin Işık Olsun Hepimize...

Mutlu Yıllar


La Paragas

27 Aralık 2008 Cumartesi

Naz Özsamsun...Bir İlk Resim...





Resim hepimizin bir tanesi dünya güzeli ''genç kızımız'' Naz'a aittir... Bu Naz'ın ilk yağlıboya çalışması olup, Picasso'nun bir tablosunun ana hatları kurşun kalemle çizilmiş halinin, tümüyle Naz tarafından renklendirilmiş şeklidir.

Naz kimdir? Dünyaya geldiği ilk gün, daha hastanedeyken benim, ''Allah kolaylık versin hepimize'' dediğim, ''Len çekilin gidin, ben herşeyi biliyor, hepinizi de tanıyorum,'' diyen, bize bahşedilmiş bir prensestir. Doğduğu günün ertesinden itibaren hepimizi saflara dizip ayağımızı o gün itibariyle denk aldıran bir tanemizdir. Bir süre baleye de gitmiş olan Naz, Türkiye çapındaki deneme sınavlarında artık gündem konusu bile etmediğimiz sayıda Türkiye birinciliğine sahiptir. Henüz dokuz yaşında olmasına rağmen her sene yaşını bir fazla hesap ederek kendini genç kız kategorisine terfi ettiren; ''Bak büyüdüğünde zaten yaşını küçülteceksin gel yapma, şimdiden ilave edersen o zaman ekstradan iş çıkaracaksın,'' demelerime, bu konuda uzun uzun konuşmalarıma rağmen; ''Ama sen bilmiyorsun dayı,'' diye başlayıp son derece akıllı bir strateji ve sabırla, artık ergenlik yaşının çok aşağılara geldiği tezinde direterek, beni bu konuda ebediyen susmaya mahkum etmiştir.

İkna yeteneği çok fazladır, siz yine de ikna olmazsanız son derece modern silahlarla donatılmış cephaneliğinden sürekli takviye yaparak, bütün cephelerde sizi darmadağın edebilir. O yüzden çok mevzi kaybetmeden susmakta yarar vardır. Ben Naz'a genelde hayır demem. Ne yazık ki anne ve babası bazen hayır demek gafletinde bulunurlar; sonunda da laflarını yemiş, bütün cephaneleri tükenmiş, bütün kaleleri feth edilmiş bir halde ağızlarından çıkan kelimeyi yutarlar. Ben sonunda söylemek zorunda kalacağımı başında söyleyip, asla hayır demiyerek bu yenilgi duygusunu bugüne kadar hiç tatmadım, tatmakta istemem.

Hiç bir silahı fayda etmezse sona sakladığı atom bombası kozunu oynar; mahzun bakışlarına gözünün ucuna getirdiği damlaları dizer, sizin teslim olmaktan başka bir çareniz kalmaz... Üstelik, bu teslim olma halinde bırakmaz sizi; sürekli ve sabırlı ve inadına çok tatlı bir diplomasi güderek, tüm aileyi kendisiyle teke tek görüşmeler yapıp, gönlünü alma çabalarıyla baş başa bırakır...

Minicik yüreği aslında kop kocamandır. O bir iyilik perisidir, arkadaşlarının enidir, başı diktir, zarif ve endamlı bir feministir. Sizi çok iyi okur ve hisseder, içlerinize işlemeyi, ruhunuza dokunmayı çok içtenlikle başarır. Kimselerin baş edemediği, kendinden bir, iki, üç yaş civarı küçük erkekler orudusunu, ailenin nişan, düğün, yemek gibi toplantılarında çok güzel idare eder, liderdir... Sürekli araştıran, merak eden ve kurcalayan bir kızımız olduğu için sonsuz sayıda icadı vardır. Son icadı mandalina yaprağı masajını, akşam küçük dayısına uygulayarak aldığı başarılı sonuçlar neticesinde franchising vermeye karar vermiştir. Kendisiyle bir de kafe projemiz vardır.

Geçen yaz kendi kadar tatlı ortağı ile birlikte deniz kabuklarını boyayıp deniz kenarında kurdukları tezgahta satma projeleri vardı. Yaptıkları ürünleri daha tezgaha koyamadan aile fertlerine kakaladıklarından, bir de benim tavsiyemle kalabalık bir yemek akşamında konuklara gerçekleştirdikleri bir sunumda onlara satarak, voleyi vurmuşlardır. Ancak, en nadide parçayı daha bunlar işe yeni başladıkları sırada satın alan Tırtıl, bunların o parçayı çok sevdiklerini sezdiği için, aldığı fiyatın çok üstü bir fiyatla nerdeyse tüm kazançlarını alarak kendilerine geri satmıştır; bu da sanatı parayla ölçmediklerinin en güzel kanıtıdır:))

Çok güzel motosiklet kullanan Naz giyimine kuşamına çok dikkat eder. Fırsat bulduğu her an babanne anne kim varsa onların topuklu ayakkabılarından birini çeker. Ayna önünde makyaj malzemeleriyle yakalamak mümkündür. İspanya'dan alınan önceki yıllarda giydiği elbisesi muhteşemdir. Çok şık giyinir, gittiği her yerde, her toplantıda, her etkinlikte bize gururlar yükler; koltuklarımız yeni pamuk doldurulmuş yastık gibi kabarır. Mussano'nun arkadaşlarının yazlıkta toplandığı bir gün, akşama kadar altı kıyafet, her kıyafetle birlikte saç modeli değişmişliği vardır. Tırtılla sürekli 'masada oraya ben oturacağım' kavgaları yapsalar da, Naz arkadaşlarıyla bir araya geldiğinde, Tırtıl aralarına süzülme konusunda hep başarılı olsa da; zaman zaman konu birleşmiş milletlere taşınıp, Naz'ın, ''Ama biz genç kızlar olarak özel şeyler konuşuyoruz,o da bizi dinliyor.'' şikayetleri pek fayda etmemektedir. Tırtıl, bütün çareleri tükendiğinde Naz' ın bulunduğu ve kendinin alınmadığı eve dışarıdan ''Naz,Naz'' diye seslenip, onu cama ya da balkona alıp, halam çağırıyor yalanını yapıştırarak, istediğini elde etmektedir.

Kızımızı anlatmaya ne satırlar yeter ne de bu blog... Onun aslanlar gibi bir abisi ve bir sürü kuzeni vardır. Olur a ne güzel kız bu diye yanaşmaya kalkanlar olur. Buradan öte yazılacaklar onların dikkatine sunulur. En didiştiği Tırtıl, bir uyuma esnasında anlattığım, ailenin çocuklarından oluşmuş çetenin hikayelerinden birinin içinde, özellikle Naz'ı başarısız kılan ve düşman tarafından hırplandığına göndermeler olan anlatım sırasında iki eliyle gırtlağıma dalıp, ''Benim olduğum yerde Naz'a kimse bi şey diyemez lan!'' sözleriyle beni ölümün eşiğine getirdiği esnada son bir nefesle ''oğlum hikayedeyiz, ben de senin babanım,'' diyerek kendimi ifade etmeye çalışsam da;''Olmaz! Kimse Naz'a bir şey diyemez,'' diye konuyu bağlamıştır... Ama gün boyu kızı didik didik etme konusunda kendine özgürlüğü sonsuzdur.

Ha bir de ikizlerimiz var bizim: İki ana okulu sahibini işi bırakmak zorunda bırakan, şu an okudukları ilkokuldaki öğretmenlerin tayin isteme dilekçelerinin milli eğitimde öbek olduğu, okul müdürünün bunlar yüzünden emeklilik dilekçesini verdiği, biri yakaladığını kolundan ısırırken ötekinin tepesine tırmandığı ikizler... Diyelim ki bunları ve diğer kuzenleri kazımadınız; o zaman, üç sırıklar devreye girer. Etrafını çevirdikleri kişinin dünyasına karanlık çöküp güneşi yok olacağından, buz kesmiş bir ortamda nefessiz, havasız hali donmuş bir heykel şeklini alıp ruhu gökyüzüne doğru yolculuğa çıkacağından; Naz'a sarkılmaması özellikle önerilir.Çünkü aralarında birer yaş olan üç sırıklardan Alpino ve Mussano 1.95 i çoktan geride bırakmış olup, kulağı küpeli de 1.90 sınırını zorlamakta ya da geçmek üzeredir.

Naz'ın annesiyle aynı kaderi paylaştığını vurguladığı ve bunu sıklıkla da yüzümüze vuran serzenişleri keyiflidir. Sekiz erkek kuzen içinde tek kız olmak hem çok güzeldir aynı zamanda da onların erkek oyunlarını kenardan izlemektir. Annesinin ''Kızım bende aynı çileleri çektim'' sözlerini alıp, zaman zaman mahzunluk maskesini yüzüne geçirip, ''Ben hep dışlanıyorum,'' diye gözyaşıyla süsleyerek satsa da, o kuzenlerinin bir tanesi ve başlarının tacıdır. Ama bu dışlanıyorum meselesi ve söyleme biçimi bir espri olarak tüm oğlanların dilinde slogan halini de almıştır.

Yukarıdaki resim şu an itibariyle hepimizin gurur kaynağı olarak evin en güzel duvarında gösterimdedir. Ve hepimiz biliyoruz ki; bizim bir taneciğimiz, dünya güzelimiz bu resimden çok daha güzellerini ve tümüyle kendi yarattıklarını çok yakın zamanda beğenilere sunacak. O, hepimizin gözbebeği ve en sevilenidir, bir sürü böceğin içindeki nadide çiçeğimizdir.

Tüm La Paragas yazanları olarak da: Bu ilk yağlıboya tablosunu, büyük medya kuruluşlarının tüm ısrarlarını ve yüksek para tekliflerini geri çevirerek bizim yayınlamamıza izin verdiği için kendisine çok teşekkür ediyor, ve tercih edilen yayın organı olmanın haklı gururunu yaşıyoruz:)) Ve onun çok sevdiği Hepsi grubunun bir şarkısını, karınca kararınca ona armağan ediyoruz.

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP