23 Nisan 2016 Cumartesi

Sen kaç yüzyıldır burada bakkalsın be Vahit Abi

05/02/2016

Eski bankanın karşısındaki eski iki binadan biri Orman'la ilgili sandığım bir kurumun. Yanından geçip sağa dönüyoruz. Sabah kuşları kar yüklü ağaçların üstünde, cadde sessiz. Bir an binanın arka yüzü dikkatimizi çekiyor ve hiç de yabancı gelmiyor desenler. Burası Kar's Otel. Durmuştuk aslında üzerinde, cezbedici de gelmişti. Olabilirdi de. Ama biraz da hissiyat tercihimizi kesinleştirmişti. Fotoğraflarının aksine daha silik geldi o an. Pişmanlık yaşamadık. Yazın nasıl olur acaba? Konumu da güzel!


Yola devam. İnsana burada yaşasaydım bu okulda okurdum dedirten İsmet Paşa İlköğretim Okulu. Her okulun olduğu yerde bir bakkal amca da olmalı di mi ama? Lakin biz Kars sürecinin en keyifli anlarından birini yaşayacağımızdan henüz habersiziz. Öyle odaklanmışız ki  Yusufpaşa Camisi'ne ve  onu sanki bir tabloda tamamlasın diye dibine yerleştirilmiş içinden ağaç çıkıyor sanılası eve... Onu göremiyoruz. Aslında gördüm!


Soğuk susatıyor, ağzımız kurudu. Vaha dedikleri bu olmalı.  Kesinlikle bir rüya. Henüz sabahın erkeni ve sanki kırpıştırmak gerek gözleri. Olamaz. Ama oldu! Yalnız cami ve ev birlikte çok hoş. Çekmeden bırakılmaz. Onların hemen yanında ise "işte budur" dedirten ev. Mavileri asla kaçırmayan, mavi aşkı tavanda birisinin deklanşöründen olmalı kesinlikle. Önce bakkala mı girsek acaba?

Hiç bir müzede, hiç bir objenin önünde olmadığımız kadar vitrininde kalıyoruz. Ne garip ki Karadeniz'in ücra bir köşesindeki de bu da mavi.* Eski bakkalların hepsinde mutlaka mavi var mıdır ki?


Bir masalın kapısını aralayıp da içine girer gibi giriyoruz dükkâna. Kapının hemen yanındaki sobanın başında ısınan bir genç adam var. Üzerindeki montun ambleminden anlaşılıyor ki dışarıdaki araç onun.  Abiyi sevdiği belli. Sobanın üzerinde çay.

Abi çok kibar, ayağa kalktı.

"Bir su lütfen."

İki de meyve suyu alıyorum raftan. Çocukluk gibi. Muhteşem bi an. Daha çok şey almak geliyor içimizden. Bütün paramızı buraya döksek mutlu olacağız gibi. O an duruyorum. İki duygu bir arada.  İnayet kısmına fren yaptırıyorum. An'a yakışmadı.

 "Ne  kadar?"

Şu an hatırlamıyorum ama şaşırtıcı gelecek kadar düşük bir fiyat. 2.25'di, hatırladım. Bir liraları veriyorum ve küsurat için bozuk arıyoruz. İstemiyor. "Misafirsiniz," diyor. Almamakta ısrarcı. Masasının üzerine bırakıyoruz.

 

"Adın ne abi.?"

"Vahit."

"Abi sakın bu dükkânı bozma, sakın ama."

Gülümsüyor. Niyet etmiş gibi. Sanki sonra vazgeçmiş. İlgi odağı olduğunun farkında. "Fotoğrafını çekebilir miyiz?" diye soruyoruz. Kabul ediyor, alışkın sanki. "Bir yazıda kullanacağım ama! Yayımlayacağım."   Havasını atıyor: "Turuncu Dergisi çekti, dergiyi göndereceklerdi güya. TRT çekim yaptı, uğrayan çok oluyor." Amblemli montu olan genci de çağırdı yanına "Gel, sen de çık." dedi, poz verirken. Çekingen geldi diğeri, biraz utangaç. Ama istekli de. Şöhret olmanın dayanılmaz sevinci.

Raflar rengârenk. Bilmediğim markada kekler, bisküviler, çikolatalar, meyve suları. Acaba lokum ile açık bisküvi de var mıydı?


Üzerinde bulunduğumuz Gazi Ahmet Muhtar Paşa Caddesi'nin Şehit Hulusi Aytekin Caddesi ile kesişme noktasındaki Tuncay Güvensoy tarafından restore ettirilmiş, sırf boyalarının yeniliğinden kaynaklı olarak caddenin tamamında ayrık otu gibi kalan ve bu nedenle şefkatimiz eksik evin önündeyiz. Kaleden çıkıp da yürüdüğümüz gün çekmediğimiz fotoğraflarını çekiyoruz. Bir kaç yıl daha geçtikten sonra, biraz eskiyince boyaları sanki, caddeye ait olacak yeniden. Sırtımızı yasladığımız duvarın ardındaki ev ise hayal kurdurmalık. Meyve suyumu bitirdim. Susuzluğumu artırmaktan öte bir işe yaramadı.

  
"Vahit Abi'de yapmalıydık kahvaltıyı." Aynı anda çıkıyor kelimeler ağzımızdan. Gramla kahvaltılıklar almalıydık ondan. Ekmek dolabından da bir ekmek. Sobanın üzerinde kızartmalıydık ekmek dilimlerini. O dilimlerin üzerinde olmalıydı yağ ile reçel. Mutlaka helva olmalıydı gazete kağıdından sofranın üzerinde. Sobanın üstündeki demli çayla çıkarmalıydık sabahın keyfini.

Ukdelerimizin en acı vereni bu. Neler konuşurduk oysa... ne anılar dinlerdik ondan. Kaç mezun öğrenci ziyaret ediyordu onu mesela. Kaç kişinin anılarından yazıya dökülmüştür kim bilir. Hiç karşılaştık mı kaldırımın bir kenarında mesela. Mahallemiz aynı sonuçta!


Günün neredeyse tamamında Vahit Abi var. İnsan bir Kars belgeseli çekse ve o belgeselin içinde ötekilerden tümüyle farklı, daha sıcak, daha sempatik olarak kesinlikle öne çıkar Vahit Abi. O belki de bu ülkenin tüm eski eserleri ve geleneğinin var olan örneklerinin en değerlilerinden biri. O bir bakkal amca yahu! Daha ne olsun! Üstelik de şehrin görece sessiz ve zamanın durduğu bir bölgesinde en önemli kültür simgelerinden biri olarak kanlı canlı var. Ahhh bir de sömestir tatilinde olmamalıydık ki... Görebilseydik keşke zilin ardından dükkâna doluşan  derse yetişme telaşındaki çocukların aceleci seslerindeki "Vahit Abi Vahit Abi," nidalarını...


Otelin bol çeşitli, güzel manzaralı salonunun gerçek bir kahvaltı zevki yaşatan tadına rağmen, içimizdeki tokluğun verdiği pişmanlık arş-ı âlâda. An itibari ile Kars'ta yapılacaklar listemizin en başında Vahit Abi'de  kahvaltı var. Belki de ondan alınacak domates, salatalık, peynir, zeytin, karpuz ve yaz helvası eşliğinde bir öğlen yemeği... Mavi pencereli evin bahçe duvarının üzerinde oturarak olmalı kesinlikle.


İyi ki Çocuk Kütüphanesi yapılmış güzel binayı da geçtikten sonra; tatlı yokuşun üst kısmında, Kafkas Haber Ajansı'nın ofisi ile karşılaşmak şahane. Aşinayız birbirimize. Bir yazımdan (Göğceli Cami) isim vererek yapılmış bir alıntının kullanıldığı, bu konu üzerinde araştırma yapan, Kafkas Üniversitesi'nden bir akademisyenin makalesini yayımlamışlardı, eski sayılarından birinde. Tesadüfen görmüştüm nette. Uğrasak mı? İstiyoruz, demli bir sabah çayı ve sohbet güzel olabilir. Ne yazık ki henüz açan olmamış ofisi. Yalnız, yolunuz düşerse Kars'a, kesinlikle yerel gazetelerden almalısınız. Çok pişmanız... Eksiğiz.

Kapının önündeki polis kulübesini ve keyifli sohbetin dibine vurmuş, ince belli bardaklardaki çaylarının tadını çıkaran misafir polisleri görünce,  "Fotoğraf çekebilir miyiz?" diye soruyorum. Yüzlerindeki ifade muhteşem bir şaşkınlık. "Tabii ki." deyip sohbetlerine devam ediyorlar. Valilik sanmıştım da! Oysa Ticaret Odasıymış. Valilikse üç fotoğraf yukarıdaki sarkıtlarına dikkat edilesi Baltık  tarzı mimarisi ve geniş alanı ile göz dolduran sarı renkli bina. Bu paragrafın üstündeki ise üzerine pek de espri yaptığımız, tabelasındaki ifadeye bayıldığımız, Bakü tecrübeli yol arkadaşımın  gözlemleri üzerinden -güzel- nedenini kavradığım  Azərbaycan Respublikasının Qarsdakı Baş Konsulluğu. Hemen yanındaki güzel bina ise önündeki kaldırımsızlıkla güzel Halk Sağlığı Müdürlüğü.

Hemen önündeki bozulmuş asfaltın kenarında kalan, çakılla karışık toprağın üzerinde oluşmuş cam gibi buzların altından kıvrılarak akan minicik ırmakları izlemek çok keyifli. Ne kadar kaldık, kaç poz fotoğraf çektik bilmiyorum. Yusufpaşa Mahallesi, dolayısı ile Ordu Caddesinin tamamı, Faik Bey Caddesi ile birleştiği noktaya kadar kesinlikle zamanın dışından bir alan. En güzel golü ise en esprili mekân seçtiğimiz "adıgüzel" bir kafe atıyor.


Tam karşısındaki binanın önünde uzun kalıyoruz, bayıldık. Terk edilmiş, tüm ayrıntıları, o ayrıntılardaki incelikli işçilik muhteşem. Etrafa bakınıyoruz bir yandan. Plan yapıyoruz. "Yardımcı olabilirim." diyor genç adam.  Kars'ın acemisi sandı bizi. Marşı basıyor ama bir türlü çalışmıyor araba. Şık bir pick-up'ı var. Üst model. Güçlü bir araba. Bir arkadaşı ile uğraşıyorlar, uzun süredir. Teşekkür ediyoruz, yardım önerisi için. Arabanın sorununun teşhisi ve çözümü ise bende var. İşim bu benim. Hava sert, mevsim kış. Kesinlikle çok yardımsever şehrin halkı, neredeyse sorduğunuz yere elinizden tutup götürecek derece.


Bir kez daha Faik Bey Caddesi'ndeyiz. Karabağ Oteli'nden, Büyük Migros'un önünden, peynir alışverişini ondan yapmadığımız ama  her gün gördüğümüz, caddenin köşesindeki direkte asılı "Tarihi Zavotlar" reklam tabelasından sola, Atatürk Caddesi'ne dönüyoruz. Serka'nın önünden bilmem kaçıncı kere geçiyoruz. Kesinlikle güzel bina. Her akşam vitrininde kaldığımız tükkândan alışveriş yapma günü. Yarın sabah Kars'a veda. Bu şirin tükkana girdiğimiz an bilgisayarın başındaki üçüz olmaları muhtemel ama kardeş oldukları kesin gözlüklü çocuklara bayılıyoruz.  Alışveriş. "Tükkân" sahibesi ile sohbet. İç taraftaki beklenmedik kafe'sine bayım bayım bayılma derken... Oteldeyiz. Tekrar çıkacağız otelden ama! Migros Jet'den şarabımızı, peynirleri kargoya verdirdiğimiz peynirciden de yolluklarımızı almak üzere... Neredeyse 10 kilometrenin altında kalacaktık bugün ilk kez. Neredeyse!


Yazının devamı

 Doğu Ekspresi ve Kars. Nedir, nasıl bilet alınır, tren ve yolculuk nasıldır için buradan lütfen.

 *Karadeniz'in ücra bir köşesindeki bakkal yazıdaki 7.fotoğraf, görmek isterseniz, buradan lütfen

Fotoğraflar Nikon L23 ile..


7 yorum:

  1. Hiç görmediğim .. ama hep görmeyi hayal ettiğim.. ve artık görmemin (oralara giderek) imkânının olmadığını kabullendiğim bu dönemde.. sözün özü: İYİ Kİ VARSIN!

    YanıtlaSil
  2. Siz de İYİ Kİ VARSINIZ.

    YanıtlaSil
  3. artık hiç bir şey eskisi kadar güzel değil, günümüz teknolojinin çok ileri düzeye ulaşmasının güzelliği kadar bir o kadar nostalji olan bir çok şeyi de hayatımızdan çıkartmakta. tebrik ederim güzel bir yazı olmuş.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim:)) O zaman ondan daha hızlı davranıp, dünya gözüyle gezelim görelim Gezilecek Yerleri:)) Ayrıca eskisi kadar güzel şeyler var, yeter ki görelim:))

      Sil
  4. Neredeyse sokak sokak yürüdüm, neredeyse ;)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bak şimdi. Fikrim geldi iyi mi. Sağlıklı yaşam tavsiyeleri veren doktor arkadaşıma söyleyeyim bunu.:))

      Sil
  5. Kars ın değerini şimdi anlıyorum hiç unutmam ismet paşada okurken her öğlen arası vayit amcadan ekmek alır eve geçerdim evimiz çok uzak değildi caminin karşısındaydı çocukluğum karsda geçti sonra Kocaeli'ye taşındık bir müddet aradan sonra içimde bir kin oluştu çünkü karsda medeniyetten baya uzakdaymışız kocaeliye geldiğimde hayatım ban başka olmuştu düşünsenize ders notlarım yarı yarıya arttı nefret bu yüzden oluştu ama aradan zaman geçince özlemeye başladım ne anılarım oldu be her sene rus turüstler gelirdi selamlaşmayı öğretirdik heleki heleki o arkadaş ortamını hiç bir yerde bullamassın hiç dışardan eve girermiydikki o bakkalın yanında hemen park var orda misket oynar eğlenirdik köpek filan beslerdik keşke bakkalın yanındaki camide çalışan bir amca vardı adı etem di arkadaşlarla etem dede derdik çiçek gibi bir insandı keşke onu da tanısaydın

    YanıtlaSil

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP