26 Ocak 2017 Perşembe

Kastamonu'da İki Gün Bir Gece

Kadıoğlu Konağı

Beş saat sürüyor dedi bankonun arkasındaki adam, biletleri alırken. Bu da sabahın beşinde orada olmak demekti. Anlamsız saat uygulaması yüzünden yedide bile aydınlanmazken hava -sabahın beşinde ve üstelik kış şartlarında- hayat işlemeye başlayana kadar nasıl vakit geçerdi ki küçük bir şehirde?

Sabahın beşi bile olmamışken oradaydık. Bir B planımız olmasa da çözüm üretmekte de üzerimize  yoktu. Biraz garajlarda vakit geçirir, saat 7-8 gibi de merkeze geçeriz diye planlamıştık aslında. Olmadı bir mekânda oturur, sıcak bir şeyler içer, check-in saatimizde sırt çantalarımızı konaklayacağımız yere bırakır, sonrasında da kaç kilometre yürüyüp kaç kat çıkacağımızı bilmeden yollara düşeriz demiştik.


Garajlardan bindiğimiz halk otobüsünden Kambur Köprü'de indik.* O kadar erkendi ki vakit oturacak bir mekân bulamadık. Burası yeme içme dahil müzeler ve benzeri pek çok alan için merkez bir nokta. Hava sert, köprünün altından akan sular buz tutmuş. Termal içlik almadığıma pişman oldum o an. Sonrasında ise umursamadım. Bildiğim, çok kere gittiğim, bu gidişlerin günübirlik, varış noktasının da çoğunlukla sanayi sitesi olduğu günlerden sonra, ama ilk kez bir gezgin gibi ve ilk kez arabasız ulaştığım yepyeni bir şehirdi benim için artık Kastamonu. Onu yeniden, hiç bakmadığım bir biçimde görmek ve tanımaktı fikrim. Ruhuna dokunmak, onunla ahbap olmak istiyordum bu kez.


Gelmeden, saat 8-9 arası için erken giriş talep etmiştik aslında Kadıoğlu Konağı'ndan. Teklifi kabul etmişler ama garanti verememişlerdi. Şimdi, henüz köpekler ulumalarını bitirmemişken, eski ve yol üzerindeki kısmen yıkık bir  konağın üst odasının tavan aralığından görülen ayın, soğuğun yarattığı pusla birlikte vampir filmlerindeki türden bir ürperti yarattığı saatte kapıdaydık. Dışarıda açık bir mekân bulsak oyalanacaktık, altını çizdiğim üzere. Hakkımız değildi çünkü. Biraz da mecburiyetten şansımızı denedik. Önce kapıyı açmaya çalıştık, sonra zile bastık... Tık yok. Bir mekân buluruz diye tekrar çarşı içine dönmeye niyetlenmiştik ki o ara bahçenin içindeki cam mekânda bir karaltı gördüm. Sabah kahvaltısına hazırlık için bahçenin içindeki bu hoş mekânı ısıtmak adına orada bulunduğunu sonradan öğrendiğimiz Mustafa Bey, bahçe duvarından sağa sola bakınan bizi fark etti.


Bize ayrılan oda doğal olarak o saatte dolu idi. Israrcı da değildik üstelik, ama güleryüzle çırpındı, emek verdi, çabaladı ve odamızın henüz boşalmadığını, istersek bizi daha küçük olduğunu söylediği bir odaya alabileceğini, biraz da çekinerek beyan etti. Bizse farkındaydık ki erken giriş talebimiz 8-9 arasıydı, ve garanti edilmemişti bize. Hakkımız olmayan bir konuda kendilerini de zorda bırakmamak adına ısrarla gerek olmadığı noktasında direndik.. Salmadı, inisiyatif aldı ve eğer kabul edersek o odayı verebileceğini söyledi.


Canımıza minnetti, üstelik girdiğimizde gördük ki oda küçük falan da değildi. Dinlendik. Konağa ve odaya bayıldık. Hayatın kıpırdadığı saatler gelince de Kastamonu'nun ve de lezzetlerinin tadını çıkarmak üzere odadan çıktık. Konaktan çıkmak üzereyken bu kez resepsiyonda Canan Hanım vardı, aynı zamanda damla sakızı dokunuşlu, yumurta kokusunun öne çıkmadığı, arasına yöresel ekşi elma reçeli koyarak yiyeceğiniz ve de bayılacağınız enfes pankeklerin mucidi. Güler yüzlüydü, inceydi, her şeyden önce tüm bu davranışlar içtenlikli ve samimiydi. Dönüşümüze, bize rezerve edilmiş gerçek odamızı hazırlatacağını söyledi. İstemedik. Biraz yük olacağımız düşüncesi ama temelde büyük bir nezaketle sabah bize açılmış odadan da şikayetimiz olmadığı için... O içtenlikle bir misafir ağırlar gibi ısrar etti. Dönüşte o odadaydık.


Çağın olanaklarının da içinde olduğu, uzun yaşanmışlıkların izleri her köşesine sinmiş, temel dokusunu yitirmemiş, arada bir bastığınız tahtanın gıcırtısında eskiye döndüğünüz, işletmecilik anlayışı muhteşem, temiz, tüm çalışanların sizi mutlu etmek için ellerinden geleni artlarına koymadığı... aklınızın, çoğu yiyecekte kalacağı yerel tatları da içinde barındıran çok zengin kahvaltısı olan, konumuyla tüm tarihi alanlara yakın ama aynı zamanda da ana cadde gürültüsünden uzak şahane bir konak burası.


Odamızın hikâyesi de manzarası da güzeldi ayrıca. Konaktan ayrılmadan önce sahipleri çift ile yaptığımız keyifli sohbet sırasında odamızın konağın oturma odası olduğunu, babaannenin sedirde oturup gün boyu dışarıyı seyrettiğini, dedeninse köşede oturup, kahvesini içerken televizyon izlediğini öğrendik.

Kastamonu katmanlı bir tarihi satır satır önünüze akıtan muhteşem bir şehir zaten, yüzelli yıllık, 14 odalı Kadıoğlu Konağı da bugünden kopup geçmişin izleri ile dolu bu şehirde, güncel hayatın tüm kirliliklerinden uzaklaşacağınız bir geçmiş yolculuğunun tamamlayıcısı olarak doğru bir seçim.


Eğer düşerse yolunuz Kastamonu'ya Kadıoğlu Konağı'nda kalın. Bir konakta olduğunuzu da unutmayın ama! Bir süreliğine kendinizi çağın olanaklarından uzak tutun. Bir volüm kısın sesleri. Sadece konakta dolaşan kadim yaşanmışlıklara kulak verin. Duvarlar ses geçiriyor diye şikayetçi olmayın, sessizliğe katkı yapın. Unutmayın, burası güzel ama çok güzel elden geçirilmiş, özü kaybolmamış korunmuş, huzurlu ve kadim bir konak. Onu bugünün sözleri ile asla yargılamayın. Rahat yataklarının ve lezzetlerinin tadını çıkarın.


*Garajlardan şehire yine garajların içinden kalkan yeşil renkli halk otobüsleri ile kişi başı 2TL'ye kolayca ulaşmak mümkün.

Kastamonu pastırması ile şahane bir lezzet seyahati için buradan lütfen

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP