18 Temmuz 2012 Çarşamba

Bendensiniz!

Keyifli bir sabahtı, kesinlikle... sahil enfesti ve  "Bugün süper ötesi bir gün, keyfini çıkarın" diye göz kırpan bulutların resmi, "ilahi gücün"  mesajıydı.  Fazla şeyler söylemeye ve dilemeye de gerek yoktu. Buluttaki göz kırpmasının bir tek anlamı vardı; o da şuydu: Bugün bendensiniz!

12 Temmuz 2012 Perşembe

Küçük Prens Ana Teması Üzerinden Üçüncü Gün

"Büyüklere her şeyi açıklamak gerekir zaten"


-Küçük Prens var mı?
-Küçük Prens büyüdü artık.
-Ben küçüklüğüne yetişemeyenlerdenim, bir bakayım dedim küçüklüğü nasılmış.




Son halini şöyle özetleyebilirim, ki an itibariyle başka bir konudan söz edebilmesi hatta yazdıklarının içine mesela şu anda cevaplamakta olduğu mektuptaki konulara cevap anlamında cümleler kurabilmesi de mümkün değildir. Ve hatta aslında oturup bu mektubu yazması da mümkün değildi. Ama tüm bu mümkün olmayan haller içinde konsantre olduğu iki şey vardı: Birincisi, daha henüz gün kararmaya başlamamışken ve hatta "Akşam üzeri keyifli olur be!" diyerek aklından geçirdiği Cuba Libre'yi dahi erteledi; bu şeylerden birincisi yüzünden...

Bugün tam da amcasının ciltli ilk kitaplarını- ki Altın Masallardı bunlar- aldığı köşenin çok yakınında ve benzer bir aradaki kitapçıdan zevkle satın aldığı, gün boyu ara ara açıp baktığı, kapağını okşadığı ama okuma keyfini eve sakladığı kitabı, sivrisineklere karşı kendini ilaçladıktan sonra dışarıdaki sandalyelerden birine oturup diğerini ayaklarının altına çekerek okumaya başladı.

İlk satırlardan itibaren  içine çeken kitap her sayfasıyla onu memnun kıldı. Hani bazen insan kendi davranış biçimlerini adlandıramaz da bazı kitaplardaki kahramanların ve elbette yazarın onları tasvir etmesi üzerinden olumlu ve farklı hallerini görerek "A..aa ben de böyleyim" deyip sevinir ya... henüz 35. sayfaya gelmiş ve yazmaya başladığı mektuptan ayrılıp biraz sonra kitaba dönecek olan kendini, karne verilmiş de notları hep pekiyiymiş gibi hissetti. Tabii ki öyle olduğunu biliyordu ama bu kitap tıpkı başındaki ithaf cümlelerinin benzerini ona da duyumsattı.

Elbette kitabın beşinci, onuncu, onbeşinci, yirmibeşinci, otuzbeşinci... aslında her sayfasında aklına birini de getiriyordu, hatta onunla birlikte okuyordu kitabı. Coşkuluydu, aklında kurduğu sahneler farklı, cümleleri de onlardan farklıydı: Mesela cümle şuyken ve bunu Sevgili Falancaya söyleniyormuş gibi kurmuşken... bu arada cümle şudur: "Ah şu düşünüşümün kurduğu duvarların bir kısmını yıkmış olsaydım ve içimden geleni yapabilseydim... şu an tam da kitabın şurasındayken, kesinlikle kucaklayıp şöyle bir döndürürdüm, çünkü şu anki memnuniyetimin, kitaptan aldığım keyfin, hatta yeniden okuma heyecanı hissetmemin sebebi sensin ve bunu, ancak bunu yaparak anlatabilirim. Çünkü kelimeler hissettiklerimi ifadede yetersiz kalır ve bu bana yetmez"

Aklındaki sahnelerde ise kucakladığı gibi ayaklarını yerden kesmiş ve tüm semazenlerin "Yahu biz de kendimizi bir şey sanıyorduk!" diyecekleri kadar döndürüyordu.

Muhtemelen devam edecek, inşallah yani:))

4 Temmuz 2012 Çarşamba

Kısacık Bir Ara Sıcak

Sanırız en güzeli ve en keyiflisi böyle oluyor: Başka bir sebeple blogun adını yazıp arama yapınca Pamukkale Şarapları'nın Twitter hesabında bir yazımızın paylaşıldığını gördük. Sayfayı açtığımızda geçen yıl aralık ayında yazılmış Bir Yudum Luz Casal başlıklı yazının bu yılın haziran ayının altısında sayfadan paylaşıldığını fark ettik. Yazı tümüyle şaraba atfen yazılmasa da üreticinin hesabında paylaşılmaya değer bulunması sevindiriciydi. Ama daha sevindirici olan ise yazının ilk olarak firmanın önemli adlarından ve aileden Selda Tokat'ın Twitter hesabında paylaşılmış olmasıydı.

Bu doğal olarak sevinçlerimizi zıplattı ve bunu La Paragas tarihine bir not olarak düşmek de keyifli oldu.

3 Temmuz 2012 Salı

Uyandıktan Sonraki 1 saat 39 dakikası

Dün gece hissettiği üzere mutlu ve huzurlu bir uykuya teslim olmuştur. Aslında teslimiyeti sevmeyen anarşist ruhu yine de bu esaretten mutludur. O kadar mutludur ki pürüzsüz bir uyku çeker. "Pürüz" sadece yüzünde kendine mutlak yer bulan ve gece boyunca orada en hayta haliyle takılı kalan tebessümdür.

Sabah olur. Normalde o saate kadar çoktan uyanıp, bir sürü işi halledip, kahvaltıyı aradan çıkarıp, bilgisayarın başında olurken bu kez yatağın içinde ve mırıl mırıldır. Enterasan bir biçimde aklına Rüzgar adlı şarkı düşmüştür. Gülümser, çünkü şarkının sözlerini bile bir iki cümle dışında bilmiyordur. Bu arada etraftan birisi kafayı uzatır ve endişeli soruyu sorar: Hasta mısın?

Pas güzeldir ve bunu asla affetmeyecektir: Evet, hastayım!

Gün yoğun geçecektir, bir görev dağılımı yaparlar ve cenaze işi ona kalır. Telaşlanır; mutlaka kahvenin yanına bir mektup ve şarkı yetiştirmelidir.

Çamaşırları makinaya atar, hızla köpeğinin işlerini halleder, kahvaltısını hazırlar. O arada suların kesilmekte olduğunu fark eder. Makina aklına gelir, sonra boşver der ve klavyenin başına oturur.

O klavyenin başına oturduğunda neler olacağı bellidir. Az öncenin tüm telaşları kendine delik arar. Şahane gülümseme gelir, ortalık dışarıdaki baharı çıldırtacak kadar aydınlanır. Biraz durur, dışarı bakar ve yepyeni resimler çizer. Mutludur.

Aslında sabah Yankele'nin albümünü koymuştur, hatta oradan bir şarkı yollamak fikri sabittir. Sonra Leman Sam'dan dinler şarkıyı, aslında bir yandan mektubu yetiştirme, en geç 10'da evden çıkma telaşı vardır ve akşam duaya da kalacağı için geç vakte kadar dönme ihtimali yoktur. Özleyecektir. Mesele budur.

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP