Portekiz'e Yolculuk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Portekiz'e Yolculuk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Temmuz 2020 Perşembe

Sarı Renkli Tuğla

 Okuma Kılavuzu İlaveli!

                                                                          ****

Nisan ayının sonlarında bir pazar sabahı...

Bir kupanın iki parmak aşağısına kadar dolu şekersiz filtre kahvem yanımda.  Bir iki de tatlı ve kuru atıştırmalık... Sabah keyfindeyim, blogları dolaşıyorum, dumanı üstünde yazılar okuyorum. Bunlardan birindeyse kalıyorum.* Hatta bir cümlenin içinden geçip bir ülkeye yol alıyorum. O ara bir ışık yanıyor ve o ışık hemen aklıma bir not düşüyor, bir yorum yazıyor ve bu notu bir süre sonra -birikince listem- eyleme dönüştürüyorum.


Bir zaman sonra...

Gelince kargom, günlerin mana ve önemine binaen ve ilk kez olan bir iş yapıyor, gelen kargomun bir yazı için fotoğrafını çekiyorum. Sonra o yazıya yapılan yoruma bayılıyor, gülümsüyor, bir de yanıt yazıyorum.** Bununla kalmıyorum elbette; sonraki ve yakın tarihli yazılarımın içinde hep söz ediyorum bu Sarı Renkli Tuğla'dan. Mesela bir yazımda " ...bir kere bu tuğla kısa bölümlerden oluşuyor, istersem bir bölümü okur bırakırım, roman gibi bütünlük yitirme endişesi yok: sonra üslup kafa dengi, sonra bir edebiyatçı gözünden bir gezi... Üstelik gezgin hem kafadengi hem de tatlı dilli... daha ne olsun di mi ama..." cümlelerimi tekrarlayarak okumaya istekli olduğumun altını çiziyorum.

Yine yakın günlerdeki bir başka yazımda okumaya devam ettiğim bu Sarı Renkli Tuğla'dan bir kez daha şu cümlelerle söz ediyorum:"...Çünkü zevkle okuyorum. İki açıdan seviyorum kitabı: Birincisi bir gezi kitabı, üstelik bir öykücü ve romancı tarafından yazılmış, üstelik öyle sıradan biri tarafından da değil! İkincisi, o ülke ve benzerlerine çok eskiden beri ilgim var."  
                                                           
                                                                             .......

İspanyolca ve Portekizce konuşulan, o kültürle benzerlikleri olan, işin özüyle söylersem de Latin toplumlarını ve kültürlerini seviyorum. Portekiz'se odamın içinde. Çoğu zaman televizyon kanalları açık; dili bilmesem, tek kelime anlamasam da günlük yaşamları ve kültürleri ve yemekleri ilgimi çekiyor. Aksanlarından kaynaklı olarak da dillerini Latinlerden çok Slavlara benzetiyorum ki bu kaba tat çok hoşuma gidiyor.

                                                                               ****

Tuğla'ya başlarken önce giriş yazısını okuyorum. Sonra son sayfadaki İçindekiler'e göz atıyor, Denize Komşu Düzlük Topraklar, Mandego Ve Sado Arası Her Yerde Mola Vermek, Büyük ve Tutkulu Alentejo Toprakları... gibi altı üst başlığı; Onor Nehri'nde Ateş Suyu, Uyuyan Güzelin Sarayı, Ekmek Peynir ve Cidelha Şarabı, Dünyanın Başladığı Yerde Geçirilen Gece... gibi de ellinin üzerinde alt başlığı olan, dolayısıyla günlere bölünerek kolay ve tıpkı gerçek ve gün sayısı belirlenmiş bir gezi gibi yaşanabilecek... Ve de tadı çıkarılacak bir okumaya adım attığımın tümüyle farkına varıyorum.  

Ve elbette tembeliğime de yanıyorum ve gaza gelip bir türlü yazmaya başlayamadığım, izi çok kıymetli, yazarla benzeş -kendi ülkemdeki-serüvenimin cümleleriniyse zihnimde akıtıyorum.

Kitabın fiziki durumuysa ilk anda dikkatimi çekiyor; farklı kapak dokusuna, tasarımına ve rengine sempati duyuyorum.  

Fakat yayınevinin aynı kapak malzemesini kullandığı kitaplarından birini alırsanız sakın ıslak parmakla dokunmayın, dokunursanız da silmeye kalkmayın! Fazla suyu bir havluyla ya da bezle silmeden emdirin ve kapaktaki o doku sıyrılıp beyaza dönmesin diye de  bırakın kendi kendine kurusun.!





Yol Arkadaşım Bir Yazar 

Başlangıçta biraz tedirginim, onunla kitabından yapılmış bir film izlemenin dışında bir bağım yok. Adını ve sevenlerinin çok olduğunu biliyorum fakat distopyalarla arası olmayan birisiyim. Bir inancım da var, yol arkadaşlığı kıymetli. Üstelik bu bir seyahat! Aynı yolda yürümeyi, aynı tatları sevmeyi beceremediğinizde bir kabus yaşayıp, tadı çıkarılası bir zaman dilimini cehenneme çevirmek de mümkün. Tedirginim.

Yazar marşa basıyor ve yola çıkıyoruz. O kendinden emin, sonuçta seyahati planlayan O. Bense biraz mesafeliyim.  

Hâlâ.

Bir yandan yolu gözlüyor, bilmediğim coğrafyayı anlamaya çalışıyor, bir yandan da yol arkadaşımı süzüyorum. Öyle herkesin kullandığı arabaya da binmem ve yan koltukta oturmayı da pek sevmem.

O ara sınır noktasına geliyoruz. Arabanın motor kısmı Portekiz'de diğer kısmı İspanya'da. Yazarsa tam görünmez sınır çizgisiyle bölünmüş köprünün korkuluğundan, seslerin yankısını çoğaltan sarp kayalıklardan nehirdeki balıklara "Giriş çıkış yapmak için sizin de mühür vurulan pasaportlarınız var mı?" diye sesleniyor.

İşte bu! Bu adamla yola gidilir, diyorum ve koltuğuma bırakıyorum kendimi. Henüz fazla konuşmuş değiliz. Muhtemel ki o beni çözdü. Yoksa arabasına neden alsın ki?! Ufak ufak sohbete de başlıyoruz. İlk kez, planları başkasının yaptığı ve nerelere uğrayacağımızı bilmediğim bir yolculuktayım. An itibariyle her şey sürpriz. Dağlara tepelere tırmanmayı, kuş uçmaz kervan geçmez yerlerdeki taş yığınlarına gitmeyi, kalmış beş altı taştan kocaman ve görkemli yapılar canlandırmayı, onlara hikayeler uydurmayı becerebilirim. Ama yol arkadaşım bir üstat! Bilgili, ben gibi tembel değil, araştırmış, dökümanları yanında ve şahane de bir askeri harita var elinde. Altı ay yollardayız.

Yemek zevki olduğu da kesin. 

Başlangıçta ne kadar şapel, ne kadar katedral, ne kadar kilise, diyor, sıkılıyor, çoğu zaman arabada kalıyorum. Resimleri, duvarlardaki detayları da onlar gibi uzun süreli incelemesine kızıyor, göğe bakıp ıslık çalıyor, ona subliminal mesajlar yolluyorum.


Sonra:

Dağlar tepeler aşıyor, ırmaklar geçiyor, geçtiğimiz her köprüye bayılıyor, bazı zamanlarda da duruyor, köprülerden nehirlerin coşkunluğuna bakıyoruz. Bazen bu dağın başındaki şu yıkıntı için değer miydi şu patikayı tırmanmaya diyorum ama o öyle hissederek ve bilerek anlatıyor ki, yıkıntı yıkıntı olmaktan çıkmakla kalmıyor, ben keçilerin, çobanların ve doğanın kokusunu alıyorum. Üstelik farkediyorum ki ben kadar da gözü kara! Bu yol olmayan yolu geri nasıl çıkarız diye hiç düşünmeden, neredeyse 70 derece toprak çakıl yolu sırf nehirin kıyısına inmek için gidiyor. Elbette vardığımızda gördüğümüze değiyor.

Sonra mesela, soğukta, ortalık kar buzken, bu mevsimde yer buluruz diye aramadığımız, dağın başındaki bir otelin önünde sırf onun çekingenliği yüzünden arabada yatmak durumunda kalıyoruz. Üşüyoruz, ancak sabah erken otelden ayrılan birileri olunca, oda temizlenip hazırlanınca, yatıp ısınıyoruz. Bizim gezgin neredeyse tüm katedrallere, küçük dini mekanlara falan giriyor ki bunların çoğu ıssız, kimsenin haberdar olmadığı kuş uçmaz kervan geçmez yerlerde, bazen anahtarlarını köyde teslim edilmiş birinden alıp, kendimiz açıp giriyoruz. Ama şanslıyım ki gezgin bunların hepsini biliyor, üstelik donanım tam... fakat sanat ve sanat tarihi bilgisi mükemmel, öyle güzel anlatıyor ki heykelleri, işlemeleri, geçmişi... Bir de tatlı dilli ki... benim gözümde paha biçilmez hikayeler canlandırıyor. Bazen edindiğimiz rehberlerin dilleri açık kalıyor. Zaman zaman anlattıklarından inciniyor ama ona çaktırmıyorum. Fakat bir noktada sabrımı iyice taşırıyor, işte o zaman ecdadıma sahip çıkıyorum: çünkü onlardan bahsederken milliyetçi bakıyor ve  aşağılayıcı bir dil kullanıyor, gibi hissediyorum.  İşte o zaman tarih öğretmenim Pembe Hanım'ın bir sözüyle, onun kadar nazikçe değil de biraz eleştirel bir üslupla "Bugünün sözleri ile lütfen geçmişe çakmayalım," diyorum. Hak veriyor ve özür diliyor. O zaman Porto'da şaraplar benden, diyorum.

                                                                               ****

Emin olun yazıyı uzatmamaya çok gayret ediyorum, çok yeri de atlıyorum: çünkü bir koyverirsem küçük bir tuğla ortaya çıkaracağım kesin. Okurlarımı, blog dostlarımı, yani hepinizi seviyor, dolayısıyla bir azap çektireceğim endişesi de taşıyorum. Neyleyim ki içim de coşkun!

Bu yolculuk esnasında sıklıkla, sebep olduğu için ara ara endişeli olduğunu düşündüğüm Sevgili Okul Arkadaşım'a küçük küçük- özellikle kasaba postanelerinden- mektuplar atıyorum. Mutsuz olursam üzüleceğini düşünüyorum, çünkü bu yolculuğa sebep olan O.

Hatta bir kasabada, bir hanımefendinin lokantasında suyuna tazecik ekmek lokmalarını banarak enfes bir oğlak yerken ve enfes bir şarabın tadını çıkarırken "...Yazarla birlikte adımlarken köylerini kasabalarını ve hatta şehirlerini; girdiği lokantalardan zevk, yemeklerinden ve şaraplarından tat alabiliyorum. Üslup öyle güzel, yazar öyle dalgacı ki çoğu zaman kitabın içinden geçip yağmurlarda ıslanıyorum.." cümlelerinin olduğu mektubu yolluyorum.

Bir keresinde de gezgin inatla bir dağa tırmanmaya başlıyor, yola yol demek zor, korkmadım dersem yalan olur, direksiyonda ben olsam mesele yok, fren yapmaktan bir hâl oluyorum: Hem hava kararmak üzere, hem sanki bulutlara dokunduk dokunacağız. Tamam ben de bu noktada gözü karayım ama direksiyonda olan O.  Bulutlara dokunmakla kalmıyor, üzerlerine bile çıkıyoruz. Ortalık güllük güneşlik. Cennette miyiz yoksa?

                                                                                    ****

Kabul etmeliyim ki çok şanslıydım, şu dünyada yırtınsam herhalde, böyle bilgili ve tatlı dilli bir yol arkadaşı bulamazdım. Kıymetini yol boyu bildim. Porto'da da, Lizbon'da da, Braga'da da, Evora'da da ve daha pek çok yerde; iki kulübe üç insan, beş on keçi olan  kuş uçmaz kervan geçmez kaleleri, küçük ibadet yerlerini, muhteşem şatoları gezerken de, lüks otellerde yatıp, modern şehirlerin müzelerini arşınlarken de... Üstelik o altı ay ne çabuk geçti diye bile düşündüm.

Sarı Renkli Tuğla'nın arka kapağını kapatıp, muhteşem rüyadan henüz çıkamadığım  o anda ise: Gözlerim uzaklara bakıyor, yol arkadaşımı özlüyor, ona rahmet diliyorum. Dudaklarımın kıpırtısındansa ilahi cümleler dökülüyor.

Teşekkürler José SARAMAGO, ruhun şad olsun.

 
Ve çok çok çok... ama çooooooooooookkkkkkkkk teşekkürler,  Sevgili Okul Arkadaşım, Sevgili EKMEKÇİKIZ.:)



Ve şimdi belki de hani okuma kılavuzu, nerede o, diye düşündünüz, o meraklısı için fotoğraftan hemen sonra..

Ve bir önemli not:

Altını çizersem kitap 580 sayfa: geziye, ülkeye bir ilgi, merak yoksa kolay ve zevkli bir okuma olmama ihtimali kuvvetli. Bu nedenle de şiddetle tavsiye ederim gibi bir cümleyi asla telafuz etmedim, etmiyorum. Tekrar edersem: "Kitapların arasındaki sarı renkli tuğla için kolaylıklar dilerim," sözleriyle uyarılmış, " umarım kulağım çınlarken güzel sözler duyarım." ifadesiyle de bir endişenin altı çizilmişti. Herhangi bir insanın parasını boşa harcadığı duygusunu yaşamasını asla istemem, o nedenle niyetlendiğinizde bir kez daha düşünmenizi, satın almadan önce kitaba dokunup göz atmanızı tavsiye ederim..




Gelirsek okuma kılavuzuna:

Eğer vakti olan bir insan olsaydım, okuma sürecimde öncelikle bir Portekiz haritası edinirdim ve oradan gün gün çizerek, kitaptaki akışa göre söz konusu noktalara varır, sonra elimin altında tuttuğum internetten orayla ilgili görseller arar, belki sanal gezinti kayıtları bulur, onlarla dolaşır, kalınan otellere bakar, müzelerde sanal gezinti yapar, lokantaları bulmaya çalışırdım. 

Ben dediğim gibi uydu kanallarımdan Portekiz Televizyonunu izliyordum, bu süreçte de izledim, RTP'nin iki programının linkini buraya bırakıyorum. İkisi de müzik ve eğlence programı, özellikle Aqui Portugal'ı çok naif bulurum, eski televizyon dönemlerini hatırlatır, görsel olarak kazandıracakları kitabı daha iyi anlayıp yaşamaya katkı yapar, diye düşünüyorum. Kimbilir belki ve elbette kararında içmek koşuluyla okuma evresinde bir kırmızı şarap da açtırır. Linkler programların arşivine götürecek, hoşlanırsanız öğleden sonra ve akşamüstü canlı yayınlarını da izleyebilirsiniz.


 *Aqui Portugal

**7 Maravilhas da Cultura Popular


*Kitabı almama vesile olan yazı için buradan lütfen

**Fotoğraf ve bir de yanıt ise burada .  

***Fotoğraftaki sandık Babıdamındır (babannem) ve 100 yılı devirdiği kesindir.

****Fener'se 1880 senesinden beri Kızılırmak deltasının kenarında olup üç kuşaktır aynı ailenin fertleri görev yapmaktadır, inşallah kendisi ile ilgili yazamadığım yazıyı bir gün yazarım:)

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP