Şans Tanrıçası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Şans Tanrıçası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Nisan 2022 Cuma

Şans Tanrıçası İle Gün Bir Başka Güzel

İki hafta önce aynı güzergâhı yürürken bir tereddüt ânı yaşıyorum ve durumu yazımda şu kelimelerle ifade ediyorum: "Mesafem kısa. Bu kez mıntıkadan bir sinema ki pandeminin ilk filmini onda izlemiştim: Minari... Beşinci istasyonda iniyorum. Çiçek açmış ağaçların önünden denize yürürken şunların bir fotoğraflarını çeksek fikrime domuz tarafım katılmıyor."


İçimde bir dertti. Sanki bahar hiç gelmeyecekmiş derece sert kışta ve güneş altında, üstelik montumun sırt çantamın askısında yolculuk ettiği, vaktin sabah 10 civarlarında olduğu bir sakinlik anında ilk gördüğüm ve onca yolda ve coğrafyadaki tüm ağaçlar üryanken tek çiçek açmış ağaçtı o. İçimden nasıl bir dert saçılmışsa ortalığa dile gelmiş ve yazmıştım. O beni trenden indikten, denize inen bulvara döndükten sonra onun tarafındaki kaldırıma geçtiğim andan itibaren fark ediyor. Anlıyor. İyice yaklaştığımda gülümsüyor. Olgun ve eziklenmemi istemediği belli. Sanki o an hiç yaşanmamış gibi, güzellikle ve akran bir tavırla "Na'bersin?" diyor. Ve en güzel pozlarını bana veriyor.

Ayaklarım yerden kesiliyor. Denize şimdilik uzaktan bakıyorum. Kafamda bir ikilem var. Filmim net ancak pandemi sürecinde oluşan televizyon ya da bilgisayar ekranında film izleyememe sendromum yüzünden yarım bıraktığım Belfast'ın da son günü. Bunu, daha doğrusu Belfast'ın oynadığını daha önce fark etmemiş olmamın nedeni ise Başka Sinema ve bu tarz filmlerin bugüne kadar Piazza AVM'deki salonlarda olması. İki film arasındaki saat aralığı çok uzun.

"Ferzan Özpetek'in filmi için bir bilet lütfen."

"Şans Tanrıçası," diyor genç adam.

O koltuk durumunu ekrana getirirken ben telefon numaramı söylüyorum. Bilet fiyatı 35 TL olarak yansıyor. Gülümsüyorum. Zeki çocuk! 35 TL ekranda 24 oluyor. Mısır ve içecek ister miymişim? Promosyon kodumu okuyorum. Mısır paketim elimde. Enteresan bir dejavu durumu ise salonda. En arka sıradayım. Bir genç çift geliyorlar ve onlar da ön sırama ve iki koltuk sağıma oturuyorlar. Kendimle cebelleşmek zorunda kalıyorum yine. "Ama çocuklar," diyor iç sesim. Kıyamıyorum, onları öne geçip baş başa bırakmak istiyorum ama ben de film tadı için buradayım. Öteki ben biraz daha duygusal, müdahil oluyor ânıma, tepkimden çekinerek de olsa yine de "Evin anahtarlarını ve adresi versen mi?" diyor.

Ferzan Özpetek benim kıymetlim. Hayatımın en zor dönemlerinden birinde ufak bir dokunuşla ona müdahale etmiş, ve beni artık olmayan bir sinema salonundan şu hislerle uğurlamıştı.

2001 ekonomik krizinin ortalığı karmakarış ettiği can sıkıntılı bir günde okulu asmış çocuk gibi işleri olduğu yerde bırakıp bir öğleden sonra sığındığım sinemada, tek başıma izlemiştim filmi... Benim, o gün müthiş bir terapi ile güven yükleyerek sinemadan hayata çıkışımı sağlayan, bana hissettirdikleri ve üzerimde yarattığı olumluluk etkisiyle unutamayacağım bir film olmuştu, Cahil Periler.


Hoş bir sahne ile açılıyor film. Arkadaşlar çok renkli. Yönetmenin ışığını ve renk kullanımını seviyorum. Ama ahh o müzikler işte! Bir insan sıcağı en baştan kalbimi ısıtıyor. İki çocuk oyuncu muhteşem. İlerleyen sahnelerde karşılaştığım hemşireye bayılıyorum. Dostlarımız neşeli, güzel insanlar. Serra ablamız baş tacımız zaten. Mizahımız incelikli. Akıyoruz filmle birlikte. Biraz daha yayılıyorum koltuğuma. Mısırlarım âlâ, baldan tatlılar! Sesin azaldığı anlarda çıtırdatmıyorum. Konu ince ince gelişiyor. Şimdilik ön sözdeyiz. İzleyicide kısmen arızalar türüyor. "Yine mi Ferzan Abi ya?!" diyor. Oysa hiç de homofobik bir şahıs değil lâkin bir tekrar hissiyle "Hep aynı halleri gözümüze sokmak durumunda mısın abi?" diye serzeniyor. Çıkıp gitmeyi bile düşünüyor. Ama bir yanda da sinema keyfi "Sakin ol," diye dürtüyor. Olur katlanırız tadında boynumu eğiyorum. Oysa Ferzan Özpetek o an geleceği örüyormuş.

İzleyiciye attığı ilmekler aydınlattıkça hoşgörü yükseliyor, insan oluyor tüm cinsiyetler; duygular ön alıyor, hayat renkleriyle anlam kazanıyor ve seyircinin hücrelerinden keyifle birlikte mutluluk akıyor. Nasıl bir sinema keyfi olduğunu suratta görmek lazım; çünkü o anki keyfin ve duyguların tüm izleri orada.

Öndeki genç çift ilk yarının yarısında salonu terk ediyorlar. Oysa anahtarları verecektim.


Antrak


İkinci yarı muhteşem başlıyor. Özellikle spoiler vermemeye çalışıyorum şu an. Film nerede hareket orada bereket bir halde devam ediyor ama tüm bu çeşitlilik hiç kafa karıştırmıyor aksine olağanüstü bir senfoninin yaratım evrelerine katkı vermekle kalmıyor, izleyiciyi koltuğuna kelepçeliyor. Duyguların dansı perdeden yüreğimize iniyor. "Ah hemşire ablam sen ne tatlısın!" Film çok dinamik, çok karakterli ama nasılsa tüm karakterleriyle izleyiciyi arkadaş yapmayı başarıyor; sanki hepsi hayatımda varlardı gibi bir his. Bu nasıl bir muhteşem durum diye aklı uçuyor seyircinin. Derken Sezen Aksu'nun şarkısı alıyor sazı eline. Müzik gümbür gümbür. İzleyici kıpır kıpır. İçi ayakta, bütün hücreleri katılıyor kalabalığa... O ağır abi ruhunu zapt etmeye çalışıyor ama bence nafile. Sonunda dayanamıyor, biraz da salonda tek olmasından cesaretlenip kalkıyor ayağa ve katılıyor sahneye. İnanılmaz bir keyif bu !

Sizleri de alalım lütfen!





Seyirci "Kocaman bir film kocaman bir dünya izledim ben," diye düşünüyor. Başlangıçtaki karamsarlığın toz olup gittiğini, sanki içinde yaşadığı rüya tadında bir hayattan, güzel insanlar dünyasından çıkıp da geldiğini düşünüyor. Son yazı perdeden silinene kadar bekliyor. Mutluluk yüklenmiş bir keyifle, tazelenmiş ve yaşama daha inanmış olarak çıkıyor sinemadan.


Salondan çok keyif almış seyirci tadıyla çıkıyorken aklımsa alabora durumda. Fikrim fır dönüyor. Oysa nettim. David People'da oturacak, bir şeyler atıştıracak, kahve ya da sıcak çikolata içecektim. Bir an boşluğa düşüyorum. Açlığını aptalca sonlandıran adam halinde kendimi Burger King'in önünde buluyorum. Sonra tepsimi alıp terasa çıkıyorum ve zerre zevk almadan, bu ne böyle diyerek atıştırıyorum


Allahtan aynı hataya ikince kez düşecek kadar salak değil. Hem de bu filmden aldığı yaşam sevinci, sevgiye inanç, dostluklar, hoşgörü, aşka saygı gibi lezzetlerin üzerine benzer bir davranışta bulunursa önce ben boğarım onu.

Kararlı adımlarla David People'dan içeri giriyor. Terası dolu gibi görüyor; iç kısım gaz kestirecek gibi görünse de öylesine serotonin yüklenmiş durumdaki hiç takmıyor. "Bir Amerikano, lütfen" diyor. Şimdi pastalara bakıyor. Eminim kafasında bir şey var, aklını çelen olmazsa bence net.

"Bir de frambuazlı cheesecake, lütfen"


İnsanlar baharın bu enfes anlarının tadını, terasta çıkarıyorlar. Kumsala oturanlar. Gitar çalıp söyleyenler. Açıktaki gemiler... hayat. Kahvem nefis, son zamanlarda içtiğim en iyi Amerikano... Pastamdan da çok memnunum. Filmin tadı gözlerimde ışıl ışıl. Kitabım masanın üzerinde ancak elim ona hiç gitmiyor. Ânın içinde filmden biriktirdiklerimin tadıyla yaşamı kucaklıyorum yavaşça.


Sonra toparlanıyorum. Yükümden çok memnunum, varolmanın tadı gözlerimde parlıyor. Ufak adımlarla yürüyen merdivene ulaşıyorum. Kapıdan çıkarken güvenlik görevlisi genç kıza iyi akşamlar diliyorum. Çiçekleriyle poz veren ağacın kaldırımından yürüyorum. Selam çakıp, filmden kısaca bahsedip istasyona geçiyor, tıka basa dolu ilk trene binmiyorum... Sahile doğru inerken geçen hafta kalabalık olduğu için uğramadığımız mekânın tahtasında yazılı cümleye gülümsüyorum. Bunun üzerinden baristaya bir laf çakarım ben diye düşünüyorum. Mavi, pencereleri açmış. İçeride türbanlı genç kızları da görmek hoşuma gidiyor. Her iki kesimde de ön yargıların kırılıyor olması ne şahane diye düşünüyorum. Babamın ağaçlarının altındaki çimenlerin üzerinde gitar çalıp şarkı söylüyor gençler. Bir an onlara seslenmek, "Bir fotoğrafınızı çekebilir miyim?" demek, sonra da onu bir yazıda kullanacağımı söylemek istiyorum.

Marteniçkamı ise neredeyse çocukluğumdan beri her gün beni gören bu ağaca dileklerimle birlikte bağlamayı düşünüyorum!

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP