Pide Dünyası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Pide Dünyası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Haziran 2023 Pazartesi

Dünyaya Geldik Bir Kere!*


Geçen Hafta Pazar


Evden çıkıyorum. Sırt çantam tam tekmil: Mini fotoğraf makinesi, okumakta olduğum kitap, ne olur ne olmaz diye atılmış yağmurluk, olur da kalabalığa karışırım diye ve toplu taşım araçları için sürekli bulundurulan maske...

İstikametim belli. Niyetimde pide var ancak türü konusunda fikrim net değil ve yürürken bünyemin ilgili mercileriyle sürekli istişare halindeyim. Ve enn bayıldığım minik, bir kaç masalı, karakterlerini sevdiğim, akıcı bir bulvarın tam da köşe başındaki Pide Dünyası'na atıyorum adımımı.

Ocağın başındayım, hoş geldiniz ve hoş bulduk ile birlikte hâl hatır faslı tamam. Bir ikilem yaşasam da ağzımdan çıkan kelâm net.

"Peynirli tek yumurtalı lütfen."

"Kaşarlı mı?" sorusuna soruyla yanıt:

"Kaşar ve beyaz peynir karışık olabilir mi?"

Mutabıkız.

"Bir de çay, fincanla ve pide ile birlikte lütfen."


Bulvarı boydan boya gören masamda kitabımın içinde yok olmuşken, gün ve hava işbirliği muhteşem. Mekân en sevdiklerimden, şirinlik abidesi, özenli... ve onunla tam anlamıyla mavilim mavişelim durumu yaşarken pidem, çayım ve salatam masadaki yerlerini alıyorlar.

Hadi bakalım kolay gelsin; enfes bir yaşamak ânı için sahne hazır.


Ustam ellerin dert görmesin. Bu nasıl bir incelik ve tabii ki çıtırlık... Kaşar beyaz peynir kombinasyonunun tereyağı ile ortaklaşması her zamanki gibi... yani olağanüstü bir senfoni. Yumurta elbette rafadan.

Usul usul,

kısmen bıçak kullanarak ama daha çok parmaklarımızla,

tadına doya doya...


Hep birlikte ölüyoruz ve ödemeyi yaparken de memleketi bu hale getirenleri  Allah'a havale ediyor, ustadan ve servisimizi yapan gençten teşekkürleri ve ellerinize sağlık ifadelerimizi eksik etmiyoruz.


*

Leyla Karagözlü Bir Ceylandır


Başka Sinema filmleri -artık- olmayınca sinemanın yarattığı boşluğu doldurmak için televizyona takılmış durumdayım; televizyondan film izlememe inadım inadından vazgeçmediği içinse sadece dizilere takılıyorum. İstediğim gün ve saatte izleme fırsatı veren portalım sayesinde keyfim gıcır. Leyla'nın rozesi ve beyazı denenmiş durumda ve memnuniyet had safhada... En keyifli beyazlardan biri kategorisindeki yeri net; fiyat kalite ortaklığı şahane. O halde günlerdir gözümün içine bakan kırmızı ile de bir el sıkışalım bakalım. Kadehimi uygun ölçüde dolduruyor, kadehin ağzını minik porselen çanak ile kapatıyor ve kadehi en az 10 dakikalık bir süre için buzdolabının orta rafına bırakıyorum.


Dönüşü muhteşem. Öküzgözü, Cabernet Sauvignon işbirliği olağanüstü. Kadifemsi dokusuyla benim diyen bir çok şarabı cebinden çıkarır. Bitimi yerinde, sabırsızlık asla yaratmıyor ve bir kadehini uzun bir zamana yaymayı başarıyor. Fiyatıyla da benim diyen pek çok kırmızıya kesinlikle nal toplatıyor. İyi bir yemek eşlikçisi olacağı kesin ki henüz denemedim ama bir aperatif olarak damakta bıraktığı tat iz bırakıcı. Muhteşem bir eşlikçi olduğunun altını şahsen, kalınca çizerim.


*

Cuma Bir Özgecandır


Mathias Enard ile tanışma kitabım, pek yakın bir zamanda -tekrar- paylaştığım yazıdan da anlaşılacağı üzere Pusula'dır. Uzun bir aradan sonra, Ocak 2021'den beri okunmayanlar rafında beklemekte olan kitabı, biraz da yeniden paylaştığım Pusula yazım nedeniyle gaza gelmemin sonucunda -iyi ki- elime alıyorum; çünkü daha ilk metrelerindeyken, kitabın içinde erimiş durumdayım. Ona bir kıyak yapmam lazım, o halde şu güzel yaz akşamında, özellikle yazın enn sevdiğim okuma noktalarımdan biri olan Afiyet'in daracık, tek yönlü ve parke taşlı Lozan Caddesi'ni boydan boya gören verendasındaki masama götürmeliyim.

Vitrindeki pastalara meftun durumdayım. Yeni üretim yapmışlar ve çeşit sayısı muhteşem. Hepsini alasım var lakin kendimi tutsam iyi olacak. En gözümü ısıranlardan ikişer tane seçerek, pek tatlı genç kıza söylüyorum ve ek olarak da bir fincan çay lütfen diyorum. Ben kitabın içinde yok olmuşken masam da hazır oluyor. O halde, "gel keyfim gel."


Kitabın içinde yok oluyorum çünkü -bir kez daha- bayıldığım coğrafyadayız; Ortadoğu, Akdeniz, Kadim savaşlar... ve karakterler. Su gibi akıyor sahneler, olayların göbeğindeyim. Kelimelerden oluşan bir görsel şölen. Savaş. İnsan. Enard'ın akademisyen kimliğinden fışkıran edebi dil ve her biri film karesi olarak bütünleşen ve gözümdeki beyazperdeden zihnime akan sahneler... Öyle kapılmışım ki normalde yalayıp yutmuş olacağım pastaları edepli bir gurme gibi ağır ağır tüketiyorum; şaşkınım bu keyfi yaşatan kendime... Uzun kalıyorum ve 508 sayfalık, noktanın neredeyse hiç kullanılmadığı romanın 100 sayfasını yalayıp yuttuğumu fark ediyorum ama tavsiye konusunda kendimi yine öne atmayı, en azından şimdilik düşünmüyorum.


*

Bir Başkadır Cumartesi


Bugün mesai yok, oh be! Dibine kadar şımarıklık o halde... Sırt çantamda kitap ve fotoğraf makinesi, o nedenle bugün ki görev ustaya; arabada üç harfli ne ise Nikon'da odur benim için. Gençlik başımda duman! İstikamet minik bir park. Bazı yazılarda ufakça değindiğim, berberimle aynı güzergâhta, yokuşunun hatırı sayılır, mahallenin içinde, çocuklar için tüm aletlerin olduğu, tepeden geçen uçaklara el sallanabilecek noktada ve an itibariyle kimsesiz parkta; gölgedeki tek banka yerleşiyorum.

Az önce yokuşun ortalarındayken bir pastaneye girdim ve alışveriş yaptım, ufak çaplı; yokuşu tırmanmadan önce Migros'dan aldığım kolamsa buz gibi.


Kuruyorum avare masamı. Kedi kardeşle bir iletişimimiz var ama o benden havalı. Gençliğine veriyor, yemezler diye iç geçiriyor ve gülümsüyorum. Burnundan kıl aldırası yok... da, ben de kaçın kurasıyım. Oraya buraya gidiyor, dallara zıplıyor, arada yan gözle bana bakmayı ihmal etmiyor ancak ben, istemem yan cebime koy mesajını yakalıyor ve kendimden biraz uzağa ama yine de yakına sofrasını kuruyorum. Keşke öngörüp de fazla alsaydım diye düşünmekle birlikte karnının tok olduğunu da fark ediyorum ki, tavır beni yanıltmıyor. O halde kitaba devam; arada gökyüzündeki uçaklara selamı ihmal etmeden...


Parkın hemen sırt tarafında bir site var, park bir anlamda bahçesi gibi. Oradaki balkon konuşmalarını duyabiliyorum, bu hoşuma gidiyor; olağanüstü sessizliğin içinde pek hoş dedikodular, gülümsetiyor. Aynı zamanda uçaklar da bana bir mesaj veriyor. O mesajları akşam enn sevdiğim kadın ile paylaşıyorum. Sanırım bayram sonrası, eğer aksilikler olmazsa, bazı özlemler sona erecek gibi... Gözümüzde tüten bir şehir ve mekânlar var. Elbette sevdiğimiz insanlar da...


Günü Türk Kahvesi ile sonlandırmak istiyorum. Birisine nazire yapacağım; çok yorumumda kahve kitap fotoğraflarına imrendiğimin altını çizen cümleler kurduğum Yüreğimin İklimi blogunun yazarı, Özlem'e.

Rotamı kahveciye çevirdim ve önündeyim; ancak minik bahçesi dolu.

O halde Pazar ola hayrola...


*

Pazar Gavurlar Azar


Kahvaltıyı sarkıtıyor, zamanı minik kahvecinin tahmini açılış saatine göre ayarlıyorum.

O kahve bugün mutlaka içilecek!

Yine de sahilden uzayıp zamanı sarkıtarak, ağır adımlarla denizden uzaklaşıp, mahallemizin iç kesimlerine doğru rotayı çevirip, ikinci bulvara ulaşıyor ve dümeni kahveciye çeviriyorum. Adımlarım ağır olsa da dükkân kapalı. Olsun o zaman küçük dere boyunca köprüler geçer üst kesimlere doğru turlar, derenin öte yakasından dönerim ve o zamana kadar da açılmış olur, diye düşünüyorum ama... o önüne vardığımda bana diyor ki: Pazar günleri kapalıyız. Ona rağmen akşam bir kez daha gelip kontrol edeceğim.

Nasip.

Eskiden emlakçı olan, pidecimin karşı köşesinde ve bulvarın altında kalan kadim evlerden evrilerek pastaneye dönen mekâna çöküyorum. Üç farklı ekler ve bir de limonata siparişi veriyorum ve bahçedeki ağaç altı masalardan birine oturuyorum.


Bir yandan enfes limonatamı içerken bir yandan ekleri ufak ufak götürüyor yanı sıra da bu şahane ortamda kitabın satırlarında yok oluyorum; lakin kitapla kahveyi biraraya yine getirebilmiş değilim...


Eve dönüyorum. Gün akşam ve geceye evrilmek üzere. Deniz camı tıklatıyor. Hava enfes. İçimde kurtlar oynaşıyor; fikrimde kahve kitap buluşması ve fotoğraf.

Çıkıyorum evden; kahve, kitap ve fotoğraf buluşması için hedefim İskele Kafe. Oraya doğru yürürken fikrim diyor ki: "Şu minik ve şirin pastane?!" Biran orada Türk Kahvesi olmayacağını düşünüyorum nedense... İçime sinmiyor, İskele Kafe'den bir enstantane... Kıvrılıyorum, tatlı Sude'nin çalıştığı şirin pastaneye. Bahçe ışıkları kapalı, usulca giriyorum ki görünürde kimse yok.


Mutfağa doğru hareketlenmişken tam, Sude görünüyor, "Türk Kahvesi yapıyor musunuz?" diyorum ki... Bingo!

"Sade lütfen..."


Bahçe ışıkları yanıyor.

Kitabım elimde.

Kahvem harika...

Sunum ve ortam ise...

pofuduk yastıklara sırtını dayamış ben için,

adeta bir rüya.


*Başlık Şenay'ın söylediği Sev Kardeşim adlı şarkıdan...

1 Kasım 2021 Pazartesi

Küçük Kahve Dükkânı

Bu ise piyangonun dibi Sevgili Momentos; şahane bir zaman yolculuğu. Müziği keyifle dinliyorum, o yıllara gidiyorum, ne çok şey alıp dönüyorum ve bugün ilerleyen saatlerde bu yazının gazıyla hiç gitmediğim ama çok beğendiğim küçücük bir kahve dükkânının bulvara bakan minicik bahçesinde kahve içiyor, sonra da bunu yarın yazıyorum.


Diyorum yorumumda ve şükürler ediyorum ki pırıl pırıl bir güneş pencereden içeri süzülüyor. Enfes bir pazar sabahı ve caddeler, sokaklar basbas çağırıyor.

O ara fikrim bu coşkuya katılıp bir de bugüne kadar hiç gitmediğim, hatta hiç ciddiye almadığım bir pideciyi de işaret ediyor.

Yıllardır görür, yanındaki kocaman ama çok hoş pidecinin dibine açılan bu küçük dükkânı kâle almazdım; çünkü büyük mekândan her anlamda memnundum. Ve özellikle Görele Pidesi muhteşemdi. Di'li geçmiş zaman çünkü, geçenlerde bir gün niyetlenmiş, gitmiş ama hayal kırıklığına uğrayıp üzülmüştüm. El değiştirmişti  ve bol çeşitli kurnaz bir lokantaya dönmüştü. Görüntüsü hiç iyi sinyaller vermiyordu ve kalbim pek soğuk duruyordu. Dolayısıyla girmedim.

Gün fazlasıyla tahrik ediciydi, yolda gelirken kahvemin yanına eklerim diye Nişantaşı Pastanesi'nden iki tane kesme almıştım. Heyecan ve keyif yerli yerinde.

Saat 10:30 civarı, canlı bir gün ve sakin, telaşsız bir işleyiş.

Pandemide küçük esnafı kollayalım konsepti çerçevesinde giriyorum; önünde küçük bir açık alanı olan bulvar manzaralı Pide Dünyası'na. Bir pazar klasiği olarak evde hazırladıkları içlerle pidelerini yaptıran insanların arasındayım. Ne güzel ve bitmeyen, nesilden nesile devam eden bir gelenek. Tadına doyulmaz fırın sohbetleri..

Menüye göz atıyorum. Gözlerim Görele Pidesi'ni arıyor. Kavurmalı pideyi görüyorum ama anlıyorum ki bu normal açık pidenin kavurmalısı. O halde "Bir kıymalı tek yumurtalı pide, lütfen."


Ben kitabımı okurken önce salata konuşlanıyor masaya, bir süre sonra da pide. Görüntü hoş. Yumurta tam kıvamında, ince bir pide dokunuşuyla patlatmalık ve sonra üzerine yaymalık.

Aynen öyle yapıyorum.

İncecik bir hamur!

Ve çıtır çıtır.

Ve damakta çok lezzetli bir yumuşaklık.

Bayıldım.

Ama salata! Kadın eli değdiği nasıl da belli; yağı, tuzu, havaya sıkılmış da avuçla alınmış ve üzerine dağıtılmış hissi veren hafif bir parfüm dokunuşuymuşçasına ekşi tatlı dengesini sağlayan sumak.

Daha ne olsun?

B.Nihan Eren, Hayal Otel ile Sevgili Leylak Dalı'nın blogunda gördüğüm, tanıdığım ve tabii ki bayıldığım bir yazar. Sonra bu kitabını da almış okunmayanlar bölümüne koymuştum. Zamanı gelmiş olmalı ki onu okumaya başlamıştım, tabii ki de bayılmıştım. Dolayısıyla geniş ama sakin bir bulvara bakan küçük kahve dükkânında onunla olmak çok havalı bir senaryoyu yaşamak manasına gelecekti ki o rolün hakkını vermek de benim işimdi.


Ağır adımlarla yürüyorum. Carrefoursa dışında pek uğradığım bir güzergâh değil ama hoşuma da gidiyor ve bayağı uzun bir bulvarın ortalarında bir noktadayım.


Karşı kaldırımdan gördüğüm kadarıyla küçük kahve dükkânı kapalı. Işıklardan karşıya geçip önüne varıyorum. İç kapıda açık yazıyor olmasına rağmen öyle olmadığını anlıyorum. Saat 12 civarı olmalı, acaba diyorum öğleden sonra mı açıyorlar pazar günleri. Güzel bir park var, içinden Alanos Deresi akan ve bizim coğrafyada denize ulaşan. Üzerinde de ahşap köprüler. Biraz dolaşıyor, sokak aralarında yolu uzatıyor, yeniden varıyorum kahve dükkânına. Aslında bir ara vazgeçer gibi oluyorum, sonra demir tavında dövülür diyerek bir şans daha veriyorum ve bingo.

Bir arabadan yaşça büyük iki insan iniyor. Ben yürümeyi kesmiyorum. Ve beyefendi dış brandaları açıyor. Biraz zaman vermek için kısa bir tur daha yapıyor ve tekrar geliyorum. Masalardan birinde ikisi kadın dört kişilik bir grup var. Oysa ilk gelen ben olurum diye düşünüyordum. Bulvara bakan masalardan en yakın durana oturuyorum. Sırt çantamı bırakıp içeri geçiyorum ki küçük bir kahve dükkânı sandığım yerin içeride de masalar var ve üstelik çok hoş düzenlenmiş bir alan. Şaşkınım. "Bir Amerikano lütfen," diyor, bu arada şaşırdığımı da beyan ediyorum; sonradan baba olduğunu anladığım beyefendiye. O grup kahveleri yapan elemanın henüz gelmediğini, oğlunun da biraz rahatsız olduğunu  söylüyor beyefendi. "O zaman bir Türk kahvesi, şekersiz lütfen," diyorum.


Kitabımı açıyorum. Minik şekerlemeler eşliğinde ve bulvar tadıyla kahvemi yudumluyorum ki çok beğendim. O ara dörtlü grup kalkıyor, onlar çıktıktan sonra da iki hanımefendi geliyor ve benim yalnız sandığım kahvecinin insanlar için bir nefes noktası olduğunu anlıyorum.


Ödeme için içeri geçtiğimde övgülerimi ve ilk düşüncelerimi zevkle açıklıyor, şaşkınlığımın altını bir kez daha çiziyorum. Öğretmen emeklisi olduğunu düşündüğüm ama sormadığım beyefendi çok mutlu oluyor ve neredeyse tüm hikâyeyi anlatıyor.  Epeyi bilgiyle ayrılıyorum mekândan ve onları paylaşmayı hayal ettiğim kahveyi, hayal ettiğim biçimde içeceğim güne saklıyorum.

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP