Jale Sancak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Jale Sancak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Nisan 2023 Pazar

O Bir Jale

Yakın bir zamanda Sevgili Geçmiş Zaman Mimozası'nın bir yazısına yazdığım yorumun içinden şu kelimelerin olduğu bir cümleyi de geçirmiştim: "Benim en bayıldığım yazarlardan biri, yakın çağdan, öykücü ve romancı jale Sancak'tır. Okumadıysan daha önce, bir göz atmanı öneririm."

Sonra, şu ara son kitabı Lodosla Gelen'i okumakta olduğum ve elimde en çok kitabı olan bu öykücü-romancıyla geçirdiğim okuma zamanlarımın şu ana kadar ki fotoğrafını çekmek ve tarihime bir not düşmek fikri geçti kafamdan ve bir filme ek olarak kitabından da kısaca söz ettiğim, yıllar öncesinin bir yazısından bir kaç cümleyi de buraya taşıdım:

Kitapları kurcalarken iki kitap yapıştı elime; şimdilik birinden söz edim sizlere...

Yıllar önce, her zamanki tavrımla kapağına bakıp içinde dolaşarak, hakkında hiç bir bilgiye sahip olmadan o anki kararımla satın aldığım, ama bu kez adının kararımda fazlasıyla etken olduğu, Jale Sancak 'ın Bu Gece Pera'Da'sıdır bu.


Kitabı her elime aldığımda, sevdiğim şehrin sevdiğim semtinin sokak aralarında, o sokakların mekânlarında dolaşmış olmanın keyifli soluklanmaları esnasında, kahramanlarının yamacında çay içerken bulurum kendimi...

Bana ilk okuduğumda öyle hissetirmişti, hâlâ da öyle hissetirir; ilk okuduğumda kimdir nedir bilmediğim bir yazarın ilk kitabı olarak...

Ama top 10 listesi yaparsam eğer kendime, her top 10 listemde bu kitabın olacağı kesin...

Bendeki 1989 baskısının arkasında yazan şu cümlelerden yola çıkarsam eğer:

Bu Gece Pera'Da, son yıllarda sayıları ve etkinlikleri hızla artan kadın yazarlarımıza bir yenisini daha ekliyor: Jale Sancak. Şimdiye kadar adını hiç duyurmamış genç bir yazar. Ancak, Bu Gece Pera'Da, bir ilk kitap olmanın çok ötesinde, usta bir yazarın özelliklerini taşıyor; yazarın dili kullanmaktaki ustalığı, öykülerindeki kurgu, anlattığı insanlara olağanüstü bir sevgiyle yaklaşışı ve bunu başarışıyla edebiyatımızda 'olay' olmaya aday bir kitap. Baştan sona bir düş sıcaklığında anlatılan bu şiir dolu öykülerin edebiyatımıza yeni bir ses getirdiği kanısındayız.


Sonra bazı yazılarımın içinden ona dair geçirdiğim sözcükleri de taşımak geldi aklıma, mesela Uyuyan Güzel'den toplu bir kitap yazısının içinde şu kelimelerle söz etmişim:

 ... Az önce bitirdim Vahide'nin hikâyesini; ödüm koptu mutsuz sonla bitecek diye! Jale Sancak işte! Gözlemleri kuvvetli, kalemi masalcı, güzel insanların, mekânların ve duyguların efendisi... Şu yanımdaki kahvesi dabıl şat, şekeri tek, sütü dik duran esmer şekeri aşmış ölçüde, kahvesi 4 dakika dinlendirilmiş, sütü mikrodalgada 40 saniye ısıtılmış ama senkronize edilerek aynı anda kahve ile buluşturulmuş sütlü sabah kahvesi tadında, kesinlikle! Çok seviyoruz kendisini, elde değil! Ama balık pişirici abi ve Hristo da muazzam."


Ve eklemişim yine toplu bir kitap yazımın içine, bu kez onun Tanrı Kent adlı öykü kitabından aldığım tadı:

Onun dilinin sıcaklığından, kalbinin güzelliğinden ve hayatın köşe bucağından bulup çıkardığı kahramanlarından ve o hayatları duyarlı dokunuşlarla ve edebi bir gazeteci lezzetiyle hayatıma katıyor olmasından mesudum.

Bu mesud insan aslında 2017'de çıkmış ama kaçırdığı, ancak 2020'de başka bir yayınevinden çıkınca fark ettiği kitabı elbette hemen almış, Cola'nın buz ve limonla aromalanmış, bitince yeni bir bardağı çağıran son yudumu gibi sona bırakmıştı.

Bir başka kitaptan ona geçince başlangıçta o şiirsel dile ve kurmaca olmayan şiirsel hikâyelere adapte olmakta zorlandım. Ne zamanki onun hissiyatları ile aynı düzleme geldim, işte o zaman akıp gitti kitap.

Konu İstanbul, kahramanlarımız semtler ve o semtlerdeki küçük hayatların sarsıcı hikâyeleri.

Ve aslında; "Yüksekkaldırımdan yukarıya, genelev sokağına vuranlar, delikanlılar, ergenler, sancısı tutmuş adamlar... Yukarıdan, Galip Dede Cadde'sinden, bir kadının içinde kaybolma arzusuyla şahlanıp genelev sokağına inenler. Hiç gitmediğin, lakin yüreğinle anlamaya çalıştığın uzak, tenha, umursanmamış yalnızlığa mahkûm edilmiş şehirlerden kopup gelenler... Yılışık gülüşlerin bir kıyısında utanç, arsız bakışların arkasında hüzün ve öfke, pervasız sözlerde korku gizli." cümleleri ile sert bir giriş yaptığı ama olağanüstü güzel renklendirdiği Galata ile başlıyor bu okuma... ve sonrasında seline kaptırıp orasından orasına sürüklüyor, İstanbul'un!

Okurken; bildiğim, gezdiğim ve sevdiğim semtlerin küçük hikâyelerini onun gözünden okumak kaçınılmaz olarak gaza getirdi beni. "Ah İstanbul'da olsaydım şimdi!" dedim: Çünkü hikâyelerin izinde dolaşmak, bildiğim, gördüğüm semtlere biraz da nüanslı dokunmak istedim. İstanbul'da yaşayanlara özendim, "Onun anlatımı üzerinden şehri fotoğraflamak ne güzel olurdu," dedim.*

*Biri Maceralı Biri Şiirsel İki Güzel Okuma başlıklı yazının ikinci bölümünden.

30 Ekim 2020 Cuma

Biri Maceralı Biri Şiirsel İki Güzel Okuma

Alain Guyard; hayal dünyası üzerine araştırmalar yapan, üniversitelerde ve liselerde felsefe dersleri veren, bu eğitim programını kodese taşıyan; yazı dili zaman ve mekâna uygun ve de hiç tanımadığım bir yazar ki bu Türkçe'de çıkan ilk romanı.

Edepli bir kaç okumanın ardından  konu suç dünyası ve onun mekânı kodes olunca doğal olarak  kitabın dilindeki -evlere şenlik- argo kullanımı, terbiyeme dokundu! Okuduğum süre boyunca çevirmen Nazlı Ceyhan  Sümter'e -alışana kadar yadırgayıcı gelse de bünyeye- sakınımsız, başarılı ve sansürsüz aktarımından dolayı sürekli övgüler gönderdim.

Çok zevkli bir okumaydı. Karakterler ilginç, anlatım ve çeviri şahane, sürekli ters köşeye yatıran, sürprizler yapan, akıp giden, suç mu desem, polisiye mi desem, macera mı desem, düzen eleştirisi mi desem bilemediğim ama bayılarak okuduğumu ve çok eğlendiğimi bildiğim, bunun filmini yapsalar dediğim, yorucu olmayan eğlenceli bir ara sıcak diye nitelenebilecek ama hiç de hafife alınamayacak, entelektüel düzeyde bir avantür film tadında, güzel bir okumaydı!

İçki, kadın, suç örgütleri, uyuşturucu, seks, felsefe, güzel Fransız şehirleri, barlar, kulüpler, bahisler, karakterlerin geçmiş hikâyeleri, silah, gelenekler, Kant, Sartre, Schopenhauer, Marx, Sokrates ve diğerleri... hepsi Kodes'de! Okur da kitabın içinde... Üstelik bazı karakterleriyle Fransa hükümetinin bazı Afrika ülkelerindeki operasyonları üzerinden siyasal eleştiriler de yapan, bunları içeriğinden küçük bir kitaba pek güzel yerleştiren, dilimin ucuna gelmişken esirgemeyeceğim üzere fırlamanın âlâsı ve hergelenin önde gideni, sevilesi bir yazar Alan Guyard; dolayısıyla başkarakter Lazare Vilain!

Nasıl bir yazma ve tasvir becerisi ise okumuyor, sanki tüm mekânlarda; misal barlarda dumanaltı oluyor, Kodesdeki nemli, pis ve rutubetli kokuları dahi alıyorum.  Oysaki topu topu 264 sayfalık bir kitap. Sanki beni uykumun bir yerinde aldılar bahse konu anlatımların içine, yani mekânlara soktular, bir sürü tanıklıkla birlikte bir sürü insanla tanıştım, tüm dış mekânlarda bulundum, bahis oynadım, içtim, yedim sonra da bir baktım ki yatağımdayım. Küçükken babannemden dinlediğim, kulaklarına asılınca emir bilip hikayedeki karakterleri sabahına yetiştirecek Cin hikâyeleri gibi!

Yani, geniş bir skalada farklı türde kitaplar okumayı ve keşfetmeyi seven ben, Kodes'e bayıldım; çok zevkli bir okumaydı, bir kez daha altını çizersem... eyvallah! Fakat sizin kitap yelpazeniz nereden başlar nereye uzar bilemem ve yanıltıcı da olmak istemem açıkçası, biraz da bu nedenle kitaptan, arka kapağında da olan bir bölümü şöylece bırakıyorum:

"Seni canlandıran nedir, hocam? Seni, Lazara Vilain'i hayatta tutan? Bize neden bulaşıyorsun? Kimsin sen? Bunun bir eğlence olduğunu mu sanıyorsun? Hayatın bir oyun olduğunu falan... Hayır, hayat bir oyun değil... Bir savaş, bir sınıf savaşı ve benim kocam bu uğurda canını verdi(...)

Sana bir şey söyleyeyim mi... Bir züppe gibi daldın bu işe; herhalde sefaletin ön sıralarında oturmak tatlı geldi(...)

Bir burjuvaya dönüşüyorsun, olan bu. Yasadışı bir burjuvasın ama neticede bir burjuvasın."







Ve jale Sancak... Ve Tanrı Kent



"Jale Sancak işte; güzel insanların, mekânların ve duyguların efendisi; gözlemleri kudretli, kalemi masalcı, gözlemci ama eleştirel ve duygulu kadın... Bir de yumuşakça ve sevgiyle de anlatılabildiğini gösteriyor ya kendisi, tüm sert eleştirileri.... Şu yanımdaki kahvesi dabıl şat, şekeri tek, sütü dik duran esmer şekeri aşmış ölçüde, kahvesi 4 dakika dinlendirilmiş, sütü mikrodalgada 40 saniye ısıtılmış ama senkronize edilerek aynı anda kahve ile buluşturulmuş sütlü sabah kahvesi tadında kendisi, kesinlikle! Çok seviyoruz kendisini, elde değil!*"

 



                                                                             ...........


"Kitapları kurcalarken iki kitap yapıştı elime; şimdilik birinden söz edeyim sizlere....

Yıllar önce, her zamanki tavrımla kapağına bakıp içinde dolaşarak, hakkında hiç bir bilgiye sahip olmadan o anki kararımla satın aldığım, ama bu kez kitap adının kararımda fazlasıyla etken olduğu, Jale Sancak 'ın ''Bu Gece Pera'da''sıdır bu.

Kitabı her elime aldığımda, sevdiğim şehrin sevdiğim semtinin sokak aralarında, o sokakların mekânlarında dolaşmış olmanın keyifli soluklanmaları esnasında, kahramanlarının yamacında çay içerken bulurum kendimi...**


 

Daha önceki yazılarımdan alıntıladığım cümlelerimden anlaşıldığı üzere ne kitabı çıksa, bazıları onun derlediği seçkiler de olsa alan, okuyan, Onun duygularına hayran bir okuruyum.

Onun dilinin sıcaklığından, kalbinin güzelliğinden ve hayatın köşe bucağından bulup çıkardığı kahramanlarından ve o hayatları duyarlı dokunuşlarla ve edebi bir gazeteci lezzetiyle hayatıma katıyor olmasından mesudum.

Bu mesud insan aslında 2017'de çıkmış ama kaçırdığı, ancak 2020'de başka bir yayınevinden çıkınca fark ettiği kitabı elbette hemen almış, Cola'nın buz ve limonla aromalanmış, bitince yeni bir bardağı çağıran son yudumu gibi sona bırakmıştı.

Bir başka kitaptan ona geçince başlangıçta o şiirsel dile ve kurmaca olmayan şiirsel hikâyelere adapte olmakta zorlandım. Ne zamanki onun hissiyatları ile aynı düzleme geldim, işte o zaman akıp gitti kitap.

Konu İstanbul, kahramanlarımız semtler ve o semtlerdeki küçük hayatların sarsıcı hikâyeleri.

Okurken; bildiğim, gezdiğim ve sevdiğim semtlerin küçük hikâyelerini onun gözünden okumak kaçınılmaz olarak gaza getirdi beni. "Ah İstanbul'da olsaydım şimdi!" dedim: Çünkü hikâyelerin izinde dolaşmak, bildiğim, gördüğüm semtlere biraz da nüanslı dokunmak istedim. İstanbul'da yaşayanlara özendim, "Onun anlatımı üzerinden şehri fotoğraflamak ne güzel olurdu," dedim.

Tanrı Kent, Kıyıya yüz süren dalgaları dinle, alt başlığı ile Hasköy; Birden üç el silah sesi, alt başlığı ile Nişantaşı; Kasette Müslüm Baba, jiletler aleste, alt başlığı ile Fener; Geyikler ırmaktan su içer duvardaki resimde, alt başlığı ile Gazi Mahallesi; Denizin türküsünü söyleyen eski iskele, alt başlığı ile Ortaköy; Buralarda potinler Gucci marka, alt başlığı ile Etiler gibi onsekiz semtindeki onlarca karakteriyle her biri sekiz on sayfayı geçmeyen öykülerde akıp gidiyorken: Arabesk aşklar, raconlar, eski hâlleri işgal etmeye başlayan yeni hâller, zaman içinde semtlerdeki küçük hayatların büyük hayatlara yenik düşmesi ile başlayan doku değişimleri, Nişantaşı'nın iki yüzü  arasındaki uçurumlar, Ortaköy karakterleri, Sulukule'de başkaya evrilen ve onu var eden dokunun kenara itilmesine ve yok olmasına neden olan rant hikâyeleri, yazlık sinemalarıyla birlikte film anonsları yapan araçların sokaklarından yok olduğu Kuzguncuk ve bunları oya gibi işleyen, kısa hikâyelerde kocaman sepya  fotoğraflar çekerek dünü yaşatırken, bakmadıklarımızı da görmemizi sağlıyor ve aynı zamanda bugünün renkli fotoğraflarını da kazıyor zihnimize, jale Sancak. 



Ve aslında; "Yüksekkaldırımdan yukarıya, genelev sokağına vuranlar, delikanlılar, ergenler, sancısı tutmuş adamlar... Yukarıdan, Galip Dede Cadde'sinden, bir kadının içinde kaybolma arzusuyla şahlanıp genelev sokağına inenler. Hiç gitmediğin, lakin yüreğinle anlamaya çalıştığın uzak, tenha, umursanmamış yalnızlığa mahkûm edilmiş şehirlerden kopup gelenler... Yılışık gülüşlerin bir kıyısında utanç, arsız bakışların arkasında hüzün ve öfke, pervasız sözlerde korku gizli." cümleleri ile sert bir giriş yaptığı ama olağanüstü güzel renklendirdiği Galata ile başlıyor bu okuma... ve sonrasında seline kaptırıp orasından orasına sürüklüyor, İstanbul'un!
.





*Yazarın onu tanımayanlar için iyi bir başlangıç olacak Uyanan Güzel adlı son romanı ile ilgili ve yazının ikinci paragrafından alınmış cümleler.

**"Bu Gece Pera'da"dan  bahisli yazıdaki filmden sonraki paragraftan.

3 Ocak 2020 Cuma

Mektuplarıma Değişik Zamanlarda Kitaplar Sızmış

... Bu arada Herta Berlin* abla hakikaten ilginç; ilk defa bu üslupta bir romana rastlıyorum; bir okur için sıkıcı ve zor olabilir ama ben okuyorum valla; bişi de anlıyorum, ama kendisine hayran kaldım mı, hayır! Bir kere ideolojik ve siyasal yaklaşımı açısından ve fotoğrafından yaptığım karakter analizinden yola çıkarsam; abla sen halt etmişsin, derim! Lakin bir roman işte bu, diye bakarsam, şimdilik bir sorunum yok kendisi ile. Yeni başladığım kitabının girişindeyim, kendisi ile iyi bir ilişkimiz olacak gibi! Tilki ise garip bir okuma serüveni oldu benim için, farklı bir üslup okey, itici duruyor alışkın olmayan bedende, buna da okey, bu da ne lan yazar bayan, diyorsun, buna da okey, ama sonuçta merak edip bitiriyorsun; hatta aklında olaylar ve karakterler kalıyor, görsel manada da bir film izlemişim ben yahu, diyorsun... Enteresan bir durum yani?!!



... Az önce bitirdim Vahide'nin hikayesini; ödüm koptu mutsuz sonla bitecek diye! Jale Sancak işte; güzel insanların, mekanların ve duyguların efendisi; gözlemleri kudretli, kalemi masalcı, gözlemci ama eleştirel ve duygulu kadın... Bir de yumuşakça ve sevgiyle de anlatılabildiğini gösteriyor ya kendisi, tüm sert eleştirileri.... Şu yanımdaki kahvesi dabıl şat, şekeri tek, sütü dik duran esmer şekeri aşmış ölçüde, kahvesi 4 dakika dinlendirilmiş, sütü mikrodalgada 40 saniye ısıtılmış ama senkronize edilerek aynı anda kahve ile buluşturulmuş sütlü sabah kahvesi tadında kendisi, kesinlikle! Çok seviyoruz kendisini, elde değil! Ama balık pişirici abi ve Hristo da muazzam.



... Önce, dedim abi sen ilk ya da ortaokul öğrencileri için mi yazdın bu kitabı. Sonra aldı götürdü beni. Yazarın üslubundan yola çıkarak sen ne uyanık bir adamsın lan, dedim. Fırlama bi şahsiyet, fırlama bir üslupla öyle akıcı bi roman yazmış ki, neredeyse 160 sayfalık kitabın yarısına geldim. Sanki bir film izler gibiydi?! Valla ben ünlü bir yönetmen olsam, bunu film yaparım; eğlenceli ve aslında eleştirel bir -siyasal- gözlem romanı kendisi. Sevdim yani; kitabı bitirmek üzereyim; bugün, olmadı yarın işlem tamam gibi. 10-15 sayfa falan kaldı ki bu sayfalarının hepsi dolu bir kitap sayfası da değil. İlginç bir kurgusu var kendisinin, toplam sayfanın üçte biri boş; herhalde iki, üç farklı olayı ayrı ayrı yazmış, sonra bir paralel evren kurgusu yapmış, dolayısı ile bazı sayfaların yarısı boş kalmış! Fantastik ögeleriyle birlikte çok eğlenceli yahu...



... D vitamini candır bayanım, taze bedenlerin ihtiyacıdır kendisi, for example çocukluk. Bu arada Mucizevi Mandarin, ya!.. Ben; şu ukala, yerli yazarlara mesafeli duran mal ben yüzünden neler kaçırmışım aslında! Gerçi kuraklık mevsimlerinin yüzünden deyip suçu inşaatta çalışan, hem proleter, hem kapitalist bene de atabilirim. Bayıldım kendisine, bu kadar duru ve de edebi ve de bir film izletircesine yazmak yaa... aynı ben!!! Bir de işin içine başka ülkeler, başka şehirler girince bana sahip olmak çok kolay gibi... Prag candır, henüz kitabın ortasındayım ama içinde Prag geçince işte, memleket hasreti gibi tüttü gözümde; kendimi bizim mahallede bir barda görüverdim, biralar masaları dolaşan trenlere yüklenerek geliyordu. Kapitalist yanım verimliydi, biraz da onun özgüveni ile coşmuş ve şımarmış olabilirim!! Lakin bayanım; kitaptan önce mi yoksa kitabın etkisi ile mi oldu şimdi ayıramıyorum; muhtemel ki kitaptan önceydi ve benimle aynı segmentte sayılabilecek bir yazar da bahsedince sütlü neskafeden; dün aldığım bisküvilere eşlik için yapayım dedim kendime bir sütlü kahve. "Yeni yazacağım romanın," düşlerini kurarak tüketeceğim kendisini... Üstelik hava ve saha şartları okumaya müsait, içimde fena halde yazma arzusu var ve ben ne yapacağını şaşırmış, bir şaşkınım. Okusam mı yazsam mı ikilemi arasındayım lakin tembel yanım oku da bitir şu kitabı, diyor. Yazmak için bana bulaşma beni rahat bırak, diye de açıklama yapıyor. Öyle işte, malum, disiplinli bir şekilde sabah rutinlerini halletmem lazım. Sonra da kitabı bitirmem!..


 
... Valla bırak bırakabilirsen listesinde önemli bir yer tutar kendisi! Bir de insanı bir başka dünyaya taşıyor ve sanki bir başka yerde ruhunu dinlendiren bir insan şekline sokuyor. Üstelik sen de yaz, gez- toz, yemek ye, sanat olaylarını takip et şeklinde motive de ediyor. Meraklandırıcı, eğlendirici, heyecanlandırıcı bir film kesinlikle. Sonuçta Fransa işte! Yazarı tanımlamam gerekirse kısaca şöyle diyebilirim; piçin önde gideni. Fena bir hergele ve okuyucuyla bir oyun oynuyor ve seni de o oyuna dahil ediyor; akıcı ve gündelik bir dil, muhteşem kurgu ve illaki hergele bir tutum. Başka kitaplarına bakacağım kendisinin. Tam bir tatil, yol, canım sıkıldı, şu dünyadan kopayım kitabı!. Sanki Piazza denilen mel'un yerin terasında dünyanın en güzel manzaralarından birine bakarken tüketilen hamburgerin ve kolanın keyfi tadında... Her ne kadar bu benzetmem özendiğim anlatılar üzerinden olsa da, aynı mekanda insan sanki Avrupa'nın en güzel yerinde tatildeymiş gibi de hissedebilir kendisini. Bir serotoninlenme hali yani, diye de düşünüyorum; bahse konu yere gıcık olan biri olarak!

 

... İsmail Kadare candır bu arada, sanırım diğer kitapları ile de ilgileneceğim. Okuduğum kitabın ilk sayfasından beri, A..ha bir Kasabanın Sırrı daha, diyorum; biraz da Tütün-Sarı Dünya'nın mizahlandırılmışı. Abi hem iyi bir gözlemci hem de mizahı çok güzel... hem de ideolojinin pratiğini eleştirme biçimi süper; üstelik kısacık kitapta! Kesinlikle filmlik bir kitap! Bir de klişeleri öyle tatlı kullanmış ki, üstelik bir işgali anlatırken. Nazi Subayı ise enteresan bir kişilik, anlatının başarısı sayesinde, kendisini resmedebilirim bile.



... Dün şu Gözlemevi adlı kitaba başladım, önce kavramakta güçlük çektim, girişi pek etkileyici idi; bluz, meme, tuz tadı gibi kelimelerin geçtiği bölüm: insanın hayal dünyası işte, gördüğü güzel şeyleri hatırlıyor! Ve planktonlar var, kitabın içinde! Sonuçta "it" yüzünden yarım bıraktım. Fakat bu sabah baştan başladığımda, bazı şeyleri oturttum, daha anlaşılır oldu her şey ve bayıldım üslubuna. Tamam anlamadığım mevzular var içinde, en azından teknik durumları bilmiyordum, lakin tümden gelim metodu sayesinde, bilinçsizce tabii, her şey anlaşılır oldu birden. İlginç bir kitap ve ben sevdim.  Kısa olması itibari ile de bugün muhtemelen biter. Yazarın diğer kitapları ile de ilgilenmek elzem oldu!



... Okuduğum yeri geri dönüp tekrar okumaya başladığım kitaplar ki bu tadına bayıldığımdan değil, kendimi verip de anlamadığımdan geri döndüklerim; sonrasında en sevdiğim kitaplar hanesinde kendilerine ait müstesna bir yer buluyorlar. Gerçek Hayat bunlardan yeni bir tanesi. Ondan çok şey öğreniyorum; bazen, okumaya ara verdiğim esnada üzerine blog için hayalimden çok güzel yazılar yazıyorum; gerçi  yazar da benim yazılarımdan alıntılar yapmış, benim benzetmelerimden kullanmış kitabında, mesela asılı kalmak, gibi... Şu romandaki kadın yazarlar meselesine de dalmak, kitaplarını okumak istiyorum; bugüne kadar, bildiklerimin hiç birinde yazdıkları ve hissiyatları üzerine bir merak oluşmamıştı. Ama kitap ve elbette ilk kez okuduğum yazarın saygı dili sayesinde bu kadın yazarları kendi kitaplarından okumam, onları, ilk kadın yazarlarımızı daha çok tanımama ve belki de kendilerini kahramanlarım yapmama sebep olabilir! Oylum Yılmaz kesinlikle güzel ve okuru besleyen bir roman yazmış; takdir ettim fazlası ile kendisini, bir hayranıyım artık. Kitap bugün bitecek; bir de bir gün birisi filmini ya da dizisini yaparsa... demiştin, dersin. Ben kesin yapardım. Kısa senaryosu bile hazır. Kafamda!!



... Olayın diğer tarafındaki küçük hikayelerden oluşan, kesinlikle küçük ama çok etkili bir kitap; ikinci dünya savaşı ve arkasını, oradaki sivil ve masum hayatı merak edenlere kesinlikle çok şey katıyor ki benim 10 sayfam kalmıştı sabah... ve gün içinde hiç fırsatım olmadı, birazdan tamamdır ama! Kitabı çok beğendim: içinde tren var, üstelik istasyon istasyon geziyoruz ve bu istasyonlarda büfeler var, ayrıca tren restoranlarında takılıyoruz, gittiğimiz mekanlarda bahşiş veriyor klasik müzik çaldırıyoruz, bazı otellerde kalıyoruz ve iz sürüyoruz, anılar da var elbet! Bir de 131 sayfalık bir kitapta bunları anlatmadaki lezzet önemli! Haa, konuya ilgisi olmayan, içinden trenler geçmeyen biri ne der, onu da bilemem!



... Bu arada kitap çok güzel, ilk yirmi sayfada makinistler, şahane bir baş makinist ve lokomotifler vardı. Ve Platonov ya! Bi ara keşke yaşayan bir yazar olsaydı da daha çok kitabını okuma şansım olsaydı, diye düşündüm. Dün saat geç olmasına rağmen 50. sayfayı geçtim ki valla şahsımın son dönem performansı açısından büyük başarı! Üstelik okuma konusunda fena gaza getiriyor insanı Platonov şahsı! Kitabın 406 sayfa olduğu düşünülünce ben bu kitabı en fazla, en tembel okuma modunda dahi 10 günde bitireceğim gibi gözüküyor. Kendisine Mutlu Moskova'dan** beri bayılmaktayım ayrıca. Kitapta da 130'a falan geldim yahu! Bugün iki yüzü bile bulabilirim, öyle bir potansiyel görüyorum kendimde, hatta dün yatarken okuyordum ki gözüme kirpik değince istemesem de, gözyaşıları arasında bırakmıştım. Sovyet Devrimine başka bir taraftan bakmak güzel oluyor, adamın dili zaten çok sevimli, ince de bir mizahı var ki tadından yenmiyor. Bir de hep trenler, istasyonlar işte... Bir de Rusya yahu!



... Bu Lupita Ablanın hikayesinin dili de Sombrero gibi, past continuous tense... hatta ben Sombrero'yu okurken yazarın Latin olduğunu bile düşünmüştüm bi ara! Dolayısı ile aynı sesleri ve vurguları yaparak okuyorum, gözlerimle. Lupita tamamdır, her ne kadar bitişi çok yumuşak olsa da -genel gidişi bir polisiye olarak alırsak- bitiş hafif kalsa da güzel kitaptı vesselam. Bir kere Meksika'yı tanıdık... benzer ülkelerdeki siyaset kirliklerini bir kez daha teyit ettik... ayakkabı kutularının sadece ayakkabı kutusu olmadığını ve evrensel bir değer olduğunu öğrenmekle ülkemin bunun dışında kalmamış olmasına sevindim! Artçıları güzel bir romandı ve genel gidişi de şahane idi, kesinlikle! Bak, tekila içesim geldi birden! Yüksekova'nın canını yerim ben be; kardeş şehri de var artık! Yalnız kitaba gittikçe daha çok bayılıyorum. Bir politik kara mizah romanı olarak değerlendirmek gerek sanki, o zaman her şey yerine oturur gibi. Bu yazar abla Sombrero'nun yazarından daha edepli ve de daha edebi bi fırlama... Çok takdir ettim kendisini!




*Hertha Berlin futbol takımı üzerinden, yazarla ilgili ilk izlenimlerim sonucunda mektupta yer alan, karşının algılayabildiği esprili bir göndermedir! 

**Mutlu Moskova, için buradan lütfen!

29 Mayıs 2009 Cuma

Hafta Sonu İçin Öneriler:Bir Kitap İki Film

Hafta sonu keyfinin kahvaltı masasında, belki de gün içinin sakin bir saatinde, bir şeyler atıştırırken ya da bahar güneşine yaslandığınız bir bankın sessizliğinde okumak ya da izlemek isterseniz diye blog: Kendi sevdiği, sizin de sevebileceğinizi tahmin ettiği; hiç yormadan, sarsmadan, sıcak sözler edip keyifli anlar yaşatabilecek üç öneriyi paylaşmak istedi bugün...

Bir Film:Expres Kasa

Hayata dair sıcak sözler eden, tavuk suyuna çorba tadındaki bu filmin bütünündeki anafikir: ''Benim Küçük Günışığım''filmindeki dedenin,'' gerçek kaybeden,kazanamayan değildir; gerçek kaybeden, kaybetmekten o kadar korkar ki kazanmayı denemez bile''cümlesinin bu kez Morgan Freeman'ın canlandırdığı karakterin bir günlük dostluğunda, Paz Vega'nın başardım cümlesiyle hayat bulmasıdır.

Çok keyifle izlenebilecek, ''hayatta bazen rotayı değiştirmek gerekir''diyen, neşeli bir filmdir Expres Kasa; sevdiğiniz insana dair karakter analizleri yapan, bunu yaparken güzel sözler eden filmlerse eğer!


Bir Kitap: Bu Gece Pera 'da


Kitapları kurcalarken iki kitap yapıştı elime; şimdilik birinden söz edim sizlere....

Yıllar önce, her zamanki tavrımla kapağına bakıp içinde dolaşarak, hakkında hiç bir bilgiye sahip olmadan o anki kararımla satın aldığım, ama bu kez adının kararımda fazlasıyla etken olduğu, Jale Sancak 'ın ''Bu Gece Pera'da''sıdır bu .

Kitabı her elime aldığımda, sevdiğim şehrin sevdiğim semtinin sokak aralarında, o sokakların mekanlarında dolaşmış olmanın keyifli soluklanmaları esnasında, kahramanlarının yamacında çay içerken bulurum kendimi ...

Bana ilk okuduğumda öyle hissetirmişti, hala da öyle hissetirir; ilk okuduğumda kimdir nedir bilmediğim bir yazarın ilk kitabı olarak...

O gün bugündür aynı yazarın bir başka kitabını okumadım. Ama top 10 listesi yaparsam eğer kendime, her top 10 listemde bu kitabın olacağı kesin...

Bendeki 1989 baskısının arkasında yazan şu cümlelerden yola çıkarsam eğer:
''Bu Gece Pera'da, son yıllarda sayıları ve etkinlikleri hızla artan kadın yazarlarımıza bir yenisini daha ekliyor: Jale Sancak, şimdiye kadar adını hiç duyurmamış genç bir yazar. Ancak, Bu Gece Pera'da, bir ilk kitap olmanın çok ötesinde, usta bir yazarın özelliklerini taşıyor; yazarın dili kullanmaktaki ustalığı, öykülerindeki kurgu,anlattığı insanlara olağanüstü bir sevgiyle yaklaşışı ve bunu başarışıyla edebiyatımızda'olay'olmaya aday bir kitap. Baştan sona bir düş sıcaklığında anlatılan bu şiir dolu öykülerin edebiyatımıza yeni bir ses getirdiği kanısındayız.''
''Ses getirdi mi,o sesler size uzandı mı, edebiyatımızda olay oldu mu?'' bilmiyorum, o günden bugüne...Ama başta da dediğim gibi dokuz öyküden oluşan 80 sayfalık bu kitap benim en'lerimdendir. Tavsiye ederim:))


Bir Film:Düğünler ve Cenazeler


Minimalist bir ev, güzel sokaklar, güzel müzikler, üç kadın, yasını tutamamış bir anne, mimari çizgilerindeki köşeler kadar hayata düz ve kuralcı mimar bir eski koca, müzisyen bir kiracı...İlişkiler, yüzleşmeler...Neşe, acı...Estetik kaygılar taşıyan bir sinema dili...Hoş kamera açıları...Dekarasyon dergilerine çekilmiş fotoğraflar tadında kareler...İronik göndermeler...Derinlik arzeden diyalogları ve oyunculuklarla şık analizlere olanak veren; gecenin sakinliğine eşlik eden bir bahar esintisinde keyifle izlenebilecek, Norveçli yönetmen Unni Straume tarafından yönetilmiş, Goran Bregoviç'in hem müziklerini yaptığı hem de oynadığı İsveç-Norveç ortak yapımı güzel bir ''Kuzey Avrupa Sineması'' örneği; güzel bir film.

Not:Ragla ya da bir kadeh şaraba eşlik edebilir.

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP