Sonra, şu ara son kitabı Lodosla Gelen'i okumakta olduğum ve elimde en çok kitabı olan bu öykücü-romancıyla geçirdiğim okuma zamanlarımın şu ana kadar ki fotoğrafını çekmek ve tarihime bir not düşmek fikri geçti kafamdan ve bir filme ek olarak kitabından da kısaca söz ettiğim, yıllar öncesinin bir yazısından bir kaç cümleyi de buraya taşıdım:
Kitapları kurcalarken iki kitap yapıştı elime; şimdilik birinden söz edim sizlere...
Yıllar önce, her zamanki tavrımla kapağına bakıp içinde dolaşarak, hakkında hiç bir bilgiye sahip olmadan o anki kararımla satın aldığım, ama bu kez adının kararımda fazlasıyla etken olduğu, Jale Sancak 'ın Bu Gece Pera'Da'sıdır bu.
Kitabı her elime aldığımda, sevdiğim şehrin sevdiğim semtinin sokak aralarında, o sokakların mekânlarında dolaşmış olmanın keyifli soluklanmaları esnasında, kahramanlarının yamacında çay içerken bulurum kendimi...
Bana ilk okuduğumda öyle hissetirmişti, hâlâ da öyle hissetirir; ilk okuduğumda kimdir nedir bilmediğim bir yazarın ilk kitabı olarak...
Ama top 10 listesi yaparsam eğer kendime, her top 10 listemde bu kitabın olacağı kesin...
Bendeki 1989 baskısının arkasında yazan şu cümlelerden yola çıkarsam eğer:
Bu Gece Pera'Da, son yıllarda sayıları ve etkinlikleri hızla artan kadın yazarlarımıza bir yenisini daha ekliyor: Jale Sancak. Şimdiye kadar adını hiç duyurmamış genç bir yazar. Ancak, Bu Gece Pera'Da, bir ilk kitap olmanın çok ötesinde, usta bir yazarın özelliklerini taşıyor; yazarın dili kullanmaktaki ustalığı, öykülerindeki kurgu, anlattığı insanlara olağanüstü bir sevgiyle yaklaşışı ve bunu başarışıyla edebiyatımızda 'olay' olmaya aday bir kitap. Baştan sona bir düş sıcaklığında anlatılan bu şiir dolu öykülerin edebiyatımıza yeni bir ses getirdiği kanısındayız.
Sonra bazı yazılarımın içinden ona dair geçirdiğim sözcükleri de taşımak geldi aklıma, mesela Uyuyan Güzel'den toplu bir kitap yazısının içinde şu kelimelerle söz etmişim:
... Az önce bitirdim Vahide'nin hikâyesini; ödüm koptu mutsuz sonla bitecek diye! Jale Sancak işte! Gözlemleri kuvvetli, kalemi masalcı, güzel insanların, mekânların ve duyguların efendisi... Şu yanımdaki kahvesi dabıl şat, şekeri tek, sütü dik duran esmer şekeri aşmış ölçüde, kahvesi 4 dakika dinlendirilmiş, sütü mikrodalgada 40 saniye ısıtılmış ama senkronize edilerek aynı anda kahve ile buluşturulmuş sütlü sabah kahvesi tadında, kesinlikle! Çok seviyoruz kendisini, elde değil! Ama balık pişirici abi ve Hristo da muazzam."
Ve eklemişim yine toplu bir kitap yazımın içine, bu kez onun Tanrı Kent adlı öykü kitabından aldığım tadı:
Onun dilinin sıcaklığından, kalbinin güzelliğinden ve hayatın köşe bucağından bulup çıkardığı kahramanlarından ve o hayatları duyarlı dokunuşlarla ve edebi bir gazeteci lezzetiyle hayatıma katıyor olmasından mesudum.
Bu mesud insan aslında 2017'de çıkmış ama kaçırdığı, ancak 2020'de başka bir yayınevinden çıkınca fark ettiği kitabı elbette hemen almış, Cola'nın buz ve limonla aromalanmış, bitince yeni bir bardağı çağıran son yudumu gibi sona bırakmıştı.
Bir başka kitaptan ona geçince başlangıçta o şiirsel dile ve kurmaca olmayan şiirsel hikâyelere adapte olmakta zorlandım. Ne zamanki onun hissiyatları ile aynı düzleme geldim, işte o zaman akıp gitti kitap.
Konu İstanbul, kahramanlarımız semtler ve o semtlerdeki küçük hayatların sarsıcı hikâyeleri.
Ve aslında; "Yüksekkaldırımdan yukarıya, genelev sokağına vuranlar, delikanlılar, ergenler, sancısı tutmuş adamlar... Yukarıdan, Galip Dede Cadde'sinden, bir kadının içinde kaybolma arzusuyla şahlanıp genelev sokağına inenler. Hiç gitmediğin, lakin yüreğinle anlamaya çalıştığın uzak, tenha, umursanmamış yalnızlığa mahkûm edilmiş şehirlerden kopup gelenler... Yılışık gülüşlerin bir kıyısında utanç, arsız bakışların arkasında hüzün ve öfke, pervasız sözlerde korku gizli." cümleleri ile sert bir giriş yaptığı ama olağanüstü güzel renklendirdiği Galata ile başlıyor bu okuma... ve sonrasında seline kaptırıp orasından orasına sürüklüyor, İstanbul'un!
Okurken; bildiğim, gezdiğim ve sevdiğim semtlerin küçük hikâyelerini onun gözünden okumak kaçınılmaz olarak gaza getirdi beni. "Ah İstanbul'da olsaydım şimdi!" dedim: Çünkü hikâyelerin izinde dolaşmak, bildiğim, gördüğüm semtlere biraz da nüanslı dokunmak istedim. İstanbul'da yaşayanlara özendim, "Onun anlatımı üzerinden şehri fotoğraflamak ne güzel olurdu," dedim.*
*Biri Maceralı Biri Şiirsel İki Güzel Okuma başlıklı yazının ikinci bölümünden.
Tanrı keny ve yitik şarkılar kütüphanede varmış bir göz atayım.
YanıtlaSilNe güzel kütüphaneymiş o :)
SilBir adres linki google'ın...
YanıtlaSilÜstadım ne güzel bir yazınızda zikredilmek :)
YanıtlaSilÜstadım gerçek şu ki o yazın olmasa bu da olmayacaktı, blog işi bir imece derim ya hep, öyle işte:)
YanıtlaSilDolu dolu yazmışsınız ve kumru detayı çok iyi :)
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim:)
SilHiç okumadığım bir yazar, merak ettim, bakacağım mutlaka:)))
YanıtlaSilFırtına Takvimi ilgimi çekti:)
Yine harika bir yazı yazmışsınız:)))
Çok teşekkür ederim:) Ben tüm kitaplarını sevdiğim için bir fikir beyan etmiyorum:))
YanıtlaSil