30 Ekim 2020 Cuma

Biri Maceralı Biri Şiirsel İki Güzel Okuma

Alain Guyard; hayal dünyası üzerine araştırmalar yapan, üniversitelerde ve liselerde felsefe dersleri veren, bu eğitim programını kodese taşıyan; yazı dili zaman ve mekâna uygun ve de hiç tanımadığım bir yazar ki bu Türkçe'de çıkan ilk romanı.

Edepli bir kaç okumanın ardından  konu suç dünyası ve onun mekânı kodes olunca doğal olarak  kitabın dilindeki -evlere şenlik- argo kullanımı, terbiyeme dokundu! Okuduğum süre boyunca çevirmen Nazlı Ceyhan  Sümter'e -alışana kadar yadırgayıcı gelse de bünyeye- sakınımsız, başarılı ve sansürsüz aktarımından dolayı sürekli övgüler gönderdim.

Çok zevkli bir okumaydı. Karakterler ilginç, anlatım ve çeviri şahane, sürekli ters köşeye yatıran, sürprizler yapan, akıp giden, suç mu desem, polisiye mi desem, macera mı desem, düzen eleştirisi mi desem bilemediğim ama bayılarak okuduğumu ve çok eğlendiğimi bildiğim, bunun filmini yapsalar dediğim, yorucu olmayan eğlenceli bir ara sıcak diye nitelenebilecek ama hiç de hafife alınamayacak, entelektüel düzeyde bir avantür film tadında, güzel bir okumaydı!

İçki, kadın, suç örgütleri, uyuşturucu, seks, felsefe, güzel Fransız şehirleri, barlar, kulüpler, bahisler, karakterlerin geçmiş hikâyeleri, silah, gelenekler, Kant, Sartre, Schopenhauer, Marx, Sokrates ve diğerleri... hepsi Kodes'de! Okur da kitabın içinde... Üstelik bazı karakterleriyle Fransa hükümetinin bazı Afrika ülkelerindeki operasyonları üzerinden siyasal eleştiriler de yapan, bunları içeriğinden küçük bir kitaba pek güzel yerleştiren, dilimin ucuna gelmişken esirgemeyeceğim üzere fırlamanın âlâsı ve hergelenin önde gideni, sevilesi bir yazar Alan Guyard; dolayısıyla başkarakter Lazare Vilain!

Nasıl bir yazma ve tasvir becerisi ise okumuyor, sanki tüm mekânlarda; misal barlarda dumanaltı oluyor, Kodesdeki nemli, pis ve rutubetli kokuları dahi alıyorum.  Oysaki topu topu 264 sayfalık bir kitap. Sanki beni uykumun bir yerinde aldılar bahse konu anlatımların içine, yani mekânlara soktular, bir sürü tanıklıkla birlikte bir sürü insanla tanıştım, tüm dış mekânlarda bulundum, bahis oynadım, içtim, yedim sonra da bir baktım ki yatağımdayım. Küçükken babannemden dinlediğim, kulaklarına asılınca emir bilip hikayedeki karakterleri sabahına yetiştirecek Cin hikâyeleri gibi!

Yani, geniş bir skalada farklı türde kitaplar okumayı ve keşfetmeyi seven ben, Kodes'e bayıldım; çok zevkli bir okumaydı, bir kez daha altını çizersem... eyvallah! Fakat sizin kitap yelpazeniz nereden başlar nereye uzar bilemem ve yanıltıcı da olmak istemem açıkçası, biraz da bu nedenle kitaptan, arka kapağında da olan bir bölümü şöylece bırakıyorum:

"Seni canlandıran nedir, hocam? Seni, Lazara Vilain'i hayatta tutan? Bize neden bulaşıyorsun? Kimsin sen? Bunun bir eğlence olduğunu mu sanıyorsun? Hayatın bir oyun olduğunu falan... Hayır, hayat bir oyun değil... Bir savaş, bir sınıf savaşı ve benim kocam bu uğurda canını verdi(...)

Sana bir şey söyleyeyim mi... Bir züppe gibi daldın bu işe; herhalde sefaletin ön sıralarında oturmak tatlı geldi(...)

Bir burjuvaya dönüşüyorsun, olan bu. Yasadışı bir burjuvasın ama neticede bir burjuvasın."







Ve jale Sancak... Ve Tanrı Kent



"Jale Sancak işte; güzel insanların, mekânların ve duyguların efendisi; gözlemleri kudretli, kalemi masalcı, gözlemci ama eleştirel ve duygulu kadın... Bir de yumuşakça ve sevgiyle de anlatılabildiğini gösteriyor ya kendisi, tüm sert eleştirileri.... Şu yanımdaki kahvesi dabıl şat, şekeri tek, sütü dik duran esmer şekeri aşmış ölçüde, kahvesi 4 dakika dinlendirilmiş, sütü mikrodalgada 40 saniye ısıtılmış ama senkronize edilerek aynı anda kahve ile buluşturulmuş sütlü sabah kahvesi tadında kendisi, kesinlikle! Çok seviyoruz kendisini, elde değil!*"

 



                                                                             ...........


"Kitapları kurcalarken iki kitap yapıştı elime; şimdilik birinden söz edeyim sizlere....

Yıllar önce, her zamanki tavrımla kapağına bakıp içinde dolaşarak, hakkında hiç bir bilgiye sahip olmadan o anki kararımla satın aldığım, ama bu kez kitap adının kararımda fazlasıyla etken olduğu, Jale Sancak 'ın ''Bu Gece Pera'da''sıdır bu.

Kitabı her elime aldığımda, sevdiğim şehrin sevdiğim semtinin sokak aralarında, o sokakların mekânlarında dolaşmış olmanın keyifli soluklanmaları esnasında, kahramanlarının yamacında çay içerken bulurum kendimi...**


 

Daha önceki yazılarımdan alıntıladığım cümlelerimden anlaşıldığı üzere ne kitabı çıksa, bazıları onun derlediği seçkiler de olsa alan, okuyan, Onun duygularına hayran bir okuruyum.

Onun dilinin sıcaklığından, kalbinin güzelliğinden ve hayatın köşe bucağından bulup çıkardığı kahramanlarından ve o hayatları duyarlı dokunuşlarla ve edebi bir gazeteci lezzetiyle hayatıma katıyor olmasından mesudum.

Bu mesud insan aslında 2017'de çıkmış ama kaçırdığı, ancak 2020'de başka bir yayınevinden çıkınca fark ettiği kitabı elbette hemen almış, Cola'nın buz ve limonla aromalanmış, bitince yeni bir bardağı çağıran son yudumu gibi sona bırakmıştı.

Bir başka kitaptan ona geçince başlangıçta o şiirsel dile ve kurmaca olmayan şiirsel hikâyelere adapte olmakta zorlandım. Ne zamanki onun hissiyatları ile aynı düzleme geldim, işte o zaman akıp gitti kitap.

Konu İstanbul, kahramanlarımız semtler ve o semtlerdeki küçük hayatların sarsıcı hikâyeleri.

Okurken; bildiğim, gezdiğim ve sevdiğim semtlerin küçük hikâyelerini onun gözünden okumak kaçınılmaz olarak gaza getirdi beni. "Ah İstanbul'da olsaydım şimdi!" dedim: Çünkü hikâyelerin izinde dolaşmak, bildiğim, gördüğüm semtlere biraz da nüanslı dokunmak istedim. İstanbul'da yaşayanlara özendim, "Onun anlatımı üzerinden şehri fotoğraflamak ne güzel olurdu," dedim.

Tanrı Kent, Kıyıya yüz süren dalgaları dinle, alt başlığı ile Hasköy; Birden üç el silah sesi, alt başlığı ile Nişantaşı; Kasette Müslüm Baba, jiletler aleste, alt başlığı ile Fener; Geyikler ırmaktan su içer duvardaki resimde, alt başlığı ile Gazi Mahallesi; Denizin türküsünü söyleyen eski iskele, alt başlığı ile Ortaköy; Buralarda potinler Gucci marka, alt başlığı ile Etiler gibi onsekiz semtindeki onlarca karakteriyle her biri sekiz on sayfayı geçmeyen öykülerde akıp gidiyorken: Arabesk aşklar, raconlar, eski hâlleri işgal etmeye başlayan yeni hâller, zaman içinde semtlerdeki küçük hayatların büyük hayatlara yenik düşmesi ile başlayan doku değişimleri, Nişantaşı'nın iki yüzü  arasındaki uçurumlar, Ortaköy karakterleri, Sulukule'de başkaya evrilen ve onu var eden dokunun kenara itilmesine ve yok olmasına neden olan rant hikâyeleri, yazlık sinemalarıyla birlikte film anonsları yapan araçların sokaklarından yok olduğu Kuzguncuk ve bunları oya gibi işleyen, kısa hikâyelerde kocaman sepya  fotoğraflar çekerek dünü yaşatırken, bakmadıklarımızı da görmemizi sağlıyor ve aynı zamanda bugünün renkli fotoğraflarını da kazıyor zihnimize, jale Sancak. 



Ve aslında; "Yüksekkaldırımdan yukarıya, genelev sokağına vuranlar, delikanlılar, ergenler, sancısı tutmuş adamlar... Yukarıdan, Galip Dede Cadde'sinden, bir kadının içinde kaybolma arzusuyla şahlanıp genelev sokağına inenler. Hiç gitmediğin, lakin yüreğinle anlamaya çalıştığın uzak, tenha, umursanmamış yalnızlığa mahkûm edilmiş şehirlerden kopup gelenler... Yılışık gülüşlerin bir kıyısında utanç, arsız bakışların arkasında hüzün ve öfke, pervasız sözlerde korku gizli." cümleleri ile sert bir giriş yaptığı ama olağanüstü güzel renklendirdiği Galata ile başlıyor bu okuma... ve sonrasında seline kaptırıp orasından orasına sürüklüyor, İstanbul'un!
.





*Yazarın onu tanımayanlar için iyi bir başlangıç olacak Uyanan Güzel adlı son romanı ile ilgili ve yazının ikinci paragrafından alınmış cümleler.

**"Bu Gece Pera'da"dan  bahisli yazıdaki filmden sonraki paragraftan.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP