3 Ekim 2020 Cumartesi

Bira Takıntısı Hâlâ Dürtüyor

Özerk Merkez Bankası'nın başındaki bağımsız kararlar alma yetisine sahip, elbette özellikle atanmamış, emir yerine kendi kararlarını alabilen Başkanı ve yine bağımsız kurulları,  her an politika faizi artırımı yapılacağını öngören oyuncuları yanıltmayarak, gereğini yapıyorlar! Bu arada her olayı abartarak olduğundan büyük bir başarıymış gibi duyurmaya bayılan kişi mikrofon karşısında değil. Piyasa oyuncuları denen kitle ise sahada! Günün yoğun ama birilerine av keyfi yaşatırken, birilerini de acılı isyanlara sürükleyeceği, aslında her biri  manipülasyon alanı olan forumlarda da her zaman olduğu gibi öfke sözcükleri ile acılı iç döküşlerin olacağı, kimsenin kendi hatası olduğunu kabul etmeyeceği, kapitalizm denen nesnenin bir kazananlar ve kaybedenler oyunu olduğunu bilmeyen, hâlâ bunu anlamayan cümlelerin olacağı kesin. Devletin Bankaları ve elbette yandaşlar alıcı konumunda el ovuşturuyor. 



Gong çalıyor ve öngörüler tüyo almışçasına gerçekleşiyor; bir sürü hisse kırmızıya bürünüyor, istenen panik ne yazık ki oluşuyor. Kısa süre içinde de, bir bilet alıp rüyalar kurmak, şans oyunları oynamaktan farklı olmayan bir hayal ve anlayışla zenginleşeceğini düşünen  kitle aynı tekrarları yapmaya devam ederek ve bir kez daha; ev ya da araba almak için biriktirdiği parayı kurtlar sofrasında hiç ediyor. Sonra, maaşımı yatırmıştım, gibi pek çok kadersizlik vurgusu, sıra sıra geliyor! Forumlardaki acılı çığlıklar, hâlâ gaz veren uyanık önermelerle iç içe geçiyor, hisseler fakirden zengine doğru el değiştiriyor. Bu oyunun defalarca tekrar ettiğini bilen, büyük hayallerin uzun emek süreçleri ve bilgiye verilen, gündem takip eden bir değerler silsilesi ile gerçekleşeceğini bilenlerin daha profesyonelleri, akşam açacakları viskinin tadını düşünüyorlar.  Bu son derece aktif, neredeyse gözümü ekrandan kaldıramadığım günün ve öngörümden kaynaklı hedef fiyat konulmuş onbir emirden onunun gün içinde gerçekleşmesinin ardından kendimi temiz hayata atmak üzere, son verilerimi kaydediyor ve ekranımı kapatıyorum.



Son sayfalarında olduğum, bir nefeste bitecek kitabım da mini sırt çantamda. Kirli ama temiz kalanlar için aslında zevkli ve aslında eğlenceli  bir dünyadan temiz, mavi, ufak hislerle mutlu olabilen insanların dünyasına çıkıp, sol, proleter ve insan kimliğimi kuşanmak iyi geliyor bana. Ay olması gerektiği kadar güzel, deniz mutedil, iskele ve ucundaki kafe davetkar... 

Masaları ve oturakları yüksek olmasa bu akşam kesin gideceğim ve bence bölgenin en güzeli, terası neredeyse karşı kıyıyı görecek, bünyeyi olağan hayatın kirlerinden bir gemi güvertesindeymişçesine  kurtarıp bir masalın içine dahil ederek kendi masalını yaşatacak kadar güzel! Fakat niyetimde kitap okumak, onun dünyasında takılıp kendisi ile ilgili- artık- bir fikrim olan kahramanın hayatına, onun kadınlara bakışıyla ilgili, özellikle kadınlardan birinin finali nereye taşıyacağı konusundaki öngörümün doğruluğunu test etmek, kitabın saf, gerçekçi ve temiz dünyasında yok olmak istiyorum. Dolayısı ile mekânda bira kısmı şimdilik kalabilir.



İskeleye şöyle bir göz atıyor, önünden geçerken ona sapmadan devam ediyor, onunla bir akşamı yaşamam, gönlünü almam, onunla bir Korona Günleri hatırasını akıp giden zamana bırakmam gerek, diye düşünüyorum. Genç, müşterisi  nitelikli bir kahve mekânının; bize yakın bir yerde ama sahilden içerde ve yeni açılmış, hoş dekorasyonu ile dikkatimi çeken bir yerde tabelasını görünce geçenlerde bir gün: ilk yerinin kapandığını düşünüyorum ki bunu enn sevdiğim kadınla da paylaşıyorum. Sırf bu nedenle şu an ilk yerine doğru yürürken bir an Kahve Dünyası aklımı çelmeye çalışsa da, önünden geçmekte olduğum Palmiye Kafe göz kırpsa da ki onunla bir kaç gün önce bir öğle arası özlem gidermiş, canlı plajının kenarındaki kafesinin denize bakan masalarından birinde Cola içip hamburger yemiştim. Üstelik parmak patatesleri sona bırakmış, plajın kalabalığının yazı normalleştirmiş olmasına sevinmiş, korana sanki buraya gelmemiş bir keyifle öğlenin ve güneşin ortama kattığı Copacabana tadını benimsemiş, rolümü güzel oynamış, şahane bir keyif yaşamıştım.

Bir yandan merakımı gidermek için yürüyor, bir yandan da bu merakım nedeniyle yürüyeceğim mesafeyi gereksiz bulup dönmeyi düşünüyorum. Hiç gitmemiş olsam da daha çok genç, ama dünyanın farkında gençlerin takıldığı ve sahipleri de genç bu mekânın-şu anki zor koşullar nedeniyle- kapanmış olmasını, eksikliği hissedilecek kalitesinden dolayı istemiyorum. Yaklaştıkça bir korku da yaşıyorum ama, önümdeki ağaçları geçince bir ohh çekiyorum. Yaşamın farkında, elindeki kahve bardakları ile piyasa yapmayan, kahvenin ve sohbetin tadında kızlı erkekli gençleri görünce seviniyor, bu sevinçle de geri dönüyor ve sevdiğim kitap okuma noktalarımdan birine, sevdiğim Triliçesinden yeme fikriyle bir fırın-pastaneye doğru, yürümeye daha keyifle devam ediyorum.


                                                                                        ****


"Dört tane ekler lütfen."

"Bir de bardakta çay lütfen."

 




Reyonda ve etrafta aranmama rağmen görüyorum ki Triliçe yok. Bunu sıkıntı etmiyorum çünkü eklerini de seviyorum ve gördüğüm üzere hacimlerini biraz daha büyültmüşler... Oturuyorum her zamanki, Down Sendromlu gençlerin çalıştığı, belediyemize ait kafenin de içinde olduğu Down Park'a komşu masama. Mekân sakin; eklerim ve çayım geliyor. Burada kahve içmiyorum: gördüğüm üzere bir kahve düzenekleri yok ve gelen kahve granülün suya karıştırılmasından oluşacak. Ayrıca fırın ile çayı daha ilişkili buluyorum. 



Bu akşam aslında çantamda iki kitap var, çünkü Elden Düşme Dünya son düzlükte ve ben pastalarımı bitirmeden o bitecek. Diğer kitapsa  Altenburg'un Ceviz Ağaçları. 



Hımmmmm eklerim çok lezzetli ve çayın aldığı dem şahane...


O ara bir çift geliyor mekâna; menüyü istiyorlar ve çökertme sipariş ediyorlar. Yemek olmadığını söylüyor genç ve tatlı kız! Düşünüyor ve üzülüyorum ki aslında çok da eski olmayan bu işletme, büyük hedef ve hayallerle yola çıkıp hayatın, hayallerin aksine acımaz halleri ile de yüzleşmiş ve üretim noktasında küçülmüş. Üzülüyorum çünkü ticari kurnazlıklardan çok kalplerinin sözünün peşinden giden ve tatlı hayalleri paranın önünde gelen ve güzel hislerin yansıdığı mekanların müşteriye keyif veren halleri yok olmasın istiyorum.

Çünkü ötekilerden çokça var! 



Çayım, eklerim ve bense mutluyuz. Okuduğumuz kitap ilk andan beri, bir yaşamın ve bir tadın içine davet etmişti bizi ve o hayatın tanığı olmak da -bizim- mutlu zamanlarımızı yükseltmişti. Başlangıçta bazı hallerine karşı olsak da samimiyetli anlatımını sevdiğimiz karakteri, ve onun ilişki halinde olduğu Ablayı sevmiştik. Ve şu an kitabı,  bu sevginin daha yükseldiği bir son bölümle bitiriyor, sonra gülümseyen bir zihinle onu tekrar aklımızda akıtırken buluyoruz kendimizi. Elbette geçirttiği hoş saatler ve okuma süreci için yazar Wilhelm Genazino'ya ve karakterlerine teşekkür ediyor, şu karantinalı günlerden uzaklaşmak ve biraz düşünürken gülümsemek için de iyi bir seçenek olduğuna karar veriyoruz, Elden Düşme Dünya'nın .

O ara bir çift daha giriyor içeri, profiterol ve çay ama fincanla siparişi veriyorlar. Konuşmalar bir iş görüşmesi gibi, reklamcı olduklarını düşündürtüyorlar ve adamın konuşmaları aynı zamanda bir eğitmen olabileceği hissi veriyor. Genç kadına oranla konuşmaya daha egemen bir tavrı var. Üslup, hakim olabileceği kadın karşısındaki üsten ama yumuşak, biraz flörtöz ve biraz da buradan bir ekmek çıkar mı? şeklinde gibi geliyor; çaya, eklere, kitaba ve bana. Kitaba göre biz daha masumuz, çünkü aklımızı kötücül düşünmeye sevk eden kitap! Tamam kitaptaki karakterler de kötü insanlar değiller, yaşadıkları ülkenin özgürlük sınırları ve birey olabilmiş, toplumsal baskıların en azından ilişkiler bazında görece daha özgür bıraktığı kadınlar ve erkekler, ama bir şey var ki cinsiyetlerin genetiğine yerleşmiş ön almaların zafiyetlerinden ve tuzaklarından da pek kurtulabilmiş değiller.

 

"Bir çay daha alabilir miyim lütfen?"



Fincanla istemememin sebeplerinden bir diğeri de aslında okuma ve yeme sürecim nedeniyle çayın soğuyacak olması. Sıcak çay ve çeviriyi yapan Tahsin Yücel'in 1948'de yazılmış Altenburg'un Ceviz Ağaçlarına yazdığı sunuşu okuyorum. Yazar André Malarux bir direnişçi ve 10 yıl Fransa'nın Kültür Bakanlığını yapmış önemli bir edebiyatçı olmanın yanısıra önemli bir kişilik. Kitapta yol alırken çayım da bitiyor; onu kapatıp çantama atıyorum. Ödememi yapıp bir de ekmek alıp, teşekkür edip çıkıyorum sokağa. Migros'a uğrama fikrim var. Down Parkın önünden geçerken içinde ve kaferyanın açık alanında oturan insan kalabalığına seviniyor ve bir gün kahvaltı için buraya gelmeye karar veriyorum. Ömürevleri ışıklardayım. İçimden bir müdahale Migros yerine iskeleye yolluyor beni.




Geçen yıllarda sıklıkla geldiğim, bir şeyler atıştırıp çokça kitap okuduğum, neredeyse denizin ortasındaki kafeteryasına doğru yürüyorum. Bir kez daha aydınlatmasına kızıyorum, çünkü çok beyaz ve çok fazla aydınlık; oysa manzara ile uyumlu yumuşaklıkta bir ışıklandırma gerekti ona. Çokça balık tutan insan var yol boyunca, bir iki kare fotoğraf çekiyorum. Sonra geri yürüyüp Migros'a uğruyor; bir Tuborg Malt Filtresiz 50'lik bira, bir paket cips ve bir kaç ihtiyacı alıp sırt çantama atıyor ve yeniden deniz kenarına inip eve doğru yürüyorum.




Satın aldıklarımı ve çantamdakileri balkona çıkarıyor, karantina odasında giyecekleri çıkarıp, giderken çıkardıklarımı giyiyorum. Sonra balkona çıkardığım ve masaya bıraktığım birayı ve cips paketini alıyor, önce suya tutuyor, sonra deterjanladığım süngerle köpüklüyor, sonra akıtıp kuruluyorum. Yarısını bardağa boşaltığım biram, cips tabağım, ve az önce BaşkaFırın'da başladığım kitap el altımdaki sehbanın üzerinde, hemen yanındaki kanepeye uzanıyorum. Müzik tercihim Lounge.

Kitabın dünyasındayım,  fakat bu bira takıntıya dahil değil? 

 

Ve bu kitabı bırakıp başka bir kitaba başlamaya karar vereceğimin henüz farkında değilim!



Bu bir üçleme! 



Yani...



Dürtü devam ediyor! 

 

 




Devam yazısı Takıntının Mutlu Sonu


6 yorum:

  1. Kitaplar ilgimi çekti, tavsiyen midir? Afiyet olsun bu arada

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim:)

      Kitap tavsiyesi konusunda -yakın çevrem dışında- biraz çekingenimdir; zevkler ve renkler meselesi yani:) Bu yazıda bahsetmediğim bir kitap daha var aslında ki onun yazarı bir kadın. Elden Düşme Dünya ile Rachel Cusk'ın Çerçeve adlı romanının benzer bir konu, yani ilişkiler üzerine yazılmış, tatlı da bir mizahları olan iyi bir ikili olduğunu düşünmekteyim:) Altenburg'un Ceviz Ağaçları'nı bu ikilinin uyumu nedeniyle sonraya bırakmıştım, onunla ilgili bir fikrim yok henüz:) Ama bahsettiğim iki kitaba bir kitapçıda şöyle bir göz atmanı tavsiye ederim; seversen seninledirler:)

      Sil
  2. Günlük tarzındaki bu tür yazıları seviyorum. Düşünce tarzınız da sevilesi. Birkaç sene evvel ben de günlük gözlemlerimi sizinki kadar uzun olmasa da yazıyordum. İyi okumalar:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de seviyorum aslında bu tarz yazmayı. Çünkü kolay:)

      Bu şaka tabii ki, sonuçta bir imeceye iz bıraktığımızı düşünmeye başladım zaman içinde. Blog yazarlığının aslında ciddiyetli bir iş olduğunu kavradım; kişisel hayatlarımız üzerinden kırıntılar bırakıyoruz geleceğe:)

      Çok teşekkür ederim, hoş sözleriniz için de ayrıca:)

      Sil
  3. Sevgili Okul Arkadaşım,
    Yazınızı ilk gün okumuş sonra yorum yazmak üzere plan yapmışım. Anlaşılan yorumu içimden yazmışım yine, bazen yapıyorum bunu. Okuduğum an aklımdan bir yorum geçiyor, yazmayı erteleyince "kalana kar yağar" sözü doğrulanmış oluyor. :))
    Bu kez okurken, son paragraftaki cips paketi yıkama eylemine gülümsedim. Yakın zamana dek ben de aynı işlemleri yapıyordum, şimdilerde paket temizleme işinden vazgeçtim. Çünkü, yüzeylerden bulaşmanın en düşük ihtimal olduğuna dair ciddi yazılar okudum. Umarım öyledir. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili Okul Arkadaşım,

      Ben de aynı düşünüyorum, başlangıçtaki sakınım ve titizlik yok ama üç kurala titizlik ciddiyetle devam ediyor:) Yıkama konusu ise eski titizlikte olmasa da hani bir şey olursa keşke dememek için; rakip çetin ve ne yapacağı net olarak belli değil henüz:)

      Sil

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP