akıp giden zamana fotoğraflar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
akıp giden zamana fotoğraflar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Eylül 2025 Cuma

Konuşurlar, Denizle Bir de Benimle

Sabahın erkeni, deniz muhteşem gözüküyor ve beni ısrarla davet ediyor. Ben an itibariyle kararsız. Fotoğraf makinem ve bünye ise ısrarcı. Gönlümün ve bünyemin her noktası da aynı durumda. Bir şımarıksa tüm bu fikirlerimi öğütme çabasında, oysa ben hazırım ve olumsuz tavır içindeki bünye noktalarını da öğüteceğimi biliyorum. Kotumu çektim, mavi polo yaka tişörtümü giydim, ayakkabılarımı bağlıyorum. Ve en önemlisi içimdeki kararsızın ayak diremesini kırdım, o da benimle. Binadan sessizce çıkıyorum ve şimdi denizin kıyısındaki geniş yürüyüş yolundayım. Hava muhteşem. An itibariyle çekeceğim fotoğraflar konusunda bir fikrim yok, bu sabahın hikâyesinin ve bana sunacaklarının ayırdında değilim. Ama deniz ve ben ve sabah erkeninde yürüyüşe çıkmış olanlar ritm tutturmuş durumdalar, karşı yönümden bana doğru o ritmle akıyorlar.


Biraz önce komşum, mahallelim ile kankalarımın önünden geçtim ve elbette günaydın deyip selamlaştım. Görüldüğü üzere popüler mekânlardan Hayal Kahvesi ile fotoğraflarını da çektim. Gün iyice aydınlanıp gözleri ovuşturduktan hemen sonra ve sabah mahmurluğundan kurtulunduğu anda binbinlerin hepsi park yerinden ayrılacak, görev başına geçip yok olacaklar. Bense aynı ritmle yola devam ediyorum, fikrimde henüz bir icraat yok. Fikrimde enn sevdiğim kadın ve bazı planlar var. Turu tamamladığımda kendimi şımartacak pastalar ve anne kurabiyeleri alıp keyfini çıkaracağım. Mesela içi çikolatalı ay çöreği gibi. Eve varınca da sert bir filtre kahve bunlara yakışır diye düşünüyorum.

Kumsalı bitirip de denizin kıyısındaki kayalıklara vardığımda fikrime bir şeyler oluyor. Çok ısrarcı ve bugüne kadar yapmadığım için de beni eleştirip bir yandan da dürtüyor. Kaçıncı kere buradan geçiyoruz ve senin aklına bir gün bile gelmedi fotoğraflarını çekmek diye tam gaz ayarı da veriyor.

Üstelik çok da haklı.


Sayısızca kaya var, çoğunun üzeri resimlenmiş. İlk kez bu kadar derin bakıyorum, oysa sürekli önlerinden geçiyorum. Elbette bu kez kendime ayarı ben veriyorum. Biraz da sohbet edip gönüllerini alıyorum ve ekliyorum: Lütfen kusuruma bakmayın, kabul ediyorum ki bugüne kadar sizin fotoğraflarınızı çekmeyi, sizinle sohbet etmeyi düşünemedim. Ama hayat iyi ki dürttü beni ve kendime getirdi bu sabah. Oysa emeğe çok duyarlı da bir insanım diyorum, onlar gülümsüyorlar. Bu başımıza ilk kez gelmiyor diyorlar. Vakurlar.


Bir yandan fotoğraflarını çekerken bir yandan da sohbet ediyoruz. Sohbet pek hoş ve gün aydınlanmasına pek yakışıyor. Elbette bunun bana bir ders olduğunu anlıyorum, lakin onlar çok olgunlar; hiçbir olumsuzluk yokmuş gibi davranıyorlar. Bazılarından özür diliyorum, sizin fotoğraflarınızı da çektim, izin verdiniz çok teşekkürler diyorsam da içim buruk, utanmış durumdayım. Özürüme özür ekliyor ve diyorum ki yazı boyutum ve okur durumları nedeniyle sizi bir başka yazıma konuk etmek istiyorum. Gülüyorlar, telaş etmememi söyleyip kendi ömürlerinin uzun olduğunu dolayısı ile bir gün kendilerinden söz etmem için zamanlarının da çok olduğunun altını çiziyorlar. İçim rahatlıyor.


Deniz usulca bir müzik çalmaya başlıyor. O sırada yanımdan güzel bir kadın geçiyor. Verdiğim emeğe gülümsüyor. Gülümsüyor ve günaydın diyorum. O da günaydın diyor ve gülümseme ile birlikte yürüyüşüne devam ediyor. Bizse sohbete devam ediyoruz. Açık denizde balıkçı tekneleri. Zihnimde kahve tadı dönüyor.


Müzik emsalsiz, duru denizde bir vaha sanki. Kadın çok güzel, neşesinde coşku var, kendisini bir yerlerden hatırlıyor olsam da bir türlü çıkaramıyorum. An büyüleyici ve o nedenle zihnimi zorlamıyorum. Allahı var güzel kadın, kimdir diye sorgulamıyor, zihnimin şaşkınlığına ve karmaşasına da şaşırmıyorum. Ancak bu kesinlikle O diyorum. Bir türlü kendime gelemiyor, adını dilimden hayata döndüremiyorum. O ise farkımda, yine de ana hiç dokunmuyor, beni düşüncelerimle ve anla başbaşa bırakıyor. Gülümsüyor, etki alanının farkında.


Derine dalmış, derin düşüneni hiç rahatsız etmek istemiyorum. Uzaklara bakışı ve düşünce dünyasında yol alışı etkiliyor beni, bazı çıkarımlar yapıyor olsam da şu an bulunduğu dünyasına ve ruh haline dokunmak istemiyorum. Aslında çok etkileyici bir an, dünyadan uzaklaşmış kendi dünyasında bir karakter, çok etkileniyorum ve sessiz adımlarımla önünden geçiyorum. Bir gün diyorum, uzun uzunnn konuşuruz nasılsa. Ardımdan gülümsediğini de biliyorum. Dönmüyorum, aramızdaki bu oyunu seviyorum ve hınzırca gülümsüyorum. O farkımda değil sansam da biliyorum ki her şeyin farkında. Oyunu sevdim, haftaya kalmadan görüşürüz.


Ve star. Çok beğendim, çok etkilendim. Beş dakikada öyle tahminler yürütüyorum ki üzerine. Ses vermese, milim kımıldamasa da, hınzırlığının farkındayım. Uzun kalıyor, uzun bakıyorum. Onda bir milim bile değişiklik yok. Taş gibi ama taş değil. Bir sonrasında diye aklımdan geçiriyorum. O ise beni çoktan çözdü farkındayım. Özür dilemeyeceğimi biliyorum. Bundan öte aramızda enfes bir oyun çevireceğimizi biliyor. Yazıyı ipuçları ile bırakıyor, bazı yazıların şifrelerine gülüyor, hayatıma girmiş karakterlerle benzerliklerine bayılıyorum. Başka başka yazılar için hayaller kurarken, bundan öte bu kankalarımla daha sık görüşüp, hayata dair daha derin sözcüklerle kurulmuş, kurulacak cümlelerin hayalini kuruyorum. Ve enn sevdiğim kadını fena... çok fena halde özlüyorum.

Eve Dönüş yolundayım...



17 Ağustos 2025 Pazar

Balık Avında Uyuyan Adam

Bu aralar sabah erkeninde kalkıp yollara düşüyorum. Yol dediysem de kastım çok çok uzaklar değil; evden çıkıyor, sahil bandından pek kopmadan uzaklara doğru yürüyorum. Can dostum fotoğraf makinemle genelde fikir birliğine varıyor, makinemin deklanşörüne sıklıkla dokunuyorum. Bunların çoğu yazılara dönüşmüyorlar. Bu kez karar verdim, tembelliğimi şöyle kenara iteledim ve muhteşem pazar günü erkeni ile ortaklaşarak gördüklerimin bir kısmını yazıya döküverdim. Aslında bu şahane sabah uğraşını daha önce hayata geçirmeliydim.


Güneşi gırtlağından yakaladım. Koşu insanları ve yürüyüşçüler genç adımlarını öne atarak yürümeye başlamışlardı. Deniz mutedil, dalgalarsa müzik notaları tadındaydılar. Arada tanıdıklarla rastlaşıyor, spor yapan insanların çokluğuyla coşuyordum. Sabah insanı olmak şahane bir şey diyor, erkenciliğe selam çakıyordum. Yaşam ise bu eylemlerimin karşılığını bana kusursuzca veriyordu. Müzikçalarını kenara bırakmış, sabah sporunu keyifle yapan genç kıza bayılmıştım, onun fotoğrafını seçtiği yer dolayısı ile çekmeden duramazdım. Bu gizli ve izinsiz bir çekim olacaktı ama çekmezsem de hayat bir eksik kalacaktı. Sonra şöyle düşündüm: Bir sabah dedim, oradan geçerken bunu ona söyler, bloguma bakmasını öneririr, izinsiz olması nedeniyle de ve sakıncalıysa da özür diler ve yazıdan çıkarırım dedim.


Tam o sırada hayat bana sadece benim duyabileceğim bir ıslık çaldı. Kafayı o yöne çevirdim ve deklanşöre bastım. İçimden bir keşke ayağa kalktı. Bana çok çok güzel bir açı daha var dedi ve işaret etti. Bayıldım, hayata teşekkür ettim... Hem de çok teşekkür ettim. Banklardan birine oturdum. Makinemi ayarladım ve iki kare çektim. Ona günün fotoğrafı adını verdim. Çünkü yakıştırmıştım. Balık avında uyuyan adam. Güzel bir başlık diye düşündüm. Çektiğim fotoğrafı çok sevdim.


O ara genç kıza biraz daha yaklaştım. Ne tatlı dedim. Denize uzayan iskele üzerinde açtığı müzik ile dans ederek spor yapan bir genç kız. Bir ara gidip ondan izin almayı ya da fotoğrafı biraz daha yakın plan yapmayı düşündüm. Sonra bundan vazgeçtim. Dimyata pirince giderken bulgurdan olmayı istemedim.


Bu sabah gemi azıya almıştım. Yolu iyice uzattım. İlaç saatime yetişebilecektim. Kafeler henüz açılmamıştı ve benim ilaç saatime de epeyi vardı. Günü senkronize edebilmeyi yine başarmıştım. Daha önce vazgeçtiğim bir şey için hayat bana bir olanak daha sunmuştu. Sabah erkeninde genç sörfçüler eğitimdeydiler. Bayrakları asılı, aileleri oradaydılar. Sanırım bugün de dün gibi sınav vardı. Bir süre izledim. Kıyıya varmak üzerelerken de olay yerini terk ettim. Yolu uzatmaya karar vermiştim. Bu enfes günün tadını çıkarmak boynuma borç idi. Bir açık mekân bulursam sabahın bu erkeninde hayat bana bayramdı.


Yarışı sonuna kadar izledim. Bolca fotoğraf çektim. İzinsiz oldukları için yine yakın plan kullanmadım. Biraz da günü ve hislerimi öne çıkarmak istedim sanırım. Ben günle ortaklaşmış, duygularımı onunla da tanıştırmıştım. Bundan iyisi ise şamda kayısı idi. Ama bir sonrasında biraz daha geç gelip, gözüme kestirdiğim mekânlardan birinde en erken açılış saatinde kahve içmeyi kafama koymuştum. Yönümü eve doğru çevirdim. Oysa eve trenle dönmeyi düşünmüştüm. Sanırım bunca güzelliği benimle paylaşan hiçbir şeyi yalnız bırakmak istemedim. Belki biraz da bencil idim. Onlarsız olmayı eve varana kadar istemedim.


Kıyı boyu, ucuna kadar yürümeye devam ettim. Yeni açılmış mekânları sevdim. Eskilerden sevdiklerimi ve bende izi kalmış olanları gülümseyerek hatırladım. Aheste adımlarda değil de artık dönüş yolunda yürüyüş adımlarımla ve yolun karşı tarafındaydım.


Bu trenli ve okul otobüslü ve çok sevimli mekânı daha önce görmüştüm. Saat itibariyle kapalıydı. Yaratım süperdi. Aklıma not aldım ve bir gün uğramayı düşündüm. Merak ettim sadece yoksa yeme içme adına bir ortaklaşma olmadı aramızda.


Veee geri dönüş yolunda önünde kaldığım, aslında aklıma kazınmış olan insansız ama oltalı sandalyeye bulunduğu yer itibariyle de bayılmıştım. Bu kez yaklaştım. Yine insansızdı. Değişik fikirler ürettim. Muhtemel ki dedim, bir arkadaşı uğradı onun teknesi ile denize açıldılar, abi de dönüşe bereket dedi, oltlarına güvendi ve dönüşte ganimeti toparlayacak. Ve aslında dönüş yolumda başka fikirlerim de vardı. Sonra dedim, sen hazır eve varmışken otur oturduğun yerde, fotoğrafları hazırla, yazıları tembele bırakma... bitir ve yayınla bugün dedi.



17 Mayıs 2025 Cumartesi

Özlemek

Ara Sıcak - 2019'dan


Fazla değil ama derin bir uyku benimki...

Uyandığımda saatlerce uyumuşum sandığım, rüyalarımın tadına bayıldığım ve onlar yüzünden uzun sandığım ama saate bakınca uyandığım ve sevdiğim, derin uykularım. Ömrü uzatan, ömürden ayrı zamanları kısaltan, tok, aydınlık, güzel ve dolgun ama kısa uykular...

Ya sarıldığım eşsiz sıcaklık!

Dışarıdan odaya dolan jeneratörün ahenkli, Ali Farka Toure ile aşık atacak ve aynı ritimde süre giden basları, ve ayrıca onunla ilişki halindeki martıların bir karmaşa ahengiyle ve gülümseten bir acelecilik bürünmüş, afacan soloları... Bir sevinç anını müjdeliyorlar. Bir davet de bu aynı zamanda! Beni balkona çağırıyorlar...


Fincanlara bayılıyorum. Mavisinin üzerindeki minicik yaldızlar, yıllar yıllar önceki kira evden ana cadde üzerindeki kendi dairemize gelen sehpaları hatırlatıyor. Duvarlara vurulmuş turkuaza yakın maviyse kıskandırmaya devam ediyor. Masa ve sandalyelere çoktan bayılmışım. Otelin eski halini de bilen biri olarak ki geçmişe sadakat duyan ben, bu otelin yenilenmesini çok ama çok başarılı buluyorum. Konumu zaten muhteşem; ama denize bakan odalar bir başka elbette. Bir sonrakinde burada mı kalsak acaba?! Ne dersin;)

Kaç saattir buradayız bilmiyorum. Bildiğim bir şey var ki yaşadığımız her dakika ve baktığımız manzara film karelik. Bu süre içinde sadece üç kadın arkadaş geldiler ve Türk kahvesi içiyorlar. Ödememizi yapıp, baristamıza teşekkür edip, elbette Abbas'la vedalaşıp, çıkıyoruz deniz kokusuna... Uğramam-ız gereken bir nokta daha var. Onsuz olmaz. Gerçi kafam karışık. Öncelikli bir isteğim var ama biraz hava, biraz da mevsim etkileri kafa karıştırıyor. Gerçi pek takmam da bu aralar ne yazık ki eklerle de aram iyi. Değişik değişik mekânlarda ekler yiyor, tercihim limonata olmasına rağmen bazıları mevsim nedeniyle menülerinden çıkardıkları için çayla yetiniyorum. Ara sokakların, yat, tekne, kotra ve bilumum deniz araçlarının küçük kopyalarını yapan mekânların, balık tezgahlarının arasından pastanelerin hasına doğru yürüyoruz. Önüne varıyoruz ki bayılınası yan sokakta kazı alanı tabelası! Gitmek mecbur gibi, iki güzel evle kalenin bu yandaki duvarları da çağırıyor. Kazı alanındaysa küçük bir su gölünden başka bir şey yok. Karşısındaki evin kapı önü çiçekleri muhteşem.

Pastane biraz daha bekleyebilir...



Yazının tamamı!

22 Şubat 2025 Cumartesi

Kar Yağarken...

Akşam...

Enfes bir kar başlıyor.

Pencereden fotoğraflar çekiyorum. Aklımda fır dönenler var ve yepyeni hayaller; hepsi plan aşamasında.

Ve kısa mesafelere yönelik.

Özellikle yakın tarihli bir kaçışta, bir arka sokakta rastlaştığım, ağırlıkla gençlerin takıldığı, ışık düzenine ve ayrıca ses düzenine bayıldığım, o gün üzerine hayaller kurduğum, çok detay göremediğim kapısından içeriye baktığım anda kankalık ilişkisi kurduğum, birbirimize sarıldığımız anda bayılacağıma emin olduğum bir genç mekân. Asla rakı içmeyi düşünmedim! Ana karakter bira ve elbette bir kaç farklı içkiden tek nefeste içilecek şatlar... Şu an bile, şu yazıyı kurarken görsele dönen kelimeler sayesinde öldüğüm hayali bile güzel... Tren, gece, müzik ve eski bir konakta- belki bir bedene sarılarak- uyku...

Etraf bembeyaz. Kar hakkını vererek yağıyor. Evden dışarı atıyorum kendimi. Ayak altımdaki beyazlık zengin ve yumuşacık. Palmiye Kafe'de kapıdan içeri süzüleceğim; yalnız oraya varmadan kardan adam olacağım büyük olasılık.

Ve kapısının önündeyim.

Yamurluğumu silkeliyorum.

Şimdi girebilirim.

Bir çay lütfen,

fincanla.

Bu akşam Jale Sancak ile birlikteyiz. Aklımda enn sevdiğim kadın. Onunla ilgili enstantaneler akıyor zihnimden. Bir fincan çayım masamda.


En çok kitabını okuduğum yazardır kendisi. Hatta onun kitaplarını anlattığım bir yazımda şu cümleleri kurdurmuştur bana: "Jale Sancak işte! Gözlemleri kuvvetli, kalemi masalcı, güzel insanların, mekânların ve duyguların efendisi... Şu yanımdaki kahvesi dabıl şat, şekeri tek, sütü dik duran esmer şekeri aşmış ölçüde, kahvesi 4 dakika dinlendirilmiş, sütü mikrodalgada 40 saniye ısıtılmış ama senkronize edilerek aynı anda kahve ile buluşturulmuş sütlü sabah kahvesi tadında,

kesinlikle!

Çok seviyoruz kendisini, elde değil!"



Elimdeki kitabı röportajlar tadında... Seçtiği karakterler gençler. Kitabı 2018 Ağustos'da almışım. Dün birden onu okumak geldi içimden. Ve ilk karakterle de etkildedi beni. Muhtemelen şu enfes beyazlık ve köpüklü denizin çekiciliği nedeni ile yine Palmiye Kafe'de devam edeceğim okumaya. Büyük fincan çay 15 TL. Sanki kitaba çay daha yakışıyor. Dün akşam birden öyle hissettim. Üstelik çok uzun bir zaman önce çaya şeker atmayı bırakmıştım ve şekersiz hali sanki çok daha keyifli.


Minik gül biraz büyüdü, tomurcuk halinden usulca soyunup yapraklarını açmaya başladı. Ben onu kolları altına alan ve büyümesine tanıklık ederken de onu koruyan babasına hayranım. Muhtemelen anneyi kaybettik, diye düşünüyorum.

Gerçi anneyi hiç görmedim onlarla birlikte...

Evi terketmiş de olabilir.

Şu an kar yeniden hızlandı. Erimiş noktaların üzerinden bir ressam titizliği ile geçiyor,

ve o çirkinlikleri kapatıyor. Neredeyse deniz görünmeyecek. Bir polis arabası tepe lambasını yaka yaka ilerliyor. Tüm bu güzelliklere tanıklık etmek muhteşem. Bir kahve hazırlasam mı kendime acaba?!

Yalnız dostlar, şimdi şu enfes kar yağarken,

trende olmak vardı anasını satim!

24 Kasım 2024 Pazar

Kışların En Güzeli*

06/02/2016-

Bir an.
...


...

Günün ruhları dürtükleyen saatleri başladı.

Kuralım artık masayı.

Haaa unuturum sonra, yolculuğun en keyifli ânlarından biri gelen ve giden Doğu Ekspresleri'nin karşılaşma noktası. Erken gelen bekliyor. Geçiş ânı keyifli. İnip beklemek de o ânı...

Diz boyu karlar. Peronda bekleyen yolcular ve ânı dondurmak isteyen fotoğraf makineleri.


Kars Migros Jet'i sevdik biz. Şarabımızı oradan aldık.

Sevilen'in Adatepe'si.

Tanışıklık var. Litrelik, vidalı kapak. Üç üzümden müteşekkil sek bir kırmızı şarap; Cinsault, Carignan ve Cabernet Sauvignon.

Havalı di mi?

Alkolü %12. İçimi keyifli, hatta çok eğlenceli.

Taze bir şarap bu. Tren için özellikle seçildi. Fiyatı makul, 19.50TL.

Fiyatıyla hava atan çok şarabı cebinden çıkarır.

Peynirler zaten muhteşem. Fransa'da bile bulamazsınız. Çünkü Kars'ta.

Yalnız peynir, kete, Şam fıstığı uyumu muhteşem. Çok da eğlenceli. Şarap da yakıştı valla. Haaa bu bir tren keyfi; planlanmış bir mizanseni de var tarafımızca. Aynı peynirlerin asil tamamlayıcısı ise alkolü daha yüksek şaraplar. Mesela %14 alkol oranlarıyla Sevilen İsa Bey ve Parsel NO: IX. Mesela Buzbağ'ın Diyarbakır ya da Elazığ'ı,

ya da ikisinin kupajı.

Tren usul usul. Biz de usul usul. Zaman donsa mı yoksa aksa mı?

Çünkü bir parça kete üzerine bir küp eski kaşar, gravyer, mezelik gravyer, eritme ya da çeçil koyup üzerine de bir adet Şam fıstığı yerleştirdiğiniz ânda ortaya çıkan tat muhteşem. Çok eğlenceli bir lezzet bu. Bir de buna bir süre sonra bir yudum şarap ekledinizmi,

gel keyfim gel.



*Şu uzun yazıdan unutulmaz bir ân...

3 Mayıs 2024 Cuma

İnce İşçilik

Bebeler serpildiler ve iş başına... Ev oluştu, şimdi dekorasyonun ince aşaması. Bir kısmı iri ağaç dallarından koparılmış parçaları eklemlemek için toplanan sicim tadında otlar. Anne baba inşa ile meşgul.


Çocuklar sürekli taşıyorlar. Ancak düzde uçmak anlamında bir sorun yok da, balkon korkuluğuna konduktan sonra direk yukarı uçmaları ve oraya varınca da yuvaya girip malzemeleri bırakmaları gerekiyor ki bunda tek seferde başarılı olamıyor, tekrar korkuluğa iniyor, yukarı göz atıp tekrar havalanıyorlar; havada bir süre asılı kalıp içeri kıvrılmaları gerekiyor ki  henüz tek seferde tüm gayrete rağmen bunu başaramıyorlar.  Azimleri muhteşem. Şu an alttaki ergen ölçüm yapıyor. Biraz tecrübe sahibi oldular. Karar veriyor ve doksan derecelik dik kalkışı yapıyor, eve giremedi henüz, havada asılı, kanat çırpıyor ancak yakıt bitecek gibi. Tüm alkışlar ona...

Genç hanımefendi kadın titizliğinde, bir mühendis dikkatiyle ölçüp biçti. İş başındayken bile süsünden taviz vermiyor. En şık kıyafeti ile çalışıyor ve sanırım hesap kitap tamam... Hooooop havalandı...

İşte bu.

Kadının zekâsı!

Ve alkış.


Şimdi mola ve kutlama zamanı.

O halde gelsin biralar,

ve gelsin müzik.




23 Nisan 2024 Salı

İnşaat İşçisi Ve İç Mimar




Üst kat komşularım yazlıklarına teşrif etmiş bulunmaktadırlar, şimdilik evlerini düzenliyorlar; kaba inşaatla beyefendi ilgilenirken, iç dekorasyon hanımefendi tarafından yapılıyor...
Sonra, torunlarımız olacak!

5 Ağustos 2023 Cumartesi

Katliam

Açıkta, yorgun ve üşümüş bir gecenin sabahına peyniri, zeytini ve çayı katık etmiş balıkçı tekneleri; denize karışan küçük derenin deltasında, sabah dedikodusuna geveze martılar... Karşı kıyıya uzanıyormuş hissi veren iskelenin dibinde, sabah mahmuru güneşin tembel ve üşengeç göz kırpmaları...


Fırından yeni çıkmış poğaçalarla bir kahvaltının ardından, dalgaların kırıldıktan sonraki uzantılarının ayaklara değdiği sınır çizgisinde, sürpriz bir kahveye var mısın?



12 Temmuz 2023 Çarşamba

Kalbimdeki Deniz

Telefonda ilkokul arkadaşımın mesajını görüyorum, bir mekân adı da var. Kısa! 17 Temmuz sonrasında ve saat 13'den sonra bizlerin belirleyeceği bir gün ve saatte bizi ağırlamak istiyor. Tüm grup davetliyiz...

Gülüyorum ve hemen geri arıyorum.

Yaa... diyorum, ben o pastaneyi bir kaç ay önce keşfettim. Önünden geçerken dikkatimi çekmişti; sonra günlerden bir gün daldım, çok hoşlandım ve hatta üzerine iki yazı yazdım ve orada bir sepetin içinde yumurtayken tanıdığım, sonrasında aynı minik, şirin sepete doğan iki yavru kumrunun adını da ben koydum: Engüç ile Mengüç.

Nasıl gülüyor doktorların bir tanesi...

Can arkadaşım.

Üstelik o sadece sınıf arkadaşım değil, ay farkı ile benden büyük olsa da aynı mahallede, bizim kiracı onların ev sahibi olduğu karşılıklı evlerde büyümüş, okul yolunu yıllarca aynı sokaktan bir kaç arkadaş ile birlikte arşınladığımız, Kuran derslerimizi yaz tatillerinde eli öpülesi Mümin Dayı'dan aldığımız bebeklik arkadaşım.

Diyorum ben hep çok tatlı bir hanımefendiyle, çalışanları ile karşılaştım. Bir keresinde bir hanımefendi daha vardı, onun da mekân sahibi olduğunu düşündüm. Demek arkadaşımızın eşiymiş.


Hoş bir buluşma olacağı kesin. En son öğretmenimizin evinde ve akabinde cenazesinde buluşmuştuk. Bu kez günü fazlasıyla eğlenerek ve coşkuyla yakıp yıkacağımızsa daha da kesin!


Durumla ilgisi olmayan alttaki  fotoğraf köprüden geçerken anında bir hikâye yazmıştı, bir kaç hafta önce. Kalplerimiz -onların haberi olmasa da- ortaklaşmıştı bu iki gençle... Sel sonrası denize akan derenin denizle buluştuğu noktada oluşmuştu bu adacık. Hallerine bayılmış, sanırım duygularını da en iyi ben anlamıştım.

Önceki gün gördüm ki yağan yağmurlarla yoğun bir akış olunca denize doğru; ömrü kısa ada da yok olmuş.

Fotoğraftan gençlerin haberi yok.

Bilseydim keşke, ada yok olacak...

Keşke bilebilseydim!





28 Nisan 2023 Cuma

Fotoğraf

Daha acemi birliğindeyken, son görüşmemizden bir ay sonra baba öldü. En amcamın kararıyla küçük kardeşimin mağazaya geçmesine karar verildi, ben istemedim. Sonra hayatımın en zor işini yaptım, benim de hocam olan Pembe Hanım'dan, onun tüm ısrarlarına rağmen, takır takır sınıf geçen kardeşimin, lise birinci sınıf yarı yılında tasdiknamesini istedim ki bir daha okula dönmek istemeyeceğini biliyordum.

Yavaş Hayat başlıklı yazıdan.
Onu bir tarih hocasından çok bir ev hanımına benzetirdim. Derinlikleri konusunda ıssızdı. Güçlü bir hikâyenin ortasına oturtamazdım. Siyasi görüşü nötr'dü benim için. Hayata soldan bakan hocaların "bazıları" daha çok sevilirdi. O ise merak uyandıran bir sessizlikle, işini yapardı. Hiçbir hikâye kalıbının içine oturtamadığım, sakin, entelektüel sözcüğünün pek yaygın ve havalı bir ünvan olarak dillere pelesenk olduğu yıllarda kategorinin dışında tutulan, eşini kaybetmiş bu ıssız kadını hep merak eder, hikâyesini kendimce adlandırırdım.

Ta ki kelimeleri çerçevelediğim üsteki sürece varana ve yüz yüze bir görüşme için odasının kapısını çalıp içeri adımımı attığım âna kadar.

O kadar çabaladı ki ve o kadar anaç, ikna edici ve şefkatliydi ki sözleri... Ama koşullar çok ağırdı ve 20 yaşındaki, üstelik uzun askerlik sürecinin henüz başındaki, kocaman hayallerini rafa kaldırmak zorunda kalan gencecik bir çocuğun da üstlenmek zorunda olduğu yükümlülükten bakınca ve güncel koşulları düşününce karar noktasında başkaca da bir çare yoktu.

Küçük kardeş daha 15 yaşındayken okuldan ayrılacaktı ve mağazaya geçecekti, o yaşta ve bunun bir zorunluluk olduğunun farkındalığı ile üstelik.

Müdür muavini odasında yaşanan o ânda ise; biri eşini kaybetmiş, çocukları olan ve koşulları bilen kadın, diğeri de baba makamını da devralan bir abi olmak üzere iki yürek de bu zor ama zorunlu kararın altında ezilecekti...

Hayatımın en acı kararının verildiği o günden sonra hocayı hiç görmedim. Ta ki çok yakın bir zamanda Lise'nin mezunlar derneğinin facebook hesabına göz atana kadar. Yeni ölmüştü, ve bu fotoğraf vardı. O kadar sevdim ki fotoğraftaki Pembe Hanım'ı. Onun derinlerinde ve sessizliğinde, ıssızlığında ve kurumuş gülümsemesinde ev kadını görünümü dışında, acıyı tatmış, taleplerini bastırmış başka bir kadın olduğunu sezmiştim.

Bu fotoğrafı gördüğümde mutluluktan gözlerim yaşardı desem inanır mısınız? Çünkü sıradan bir öğretmenmiş varsayılan ve öyle hissedilen ve ev hanımı kategorisinden değerlendirilen bu ıssız kadının yıllar sonra rastlaştığım muhteşem başkaldırısı karşısında gülümserken, gözümden damlalar düşmesi kaçınılmazdı...

26 Şubat 2023 Pazar

Galiba Bir Masaldı!

Malesef öyle... ancak bu yorumun daha önce üzerine hiç düşünmediğim bir hikâye verdi bana; bu yazıdaki son fotoğrafla ilgili olarak... Bir ara o fotoğrafı kullanarak yazacağım bunu.

Diyerek yanıtlıyorum Sevgili Kitapkeşfi'nin Bir Masaldı Galiba! başlıklı yazıya yaptığı yorumunu; ve öylesine çekilmiş bir fotoğraf bir ânda başka bir boyut kazanıyor. Zihnimde olasılıklar cirit atıyor. Hayal dünyasının ucu bucağı yok sonuçta. Fotoğraftaki Peri Kız'ın ve o ânda onunla birlikte orada olan diğer kişilerin hepsiyle o gün, o saatte, o ânın içindeyken, onların hiçbirinin bizden haberleri yok. Bunun yanı sıra o kişilerin de bizim için özel bir anlamı yok ancak biz, onların varlıklarını, boylarını boslarını, kılık kıyafetlerini, o ânki sevinç ve heyecanlarını görüyoruz. Bir fikrimiz var mutluluklarına ve heyecanlarını dair, çünkü bunu hissettiriyorlar. Tüm bunlara rağmen 2017 yılındaki o ân için, çok anlamlandırılacak bir durum da yok bizim açımızdan. Bir mezarlığın önündeki bankta; mandalina ağaçlarının altında; dalından kopardığımız mandalinaları tüketirken, bir yandan da bulunduğumuz coğrafyanın tadını çıkarıyor, coğrafyaya bir kez daha gelmenin ve bu kez en azından çok güzel dostlar edindiğimiz Vakıflı'da bir gece geçirmenin hayallerini kuruyoruz.


Dün Sevgili Kitapkeşfi'nin yorumu tetiklemese herhangi bir fotoğraftan öte bir anlam da içermeyecekti bu kare.

Ama şimdi; acaba yaşıyorlar mı diye düşünüyorum. Sonra o ândaki hepimiz açısından bakıyorum olaya. Onlar çok mutlu. Biz de mutluyuz ama çektiğim fotoğrafın o ân için hiç bir değeri, önemi olmadığı gibi o insanlarla duygusal bir bağımız ve tanışıklığımız da yok. Geldikleri arabanın kapıları açık ve yüksek sesle müzik çalıyor. Fotoğrafçı son hazırlıklarında. Birazdan çekimlere başlayacak. Günün özellikle seçildiği anlaşılan saatindeki ışık fotoğraf çekimi için muhteşem.

O mutluluk ânını uzaktan gözlemiş ve havada uçuşan tüm duyguları hissetmiş biri olarak düşünüyorum da; aynı zaman diliminde orada olan ve gelecekten habersiz iki taraftan -onlarla- bir şekilde bağ kurmuş biz tarafında yaşam -sağlıklı- devam ediyorken, bizden habersiz onların hayatlarında muhtemelen yıkımlar var. Bizim tüm geçmişimiz, fotoğraflarımız ve hayatlarımız hâlâ ellerimizdeyken üstelik.

Tüm bu cümleleri kurarken de şimdiki zaman canlanıyor gözlerimde: Varsayalım ve dilerim ki yaşıyordur bu çift; ama deprem nedeniyle fotoğraflar dahil her şey yok olmuş. Ya da fotoğraflarla birlikte kendileri de yok olmuş. Ve tesadüfen, onları tanıyan birileri; Hatay, deprem, Vakıflı falan diye nette arama yaparken fotoğrafı görüyorlar ve eğer yaşıyorlarsa Peri Kız'a ya da bir yakınına diyorlar ki: "Peri Kız'ın bizde olmayan, depremde göçük altlarında yok olan tüm fotoğraflarına rağmen, internette rastladığımız ve bilmediğimiz bir fotoğrafı var."

Ve  o fotoğraf en huzurlu, en coşkulu, en mutlu güne ait. Üstelik  bir eşinin olmayacağı bir açıdan ve epeyi uzaktan çekilmiş... ve üstelik profesyonel fotoğrafçının henüz hazırlık aşamasında olduğu, sevinçle iki basamağını tırmandığın şirin evin çiçeklerine uzanıp kokladığın, o mutlu ânda -meçhul bir kişi tarafından- o âna dair çekilmiş ilk kare.

Nasıl bir duyguyu tetikler ve çok şeyin yitirilmiş olduğu o ânda neler hissettirir, yıkım yaşamış bir insana ya da yakınlarına diye düşünüp duruyorum?


Çekenin notu: Elimdeki makine minik bir Nikon L23'dü, bulunduğumuz nokta ile Peri Kız'ın bulunduğu yer makinenin zum kapasitesine göre uzaktı ki kapasiteyi sonuna kadar kullanmıştım, onun avantajı da fotoğrafı masal tadında bir görselliğe ulaştırması olmuştu. Ama o ânın böyle bir anı olabileceği aklımın ucundan bile geçmemişti...

14 Mayıs 2022 Cumartesi

Giyinme Odamın Kapısındaki Güneş

12.05.2022 Per 18:27

Gönderdiğim minicik renklerden kocaman sevinçler yaşamana çok, pek çok mutlu oldum.

Sevgiler...


Buraneroz Z 12 Mayıs Per, 11:38 tarihinde şunları yazdı:

Sabah 9,20'de dağıtıma çıktığı haberi geldi önce, sonrasında mümkün olduğunca telefondan uzak durdum,

adresi bulamazsa arar diye dağıtıcı,

meşgul etmedim.

Kız kardeşim aradı, onla bile kısa konuştum,

niye soğuk konuşuyorsun? dedi,

uzanmıştım dedim.

Paketi açmanın tadını çıkardım elbette,

kapağın içini okudum.


Fazla uzatmayacağım çünkü önce...

ama şimdi değil,

özellikle iskeledeki kafede,

şiirleri okuyacağım...

Sonra da ödüle bağlı tüm hikâyemi blogda yazacağım.


Kitap imzalatmak gibi bir huyum yok,

bu, benim yazarı tarafından imzalanmış ilk kitabım...

ve ilk resim.



Öyle yani!

Çok ama çok teşekkür ederim,

Yıllar ama çok uzun yıllar sonra da bir soru yanıtlayarak kazandığım ikinci ödül aynı zamanda...


İkide iki yaptım yani,

ki yazıda öbür ödülümden de kısaca bahsedeceğim muhtemelen.

Yaşattığın keyif muhteşem...

İçimdeki çocuk zp zıp zıplıyor.


Tekrar tekrar teşekkürler, bir çocuk mutluluğu yaşamak süper!

Görüşmek üzere,

Sevgiler...


11 Mayıs 2022 Çarşamba

Bir İlkbahar Sabahına Güneşle Uyandın Mı Hiç?*

7.30'da çıkalım dedi kardeş. Mutabıkız. Günü yaşamak olunca niyet, üç harfliye dokunmuyoruz. Şirket aracı sokağa dönüyor. Sürücü arka koltuğa. Direksiyon kardeşte. Günün ilk fotoğrafı bahçeden.

İlkbahar!


Personel yanlış parktan muhtemel ki ceza yemiş. Çünkü not aldım demiş marketten çıkan Trafik Polisi. Belki de yazmamıştır, dedik. Güzel yollar geçtik, sohbetler ettik. Güldük, güldürdüm. Şimdi şehrin öte yakasında, sanki şehire bağlı ama hibrit bölge tadında, yakın tarihte yapılanmış coğrafyasındayız. İniyorum. Randevuma biraz vakit var. Başka bir şehirdeymişim, üstelik hayal şehir hissi veren sokaklarda usul, sessiz bir gezinti. Şimdi hoş mekânlarından birine süzülüyorum. Gün pırıl pırıl.

"Bir su böreği lütfen,"

"Bir de çay lütfen."

Çıkınca bir su alıyor. Hastaneden içeri giriyor, ödememi yapıyor, sekreter genç kadına günaydın deyip hâl hatır soruyorum. Bekleme koltuğunda kitabımın sayfalarındayken, doktorum selam verip geçiyor. Masaya uzanıyorum. Rutin kontrol, bir sıkıntı yok. Tahliller için bir not elimde. Bir ödeme evresi daha... Fakat bugün çok sakin. Nedenler ekonomik mi acaba?


Bir kaç dakika önce tatlı bir genç kadın kanımı aldı. Teşekkür edip, elinize sağlık dedim. Elimde bir küçük plastik kap ve bir de tüp var. Giriyor kapıyı kapatıyorum. Tüpe eviyede aktarma yapacakken çoğu gün hiç çalmayan cep telefonum çalıyor. Bilmediğim bir numara. Bir an açmamayı düşünüyorum. İyi ki de açıyorum. Sesi -uzak bir şehirden geliyor olsa da- çok iyi tanıyorum. Tonundaki keyfi, daha çok da tazecik heyecanını seviyorum. Tüpü bırakırken genç kadına bir kez daha teşekkür ediyor, iyi günler dileyip çıkıyorum. Yürümeye karar veriyorum, çünkü bu coğrafyanın, ırmak boyunda yürümeyi seviyorum.

Fakat yine bir şeyi eksik bırakıyor, yol kenarındaki şirin mekânın ırmağa inen yamaçtaki ağaç altı masalarından birine oturup sade kahve eşliğinde sabahı solumayı düşündüğüm halde es geçiyor ve banklardan birine oturup, kulağımdaki kuş sesleri eşliğinde kitabımı açıyorum.


Güneşin sıcağından yorganlara sarılmış köpeklerin koşu yolu üzerindeki keyiflerine gülümsüyor, ağaç altından az önce uyanan bir başkası için ırmağın yamacını iniyor, gelme diyen hırıltısına selam çakıyor, istemem yan cebime koy edasına ben yemem bu numaraları diyor, sonra da yayılıp uzanmasının başını okşarken, sohbeti koyultuyoruz.

Artık yıllarımı geçirdiğim sanayi sitesindeyim. Keresteciler kısmından giriyorum. Uzun süredir görmediğim bir arkadaşıma uğramayı düşünüyorum. O sıra bir başka arkadaşın mağazasının önünde bulunca kendimi, uzunca laflıyoruz. Diğer arkadaşımın koronaya yakalandığını, o nedenle bütün dişlerinin döküldüğünü, yoğun bakımda kaldığını, öteki dünyaya bir göz atıp geri döndüğünü öğreniyorum. Bolca da eski zamanları konuşuyoruz. Şimdi bizim caddedeyim: Ne şahane bir ekiptik, birbirimizin rakibi olmamıza rağmen birlikte yiyip içer, şehir dışından gelen meslektaşlarımızı bu birlikteliğimizle şaşırtırdık. Akşam saatlerinde caddeye minyatür kaleleri kurar, bol seyircili kıran kırana maçlar yapar, ardı gün maça dönük gazeteler çıkarırdık. O dönemin mağazalarının çoğu şimdi yok. Kalan bir kaçı da bırakma hazırlıkları içinde...

Sen haklıymışsın sözlerini duymak eskisi kadar mutlu etmiyor beni, evet öngörmüştüm, çokça da dile getirmiştim ama dinletememiştim.

Yine de çok keyifli sohbetler yapıyoruz, eskiyi anıyor yeniyle kıyaslıyoruz.

Bırakma hazırlıkları içinde olmalarına zararın neresinden dönülse kâr noktasından bakıyorum ve tam zamanında alınmış radikal kararlarımın ne kadar doğru olduğunu bir kez daha görmüş olsam da, bundan ne yazık ki bir övünç çıkaramıyorum. Çünkü bizden kat be kat güçlü ailelerin geldikleri noktalara ve yitirmiş olduklarına, ödenen bedellere baktıkça üzülüyorum.


Aklımda nerede ne yesem fikirleri dönerken kendimi cağ kebapçıya giderken buluyorum ama köprünün son çıkışına varmadan fikrim beni çeliyor ve geri dönüyorum. Şimdi trendeyim. Okuma gözlüğümü haşat ettim ve bir süredir de yenisini almadım; çıplak gözle okuyorum da sanki bir 0,75 alsam iyi olacak. O halde adı Yabancılar Çarşısı olsa da, dillerdeki haliyle Rus Pazarı'na. "Okuma gözlüğü, 0,75 lütfen," desem de 0.75 olmazmış, öyle diyorlar. Ben eski gözlüğümü öyle hatırlıyorum. Sonuçta uzatmıyayım bulamıyorum ve söz verdiğim üzere ilk baktığım dükkândaki 25 lira deyip de 20'ye bıraktığı 1 numara gözlüğü alıyorum.


Sonra Bandırma Vapuru'nun imitasyonunun önünden eski Yelken Kulübe ve liman yönüne kıvrılyor, deniz geçişli gölün üzerindeki köprüde takılıyor, bangır bangır Bergen çalan faytoncu kardeşle laflıyor, yıllar önce bir telefon konuşmamızda "Benim için o güzel şehrin havasından bir nefes alır mısın?" diyen Sayın Ekmel Denizer için ruhuna ulaşacak ve uzun kalacak kadar nefesi alıyor, bol bol fotoğraf çekiyorum. Elbette bölgenin fuar olduğu zamanlardan bir çok anıyı da hatırlayarak içinden geçen tren raylarının üzerinden çocukluğuma bakıyorum.


Keyifli bir yemek arzusu fikrimi sürekli tırmalıyor, bir an şehirde takılsam, buralarda bir şey yesemler arasında çelişkili fikirler içinde dolaşırken, çocukluğunda kalsan ve Birtat'a gitsen kendini öne atıyor. Ancak gün itibariyle hata yapıyor çünkü başka keyifler arıyorum ve istasyona yanaşırken de sonuca ulaşıyorum.


Irkçı biri değilim, insan ayırımı yapmam, iyi olsun, iyi niyetli olsun; o zaman isterse, gerekçesi ne olursa olsun, beni kıtır kıtır doğrasın. Lakin dilimizden çok başka bir dili çokça duymaya, üstelik özünde insani bir tavırdan ziyade başka hesaplar olan göz yummacılığa ve kabule, oradan çıkar evirmeye itirazım var. Ülke insanı açlık içinde kıvranırken, başka topraklardan gelip, üç otuza iş gücü yaratıp, bu ülke insanını her sektörde işsiz bırakan, sermayenin ve o sermayenin destekçisi iktidarın oy hesaplı çıkarlarına hizmet anlamında çağdaş köleler olarak çalıştırılan, her türlü güvenceden yoksunluklarıyla patronun maliyetlerini azaltan, yerli iş gücünün belini kıran bu gözü dönmüş köle ticaretine de isyanım var. İşte tüm bu nedenlerle, leylek heykellerinin fotoğraflarını çekmek için girdiğim yerdeki dillerini bilmediğim çoğu bebe, çoğu bebek anne kadınlar ve çocuklara bakınca, nasıl bir -rekabetçi- kölelik düzeninin ve vahşi kapitalizmin ve despotluğun bizi beklediğini görmek elbette ayarlarımı bozuyor.

Tek kare çekip kendimi nefes alanıma atıyorum. Bu düşüncelerden hızla uzaklaşıp istasyonda ayaklarımı yere basıyorum.


Rabbimin hikmeti işte... İspanyolum virajı dönünce düğün dernek oluyor yeniden hayat. Oturuyor, bir an kitaba niyetlensem de yolculuk tadı daha bir hoş geliyor. O arada coğrafyamda bir iki yer arasında dolaşırken zihnim, bünyem masaya elini vuruyor ve yemek noktası netleşiyor.


Elbetteki Mantucu! Mekân benim için kapatılmış. Bir tek şefimiz var ki bundan iyisi de Şam'da kayısı...

"Bir yoğurtlu mantı lütfen."

"Yoğurt sarımsaklı olsun lütfen."

Masaya önce altılı kuruluyor. Altılı masada altı tadımlık. Hepsi birbirinden leziz; renk farklılıklarından yarattıkları senfoni şimdilik çok uyumlu, bozuk ses yok. Usuldan çatal uzatıyor lokmayı hazır ediyorum ama sonra toplu fotoğraf için assolisti beklemeye karar veriyoruz.

Hoş geliyor, safalar getiriyor.

O sırada dışarıdan mekânı inceleyen hoş iki hanımefendi küçük çocukları ile içeri giriyorlar. Bir tanesi şefe yanaşıyor ve mantı fiyatını soruyor. Dışarıda ufak bir toplantı; çocuklarla birlikte hesap kitap ve çok haklı olarak yürümeye devam ediyorlar. Üzülüyorum. Çünkü bundan bir süre önce o hanımefendiler ve çocuklar bu masalarda güle oynaya, tasasızca oturuyorlardı. Kime küfretsem bilemiyorum. Çünkü Mantucu fiyatları ve verdikleri itibariyle civardaki esnaf lokantalarına göre dahi fiyatları açısından ucuz. Bir genç girişimci kaliteden taviz vermeden bu piyasa içinde var olma savaşında. Son derece iyi niyetli bir genç ama ne yazık ki ülkeyi yönettiklerini sananlar, bu gençlerin bilgilerinin, niyetlerinin ve yeteneklerinin çok ama çok gerisinde. Potansiyelleri ve niyetleri parlak ama umudu kırık bir sürü genç var, bunun yanı sıra da başka topraklardan kaçıp gelen "köleler" var!


Tüm bu karmaşıklıktan kolaylıkla çıkıyorum. Şamlı, güleryüzlü Şefim önüme çiçek bahçesini kuruyor. Özkan kardeşim yok, sanırım, ekmeğini kovalıyor. Önümdeki tablo, istasyona giren tren, kavşaktaki devinim beni yükseltiyor. Rengarenk tadımlıkların her bir rengi damağımdan ruhuma akıyorlarken dert ettiklerimi şöylece bir kenara iteliyorlar. Artık ayakları yerden kesik başka bir dünyanını renkleri içinde, hayallerim ve umutlarımla birlikte nefes alıyor, fikirler üretiyoruz. "Üzerine de Moena'da bir Americano ha! Nasıl ama?" sesleri gittikçe yükselse, bir an gaza getirip mutlu etse de, onca saattir ekran kapalı, "Dünya ne halde fikrin var mı?" sorusu, en azından durumu gözlemek, son verileri alana kadar çalışmak adına açmalısın dükkânı diyor bana. Moena'nın önünden geçiyorum yine de...

Açıyorum ekranı.


İşin son saatlerinde kısmen kaytararak, biraz daha nefes almak adına blogları geziyor, yorumlar yazıyorum. Bünyem, inceldiği yerden kopsun modunda "Hadi vurr kendini şaraba, şaraba ve aşka vurr," diye bir şarkı tutturmuş; fena halde koyvermiş ve elde var bir hayat çılgınlığında dışarı atacak kendisini. "Belasını nasılsa o çekecek," diyor, kitabımı, yeni okuma gözlüğümü, bir de mont alarak düşüyoruz, sırt çantamla yola. Babamın ağaçlarına varıyoruz. Kızlı erkekli karma takımlar halinde basketbol oynayan gençler içimizi ısıtıyorlar. İskeleyse zıplatıyor; çünkü kafe, yaz sezonunun ışıklarını yakmış.

Bir kaç gün sonra görüşürüz manasında el sallayıp, Lozan'daki mekâna kıvrılıyoruz.

Akşamları iş başı yapan, Sanat Tarihî bölümünden mezun olduğunu söyleyerek beni şaşırtmış genç adamla biraz lafladıktan sonra, içinde kestane olan kuru pastalarından istiyorum ama kalmamış. O halde...

"Bir Trileçe ve bir çay lütfen."


Soğuğa aldırmadan dışarıda oturuyorum, ilk kez okuduğum yazarla aramız iyi, kolay anlaştık. Suç dünyasında, inceden uyanık bir mizah eşliğinde, biraz fırlama, cin gibi zeki bir üslupla ilerliyoruz. Sıkmayan, zorlamayan, ciddiyetli kitapların ara sıcaklığına yakışır bir biçimde, şekersiz çay, enfes triliçe, ufak lokmalar acelesizliğinde günün finalini yapıyoruz.

Ödeme ve teşekkür. Biraz daha dışarıda kalmayı istiyorum. Küçük bir sokaktan, Kahve Dünyası'nın arasından inip eve değil de şehir yönüne dönüyorum. Mekânlar dolu. Sayılar çoğalıp çeşitlenince sanki Starbucks'ın popülaritesi düştü de butik mekânlar biraz daha öne çıktı gibi hissediyorum. Aynı durumu butik burgercilerde de görmek hoşuma gidiyor ki son Burger King felaketimden sonra hiç bir marka mekâna artık adım atmayacağım kesin.


Evdeyim, keyfim yerinde ve bloglardayım; Sevgili KuyruksuzKedi hummalı bir çalışma içinde, bir iki söz ediyorum, sayfada başka dostlar da var. Komşuluk eskiyi hatırlatacak kadar sıcak. Sonucu anlatacak yazısının heyecanı -şimdiden- paçalarımdan çekiştiriyor.

Uykuya gülümseyerek gidiyorum.


*Başlık, Dr.Bekir Mutlu'nun Bir ilkbahar sabahı güneşle uyandın mı hiç, ifadesinin de olduğu sözlerinden, Erdoğan Berker'in bestelediği şarkıya atıfla oluşturulmuştur.

İLETİŞİM İÇİN

mucanberk@hotmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP