Kahve etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kahve etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Ağustos 2023 Çarşamba

Şımartmaca

Kendimi kesinlikle ödüllendirmem gerekiyordu. Başarılı tespitlerle öngörülerimin ortaklaşması sonucu bazı hedefleri aşmış, makasın açıklığına bakınca da helal olsun bana, demiştim. Bu sonuç alıcı çalışkanlığım üzerine paydaşlarımsa bana bir ödül vermeyi öngörmüşler; kapalı kapılar ardında olsa da bütün istişarelerini benim bünyemde yapmaktalar, aramızdan su sızmadığı gibi ayrı gayrılık da yok.

Bir hareketlenme olduğunu anlıyordum. Başkomutan beynim, duygusal konularla ilgili kalbim, her daim açık gözlerim ufak ufak sinyaller gönderiyorken, kendi aralarındaki bu iletişimi ben de seziyordum. Performansımdan ben de memnundum. Ama ülke de bir krizden geçiyordu. O halde krizi fırsata çevirmek de mümkündü. Piyasalara yoğunlaştım. Siyaset ne kadar memlekete ballı börek dese de çürük elmalardan uzak, taze meyvelere yakın durmak gerekiyordu.

Zayıf halkaları, onlar düşmeden zincirden çıkarmaya başladım. O sırada dünyanın en büyük ama diplomasız ekonomisti iki atama yapınca, "Kemerleri bağlıyoruz arkadaşlar," dedim ve Atatürk'ün Ordular ilk hedefiniz Akdeniz cümlesinden haraketle "İlk hedefimiz, onlar yıkılırsa zaten memleket de yıkılır olanların sayısını çoğaltıyoruz arkadaşlar, ileri," emrini verdim.

Sonra, uçurdukça... uçtum.

Enn Sevdiğim Kadın'ı aradım.

Seneye dedim, ..... .......'ya ne dersin?


Bünyemin tüm paydaşları bir karar almışlar ve topluca, bana, "Bu başarımızı kutlamalı, takım kaptanı olarak da seni ödüllendirmeliyiz," dediler.

Fakat ben eski dostlarımı küstürmekten korktum, ancak boşunaymış korkum çünkü onlar dünden hazırlarmış.

Oturduk bir masanın başına, biraz istişare ile birlikte herkesin fikrini toparladık ve ortaklaşarak bir karara vardık.

Kadim frenchpress'im "Bu," dedi. Benim aklıma yattı; diğer paydaşlara baktım, onlar da "Tamam," dediler.

Kupalarım, "Şu," dediler. Yine masaya bir göz attım, hiç itiraz gelmedi. O zaman hemen kahveme baktım; o sorumu tahmin etmenin yanı sıra, büyük bir olgunlukla gülümsedi ve bu kez iyice rahatlayan ben ortaya sordum: "Filtre kahvem de Kurukahveci Mehmet Efendi'nin Colombian'ı olsun mu?"

Bir alkış koptu.

Hemen siparişleri verdik; kupa ve frenchpress Karaca'dan geldi ki hızı ve ürün elimize geçene kadar ki ilgileri başımızı döndürdü.

Yol yorgunlarını hoş karşıladık ve hemen kaynaştık. Onlar duş alırken, biz kahvelerimiz için hazırlık yaptık.


Sonra ilk kahveyi demledik.

Elbette önceki frenchpress'im emekli olmadı, baş kupam zaten enn sevdiğim kadının el emeği... Yeni ve burçdaşım kupamı sadece filtre kahveyi sütlü yaptığım zaman kullanacağım ki sütlü kahve için olan yeni dostun baştacım nedeni ile alınmayacağından, hatta tanışınca O'nun boynuna atlayacağından ve hepimizden çok O'nu seveceğinden...

Adım gibi eminim.

5 Mayıs 2022 Perşembe

Bayram Seyran

Sırt çantama iki kitap, yağmurluk, minik fotoğraf makinesi atıyor, montumu sırt çantamın askısından geçiriyor, netleşmemiş "Nerede karnımı doyursam?" fikriyle birlikte kendimi dışarı atıyorum. O sırada Bay ve Bayan Kumru'ları biri arkada olmak şekliyle bizim eve doğru yürürken görüyorum. Önden yürüyenin Bey olduğunu düşünüyorum. Bahçe kapısının altından geçip aynı nizamla ilerlerken, giriş yolu kenarlarındaki çiçeklere yönelip teftiş ederek basamakları adımlamaya başlıyorlar... Sonra da gezinti adımlarından vazgeçmeksizin binanın giriş kapısına yöneliyorlar. Gençler belli ki bayramlaşıp el öpmeye gelmişler. Aynı çift geçen gün yatak odamın balkon korkulukları üzerinden, güneşin doğuşunu izliyorlardı. Bir an eve dönsem ve onları kabul edip bayramlaşsam, sonra devam etsem güne diye düşünmüyor değilim... Sonra diyorum kardeşten başlasınlar, diğer daireleri dolaşsınlar... O arada ben de yetişirim nasılsa diye geçiriyorum aklımdan.


Hamdolsun dondurma sezonunu açtım. Bayramdan önce, turlarken bir gün, kahve fikriyle girip Kahve Dünyası'na, dondurma keyfiyle çıktım. Üç top dondurmaya ödediğim para el yaksa da içimi yine de serin tuttum. Hakkaten yakıcı gelmiş olmalı ki, sonraki günlerde ayaklarım pek gitmiyor. Şu an bile sıcak değilim ama yaz bastırınca ne olur, bu protest tavır evrilir mi, bekleyip görelim?! Tabii ki dondurma keyifliydi... ama memleket hali sanki âna yine limonu sıktı.


Bayram enterasan bir buluşmaya vesile oldu. Yemek için mekân fikirleri aklımda dönerken evden çıktım. Et Lokantası'na yöneldim ama durumu hemen çaktım, ara duvarı yıkmış salonu büyütmeye başlamışlardı; demek bayram sonrasında menü de genişleyecekti.

Gördüğüm üzere, işler henüz bitmemişti ve dönerden başka bir şey yoktu.

Girmeden devam ediyorum ve fikirler içinden "Mantucu'ya gitsem?!" seçeneğinin baskısını yoğun biçimde hissediyorken, inisiyatifi de adımlarım ele geçirmişken bir anda kendimi Nişantaşı'nda börek çay keyfi yaparken buluyorum. Çok hızlı başlayarak kaptırıp gittiğim, sonra biraz gaz kestiğim, keşke iki kitaba bölerek yayınlasalardı dediğim kitabımı yeniden açıyor, manzaram eşliğinde, akan trafiği izlemeye bayılan çocuk tadında, bayramın hakkını vererek çayımı yudumluyorum.


Şimdi üst bulvar boyunda yürüyorum. Kumrular, güvercinler, martılar, kargalar hemen tren yolunun yanındaki ağaçların altında çevreden getirilmiş yiyeceklerin keyfini yaşıyorlar; görüntü enfes, renk renk çiçek açmış sıra sıra ağaçlar bahar tadında... Bir de ileriki virajı tren dönmesin mi o sırada?! Ah benim ahmak kafam diyor ama suçu kafaya değil kendime yüklüyorum, çünkü evden çıkarken gaza geleceğimi ve günü sürdüreceğimi hesap etmemiş, dolayısıyla yanıma fotoğraf makinesi almamıştım.

Bu etkiden çabuk sıyrılıyorum, kendime ayarı kesip normal moduma dönüyor, ana yoldan ayrılıp bayıldığım sokaklara sarıyorum. Elbette bir kaç noktada daha pişmanlık yaşıyorum.


"Bir Trileçe lütfen,"

"Bir de çay lütfen."

Lozan Caddesi'ndeki kitap okuma noktamdayım, tabii ki çalışanlarla bayramlaştım. Hımmmm Trileçe yine enfes, ama bu kez bir hoşluk yapmışlar; üzerinde Afiyet Unlu Gıda yazan, kendi yapımları bir minik kare çikolatayı köşesinden saplayarak yerleştirmişler ki görüntü pek hoş. Tabii ki onu son lokmalara saklıyorum. Ödememi yapıp, zaten sevdiğim çalışanlar için bayramın gereğini de zevkle yerine getiriyorum.

Daha az Türkçe konuşma duyarak, gittikçe artan Arap harfleri görerek sahile iniyor, İskeleden kıvrılıp eve doğru yürürken ve artık takılma zamanları gelen mekânımız Hut'u da geçmişken karşıdan gelen kişi dikkatimi çekiyor. Önünü kesiyorum ve gülerek sarılmaca: Ortaokul arkadaşım, en son, belki 20 yıldan aşkın bir süre önce karşılaşmış, İstanbul'da yaşadığını ve polis olduğunu öğrenmiştim..

Aslında bir kaç haftadır, markete falan gidip döndüğümde, onu Mavi Pub'ın karşısındaki kaldırımın banklarında, sırtı denize yüzü bana dönük şekilde otururken görüyordum. İki kez niyetlenmiş, sonra "Benzetiyor muyum?" diye düşünmüştüm. Sonraki günlerde gidip yanına oturmaya, tanımazsa da "Sen Oktay mısın?" diye sormaya karar vermiş ama rastlayamamıştım.

Laf lafı açıyor elbette, sohbet şeker gibi. Onun eşinden boşandıktan sonra Litvanyalı bir kadınla İstanbul'da tanışıp evlendiğini, 11 yıl Litvanya'da yaşadığını, eşi ölünce de oturma izni olmasına rağmen döndüğünü öğreniyorum. Sonra birlikte yürüyoruz ki bana çok yakın bir yerde oturuyor, uzun uzun konuşuyor, bizim evi gösteriyorum, telefonlarımızı kaydediyor ve vedalaşıyoruz.


Bayramın son günü. Hava ıslak. Soğuk. Öğlene doğru çıkıyorum evden, bugün dışarıda bir kahve içeceğim. Mekân kafamda son derece net!

O zaman diyorum ki coşkusu tavanda ben: "Hadi canlarım, bütün hücrelerim, heyecanlarım, sevinçlerim: kahveleeerr bendeeeennn!"

Hep birlikte, şen şakrak şarkılarla, dalıyoruz sokağa. Varıyoruz yeni açılan, gençlerin daha çok takıldığı kitap kafeye, ancak görüyoruz ki iğne atsak yere düşmez. Verandası ise soğuk.

Sesleniyorum yeniden:

"Peki millet üzülecek miyiz duruma?"

"Tabiii ki hayırrrr!!!

Martı Gölü Bale Suiti/22 Mart


Diyerek haftalar önce yazımda söz ettiğim, gözüme hoş gelmenin yanı sıra aklımı da başarıyla çelmiş kitap kafeye gideceğim; bugün sokağa çıkma nedenim O. Önce bir şeyler atıştırmalıyım. Ramazan boyunca kapalı olan Mavi açılmış. Heyecanlandırıyor. En sık kullandığım sokaktan kıvrılıyorum; öncesinde bir şeyler atıştırmak için... Üçüncü paragrafta söz ettiğim üzere bu işlem tamamlanınca ağır adımlarla yürüyorum, önce önünden geçerken içeri bir göz atıyorum. Tam hayal ettiğim sakinlikte! Hava da İrlandalı ki bu da güzel. Eksik olan kahve öncesi bir şat İrlanda viskisi... ve elbette kahve sonrası bir şat daha...


Sahile çıkınca sola kıvrılıyorum, sıra sıra ve tıka basa dolu kahve mekânlarının önünden geçiyor, yeni açılan, şık ama bana hitap etmeyen, geleceğim şimdilik şüpheli Happy Moon's'a da göz atıyor, oradan karşıya, deniz tarafına geçip geri dönüyor, fotoğraf çekiyor, az sonra geçip oturacağım kahvecinin sokak başında durup onun da paparazzi fotoğrafını uzaktan çekiyorum.


Biraz daha vakit geçsin ve havanın gri hali ve bahar gününde kış tadı kahvenin tadını körüklesin diye uzak gemiler ve iskele göz alanımdayken, ağır adımlarla ev yönüne doğru yürüyor, bir süre sonra geri dönüp sokağa kıvrılıyor, şirin mekân Moena'nın bir kaç basamaklı merdivenini keyif adımları ile çıkıyorum. Baristanın önündeyim. Hemen soldaki menüye göz atıyorum. Öncesinde gözüme kestirdiğim masama gittim, sırt çantamı karşı sandalyeme koydum.

"Bir Americano lütfen."

O nedense self servis olmadıklarını söyleme gereği duyuyor, oysa ben kitapların olduğu bölüme geçmeyi, onlara göz atmayı düşünüyorum kahvem hazır olana kadar.


Çok tatlı, kibar ve çalışkan bir genç kız, çok hoş bir fincan ve altlıkla getiriyor kahvemi. Teşekkür ediyorum. Görüntü, üzerinin köpüğü bana başarılı bir kahve olduğunu fısıldıyorlar. Bu kez çantamdan yeni başladığım 2019 yılında yayınlanmış İrlandalı yazar Kevin Baryy'nin polisiye tadındaki kitabını çıkarıyor, güzel müzik eşliğinde okumaya başlıyorum. Bir kaç dakika sonra tadının oturduğunu düşündüğüm anda kokusu cennetlik kahvemden ilk yudumu alıyorum. Gidip baristayı öpebilirim. David People'ın Americano'su kategorisine ekleyebilirim onu da.


Uzun zamanlara yayıyorum keyfimi. Hani bir kahve daha içsem yeri, çünkü andan çok mesudum, mekânı sevdim. Son yudumu da götürünce, toparlanıyorum. Ödememi yaparken "Ellerine sağlık, çok beğendim kahveyi, çok başarılıydı," diyorum, tip box bakınıyor, göremeyince soruyorum. O da bana Lösev'in kumbarasını işaret ediyor. Zaten bağışçıları olduğumu söylüyorum, ayrıca bahşiş kutuları olmamasını da takdir ediyorum. Onun da çocukluktan beri bu mahallede yaşadığını öğreniyorum, eski hallerini anlatıyorum, şaşırıyor biraz. Çıkarken Enn Sevdiğim Kadın'la adaş ve biriyle konuşmakta olan genç kızın sırtına dokunuyor ve teşekkür ediyorum. Mekânla ilişkimiz şimdilik sürecek gibi gözüküyor. Tabii ki akşam arayan Enn Gurme Kadın'a bahsediyorum. Onun tadımından sonra Moena Books & Coffee'nin kaderi çizilecek ve o zaman belki de ben ona dair özel bir yazı daha yazacağım.

1 Kasım 2021 Pazartesi

Küçük Kahve Dükkânı

Bu ise piyangonun dibi Sevgili Momentos; şahane bir zaman yolculuğu. Müziği keyifle dinliyorum, o yıllara gidiyorum, ne çok şey alıp dönüyorum ve bugün ilerleyen saatlerde bu yazının gazıyla hiç gitmediğim ama çok beğendiğim küçücük bir kahve dükkânının bulvara bakan minicik bahçesinde kahve içiyor, sonra da bunu yarın yazıyorum.


Diyorum yorumumda ve şükürler ediyorum ki pırıl pırıl bir güneş pencereden içeri süzülüyor. Enfes bir pazar sabahı ve caddeler, sokaklar basbas çağırıyor.

O ara fikrim bu coşkuya katılıp bir de bugüne kadar hiç gitmediğim, hatta hiç ciddiye almadığım bir pideciyi de işaret ediyor.

Yıllardır görür, yanındaki kocaman ama çok hoş pidecinin dibine açılan bu küçük dükkânı kâle almazdım; çünkü büyük mekândan her anlamda memnundum. Ve özellikle Görele Pidesi muhteşemdi. Di'li geçmiş zaman çünkü, geçenlerde bir gün niyetlenmiş, gitmiş ama hayal kırıklığına uğrayıp üzülmüştüm. El değiştirmişti  ve bol çeşitli kurnaz bir lokantaya dönmüştü. Görüntüsü hiç iyi sinyaller vermiyordu ve kalbim pek soğuk duruyordu. Dolayısıyla girmedim.

Gün fazlasıyla tahrik ediciydi, yolda gelirken kahvemin yanına eklerim diye Nişantaşı Pastanesi'nden iki tane kesme almıştım. Heyecan ve keyif yerli yerinde.

Saat 10:30 civarı, canlı bir gün ve sakin, telaşsız bir işleyiş.

Pandemide küçük esnafı kollayalım konsepti çerçevesinde giriyorum; önünde küçük bir açık alanı olan bulvar manzaralı Pide Dünyası'na. Bir pazar klasiği olarak evde hazırladıkları içlerle pidelerini yaptıran insanların arasındayım. Ne güzel ve bitmeyen, nesilden nesile devam eden bir gelenek. Tadına doyulmaz fırın sohbetleri..

Menüye göz atıyorum. Gözlerim Görele Pidesi'ni arıyor. Kavurmalı pideyi görüyorum ama anlıyorum ki bu normal açık pidenin kavurmalısı. O halde "Bir kıymalı tek yumurtalı pide, lütfen."


Ben kitabımı okurken önce salata konuşlanıyor masaya, bir süre sonra da pide. Görüntü hoş. Yumurta tam kıvamında, ince bir pide dokunuşuyla patlatmalık ve sonra üzerine yaymalık.

Aynen öyle yapıyorum.

İncecik bir hamur!

Ve çıtır çıtır.

Ve damakta çok lezzetli bir yumuşaklık.

Bayıldım.

Ama salata! Kadın eli değdiği nasıl da belli; yağı, tuzu, havaya sıkılmış da avuçla alınmış ve üzerine dağıtılmış hissi veren hafif bir parfüm dokunuşuymuşçasına ekşi tatlı dengesini sağlayan sumak.

Daha ne olsun?

B.Nihan Eren, Hayal Otel ile Sevgili Leylak Dalı'nın blogunda gördüğüm, tanıdığım ve tabii ki bayıldığım bir yazar. Sonra bu kitabını da almış okunmayanlar bölümüne koymuştum. Zamanı gelmiş olmalı ki onu okumaya başlamıştım, tabii ki de bayılmıştım. Dolayısıyla geniş ama sakin bir bulvara bakan küçük kahve dükkânında onunla olmak çok havalı bir senaryoyu yaşamak manasına gelecekti ki o rolün hakkını vermek de benim işimdi.


Ağır adımlarla yürüyorum. Carrefoursa dışında pek uğradığım bir güzergâh değil ama hoşuma da gidiyor ve bayağı uzun bir bulvarın ortalarında bir noktadayım.


Karşı kaldırımdan gördüğüm kadarıyla küçük kahve dükkânı kapalı. Işıklardan karşıya geçip önüne varıyorum. İç kapıda açık yazıyor olmasına rağmen öyle olmadığını anlıyorum. Saat 12 civarı olmalı, acaba diyorum öğleden sonra mı açıyorlar pazar günleri. Güzel bir park var, içinden Alanos Deresi akan ve bizim coğrafyada denize ulaşan. Üzerinde de ahşap köprüler. Biraz dolaşıyor, sokak aralarında yolu uzatıyor, yeniden varıyorum kahve dükkânına. Aslında bir ara vazgeçer gibi oluyorum, sonra demir tavında dövülür diyerek bir şans daha veriyorum ve bingo.

Bir arabadan yaşça büyük iki insan iniyor. Ben yürümeyi kesmiyorum. Ve beyefendi dış brandaları açıyor. Biraz zaman vermek için kısa bir tur daha yapıyor ve tekrar geliyorum. Masalardan birinde ikisi kadın dört kişilik bir grup var. Oysa ilk gelen ben olurum diye düşünüyordum. Bulvara bakan masalardan en yakın durana oturuyorum. Sırt çantamı bırakıp içeri geçiyorum ki küçük bir kahve dükkânı sandığım yerin içeride de masalar var ve üstelik çok hoş düzenlenmiş bir alan. Şaşkınım. "Bir Amerikano lütfen," diyor, bu arada şaşırdığımı da beyan ediyorum; sonradan baba olduğunu anladığım beyefendiye. O grup kahveleri yapan elemanın henüz gelmediğini, oğlunun da biraz rahatsız olduğunu  söylüyor beyefendi. "O zaman bir Türk kahvesi, şekersiz lütfen," diyorum.


Kitabımı açıyorum. Minik şekerlemeler eşliğinde ve bulvar tadıyla kahvemi yudumluyorum ki çok beğendim. O ara dörtlü grup kalkıyor, onlar çıktıktan sonra da iki hanımefendi geliyor ve benim yalnız sandığım kahvecinin insanlar için bir nefes noktası olduğunu anlıyorum.


Ödeme için içeri geçtiğimde övgülerimi ve ilk düşüncelerimi zevkle açıklıyor, şaşkınlığımın altını bir kez daha çiziyorum. Öğretmen emeklisi olduğunu düşündüğüm ama sormadığım beyefendi çok mutlu oluyor ve neredeyse tüm hikâyeyi anlatıyor.  Epeyi bilgiyle ayrılıyorum mekândan ve onları paylaşmayı hayal ettiğim kahveyi, hayal ettiğim biçimde içeceğim güne saklıyorum.

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP