Daha ne olsun vurgusu, söz konusu bu küçük ve şirin şehir olunca bir yeterlilik, bir doyum ifadesi olarak anlam bulamıyor. Onun bir arzusu var; tamam noktasına getirene kadar sizi, bırakmamak. Dönüşe başladığınız anda özlediğiniz, tez zamanda dönmek arzusu ile yeni planlar yaptığınız bir duyguyu yanınıza ekleyerek uğurluyor sizi. Çok misafirperver ve asla sizi boş bırakmıyor. Zorlayıcı, göze sokulası bir kibarlıkla değil, aksine görmüş geçirmiş bir edanın yumuşak, gerektiğinde müdahil ama çoğu zaman sizi kendi halinize bırakan ve uzaktan uzağa, size sezdirmeden ama sıkıştığınız anda yanınızda biten ve yolu gösterip çekilen bir olmuşluğu var. Şu an onun şefkatine sığınmış, utangaç bir edayla yazıyorum bu satırları. Hayatımızın en özel izler bırakan iki gününü orada yaşadık oysa. Eğer başladığım gibi sürdürebilseydim onu anlatmayı, çok eminim ki küçüklüğün aksi büyüklükte ve sayıda, kısacası bir şehiri anlatmak konusunda rekor yazı dökerdim ortaya. İhmal ettim. Ama aradan onca zaman geçmesine rağmen sıcağını hissediyorum. Belki bilgisi eksik ama duygusu tazecik bir yazı olacak. Yazmazsam, benim ve ennn sevdiğim kadının, ona dair duygularına ve her saniyesinde zıp zıp zıplanan bir yaşanmışlığa ihanet olur. Bu biraz duygusal bir yazı, bir şehiri tanıtma yazısından öte bir mektup; yüzüne bakamadığım için ona hitaben değilmiş bir üslupla yazılmış ve görebileceği bir taşın altına, akıp giden zamana bırakılmış bir mektup.
Diye başlamışım ve orada kalmışım. Çok yoğun bir iş döneminde iki günlük bir nefes planıydı. Bir gece ve iki gün! Nasıl dolu dolu ve şaşırtıcı... Sanki yüz yıldır oradaymış gibi samimi, öte yandan da şimdiki zamandan geri dönülmüş gibi bir lezzetti. Oysa aşağı bırakacağım linkle gidilecek yazıda anlaşılacak ki yabancımız değildi. Şaşırtıcı bir duyguydu. İlk kez tanışıyormuş gibi. Sımsıcak ve sıfır kilometrede bir Aşk.
Ne lezzetlerine doyabildik. Ne zamana...
Ne müzelerine, ne sokak aralarında geri sardığımız kaç katmanlı zamanlarına...
Evlerine, camilerine, türbe ve ibadete koşan siyah çarşaflı kadınlarına, ne de ince işlemeli ahşap konak kapılarına...
Her sokakta bir başka zaman çıktı önümüze. Her müzeye çevrilmiş konağa ya da camiye girdiğimizde sanki bir zaman sıçramasıyla uçuverdik gülsuyu kokan günlere.
Terk edilmiş konakların önünde kaldık, alacakaranlıkta ve buzlar içinde vardık, balık gözü mercekle fotoğrafladık perili köşklerini.
Ürpertici ama dost öyküler yazdık, Cumhuriyet kokan binalarında.
Saat kulesine çıkarken çok güldük kendimize. Buz tutmuş merdivenlerden sakınımlı adımlarla korkuluklarına tutuna tutuna çıktık. Sonra bu manzaraya bu emek değer dedik, bir kaç saat önce onunla olduğumuz karşı tepedeki kaleye kuş uçurduk.
Dibindeki kafeye bayıldık; kahvelerimizin yanına manzara kattık.
İnişi arkasındaki yoldan yaptık ve şaşırdık; sanki bir başka mevsimdeyiz sandık.
Tıpış tıpış iniyorduk bahar gelmiş sokaktan ki; işte budurun önünde çakıldık. Muhteşem -perili- evle duvar yazısının arasında kaldık.
Evet şapka? Şapkalar!
Orası bir müze. Daha doğrusu müzeler cennetindeki bir müze. Şehir merkezinin uzağında ama yürümek çok keyifli. Vedat Tek. Bir mimar. Muhteşem bir kompleks. Vedat Tek Kültür Merkezi. Silah, Şapka, Dantel, Bebekler ve Oyuncak-lar. Son derece güzel düzenlenmiş bir alan ve muhteşem bir bina ve alana dağıtılımış müzeler.
Hepsi özel!
Saatler yetmedi dersem anlayın. Ahh bir de buraya şehrin ortasından yürüyerek gelmenin keyfi; yol üstünde rastlanan, insana buralara kadar mı geliyormuş diye düşündürten, önce gemileri akla getiren sonra o oyukların ev olduğunu hissettiren kayalar. Her adımda bir sürpriz. Çağlar arasında yolculuk. Açık havada müze bir şehir.
Kentle bütün geçmişim sıfırlanmış ve sanki herşey sıfırdan bugün. Yeniden tanışıyoruz.
Şaşırtıcı?
Bütün o müzeler, sergi salonları; bu muhteşem, çoookkkk keyifli alanın içinde. Kimlerin şapkaları yok ki müzede. Göz nuru danteller bir ışık yakıyor. Kalbim çarpıyor. Annemin iğne oyaları geliyor aklıma. "Bu müze onları hakediyor," diyor içsesim. Coşuyorum. Fikrimi Enn Sevdiğim Kadın'a açıyorum ve eve döner dönmez ilk iş kardeşlerimle paylaşıyorum.
Sonra dediğimle kalıyorum.
Unutmuyorum.
Aramıza başka seyahatler ve sonra da pandemi giriyor.
Şöyle bir hayal kuruyorum ve sırf bu yüzden bugün dördüncü aşı randevumu alıyorum.
21 Ocak 2017'nin seneyi devriyesinde...
Bir kez daha...
Evet bir kez daha ve yine bir gezgin olarak, hiç görmediğimiz bir şehir tadıyla orada olmak
Ondan özür dilemek ona sarılmak, sokaklarında nefes almak ve geçmişinde kaybolmak.
Sonra günün içine dağıtmak lezzetlerini. Aynı konakta, aynı odada kalmak ve dede ile babannenin sedirinin üzerinden bakmak gecenin ışıklarına...
İstiyorum...
On yazılık duygu yaratan ama iki yazıda kaldığım ve devamını sıcakken getirmeyişime üzüldüğüm, bize en çok fotoğraf çektiren şehire yaklaşık beş yıl önce yazılmış ve devamı getirilmemiş iki yazı tam da şurada.