5.Gün
Dün öğle üzeri İzmir'e giriyoruz; 1980 yılının 4 Eylül'ünde. Mustafa Amca İzmir Bayraklı jandarma Komutanı. Önce oraya varıyoruz. Kendisi yok. Evin tarifini istiyoruz, öylesine bir tarif veriliyor. Karşıyaka'yı sokak sokak, cadde cadde geziyoruz. Yok, bulamıyoruz. Yeniden dönüyoruz karargâha, "Adam gibi bir tarif verin, kabak başınızda patlamasın," diyoruz. Harita bile çiziliyor.
Yeniden Karşıyaka. Şimdi tadını çıkarabiliriz. Gözümüz çoğunlukla kızlarda olsa da, tadına vara vara, elimizle koymuşcasına buluyoruz bu kez siteyi. Kapıdaki asker de önce arıyor sonra gösteriyor evi; kendilerinin henüz eve yerleşmediklerini, eşyaların geldiğini onların da Orduevi'nde kaldıklarını söylüyor. Evde oğulları varmış. Bu piyango. Çalıyoruz kapıyı. Açılıyor. Sarılıyoruz. Cengiz'le tanıştırıyorum. Eşyalar denk halinde olduğu için de seriliyoruz halıların üzerine. Uğur Orduevi'ni arıyor, odayı bağlatıyor.
Mustafa Amca ve Türkan Teyze ev yerleşene kadar Orduevi'nde. E güzel! Biziyse akşam yemeği için Orduevi'ne davet ediyorlar. E bu da güzel!
Akşamın ruhları dürtükleyen saatlerinde, püfür püfür Körfez esintisinde, Karşıyaka kızlarını kese kese varıyoruz Alsancak- Kordon'daki Orduevi'ne. Eller öpülüyor, kucaklaşılıyor, sarılınıyor, enn iyi iki arkadaşımdan Cengiz onlarla tanıştırılıyor, anne baba selamları iletiliyor.
Oturuyoruz masaya. O yılların Orduevi! Muhteşem. Orkestra içinde olduğumuz filmin Big Band'i. Repertuvarsa bu güzel akşamı bir rüyanın farklı farklı katlarına taşıyor sanki. Kadehler teklif ediliyor, ama tokuşturulamıyor; büyüklerimizin yanında içemeyiz. Hem daha yaşımız ne ki! Mustafa Amca ile Türkan Teyze, rakılarını usul usul, hakkını vere vere içiyor. Laf lafı açıyor, şahane yemekler eşliğinde şahane bir akşam yaşanıyor. Gençlik yerinde duramıyor elbette. Eli öpülesi büyüklerimiz çok anlayışlı. Vedalaşıyoruz. Sonra İzmir kazan biz kepçe. Fuar'ı ihmal etmiyoruz. Medrano Sirki tüm ekibiyle orada. Temmuz'da bizim fuardaydılar. Hisseli Harikalar Kumpanyası'nı orada izliyoruz. Erol Evgin'in Söyle Canım şarkısıyla hüzünleniyoruz. Çok keyifli bu romantizmden duygu yüklerimiz ile çıkıyoruz. Kesinlikle teselliye ihtiyacımız var. "Haydi Buraneros görev başına," diyor enn arkadaşım. Akıyoruz geceye ve epey epey geç vakit dönüyoruz eve.. Veda anlarının sızısıyla seriliyoruz yere açılmış yataklarımıza...
Sabah istikamet Çeşme; önce Çeşmealtı'nda -ben hariç- denize giriliyor. Sonra Çeşme Kalesi dahil ilçe talan ediliyor. O yılların enn popüler tatil köyü Altınyunus'a giriliyor, bir tur atılıyor ama hava bayağı esintili, bir kaç fotoğraf çekiliyor, teknelere bakılıyor sonra vedalaşılıyor.
Şimdi ver elini Foça. Kordonda bir tur atıp gözümüze kestirdiğimiz yol kenarı, deniz manzaralı bir kafeteryanın önünde park ediyorum. Kenar bir masaya oturuyoruz. Bir şeyler içmeye niyetlenmişken ve sipariş verirken karşıdan gelmekte olan ve gözleri bizde üç bahriyeli yanımıza varıyorlar. Bir arkadaşlarının plakayı görünce dikkat kesildiğini ve beni tanıdığını söylüyorlar. E popüler adamım. Cengiz usulca klasik cümlesini kuruyor. "Olum seni burada da buldular!"
Gemiye davetliyiz. Hem beni tanıyan aşçı! Hazırlıkta olduğu için çıkamamış ve o nedenle arkadaşlarını göndermiş. Gidiyoruz gemiye, kıç güvertede masa kurulmuş. Çocukla kucaklaşıyoruz. Samimi olduğum biri değil, bir iki konuşmuşluğumuz var ama arkadaş değiliz. Tatlı çocuk ama. Bir de üst çavuş var orada, çocuklarla kanka. Rütbeler sıfırlanmış, muhabbet gırıla. Gemi komutanı üsteğmen, anlayışlı. "Hoş geldiniz," diyor, sonra çekiliyor. Yemekler yeniyor. Karpuz kesiliyor. Şahane sohbete, fıkır fıkır esprilere, komik anılara çaylar eşlik ediyor. Sonra poz poz, grup grup hatıra fotoğrafları çekiliyor. Fotoğraf çekilme anlarında görev değişiklikleri ile bizden hep bir kişi eksiliyor.
Yolumuz uzun bizim, akşam üstü İzmir'e veda. Önce Uğur'u bırakacağız, kopilotum haritayı açacak ve yeni hikâyeler için yola revan olacağız.
Hayatımın enn kıymetli, Che Guevera'nın Motosiklet Günlükleri'ne benzettiğim, unutulmazım bu seyahati yazmaya soyundum ama sanırım düzenli ve sıralı yazamayacağım, kervan yolda dizilecek bir bakıma.
Sevgili Şule'ye özel teşekkür; O Bergama demese, ben söz vermesem, sadece finali yazılıp yayınlanmış bu uzun hikâye, asla yazılmayacaktı.
3.Bölüm Eylül'de Gel için buradan lütfen.
Bir sanat olsa gerek..
45 dakika önce