akıp giden zamana notlar... etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
akıp giden zamana notlar... etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Şubat 2025 Salı

Neden Yağdın Söyle Kar


*Ondan son gazoz parasını aldığımın ertesi günü, ölümün soğuk yüzünü ilk kez hissettiğim Dedemin sabah namazına giderken biz sıcağa kalkalım diye yaktığı mangalın ısıttığı, Babannenin sıcağından uyanılmış odada, sokak lambalarının sarı ışıkları altındaki dokunulmamış karı seyrederken; Adamo'nun Her Yerde Kar Var şarkısının tınıları yol alırdı derinliklerime doğru...

*

Her seferinde dua ettiğim bir kurum var; Samsun Devlet Opera ve Balesi. Bütün eski defterleri kapatıyorum dediğim bir süreci başlatmasam, dolayısıyla hayatımda bilinçli bir boşluk oluşturmasam, o boşluğu konserlere, opera ve bale gösterilerine düzenli giderek doldurmasam...

Çok yazımda söz ettiğim üzere belki de, enn sevdiğim kadına ulaşmış olmayacaktım.


Yine çok kere yazdığım ve belki de söz ettiğim üzere, eğer yazılarımı opera balenin basın yayım bölümü fark edip de paylaşmasa, benimle özellikle tanışmak istediklerini beyan etmeseler; ben enn sevdiğim kadın tarafından yapılmış yorumları o yazılarımın altında göremeyecek, onunla aramızda enfes bir yazışma süreci başlamayacak, bu süreç bir buluşmaya evrilmeyecek ve ben hayatımı, yazılarıma da yansıyacak derecede mutlulukla, keyifle, yepyeni bir heyecanla ve coşkuyla yaşamayacak...


ve hatta tanışamayacağımız için O'nunla yaptığımız tadından yenmez seyahatlerin hiçbiri de olmayacaktı.

İşte bu nedenle yolumu güzel çizen kadere ne kadar şükretsem, bunu sürekli ifade etsem; yine de duygularımı tam anlatamayacağım...


ve hatta Enn Sevdiğim Kadın olmasa nasıl bir yol yürüyeceğimi bilmeyecek, peşlerinden keyifle koştuğum hayallerim de öksüz kalacaklardı,

diye düşünüyorum...

Kar, gemi, ağaçlar, güller ve denizin fotoğraflarını çekerken...




*Kar adlı yazıdan

27 Kasım 2024 Çarşamba

Enfes Bir Akşamın Demi

23.11.2024


Benim dişçimle randevum var, Enn Sevdiğim Kadın ise bir toplantıya katılacak. Şehrin aynı coğrafyasındayız. Buluşmayı planladığımız nokta ise çok sevdiğimiz mekânlardan biri; blog dostlarımızla da çok hoş zamanlar geçirdiğimiz, mezeleri lezzetli, rakı adabını bilen, müşterileri nitelikli bir kulüp...

Benim randevum saat 15'de, gidiyorum ve işim 15 dakikada tamamlanıyor. O'nu arıyorum, toplantısı henüz tamamlanmamış, o halde istikâmet Hakan diyorum. Orada laf lafı açıyor, henüz telefonum çalmadı. Derken kapıdan giren kadın tam benim önümde duruyor. Kafamı kaldırıyor ve şaşırıyorum. Oysa telefonla teyitleşme, ardından ikimize de çok yakın mekânda buluşma idi plan.

Karşımda kot pantolunu ve montu ile tam anlamıyla bir fıstık var. Ona bir kez daha bayılıyorum, elbette hayranlıktan coşmuş gözlerimi bir süre sonra geri alıyorum, Hakan'la vedalaşıyor ve enn sevdiğimiz mekâna doğru yürümeye başlıyoruz. Planımız kısmen kış nedeniyle etrafı korunaklı hale getirilmiş açık alanda oturmak. Önüne geldiğimizde görüyoruz ki masalar rezerve, çünkü televizyonda Fenerbahçe'nin maçı var. O halde mimarisi çok hoş, eskiden ev olan tarihi binaya...

Masamızın manzarası çok güzel, sokak zaten güzel ve evler de elbette...

O halde klasiklerle donansın masa.


"Peynir lütfen, Arnavut ciğeri lütfen, beyin lütfen,"

ve garsonumuzun önerisi ile üzeri yoğurtlu adını bilmediğim bir lezzet daha... Ve elbette 35'lik Yeni Rakı ve bir kase buz. Ekranlarda maç ama bizi hiç rahatsız etmiyor. Sohbet şahane, hayaller, planlar, siyaset, kitaplar, geçmişten ânlar, anılar derken el atmadık konu kalmıyor. Bir de Sinop hayali ekliyoruz sohbete... Dışarıda enfes bir yağmur var. Ve usul usul, uzun bir zamana yayarak içtiğimiz 35'lik bitiyor. Ödemeyi yapıyor, garsonu boş geçmiyor, herkese teşekkür ediyor ve enfes yağmurlu geceye ve sokağa atıyoruz kendimizi.


Şimdi trene doğru yürüyoruz. Yağmur yağmaya devam ediyor. Üzerimizdekiler su geçirmez, o nedenle dilediğince yağabilir. D&R'a giriyoruz. Enn Sevdiğim Kadın kitap alıyor. Sonra trene doğru yürüyoruz, yağmur şiddetini artırıyor. Tam da bir şarkının söylenme zamanı, hani sözlerinin en vurucu yeri "Yağmurun sesine bak, aşka davet ediyor," olan... Keyfimiz gıcır, trende keyife devam, şahane sohbet, ıslanmamış planlar, akıp giden gecenin erken saatleri. Keyiften ölüyorum.

Bizim istasyon görünüyor, yine bir vedalaşma ânı, gülümseyerek ve çok mutlu bir adam hallerimle iniyorum trenden. Bir klasik tekrar edilecek, çünkü ara beni dedi. İstasyondan denize doğru çoookkkk mutlu bir adam yürüyor, aklında güzel bir kadın var, bu sunumlar zihninden pırıltılarla gökyüzüne ulaşıyor.

Kıskanmıyorum.

Çünkü o adam benim. Az sonra da şahane bir kadınla telefonda konuşacağım ve 10 yıldan fazla bir zaman geçmiş olmasına rağmen o konuşma sanki bu akşam onunla tanışmışım ve o nedenle soluk soluğa, kısmen şımarıkça ve ilk akşammış tadında olacak.

Bunu nasıl becerdiğimize, bu hisse, tazeliğe her seferinde aradaki tüm zamanları silerek nasıl ulaşabildiğimize, eve doğru yürürken ve bir yandan yağmurun tadını çıkarırken, yine şaşıracağım ve bu şahane kadını o andan itibaren özleyeceğim.

17 Kasım 2024 Pazar

Ben Bazen Hayal Yaşarım!

17 Nisan 2012

"Üzerinde sahibinin adı olmayan bir hayat yoktur."* Nobokov.



"Mesela tansiyon yükselmiş,

illet bir baş ağrısıyla sarmaş dolaş,

yatak yorganla kardeş düşler içinde kulaçlar atarken,

hep eksik kalmış cümlelerimi düşünmüşümdür.

Ve her bu haldeyken bir sürü insan geçer akıl defterimden...

Ve ben her seferinde söylenmemiş kelimelerimi ard arda dizer, her avuca özel cümleler bırakırım.

Çok saklı bahçem, o saklı bahçelerde çok sayıda "aslında ne olmuştu"larım vardır.

Akıp giden zamanın bir yerinde, avuçlara avuç olsam, gözlerine bakıp aslındalarımı döksem isterim."



Diye yazmışım.

Sanki bugünlerimi görmüş, kendimle büyük bir hesaplaşma için kılıcımı kuşanmaya başlamışım!

14 Kasım 2024 Perşembe

Sen de Beni Güzel Hatırla

16+ ifadeler içeriyor olabilir!..


... O, o günkü sıkıntılarına değecek bir şefkat eli arıyordu.

Oysa daha dün, onu Tadelle'lerle seven, kendince çok haklı ama yine de umursuz bir telefon konuşması sonunda evliliğe gidecek olan sevgilisi ve O'nun en can arkadaşı gelmemişler miydi?

Kesmemişti!..
... Kapıdan çıkarken karşıdaki bina bir başka sayfayı açıyor. Çünkü o evin katlarında şehrin en popüler kumaşçısı ailenin abisi, yengesi ve ablası, bir katında ise kurucu babası ve annesiyle birlikte, "Kiminin her şeyini sunarak bir türlü yaratamadığı duyguyu; yalnızca çantasından çıkardığı bir Tadelle'yle yaratabilen, bir kartpostalın arkasına yazdığı şiirle duygularımı göz ucuma yığabilen insan güzelliği..." oturuyordu.
... Usul rakı yudumları, su olup akan cümleler, anılar, gündemler derken bir ânda; bugüne kadar hakkında yazmadığım ama yazmaya karar verdiğim, hayatımın en zor yıllarından, asker ve taze bir yirmilikken, ve belki de üzdüğüm, bir seçilmiş olarak televizyon ekranında O siyah beyaz gözükmüşken; Kenan Evren ve avanesinin tam kadro katıldığı 12 Eylül 1980 darbesi sonrasındaki ilk 19 Mayıs günü ve ilk kez yapılan canlı yayında; bayrağı Bandırma Vapuru'ndan aldıktan sonra limandan uzun bir mesafe koşarak onu tören alanına taşıyan, bizim bölük gazinosunu yengemiz koşuyor diye tıkabasa dolduran, tek kanallı siyah-beyaz TRT ekranından akan, elbette kasılmama sebep olan ve sonrasında adı -şehrimizde- Bayrağı Taşıyan Kız olarak kalana geliyor. Ve başka mekânlara, başka ânlara doğru yürüyor kelimeler...


*


Yıl 1982 ya da 81'in ortaları, askerlik sonrası hayallerimi bir ölüm nedeniyle erteleyeceğimi hayal bile etmiyorum, güçlü ve uzak coğrafyalara dönük planlarım var. Askerliğiminse son demleri. 20. yaş 21'e selâm duruyor. Askere gelirken tüm eski ilişkilerimi kapatmaya ve dönüşte yeni bir sayfa açmaya karar vermiştim. Baba öleli bir yılı biraz geçti. Artık ben kardeşlerimin de bir anlamda babasıyım. Onlar henüz biri kolejde olmak üzere öğrenciler, ben de asker. Şehrime sıklıkla gelebiliyorum; işlerle ilgileniyor, okulu bırakmak zorunda kalan ve henüz 15 yaşında olan kardeş ise mağazayı yönetiyor ve birliğim bu nedenlerle izin konusunda bana anlayışlı davranıyor.

Yakın arkadaşım olmakla birlikte benden bir kaç yaş büyük K. evlenmek üzere, henüz nişanlı. Bir gün tanıdıkları, arkadaşları olan bir kızdan söz ediyor bana. Tanıdığım biri değil ki bu normal, benden iki, üç yaş küçük. Bu durum o yaşlardan bakınca, ne yani bebe mi büyüteceğiz dedirtiyor erkeğin ukalasına. Askere gelirken kendime vaad ettiğim üzere tüm eski ilişkileri sonlandırmış ve artık kitabımda yeni sayfalar açmaya karar vermiş bir durumdayım. Fakat tam da o zamanlarda yukarıdaki çerçeve içine alınmış cümleleri bir gün yazılarımda kuracağımı bilmiyor, hayal bile etmiyorum.

N. voleybolcu, okul takımının kaptanı, endamı yerinde ve şehrin en güzel kızlarından biri; ellerine ve parmaklarına ve ojeli tırnaklarının rengine bayılıyorum. Boy bos onda ve iyi bir smaçör. Lise camiasının tüm öğrencileri kendisini tanıyor ve bu anlamda çok da popüler. O'nu beğeniyor ve seviyorum ve K. ile eşinin evinde bir hafta sonu tanıştırılıyorum. Şehre geldiğim her dönemde işlere bir göz atıyor, kardeşle durumu değerlendiriyor, bunun dışındaki tüm boş anları ise N. ile geçiriyorum. Elbette küçük amcam hafta sonu yengemi ve kuzenlerı alıp bize geçiyor, ben de amcamdan devraldığım anahtarlarla amcamların evine... Seks beni zihinsel olarak da rahatlatıyor, bu anlamda bir sorun yok ama onunla iken sınıra gelebilirim ama o sınırı aşmamam gereken de bir nokta var. Bunu hissediyorum ve o sınırı sadece bir şartla aşabileceğim ise teklifim üzerine sade bir dille bana ima edilmiş durumda, bu durumu o günlerden bakınca anlıyor, yadırgamıyorum da... Benim şehrime gidemediğim zamanlarda o en can arkadaşı ile beni görmeye birliğime kadar geliyor ve o günkü yüklerim, koşullarım açısından bakınca gerçekten de varlığı ve sevgisi hayatıma son derece iyi geliyor. Seviyorum, varlığı çok kıymetli, bünyem it lakin sanki gönlüm de onu seviyor. Bunda bulunduğum durumun ve duygusal ihtiyacımın yanı sıra fiziksel ihtiyacımın ve arzumun bir etkisi var mı? O an için bunu sorgulayamıyor olsam da sanki var diyebilirim, varlığından mutluyum, onu seviyorum çünkü çok nadir olan bir şey yapıyor, talep ediyor ve onun bana verdiği bir fotoğrafı yanımda taşıyorum. Fotoğraftaki kızı fiziken de seviyorum.

Süreç devam ediyor, şevişmek önceliği olan bir genç adam, buna itirazı olmayan bir genç kız, tüm bunlara rağmen nerede durması gerektiğini -o sınırı aşmak isteği baskın olsa da- bilen bir genç erkek. Her şey mutlu!

Üzerimdeki sorumluluklar ve baskılar tansiyonumu hoplatıyor, enn amcam olaya el koyuyor ve üniversite hastanesinde çekap'tan geçiriliyorum.

Hoş geldin yüksek tansiyon!

Askeri hastanede ve takipteyim. Çok sürpriz biri ziyaretime geliyor, tanıdığım en özel insanlardan biri, o ziyareti anlattığım yazımda şöyle de bir cümle kuruyorum: "Oysa daha dün, onu Tadelle'lerle seven, kendince çok haklı ama yine de umursuz bir telefon konuşması sonunda evliliğe gidecek olan sevgilisi ve kız arkadaşı gelmemişler miydi? Kesmemişti!.. O, o günkü sıkıntılarına değecek bir şefkat eli arıyordu."

Bir üçgenin içindeyim. Evlilik hayalim ve planım yok. Yaşım tam bir hergele, ben istesem bile o kabul etmez. Birlikte olduğum kız çok popüler, hayali var, onda da çok tutarlı ve samimi ama an itibariyle evlilik fikri bana çok uzak. Tam da o sırada bir İzmir seyahatimde Cemal ile onların dükkânı önünde otururken şehrimde öğretmen olan İzmirli bir kızdan söz ediyor, bu işime geliyor ve şehrime döndükten itibaren de onunla başka bir hikâye oluşmaya ve gelişmeye başlıyor. Diğerini üzme pahasına...


O'nunla sonra hiç bir ortamda rastlaşmıyoruz. Sonra, aradan geçen uzun bir zaman sonra, Tırtıl ve ben yürürken karşıdan gelen siyah kot takımlı, vücut hatları mükemmel, 35 sonu-40'lı yaşlarda bir kadın dikkatimi çekiyor, bir göz teması oluşuyor ama kısa, yan yana geçtikten bir süre sonra bende bir ışık yanıyor ve geri dönerek bakıyorum, o sırada onun da geri dönüp bana baktığını görüyorum ve jeton düşüyor, çünkü O...



30 Ekim 2024 Çarşamba

Ekonomist Bunu Başarana Denir

Enfes bir sonyaz akşamı, zorlu bir ülkede, akşamın bir vaktinde, evden getirdikleri yiyecekleri, sandalyeleri ve denize bakan ağaçların altındaki seyyar masalarında insanlar, keyiflerine -elden geldiğince- keyif katıyorlar.

Midye dolmalarının tanesi, boyutlarına göre 4 lira ile 6 lira arasında değişiyor. Bense torpilliyim, istediğim sayıya her zaman eşantiyon kategorisinden ilave yapılıyor; kendisi bir kaç metre ilerimde ve günde en az iki kere selâmlaşıyoruz!

Aradan bir yıl geçiyor, bir top dondurma önceki yıl 5 TL. iken -ama enfes- belediyenin kafelerinde dahi 10 TL, tek top alırsanız ise 12 TL!

Topunun 25 kuruş olduğu, dondurmaya hiçbir çocuğun uzaktan bakmadığı o güzel yılları, sevgiyle anıyorum.

Şu an Ekim sonu itibariyle aynı midyecide midye dolmasının tanesi ebadına göre 10 ve 13 TL.

Dondurmanın topu ise 20 T.L.

Ve Tuik enflasyonu, -yersek- Eylül itibariyle % 49,38!

Bir kaç gün sonra bir yazıma gidiyorum, sürpriz... 20 haziran 2021'de beyaz şaraba eşlik için aldığım midyeler yazımda... Sıkı duruyoruz, aynı midyecim ve midyenin tanesi 1,50TL!     Bana özel iskonto ile 1.25 TL.  Ve tarihe bu küçük notu hemen  düşüyor ve ekonomist dehası ile neredeeeennn nereye, diyoruz!



17 Ekim 2024 Perşembe

Haydi Şimdi Bütün Eller Havaya

Plak Odeon etiketi ile 1976'da çıkıyor. Söz ve müzik Burhan Gökalp'e ait. Anadolu Pop ve Rock'ın altın yılları; tarzı yaşatan bir sürü grup var, seviliyorlar ve tarz gündemi ele geçiriyor. Tıfıl ben türkünün Esin Afşar yorumunu seviyorum ve tarzı bana daha yatkın Yoh Yoh'u da satın alıyorum. Zühtü ise mizahi tadı ve Anadolu Rock yorumu ile düğün derneklik bir plak ve her yerde. Arka yüzde ise Kaygusuz Aptal'ın Kaz adlı eseri var, prodüktör Engin Atamer. Orkestra ise Grup İcabında ve İsmet Sıral. Plak fiyatı 15 TL!


*
Okuyanlar bilir ki Bureneros bundan önce bir yazı yazdı. Biliyor ki hüzün yaratan o satırlar geride kalacak. Eğer bu ülkenin taşını toprağını seviyorsak ve biliyorsak; masal gibi o yılların güzelliğini yeniden ve daha diri biçimde yaşama potansiyelimiz de var demektir. Derdi de asla umutsuzluk yaşatmak değildi, o yazıyı yazarken Buraneros'un... Ama apolitikleştirilmiş gençlere bıkıp usanmadan anlatmak, bazen de biraz dürtmek gerekiyordu.

Çünkü kendi kuşağı Cumhuriyetin izlerinin hâlâ var olduğu yılları eğitim müfradatı nedeniyle biliyor o sayede de ülkeyi ve insanını tanıyordu. Babasından devraldığı meslek ona o kadar çok tanıklıklar yaşatmıştı ki bir çok insana ütopya gibi gelecek yılları minik bir çocuk, sonra genç bir adam olarak yaşamış, büyüklerinden devraldığı birikimleri özümsemiş, dolayısı ile de inancını kendine yoldaş yaparken hep diri tutmayı becermiş ve inançlarıyla adeta  kanka olmuştu,

ve hiç bir günahları olmayan -yeni nesil- gençlere unutturulmak istenen o yılları anımsatmak istemişti.

Son sözü olarak o dönemler 20 yıldır, özellikle ve kıskançlıkla ve bilerek, gerektiği gibi anlatılmadığı için!.. Özellikle gençlere demek ister ki Buraneros: Üzüntüye, hayıflanmaya ve kedere gerek yok.

Ama kendilerine ideolojik bir yaklaşımla ve bilinçli olarak gerektiği gibi anlatılmayan Cumhuriyetin kuruluş yıllarını ve ülkenin yeniden kuruluşunun izlerini anlatan kitapları, doğacak ya da doğmuş çocuklarımızın yararı için Nutuk'dan başlayarak okumakta, hediye etmekte, ve okutmakta yarar var...



O halde,

gelecek güneşli günler için...

Haydi şimdi,

bütün eller havaya!






14 Ekim 2024 Pazartesi

Masal Bir Ülkede Bir Varmış Bir Yokmuş

Bilmediğimiz bir ülkenin bir tarihteki mutlu yılları; evlerde likör ikram ediliyor; çikolatalar, gerçek badem şekerleri, fabrikasyon olmayan enfes dondurmalar gani, en kenar mahalledeki çocuğa bile ulaşıyor ve topu 25 kuruş! Sokaktaki satıcıları birer efsane. Nane şekeri satan, bembeyaz iş kıyafetinin kollarına geçirdiği siyah kollukları ile abi, beyaz kağıttan küllaha bembeyaz şekerleri yerleştirirken, bir yandan da çocuğa özel, onun ruhunu okşayacak mâniler söylüyor.

Konserler dizi dizi, kapalı spor salonları dolup taşıyor, onca sinemaya rağmen biletler karaborsaya düşebiliyor.

Fuarların kocaman, yemyeşil, peyzajları muhteşem lunaparkları var. Ekonomi karma, devlet kurumları dimdik ayakta ve birbirine entegre. Devlet Üretme Çiftlikleri'nde yok yok. Zonguldak adlı şehrinde bereketli maden ve kömür ocakları, Batman'da petrol kuyuları var. Rezervler asırlar geçse de tükenecek gibi değil.

Ziraat Bankası köylünün, Halk Bankası esnafın, Etibank madenlerin, Sümerbank giyim kuşam, çanak çömlek, el sanatları, porselenler, el emeği emsalsiz halılar ve cam ürünleri gibi akla gelen her şeyin.

Paşabahçe cam ve porselen ürünleriyle bir dünya markası.

Emlak Kredi Bankası ev sahibi olmak isteyenlerin arkasında; uzun vade ödemeli toplu konutlar yapıyor.

Çimento ve Demir Çelik Fabrikaları yurdun dört bir yanında; işgal altındayken, vatansever halkıyla verdiği topyekün mücadele sonucunda Kurtuluş Savaşı'ndan çıkmış, gelişme çabasında olan bir ülkenin bağımsızlığının çimentosu onlar.

Tüm tarım araçları ve traktörler Zirai Donatım Kurumu'ndan. Ziraat Bankası'ndan düşük faizli ve uzun vadeli kredi kullanıp traktörler, biçerdöverler gibi tarımsal araç gerece sahip olunabiliyor. Özel sektör kurumları ve bankaları ile devletinkiler tatlı bir rekabet halinde. Karayolları kurum olarak adından anlaşılacağı üzere ülkenin her noktasında yollar yapıyor. Y.S.E, yani açılımı yol su elektirik olan kurum, köylere ulaşacak alt yapı hizmetlerini veriyor. D.S.İ, yani Devlet Su İşleri, barajlar inşa ediyor, ihaleler yandaşlara peşkeş çekilmiyor, araç parkları güçlü, mühendisleri Atatürk sevdalısı ve Cumhuriyet aşığı.

Köylünün, ürünüm elimde kalır korkusu yok, alıcı tüccarlar ve devlet. Süt Endüstrisi Kurumu üretici köylünün ayağına gidip topluyor sütleri ve pastorize edip şişeliyor; yağ, peynir ve süt kurum mağazalarında uygun fiyatlarla satılıyor. Aynı işleyiş Et Balık Kurumu'nda, Toprak Mahsulleri Ofisi'nin silolarında da var; pirinç, bulgur gibi hububatlar satış ofislerinden ucuzca tedarik edilebiliyor. Ve bu yapılanma aynı zamanda özel fabrikalara da örnek oluyor ki bunlardan birine bizzat tanık çocuk.

Almanya'da eğitimini yapan, sonra yurda dönen, adı Yalçın olan bir amca, Engiz'de son derece modern bir fabrika kuruyor. Çocuk o fabrikayı geziyor ve ilk kez, ancak filmlerde görebildiği şişelenmiş -günlük- pastorize sütün tadını bu sayede alıyor.

Eskişehir Uçak Fabrikası, Tusaş, Tank Palet, M.K.E. Kırıkkale Silah Fabrikası, Zonguldak Kömür İşletmeleri, maden ocakları, Tariş, Fiskobirlik, Tekel, SEK, İskenderun Demir Çelik, Ereğli Demir Çelik, Çorum Çimento ve benzeri kurum ve birliklerin hepsini tek tek yazsam istiyor çocuk ama okurun ki de can.

Memurlar için sosyal hayat kurum lokallerinde. Memleketin pek çok yerine yayılmış ve son yirmi yıl içinde tek tek müteahhitlere satılmış, daha doğrusu peşkeş çekilmiş, anne babayla gidilen kurum kamplarında tatil yapmayan, anı biriktirmeyen çocuk  neredeyse yok. Devlet Malzeme Ofisleri kırtasiye ve D.M.O etiketli pek çok ürünün kamu kurumları için tedarikçi ve dağıtıcısı. İlkokul bebelerinin, yeni doğmuş çocukların ve hatta ilk, orta, lise öğrencilerinin sağlık kontrolleri devlet kurumlarında bedava; aşı görevlileri kapı kapı dolaşıyorlar, ders aralarında ve beslenme saatinde süt ve poğaçalar devletten!

Milli Eğitim'in kitap dükkânlarından üstelik ucuza, hayal edilemeyecek, son derece nitelikli kitaplar alınabiliyor. Tiyatro, sinema, opera, bale, konserler neredeyse bedava ve son derece nitelikli.

Öğrenciler en azından yılda bir defa öğretmenler gözetiminde görevli sağlık kuruluşlarına, yani dispanserlere götürülüp röntgenleri çekiliyor, aşıları takip ediliyor, görevliler bizzat okullara gelip düzenli olarak o aşıları yapıyor. Köy Enstitüleri her alanda bilgisi olan öğretmenler yetiştiriyor, her şey masal gibi... Devlet tüm bu hizmetleri de anadan babadan daha iyi, sorumlulukla ve bedava yapıyor.

Ülkenin üç tarafındaki denizlerde yük ve yolcu gemileri dolaşıyor, demir ağlarla örülmüş ülkede tren ve gemi yolculuklarının her biri diğerinden keyifli; yolculuk esnasında Cumhuriyetin kurduğu fabrikaların önlerinden geçiliyor. Durulan istasyonlarda kompartımandan kollar uzatılarak vagonlardan şeker fabrikalarına gitmekte olan şeker pancarlarından alınıyor ve evlere varılınca da onlar kuzinelerin fırınlarında pişiriliyor, keyifle de yeniliyor.

Ülkenin bir diğer ucunda, Kars'ta, artık Ziraat Bankası'nın Kars şubesinin müdürü olan amcası sayesinde gittikleri Boğatepe adlı köyde, seccadesini toplayan bir  kadınla rastlaşıyor çocuk. Teyze dikkatini çekiyor, Türk'e benzemiyor. Sonra öğreniyor ki bu hoş ve az önce seccadesini toplayan teyze Sovyetler Birliği'nden gelme ama Alman asıllı.  Ve küçük bir peynir üreticisi olan abinin eşi. Çocuk için bir masal an daha. Şehrine döndüğünde tüm bunları arkadaşlarına anlatacak. Üstelik dünyanın en kaliteli ve özel kaşar peynirleri; yöre çiftçisinin sütleri ile ve eski metotlarla burada, Boğatepe'de üretiliyor.

Elazığ da TEKEL'e ait şarap fabrikası; yöreye özel, çok nitelikli bir Atatürk ve Cumhuriyet eseri, biri kırmızı diğeri beyaz olan üzümlerden kırmızı ve beyaz olmak üzere iki türde Buzbağ şaraplarını üretiyor ve çok şükür ki fabrika mevcut iktidar döneminde bağları ile birlikte ülkenin en güçlü ve nitelikli firmalarından birine satılıyor.

Çocuğun ailesinin memleketi!

Çocuk yazları yöreye gittiğinde ailesi ile; sabahın en erkeninde dedesiyle birlikte her gün mütevazi bağa gidiyor, olmuşluğu gözleri ile test eden dedesinin, salkımlarını özenle kestiği üzümleri, üzerindeki çiğlerin serinliği ile tek tek kopararak, keyifle yiyor çocuk.

Ve ilginçtir bu ülkenin adı da Türkiye!

                                                                                       ***

Sonra mirasyediler türüyor, ülkeyi yönetmeye başlıyorlar, tüm bu kurumlar özelleştirme kapsamında elden çıkarılıyor, gemiler gelmez oluyor, fuar alanları harabe oluyor, kamu kurumları özelleşiyor, yarış atları yetiştirilen, süt sağılan haralar özelleşiyor ve yok oluyor; 1 dolar 36'liralara varıyor; pandemi öncesi ülkenin en lüks lokantalarında alkol dahil, ve kuş sütü eksik olmayan masalarda 250- 500 lira civarında paralar ödenirken... sonrasında 2000, 3000 liralar yetmiyor. Uçağa binmek çocuk oyuncağı olmuşken artık otobüs yolculukları bile lüks oluyor.

Kısacası bütün adı geçen kurumların işlevsellikleri bitiriliyor.

Bir koca ülke, istisnaları hariç, beterin de beteri var diyerek ve kafayı yemek üzereyken; neredeyse mevcut durumuna, hâlâ yaşıyor oluşuna şükrediyor. Çaresizliğine sığınıp, eller havaya deyip, bir süre çılgınlar gibi eğleniyor; sonra da zorunlu olarak, kabulleniş sendromuyla birlikte mutsuz hayatına geri dönüyor.

Ve birileri de ellerinde smoothilerle, itibardan tasarruf olmaz mottosuyla, lüks lüks arabalarla, sayısına bereket uçaklarıyla, saraylarda ve üstelik bizim vergilerimizle hayallerini yaşarken, aklımızla alay etmeye devam ediyorlar.

Ve tüm bunlara bir ilkokul öğrencisi büyürken tanık olabiliyor!.

Cumhuriyet'in kuruluş yıllarını, verilen savaşları görmemiş olsa da: Demiryolcu dedesi, dağ başlarında yeni yeni yollar açan Karayolları araçlarının bakımını ve tamirini yapan ve gencecik bir usta olan, evlendikten sonra kendi tamir atölyesini açan, tırnaklarıyla kazıyarak yol alıp yedek parça dükkânlarına ulaşan ama çok erken ölen babası, genç ve idealist Ziraat Bankası müfettişi amcası ve daha genç, aynı bankada bankacı halası, inşaat mühendisi, ilk boğaz köprüsü inşaatında daha öğrenci iken çalışmış, mezun ve gencecik bir inşaat mühendisi olarak D.S.İ'nin bir baraj projesinde iş başı yapmış dayısı, tarım alanlarına sondaj için giden, tarlalar için su bulan, bulunan suları kanallarla alanlara yayan D.S.İ. çalışanı amcası, Karayolları'nda memur yengesi, Cumhuriyet ve Atatürk aşığı tüm büyükleri ve kuran okumayı öğrendiği aydın din adamı Mümin Dayı ve elbette başta ilkokul öğretmeni, muhteşem kadın Gülseren Kaya olmak üzere onların her birinin ayrı ayrı emekleri ve özendirmesiyle edindikleri sayesinde sinema, konserler ve tiyatro ile ilişki kuruyor ve kitaplar sayesinde edindiği farkındalıklarla da baktığını görmeyi öğreniyordu çocuk.

Ve onları
 
 özlemle,

sessizce,

biriktiriyordu...

ve asla unutmuyordu çocuk.


12 Ekim 2024 Cumartesi

Bizim Mahallede Bir Akşam Ve...

Geçen hafta,

günlerden pazar...


Enn sevdiğim kadınla bir mekânda takılalım bu hafta sonu düşüncemiz var. Neresi olsun konusunda ân itibariyle seçim yapmış değiliz.

Tercihi ona bırakmış durumdayım.

Sonra, bir vakitte telefonum çalmış mı yoksa ben onu aramışım da ulaşamamışım mıyı hatırlamıyorken, cevapsız arama mesajını görüyorum sabit telefonda ve geri arıyorum.

Onun önerisiyle eş zamanlı olarak bir vaoww sesi çıkıyor içimden, ama sessizce. Karar çok şaşırtıcı, ve gülümsetici,

çünkü!



Bu sabah uyanıyorum. Gün erken, biraz sonra kahvaltıyı aradan çıkarmayı düşünüyorum ve iki dilim kızartılmış tam buğdayın arasına haşlanmış ve dilimlenmiş yumurtayı yerleştirip, üzerine de dilim kaşar ve dilim salam ekliyorum.

O halde çay.

Çalışma odama geçiyor, bilgisayarı biraz geri iteliyor, onun boşluğuna da tabağımı ve çay fincanımı yerleştiriyorum. Ufak ufak atıştırırken de blog yazılarına göz atıyor, yeni yazılara yorumlar yazıyorum ve tam o sırada Fransız'ın cam korkuluğu ile cam kapı arasındaki, bulunduğu yerden kurtulmaya çalışan, çoookkkkk tatlı bu minik kuşu fark ediyorum. Benzer durum çok yaşandığından ve bizim çatı her çeşit kuşa ev sahipliği yaptığından, gülümseyerek yerimden kalkıyor, Fransızın tek kanadını açıyor ve etrafı seyretmekteyken artık çırpınmaya başlayan ve korkuluktan bir çıkış yolu bulamayan ve varlığımla da ekstra telaşlanan miniği yakalıyor ve uçuruyorum.


Geçen Hafta Pazar

Enn sevdiğim kadın arıyor, günün en güzel, ruhları dürtükleyen saatleri. Yer seçimi için benim tercihimi soruyor. Bir iki yer söylüyorum ama son karar onun. Cehennemin dibi dese kabulümdür. Ve bombayı patlatıyor.

"Disco Burger'e ne dersin?"


Hımmmm...

ne derim acaba?



Mekân komşu evlerden biri, çocukluğumuzun ve komşuluğumuzun, bağ bahçeli yıllarımızın, uçsuz bucaksız yeşilin, burnumuzun dibindeki ve sanki sadece bize aitmiş gibi duran denizin dibi. Yıllar yıllar sonra, imar uygulamalarının ardından parsellere bölünen, parsel aralarından yollar geçen, kaçınılmaz bir yapılaşmaya sebep olan, toprak sahiplerine önemli rantlar sağlayan coğrafyamızın, mirasçıları tarafından, anne babanın ölümünün ardından ev halinden çıkarılıp bir mekâna kiralanan ve açıldığı günden beri adım atmadığım, atmadığımız, daha çok gençlerin takıldığı bir nokta. Ve her gün burnumun dibinde olan, elemanları ile her gün selamlaştığım, adı Disco olan köpekleri ile kankalık ilişkim olan ama tekrar edeceğim üzere içine adımımı atmadığım yer.

Ân itibariyle Meteoroloji'nin duvar dibine park ettiği arabasında midye dolması satan abiyle sohbetteyim ve ne giysem kararsızlığım yüzünden de geç kaldığım için bana doğru yürümekte olan enn sevdiğim kadın konusundaki endişem, artık yerini terk etmiş durumda ve bir yandan abiyle sohbet ederken de gözlerim onun geliş yönünde... Derken ben, yüzümde enfes bir gülümseme; mekânın bahçe kapısına doğru, gözlerimi ondan alamadan, yavaş adımlarla yürüyorum.

Elbette sarılmaca ve elbette öpüşmece ve elbette coşmaca...

Mekânın tavanı açılan iç kısımdaki, eski evin dokusu bozulmadan dekore edilmiş hali sevimli geliyor bana... Bu gece bira gecesi, veriyoruz siparişi ve kendi burgerleri Disco Burger'den istiyoruz, elbette patates de; burger tabağında olacaklara ek olarak. Ama Angaralı Yarim'in gözlerini parlatacak olaysa az sonra masamıza donatılan turşular oluyor. Bu aslında benim için de şaşırtıcı lakin Angaralı Yarim'in gözlerinin parlamasına sebep oluyor çünkü Angara'nın şanıdır biranın yanında turşu.

Keyifliyiz, sohbet güzel... Derken bir baskına uğruyoruz; enfes bir müzik, enfes bir grup, nefesliler nefes kesici, seçilen şarkılar tavan, coşku Ukrayna'ya varıp geri dönüyor sanki. Gençlerin eller havada...  ve İzmir'in Dağlarında Çiçekler Açar'la muhteşem final. Alkışlarla uğurluyoruz mekân gezmesinde olan bu şahane grubu.


Ve D.J. iş, gençler pist başında, vakit gece yarısına yaklaşıyor, kafalar sanki biraz daha güzelleşiyor, final birasını istiyor ve bölüşüyoruz. Yine keyifli bir akşam. Bizim durağa doğru biraz sarmaş, biraz dolaş yürüyoruz. Otobüs'ün geliş saatine kadar epeyi zaman var. Bizim ön bloğun arka blok tamamlanmadan önce kullandığımız 6. kattaki dairesini ve O'nunla geçirdiğimiz enfes günleri...

düşünüyorum.

O'nu otobüse bindirip geri, eve döneceğim. O, geldim evdeyim, diyene kadar bekleyeceğim. Sonra biraz bilgisayarda takılıp, belki televizyonu açıp, O'nun da içinde olacağı, biraz daha zamana ihtiyacı olan bir gelecek için aldığım -bazı- kararlarıma gülümseyip, uykuya koşacağım.

9 Eylül 2024 Pazartesi

Bence Kaçmaz... Kaçırılmamalı

Haftalardır takipteyim, ha başladı ha başlayacak. Çok bölümlü bir belgesel, tanıtım görüntüleri bir an önce telaşları yaratıyordu, bende!

Ve sonunda başladı.

Aman Allahım!


Daha 11-12 yaşlarındayken ve sadece Sovyetler Birliği, bazen de hava koşullarına göre çok net olmamakla birlikte yine bazı yabancı kanallar izlenebiliyorkenki yıllarda, televizyon yönetmeni ve programcısı hayalleri ve heyecanları tavan olan, biraz büyüyünce elinde kamerası ile olur olmadık kayıtlar yapan bir hayalci olarak televizyon ekranına güler yüzlü bir hevesle bakarken, birden hüüüpppp diye çekiliyor, resmen ekrandan geçip büyülü camın içinde yok oluyorum.

Keyiften öldüm çoktan!

Hatta hem öldüm hem de bayım bayım bayılıyorum. Abiler ablalar diye boyunlarına sarılıyorum ve bunu nasıl hayal edip de hayata geçirdiniz diye yakaladığımı sarılıp öpüyorum.


Kaçırmayın derim Sevgili Dostlar. Ömrünüzün hiç bir evresinde gidemeyeceğiniz, gitseniz bile o açılardan göremeyeceğiniz dağlar tepeler, vadiler,  muhteşem yapılar, göller, denizler ve şehirler burada. Televizyon ekranından bir tuşu tıklayarak ulaşmak kadar yakınınızda. İhtiyacınız olan tek şey National Geographic izleyebiliyor olmanız. Hayatınızın yolculuklarını bedava yapacağınız kesin. Bayılacağınızı, bayılmazsanız da benim  kellemi uçurabileceğinizi garanti ederim.


Hatta benim yaptığımı yapın, bir yandan ekranda bir seyyah gibi yok olmuşken, fotoğraflar çekmeyi de ihmal etmeyin.


Öyle güzel açılar, öyle güzel çekimlerle dolaşacaksınız ki Avrupa'yı... Ve hatta evet ben de gidebilirim, gittim, gideceğim ama bunların pek çoğunu ne yapsam ne etsem de bu çapta görmedim göremeyeceğim diyeceksiniz. Ve muhtemelen bir sonraki yolculuğunuz için notlar alacaksınız.


Yani Sevgili Blogdaşlar, kanalı izleyebiliyorsanız kaçırmayın. Olası bir Avrupa gezisi planladığınızda, o planlara katkı verecek en iyi reçeteler bu kanalda ve tadımlık fotoğraflar koyduğum Gökyüzünden Avrupa adlı enfes belgeselde...


İyi seyirler!

Ve isteğe bağlı olarak, güzel serinletilmiş, fiyat kalite oranı şahane bir beyaz olan Kavaklıdere-Leyla'nın bu yolculuklarınıza, işsiz güçsüz bir akşam sakinliğinde, ufak yudumlar halinde ve zamana yayılmış tek bir kadeh olmak kaydıyla muhteşem bir eşlikçi olabileceğinin de altını çizmek isterim!

Ben alkolsüzüm deniyorsa da... İyi soğutulmuş, bir kaç buz atılmış, bir yuvarlak dilim limon ilave edilmiş kola da olabilir...


*Fotoğraflar televizyon ekranından, görüntü ebatları ekrana 2, 2.5 metre uzaktan ölçülü zumlarla makinede biçimlendirilerek, Nikon D5300 ile çekilmiştir.

12 Ağustos 2024 Pazartesi

Angaralı Yarim *

Seninle yine senden ve kelimelerinden gözümü alamadığım enfess bir akşamın günün ruhları dürtükleyen saatlerinde, yıllar yıllar önce ilk kez birlikte gittiğimiz Hut'da defalarca kurduğumuz enfes masa, yine muhteşem ötesi bir sohbet, yine bir yandan sana hayranlıkla bakan gözlerim...

Ve yine gülümseyen ve gülümseten sözcüklerimle, ve yine 15'lik çocuk halimle aklıma ne gelir dilime ne düşer umrum olmayan sohbet ve tüm bu mutlu, yine unutulmaz akşamın sonundaki otobüs durağında, son vedalaşma anındaki tadı bohçalayıp gönlüme koymamın ardından bildiğin üzere enn kardeşle ve gecenin sabaha yakın bi vaktinde, saat üçte derken geç uyanan ben yüzünden yarım saat rötarla düştük yollara.

Bilirsin ki direksiyonda uçak pilotlarına nal toplatacak bir küçük kardeş, aleminin kralı benim diyen bir üç harfli sayesinde hamdolsun daha gün ışımaya yüz tutmuşken vardık Angara'ya. Senin kokun gözlerimde tüterken, hayaller de kurdum daha kuzenin ve enn sevdiğimiz gelinimizin evine varmadan. Kendimi bir anda neden sorusu ile içli dışlı bulurken tam o sırada, Angara'da bir rakı masasında gördüm ikimizi. Bu anı çoookkkkk sevdim. Yine de varsın o da eksik kalsın dedim, belki de yanıldım, yaptık da ben unuttum; ve o sırada kuzen ve enn sevdiğimiz gelinimizin evine varmış olduk. Sonra enfes bir kahvaltı sofrası ve o sırada içimde el çırpan afacanların magazin tadındaki gözlemleri ve ne akşamdı ama tadındaki güzel, çok şirin dedikoduları hâlâ çın çın ediyordu yüreğimde.

Ve ben sanki aradan aylar geçmiş gibi yine özledim seni. Yüzüm gülümsedi... ki o sırada hafıza geçmişten çok güzel anların fotolarını bir bir akıtıyordu zihnime. İşte bi tanem, halim böyle, içimse utangaç bir genç gibi saklıyordu sözcüklerini yine de.

Bu nasıl bir şey şaşıyorum. Üstelik ben, birlikte olduğu insana, özellikle geçmişte kolaylıkla selam çakıp elvada diyebilen ben, acaba neden koca yılları bile senle geçen bir günmüş gibi duyumsuyorum ve neden sana hâlâ, henüz aradan iki gün bile geçmemişken bu kadar açım?

Sakın kimse bana sen çokk aşıksın falan demesin. İşi de arabeske bağlamasın. Ben hayatımdaki kadının, yani senin o kadar farkındayım ki, ayrıca hiç de aptal olmadığımı, hadi diyelim ki körkütük aşık olduğumu bir tez olarak ortaya koysak bile kör gözüne parmak şeklinde bir başdönmüşlük içinde olamayacağımı sadece enn yakın çevrem değil beni tanıyan dünya alem de bilir. Ve kısacası, bir kez daha... İyi ki benimlesin. Kıymetinin fazlası ile farkındayım... Ve seni bir iki günlerde bile çok özlüyor, ve çok ama çooookkkkk seviyorum.

Ve biliyorum ki, hani Angara, masa rakı falan dedim ya ben, o cin gibi zekânla o mesajı aldın zaten sen.;))


Ve bu masanın kurulduğu akşam, akıp giden sohbet, gözlerindeki pırıltı, ve son kucaklaşma anındaki lezzet için bir kez daha şükran sana.


*



Ankara uykudayken giriyoruz şehre. Navigasyon görevini layıkıyla yapıyor ve evdeyiz. Hane halkını uyandırmadan kuzen kapıyı açıyor. Kısa bir sohbet, sonrasında bir yandan sohbet bir yandan kahvaltı hazırlığı. Kankam sese uyandı elbette, ilkokul üçüncü sınıfta bir cin kendisi, aynı zamanda bir asker, komutanı da elbette benim. Disiplinli bir şekilde selamlaşıp günaydınlaştık ve sonra gülüşüp öpüştük. İlerliyen saatlerde de hane halkının diğerleri uyandı. Aramıza gençler katıldı, akşam olunca onlar mekânlara takıldı. Biz önce halayı ziyaret ettik ve bu süreç içinde ise hastaneye bayıldık. Adeta bir özel hastanedeydik sanki, temizlik fazlası ile dikkatimizi çekti. Ziyaret saatlerindeki disiplin çok iyiydi lakin bize işlemedi.


Bir refakatçisi vardı halamın ki kendisinden bu yazıda söz edeceğim. Bize ise ziyaret saatleri aslında genelde de pek işlemezdi. Çünkü içimizde hiç büyümeyen çocuk cinler vardı, yaptığımız ahlak dışı bir tutum olsa da bundan keyif almadığımız da söylenemezdi.

Önce halam için getirdiklerimizi üç poşet çantaya böldük. Sonra belirli aralıklarla güvenlik görevlisinin olduğu kapıya yürüdük.

Gayet soğukkanlı bir şekilde refakatçiyim dedik, ve kalıbımıza bakan görevli bunlar efendi insanlar yalan söylemezler düşüncesiyle her üçümüze de sorgusuz sualsiz kapıyı açtı.

Sonra üçümüz dakika aralıklı olarak halamın odasında toplaştık.

O sırada bir hanımefendi ile tanıştık, tokalaştık ki gerçek refakatçiydi O.

Öncelikle üzerinde yattığı açılır kanape üzerindeki kitaplar dikkatimi çekti, sonra o sigara molası için odayı terk etti. Biz arkasından dedikodu yaptık; elbette olumlu anlamda, çünkü hepimiz- mesleklerimizin sağladığı gözlem olanakları sayesinde- iyi kötü ayrımını yapma konusunda gerçekten yetenekliydik.

Hanımefendi dönünce sohbet genişledi. Siyasetten başladık, gündemlerden çıktık, geçmiş yıllara uzadık, sosyalizm konuştuk, fraksiyoner ayrışmalar konusunda fikir birliğine vardık ve eleştirdik.

Ben sezmiştim ama ufacık bir yanılmam olmuş yine de; ben Çerkes olduğunu düşünürken Alevi olduğunu öğrendim halamdan. Elbette bunun konusu hiç olmadı, hiçbir zaman da olmazdı zaten.

Bir sonraki gün ziyaretimizi yasal sürelere uyarak yaptık, gece yola çıkacaktık ki öncesinede IKEA'yı talan etmemiz gerekiyordu, elbette atıştırmak da... Lakin fark ettim ki artık IKEA mutfağının benim için bir anlamı yok. Ben bir hiçbir şeye benzemeyen sosisli yedim. Diğerlerimi tıkındıktan sonra da alınması gerekenler alındı.

Sonra tabii ki Fenerium. Kankam, aynı zamanda askerim için Fenerbahçe forması mutlaktı, şansımıza onun bedeni bir tane vardı ve görevli biraz emekle arayıp bularak getirdi. Şort ve futbol ayakkabısı onun ölçüsüne uyacak olanlardan kalmamış, internette de yok ve onları da bizim Fenerium'da varsa alıp göndermek planımız içinde.

Kardeşim de mankenleri çatlacak güzellikteki kızımız için bir bilgisayar kalemi desem doğru ifade mi bilmiyorum, ondan aldı ve artık eve dönüyoruz derken şimdilerde taze memur olan koruyucu annelikten öte evin çocuğu ve sadece evin değil geniş ailemizin çocuğu olan Semih ile birlikte kahvaltı yapıldı. Artık kendi evinde yaşayan Semih'in nevresim takımının eskidiği öğrenildi, o alındı, ona benim ve kardeşim tarafından teslim edildi ki aslında anne, yani bi tanecik gelinden öte kardeşimiz tarafından alınmıştı ama bu teslimatı artık bir devlet memuru olarak gurur yapacağı öngörüsüyle teslimat annenin önerisiyle tarafımdan yapıldı; öpüldü, sen hepimizin çocuğusunun altı bir kez daha çizildi, yüzündeki gülümseme ve sarılmanın tadı çıkarıldı.... falan derken, akşam yemeğinin ardından yola çıkma vakti geldi ancak IKEA'ya bir kez daha uğramak gerekti..

Ve sonrasında, enfes bir yol akşamında üç harfli yolun hakkını verirken, gecenin içine akılan limit üstü hızla şehrimize gelindi ki takvim yeni gün tarihini atalı henüz yarım saat olmuştu.

Şimdi tarihi belli olmayan bir zamanda ata topraklarına bir yolculuk planımız var kuzenlerle.

Bekleyip göreceğiz?

*Başlıktaki ifade Ankara'ya doğru yola çıkma kararımızla birlikte plansızca yüreğimden dilime düşmüş, ve süreç boyunca  her halde, içten akarak kullanılmıştır, bu süreece özgüdür. Enn Sevdiğim Kadın, bakidir.

30 Temmuz 2024 Salı

Dün Akşamüstü

22 Ocakbaşı'nda buluşmak üzere sözleşiyoruz. Duş, traş işlerini halledip kotumu çekiyor, polo yaka tişörtümü giyip evden çıkıyorum. Buluşma saati 17:30. Zamanı öneren ben ama verilen saatten önce mekâna gelen ve arayan da ben, çünkü kararlaştırılan saati unutmuş durumdayım. Gerçi çok önemli bir şaşma değil ama şaşırmışım işte. O ara telefonlaşıyoruz ve daha önce kanka ve kardeşlerle oturduğumuz masa konusunda mutabakata varıyoruz. Hemen o masaya geçiyorum. Mekân şimdilik sakin, saat 17:30 olsa da gündüz rakısı kategorisine selam çakabiliriz. Yaklaşık 10 gün olmuş uzak kalalı ki mekâna ikinci gelişimiz. Hem kızdım hem geldim yani.


Servis açtırmıyorum, enn sevdiğim kadını bekliyorum. Ve biraz sonra bahçe kapısından içeri süzülüyor. Üzerinde enfes, beyaz ve mavi tonlarına sahip bir elbise var. Dekoltesi hımmm dedirtiyor. Âlâ bir seyir alanı bana. Öpüşüyoruz ve karşılıklı oturuyoruz. Meze tepsisi geliyor, seçimi ona bırakıyorum. Dört çeşit meze masada ve hepsi de yaz tadında. O halde gelsin 50'lik Yeni Rakı. Aslında ufaktan mı başlasaydık diyesim var ama işi battı balık yan gidere bağlıyorum. İkimiz için de evlerimiz güzergâhına uygun bir noktadayız.

Üstelik adeta bir seyir terasındayım. Keyifli bir akşam, sohbet başını alıp gidiyor ve muhtemelen 5 saati aşacağız. Bu kez geri dönüş için sıkıntı yok. Olsa mıydı acaba?


Nerelerden girip nerelerden çıkıyoruz konulara. Eski ve artık olmayan çok kıymetli lokantalarımızın üzerlerinden geçerek zamana bir çalım atıyoruz. O Yunan Adaları'na gidecek, pasaportu yeşil, benimse işlemler gözümde büyüyor ki bu konuyu hiç açmıyoruz, gerçi Zafer sen gelmeden vizeyi hallederiz demişti ama henüz bir ses yok. Bir terslik olmazsa ben Çanakkale'ye selam çakma fikrindeyim, bunu onun adalar dönüşüne denk getirmeyi planlıyorum. Bunların hiçbirini masada konuşmuyoruz. Fakat söz konusu İstanbul olunca tam anlamıyla damardan giriyoruz. Kalacağımız yer cepte, iki farklı yer tercihimiz de olabilir, gerçi daha zaman var ve bu süreçte bir netliğe de varabiliriz sanki.


Sanırım 5 saati yine geçiyoruz, mezelerin ve 50'liğin dibi görülmek üzere, sallantı olabilir mi, sanırım olmaz. O halde rot ayarına da gerek yok. Ödemeyi yaptık ve dışarıdayız, muhabbet hâlâ süper. Bir sarmaş, bir dolaş, bir sallanış yürüyoruz. Mekânlar yükünü almış kordon boyu canlı, biz şimdi coğrafyanın o bölümünden ve müzik seslerinden sıyrılıyoruz. İlk hedef otobüs durağı da eylemlerimize bakınca bir yandan hoşluklarına seviniyor bir yandan otobüsü kaçırma endişesi bünyeyi meraklandırıyor. Bir de muzırlıklar var tabii ki, 16'lık çocuklara nal toplatırlar. Güle oynaya, öpe sarıla durağa vardık, o halde tadını çıkarmaya devam... Bizden başka kimse yok, ne güzel, bunu değerlendiririz! Otobüs geliyor ama sanki bizim durakta olduğumuzu biliyormuş da bize zaman vermek için epeyi geç geliyor, benim dönüşüm zaten yürümelik, şimdi ayrılık vakti, bir kez daha sarıldık öpüştük vedalaştık el sallaştık, gidince ara beni dedik.

Sahilden yürüyorum. Ortalık hâlâ canlı, mekânlardan dışarı sarkan müzik sesleri. Kumsala atılmış açılır kapanır sandalyeler, gündemin sıkıntılarından nefes almakta olan insan kalabalıkları ve gece hâlâ canlı. Keyifli yürüyorum. Gecenin bıraktığı izlere gülümsüyorum. Tadı damağımda ve anlar zihnim sinemasının projeksiyonu ile perdeme akıyor; keyiften bir kez daha ölüyor, muzırlıklara tepetaklak gülüyorum. Ve ben bu kadını sanki her geçen gün üzerine koyarak seviyorum, şu an akşamdan, geceden ve otobüs durağından fotoğraf kareleri geçiyor zihnimin beyaz perdesinden. Eve iyice yaklaşıyorum, yüzümde enfes bir gülümseme yine ve güzel kadın izleri, aklıma Nazan Öncel'in enfes şarkısı düşüyor, onu bir bölümünü eve kadar bir dua gibi tekrarlayarak yürüyorum...


29 Temmuz 2024 Pazartesi

Kıskanılası Bir Yaz Akşamı-2

Yazının içeriği yazanın geçmişle kurduğu bağ ve bundan hoşnut olduğu kişisel, eski moda, duygusal ve gelenekçi tavrı üzerindendir...

*

Ve sonra blogundaki yorumuma cevap kısmında gördüğüm "Siz arabadan indikten sonra Arya, ilk anda şaşırmıştım ama düşününce keşke bizimle gelseydi gerçekten Ankara'ya, gidene dek sohbet ederdik" dedi, cümlesi fazlası ile gülümsetiyor beni..." sözcükleri ile sonlanmıştı yazının birinci bölümü.

Sonrasında sayılı gün çabuk geçer önermesi gerçekliğini bir kez daha gösteriyor ve biz kardeşlerimiz ve kankamızla onların seyahat dönüşlerinde bir kez daha buluşuyoruz.

Elbette bir rakı masası!

Onlar arkadaşlarının önerdiği bir ciğerciden söz ediyorlar, ben ilk seferde anlamıyorum ama sonra çok nadir gittiğim ve çok uzun zamandır da gitmediğim ve gitmeyeceğim -alkolsüz ve kebapçı- mekânı hatırlıyor, bunu enn sevdiğim kadınla paylaşıyorken de o başka bir yeri öneriyor. Garip ki bu da bilmediğim, aslında komşusu mekân favorilerimizden olmasına rağmen görmediğim, daha doğrusu dikkatimi hiç çekmemiş bir yer. 22 Ocakbaşı.

An itibariyle enn sevdiğim kadının lojmanı ile benim ev arasında bir nokta, aynı zamanda kardeşlerimizin oteline de yürüme mesafesinde ve denizin kıyısında.
 
Bana uyar.

Durumu kardeşlere de bildiriyorum.

Sonuçta buluşuyoruz, kardeşler ve kankam önce varmışlar doğal olarak. Benden az sonra da enn sevdiğim kadın geliyor. Hoş geldiniz sarılıp öpüşmeleri... ve donansın o halde masa...

O arada masayla ilgili ve ekranları takip eden garsonu ekran başındayken masadan kalkıp yakalıyorum, altını çize çize benim dışımda kimseden ödeme almayacaksın diyorum. O kızkardeşi kastederek hanımefendinin tembihlediğini söylüyor, bense diyorum ki onlar bizim kardeşlerimiz, dolayısı ile ben ne diyorsam o.

Görünüşte mutabıkız.

Mekân çok hoş. Meze repartuarı geniş. Bizim listemizde bir yer verebilir, tekrar gelebiliriz mekâna diye aklımdan geçiriyorum.

Ortam, dolayısı ile bizim masa çok keyifli, kankam benim sağ yanımda ve kendi dünyasında; sohbet tavan, sofra güzel, mevzular derin, ve her şey yolunda...

Saatler içinde ve kelimelerimiz akarken bir 50'lik ve bir 35'lik devrilmiş vaziyette. Zaman şiir gibi akmış. Akşamın serini henüz kendini göstermemiş, keyiflerimiz tavanda, sohbet tadından yenmemiş. Onlar sabah yola gidecekler ve ben kasanın önündeyim. Hesapta ödemeyi yapacağım! Hesap ödendi diyor şahıs. Keyfim kaçıyor ama bunu masaya çaktırmayacağım elbette... Ben sana ne dedim diyorum, o da diyor ki çok ısrar ettiler.

Çıkıyoruz mekândan, dünyam ters dönmüş durumda. Çocuklara teşekkür ettik mi diye soruyorum enn sevdiğim kadına çünkü durum kafama takılmış ve mekânın ipini de çekmiş vaziyetteyim. Öncesinde onlara otelin köşesinde sarılıp öpüşüp iyi yolculuklar diliyoruz ve kankam, adı muhteşem Arya, çok kelam edemesek de masada, o kendi dünyasında takılsa da sarılıp vedalaştığımız an muhteşem. Aramızda şahane bir duygu köprüsü var ve bunun kelimelere ihtiyacı yok.

Şimdi trenin durağındayız. Son tren gelecek.

Ve dönüş treni yok.

Enn sevdiğim kadını trene bindirip ben geri döneceğim. O ara görünüyor tren ve duruyor. Bir el beni çekiyor. Son tren!

Dönerim diyorum, olmazsa kardeşi ararım alır beni diyorum. Ancak elimdeki kelepçeyi sökemiyorum. Sabaha kadar uyumuyorum, o uyuyor. B.'de uyumuyor. Benedic yani. Benim kafa hâlâ son anda. Sabah oluyor. Karşımda mini kot şortu ve enfes bacakları ile enfes bir kadın, birazdan işe gidecek. Kapıdayım. İçgüdülerimi ve içtenliğimi kontrol edebilme şansım yok. Hayatımın en güzel vedalaşma anlarından biri daha. Ayaklarım yerden kesik bir süre ve sonunda yere basıyorlar ve uçar adımlarla istasyondayım.

Lakin garsonun yaptığını, ona yapılan baskılara rağmen silebilmiş değilim. Bir yazı yazmak içimden gelmiyor bir türlü, sert olacağını biliyorum. Taa ki dün bu hissiyatımı enn sevdiğim kadınla paylaşana ve ondan aldığım geri dönüşe kadar.

Biraz eski kafalı mıyım yoksa ben, diye düşünüyor ve çocukluk yıllarımın gözlemlerimle bana kattıklarına, mekânlarına, işletmecilik anlayışlarına, kolalı beyaz peçetelerine bir kez daha iyi ki diyorum.

Ve gerçekten ama gerçekten çok keyifli, sohbetli o masa için kardeşlerimize çok teşekkür ediyor, bi tanecik kankamın da yanaklarından öpüyorum.

Görecek günler var daha:)

7 Temmuz 2024 Pazar

Kıskanılası Bir Yaz Akşamı

Bir mesaj alıyorum, bir blog arkadaşım, elbette heyecanlanıyorum. Çünkü çok sevdiğim bir çekirdek aile var ve ayrıca kelimelerden yola çıkıp karakterlerin duygusunu okumayı becerebiliyorum; blogun yazarı kalbi pırıl pırıl ve çok hoş bir genç kadın. Bir tarih var ve bu tatlı aile, henüz tanışmadığımız ama varlığından haberim olan kankam, planlanmış uzun bir tatilin öncesinde şehrime gelecekler. Enn Sevdiğim Kadın ve ben organizeyiz; benim için zaman sorun değil ama onun işi gereği geliş saatinde sarkma olabilir!

Ve planlanmış o gün geliyor.

Buluşma saatimiz 17:00, bana uyar lakin enn sevdiğim kadın için zaman biraz sorunlu, bir toplantı nedeniyle geç kalma olasılığı var. Masamız onun adına rezerve ki bunu özellikle istiyorum, masanın üzerindeki o ad bile beni heyecanlandırıyor. Özlemin geri saydığı bir adım o.

O kadar keyifliyim ki öncesinde henüz tanışmadığım çok tatlı kankam için bir küçük hediye düşünüyorum. İşi bir kenara bırakıyorum ve bu keyifli eylem için trene atlayıp yine bizim bölgedeki bir AVM'ye gidiyorum. Seçimim kafamda net ama ya yoklarsa endişem var. Ve fakat, bir kez daha iyilik melekleri benim için seferber edilmişler; kankam için fikrimde olan kitaplar rafta, sonra bu tatlı ailenin çok tatlı, çok şahane, birbirlerine çok yakışan ebeveynleri için de yine aklımda olan ve henüz 16 yaşımdayken okuduğum ve o günden beri enn kitaplarım hanesindeki yeri sarsılmayını da alıp onu da hediye paketi yaptırıyorum. Şu ana kadar her şey yolunda, bunun için hep yanı başımda olan meleklere teşekkür ediyorum.

Sonra buluşma vakti yaklaşıyor. Şimdi trendeyim. Enn Sevdiğim Kadın'la koordineyiz, aynı zamanda sevinçli ve heyecanlı, çünkü ikimiz de sadece görüntülerinden ve kelimelerinden yola çıkarak insanlar konusunda bir sonuca varabiliyoruz.

Şimdi onların kaldığı Polis Evi'nin önündeyim. Zamanlamam muhteşem, bekleyenlerde kısmen heyecan yaratabilir ama benim zaman ayarlarım yerindedir. Arıyorum ve ilk ya da ikinci sesli temas. Kapıdan geçenler çooookkkkk tatlı bir genç kız (çocuk kelimesini, ne yani biz çocuk muyuz diyen yeni nesil nedeniyle ve başıma dert almak istemediğimden kullanmıyorum:)), çok şık, sempatik, mankenleri çatlatacak formda hoş bir genç kadın ve şahane bir genç adam. Kısa sürede kaynaşıyoruz. Ve rezervasyonumuz olan muhteşem bir yapıya sahip mekâna doğru yürüyoruz; geçtiğimiz alanlar kıymetli; dilim döndüğünce tarihsel süreçleri anlatıyorum ve tam saatinde rezervasyon yaptığımız masamıza oturuyoruz. O sıra Enn Sevdiğim Kadın'la konuşuyorum ki o da yolda, bu süper, muhtemelen toplantıyı öne alıp kısa sürede halletmiş... ve kısa bir süre sonra da mekâna giriş yapıyor. Kısa bir tanışma eylemi ve masanın donatılması. O halde gelsin rakılar.

Laf lafı açıyor, sohbetin tadı kıskandırıcı, aslı öyle olmasa bile biz zaten birbirimizi yıllardır tanıyor ve seviyorduk hali muhteşem. Velhasıl fena kaynaşmış durumdayız. Bizim kalbimizde olay arkadaşlarımızdan kardeşlerimiz evresine geçmiş durumda. Enn Sevdiğim Kadın yine muhteşem ve yine varlığı ile beni gururlandırıyor. Sanki onu ilk kez dinliyormuşum tadı kulaklarımda, gözlerim enfes bir masalın içinde dolaşıyor. Velhasıl arkadaşlar fazla uzatmim, yaşanan anlar, sohbetler hiç bitmesin bu akşam ve gece tadında.

Sonra bir yağmur başlıyor, bahçedeyiz ama tenteler sayesinde sadece yağmurun sesini duyuyoruz. Ve o ses, ve yağmur, ve diğer masalardaki keyif ve ölçülü arkadaşlıklar şahane. Ve biraz sonra bir başka masadaki doğum günü kutlamasından payımıza düşenler masamızda. Elbette teşekkür ediyor ve kutluyoruz. Zaman su gibi akıyor. Masamızdaki tercihlerimizden kaynaklı iki farklı marka rakı tükeniyor, sağlam içiciler olduğumuz kesin. Gecenin sonu yaklaşıyor, yarın sabah yola çıkacak kardeşlerimiz var. Üstelik yağmur da bizim için durdu.

Usulca yola koyuluyoruz, şimdi güzergâhımız üzerindeki, olmazsa olmaza yürüyoruz ve sohbete devam, kankam mutlu, geçilen yerlere dönük anlatımlar derken Birtat'dayız.

Orada olan bitenleri Sevgili KuyruksuzKedi pek hoş anlatmış zaten, sizi bir süreliğine oraya alalım lütfen...

Ve yeniden Polis Evi'nin önündeyiz, yine bir veda vakti ki daha doyamamıştık birlikteliğimize ama Rabbimin işi de belli olmaz!

Vedalaşıyoruz, ben ve Enn Sevdiğim Kadın son trenle devam ediyoruz ve ben bizim istasyonda iniyorum, o ara bir aydınlanma yaşıyorum çünkü aldığım kitapları vermeyi unutmuş olduğumu ve sırt çantamda olduklarını fark ediyorum. Bir telaş bende gecenin bir yarısı.

Allahtan ne vakit yatarsam yatim erken uyanabilen biriyim. Bir mesaj atıyorum Sevgili KuyruksuzKedi'ye. Bir süre sonra o geri arıyor ben durumu anlatıyor, bir yol tarifi veriyorum. Onlar gelince de şehirden kısa yoldan çıkacakları yere kadar eşlik ediyor, kitapları teslim edebilmiş olmanın huzurunu yaşıyor, iyi tatiller ve iyi yolculuklar diliyorum.

Ve sonra blogundaki yorumuma cevap kısmında gördüğüm "Siz arabadan indikten sonra Arya, "İlk anda şaşırmıştım ama düşününce keşke bizimle gelseydi gerçekten Ankara'ya, gidene dek sohbet ederdik" dedi, cümlesi fazlası ile gülümsetiyor beni...

2 Temmuz 2024 Salı

Biralar Hiç Bu Kadar Mutlu Olmamıştır

Hafta Sonu, Ya Cumartesi Ya Pazar, Diyelim ki Pazar!


Saat 15:30 için anlaşıyoruz...

Enfes bir yaz...

Ve bayılınası ve enn bayıldığımız mekânlardan biri.

Konu bira ise, tek geçeriz!





Mekânın iki farklı yönündeyiz, bir anlamda buluşacağımız yer bir orta nokta...

Hazırlanmaya başlıyorum. Coşku tavanda. Sanki bir ilk buluşma. Heyecan benden heyecanlı ve paçalarımdan çekiştiriyor. Bazen düşünüyorum: O... Yani enn sevdiğim kadınla rastlaşmasaydık nasıl bir hayatım olurdu diye.

Onu yüreğinden öpüyorum.

Kızkardeşim bi keresinde demişti ki; "Ben bu kızı çokkk seviyorum."

Erkek kardeşim, üstelik de en küçüğümüz olmasına rağmen, bir olası ayrılıkta mesela, beni odunla kovalar biliyorum.

Bu kadın çooooookkkkk tatlı yaaa...

Bir masaya oturmuş durumdayım. Onun geliş yönünde nöbetçi gözlerim. Ne tesadüf ki mekân bir orta noktada ama benim hızlı yürümüş olmam kesin.

Ahhh şu heyecan işte.

Bir an öncenin telaşı...


Hava muhteşem, deniz kıvrak, mekân gündüz sakinliğinde; 3-4 masa kapatmışız mekânı sanki, lakin ben yüksek masaların hemen ardındaki alçak masadayım. Gözlerim onun geliş yönünde.

Dövmeleri muhteşem, tarzı punk'a yakın genç kız masaya oturduğumuzda ve servis için geldiğinde, benimle aynı fikri paylaşacak enn sevdiğim kadın da.

İç kısımda ve alçak masalarda oturan şortlu üç kadın oradan kalkıp hemen önümdeki ve fotoğraftaki yüksek masaların sağ tarafındakine gelip oturuyorlar, merhaba desem o masadayım ve özellikle birinin -belki de emin olmak için- beni kestiğinden, o nedenle o masaya gelindiğinden eminim. Sanki ve muhtemelen lise yıllarından ya da farklı ortamlardan bir aşinalık var. Benim kafamsa sol taraf ve O'nun geleceği yöne dönük. Siparişi daha sonra vereceğimizi beyan ediyorum tatlı garsonumuza, o yine de menüyü masada bırakıyor.

Ve O'nu gördüm.

Karşı kaldırımda, ardındaki deniz köpük köpük el çırpıyor, rüzgârsa saçlarını uçuruyor.

Kıyafet muhteşem.

İzliyorum. Karşıya geçti ve mekânın kapısında şimdi. Ben ayaktayım. Göz göze geldik ve bana doğru yürüyor. Gülümsüyorum şeytanca, çünkü az sonra O'na sarılacağım.

Sanki ilk kez. Sanki 16 yaşındaki bebe heyecanını arkasına saklayan bir yetişkin gibi.

Gelsin o halde biralar ve bir Orhan Gencebay sepeti.

Velhasıl, sanki benzeri hiç yaşanmamış ve bu ilkmiş heyecanını bir gram düşürmeden geceye varıyoruz. Kaç saat geçti bilmiyoruz. Ama benim bildiğim bir şey var ki benim kafa iyi; üstelik öyle kolay devrilen biri de değilim lakin şu aşk işte!

Hesabı ödüyor, şahane genç kızımızı boş geçmiyoruz. Bu enfes yaz akşamında, iyice canlanmış geç saatlerde ve yıldızların altında sarılıp vedalaşıyor, bir başka akşamda erkek kardeşim ve çok tatlı kız arkadaşıyla -onların henüz ilişkilerinden haberim olmadığını düşündükleri şu evrede- dörtlü bir masa planlıyor, ayrı yönlere doğru hareketleniyoruz.

Ben biraz şaşkın. Dilimde bir sorun yok da ayaklarım sanki kafayı bulmuş gibi; sürekli sallandığımı düşünerek eve varıyorum. Enn Sevdiğim Kadın'ı arıyorum; ona eve sallanarak geldiğimi söylüyor ve son anlardaki konuşmalarımda bir sorun var mıydı diye soruyorum. O olmadığını söylüyor, hatta ufaktan sallandığımı bile fark etmemiş.

Bazen, çok mutlu olduğum zamanlarda sarhoş kisvesine büründüğüm anlar geliyor gözümün önüne... Yine mutluluktan şımardın ve tek kişilik, dünyaya boşvermiş sarhoş, aynı zamanda avare bir berduş rolünü pek güzel oynadın eve kadar diyor ve ekliyorum:

Helal sana!

Biraları bir saysana...




19 Haziran 2024 Çarşamba

Yoksa Ben Divane miyim?

Bu aralar biraz yazma tembeliyim. Oysa hayat şırıl şırıl akıyor ve malzeme bol. Bu bolluğa rağmen bundan çok kısa bir zaman önce gerçekleştirilemeyen akşamüstünden, bir önceki yazıda bir kaç satır dışında söz etmemiştim. Sonrasını da yazamamıştım doğal olarak.

Ben bir manyak mıyım, diye düşünüyorum bazen.

Yoksa bünyemdeki bir nokta abartı üstadı mı diye.

Bir çok insan için sıradan bir akşam işte denecek, üstelik aynı kadınla 10 yıldan fazla bir süredir yaşanmakta olan ânlardan birini yine ilkmiş, sanki hiç yaşanmamış gibi bir coşkuyla ve bir çocuk edasıyla ve herkesler duysun tadında yazmaya başlayınca; durup bu 14-15'lik çocuğa bir bakıyorum. Sonra da imrenip helâl olsun sana diyorum. Elbette benim bünyemde olduğu, hayat boyunca yaşamıma kattığı lezzetler için, enn sevdiğim kadınla tanışmama vesile olan başta Opera Bale olmak üzere; tüm ilâhi varlıklara da bir kez daha teşekkür ediyorum.


Yaşanan akşamüstü spontane; ben için piyangodan çıkan enn büyük ikramiye gibi. Çünkü bir önceki gün program, onun son dakika toplantısı nedeniyle ertelenmişti. Üst üste toplantılar son dakikaları bile değerlendirme fırsatı vermemişti.

Lakin bu kez ertesi gün akşamüstü gelen telefon tabii ki heyecanlandırmıştı; çünkü o tipte bir ânın tadını çıkarmak tam da benlikti. Kendimi en bayıldığım halimde bulmuştum, içimde okulu asmış, bira içmeye giden bir çocuk oluşmuştu. Ânı daha lezzetli kılan bir şey daha vardı: Muhteşem ve cinlikleri çok sevimli bir kadın.

Telefona şaşırmış, durumu önce anlayamamıştım. Çünkü o da toplantı arasında kapıdan sızmış, sonra bizim mıntıkaya gelmiş, o biralar mutlaka içilecek mottosu ile bir masaya oturmuş ve telefonla da beni ayartmıştı.

Elbette bu fırsat kaçırılamazdı.


Çünkü o Gara Guzular mutlaka tadılmalıydı!

Ben pek bir heyecanla ve tam eve varmışken yoldan dönüyorum ve o heyecana uyan koşar adımlarla mekâna varıyorum. Varınca yavaşlıyorum. Çünkü gözüme takılan enfes bir kadını süzüyorum. Japone kollu ve desenleri muhteşem bir elbise, hep bayıldığım saçlar, buna ek olarak da okulu asmış çocuklar tadındaki bir arasıcak eylemi.

Daha ne olsun.

Süzülüyorum ona doğru. Fırsatı ganimete çevirip bir güzel öpüyorum. Sonra o alınca sazı eline, gülümseyerek onu izliyorum. Ve bir kez daha tüm tanrılar ve ilahi varlıklara şükranlarımı sunuyorum.

Laf lafı açıyor elbette, gelsin o bira gitsin şu boş derken zaman su gibi akıyor. Bu afacan kadın sıvıştığı toplantıya bir noktasından girecek, ektiği bölümler de bana kâr. Vedalaşma noktası ise ben için bir ganimet, onun her santimetrekaresini hissedeceğim, sarılacağım ve el sallaşıp vedalaşacağız.

Sonrasında ise ben ayaklarım yine yerden kesik, uçar adımlar halinde eve doğru yürüyecek, şimdi işin de diyecek, bilgisayarı kendi haline bırakacak, az önce yaşadığım rüyanın tadını kanepeye uzanarak, yüzümdeki muhteşem gülümsemeyle tavana bakarak tekrar tekrar çıkaracağım.

Ve biraz sonra da o güzel kadın,

"Geldim, şimdi toplantıya giriyorum,"

demek için,

beni arayacak.

10 Haziran 2024 Pazartesi

Vakit Öldürürken

Meğerse eve çok yakın, önünden neredeyse her gün geçtiğim bir mekânda kraft bira varmış ve bundan benim yıllardır haberim yokmuş.

Ne zamana kadar?

Enn Sevdiğim Kadın'ın bira içelim mi dediği ve onun mekândan söz ettiği ve akşam 18:30'a sözleştiğimiz âna kadar.

Durumun komikliği bundan ibaret değil elbette, ayrıca ben de bir kraft bira tutkunu değilim ama bu akşam için içimde enfes bir hoşluk var.

Ben bizim mahallede, adı söylenmiş olmasına ve üstelik bildiğim bir mekân adı olmasına rağmen onu aramaktayım; buluşmanın bir gün öncesinde ve havanın karardığı bir akşam vaktinde.

Sokakların girmediğim bir tanesi bile yok ama nedense ben mekânı bulamıyorum, üstelik de gözüm kapalı bulacağım mekân adları zihnimde sıralanmış olmasına rağmen. Sonra bir aydınlanma yaşıyorum, çünkü orada bira olduğu, üstelik de kraft bira olduğu kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Taa ki sadece kahve meşrubat içilen uslu bir kafe sandığım, gençlerin üst katında ders çalıştıkları mekânın önünden geçerken ve o esnada jetonumun düşürüldüğü âna kadar.

Ertesi gün ve günlerden pazar, görünüşte her şey yolunda. Saat 18:30 için mutabıkız. Duş ve traş işlemleri, tişört ve kot pantolon seçimleri tamam.

O saate az kala telefon; gitmeye bir nefes kalmışken. Bir son dakika haberiyle haberdar edildiği üzere şehir dışından gelmiş bir konuk var; bizim program iptal.

Enfes gökyüzünün ve palmiyenin altındaki bankta alternatifleri bir düşünelim bakalım!


Alternatif hazır, elbette Afiyet. Mekân sakin, hava enfes bir yaz, güneş verandaya kısmen düşüyor, akşam serinliği muhteşem.

Pasta seçimi için bu kez çok tatlı genç kıza soruyorum: "Hangisini önerirsin?"

Onun kararına uyuyorum.

Kitabım enfes, konu bana uydu, 1999 Nobel ödüllü olmasına rağmen herkese uyar mı emin değilim; o nedenle içinde önerme geçen bir cümle kurmama kararındayım.

Çok kere söz ettiğim üzere ben bir limonata manyağıydım küçükken, büyüdükçe uslandım-mı emin değilim ve açıkcası o limonataları sonraki yıllarda bulamadım. Artık bulmuş durumdayım ve Afiyet ile ilişkimiz her anlamda sağlıklı bir şekilde yürüyor. Masam keyifli. Önümde uzun bir zaman var. Arkamda da bir grup genç ve yüksek sesle sohbet halindeler.

Ve bu durum beni hiç rahatsız etmediği gibi kitabımın içine dalıp yok olmama da engel değil. Tek yönlü caddenin sakin akışkanlığını ve karakterlerini de seviyorum.


Epeyi zaman sonra toparlanıyorum. Sahilden Bekir'e doğru yürüyorum. Biraz lak lak ve o ara telefonunun olmadığını fark ediyor. Arıyorum, bende çalıyor ama etrafta tık yok. İmalathaneye gidiyoruz ki orada unutmuş. Dut ağacından dut topluyoruz ve eski zamanları ve bizim bahçenin ağaçlarını konuşuyoruz.

Onu mekâna bırakıp ben eve doğru yürüyorum.

Babamın ağaçlarının altındaki banklar dolu, o nedenle erkek kardeşim onların solunda bir banka oturmuş. Ben de oturuyorum. Bir torba ayıklanmış ve kavrulmuş badem kucağında. Bir yandan onları tırtıklayıp bir yandan İstanbul çıkışlı uçakların denizin üzerinden alçalarak hava alanına gidişlerini izliyoruz.

O sıra bir grup genç kız önümüzden geçiyorlar.

O kadar tatlılar ki... Ve biri fazlası ile dikkatimizi çekiyor. Hayata koyduyu iddiaya ikimiz de bayılıyoruz. Muhtemelen bir kaza sonucu sağ bacak sağ dizle birlikte yukarı kadar gitmiş, zorunlu olarak kesilmiş, yerine metal, diz kısmı oynak bir bacak takılmış. İkimiz de onu saklama gereği duymamasına ve şortuyla ve olağanüstü neşesiyle ve güzelliği ile arkadaşlarına katılımına, pırıl pırıl arkadaşlarının doğallıklarına,

gözlerimiz ıslanacak kadar bayılıyoruz.

12 Mayıs 2024 Pazar

Yazıya Kelepçe Vurmak

Söz manasını dinleyenden alır en sevdiğim ifade edişlerden biridir. Yazı da özgürdür. Elbette bir yazanı vardır. İşte o yazan ben dün bir paylaşım yaptım. Sonra, bir sohbet esnasında olsa  kitaptan ve içeriğinden söz ederken rahatlıkla kullanacağım ve kitabın adı olarak -belki de- rahatsızlık vermeyen, tahminimce de çok kişiye vermeyecek bir ifadeyi gün içinde sorgulamaya başladım. Koca bir kitabın içeriğinde ve akışında o ifade kabul edilebilir ve hatta -bence- sevimli bir hâldeyken, kitaptan yapılmış alıntı bir anlamda özünden kopup çırılçıplak kalmıştı. Ya da ben öyle sanmıştım! Okur profili gözümde canlandı, kitabın kapağında masum duran ifadeyi yazıdan çıkarmak noktasında bir süre daha kararsızlık yaşarken, huzursuz da oldum. Epeyi süre daha kendi dünyamda gidip gidip geldim. Bir kaç saat süren kararsızlığım sonucunda kitaptan alıntılanmış kısa metnin içinden silerek ifadeyi; bir anlamda ilk kez  kendi yazımdaki,  kitabın adı olarak masum duran  iki kelimeyi üstelik de kadın karakter tarafından kullanılan tanımlamayı, kendim sansürledim.

Neden?

6 Mart 2024 Çarşamba

Gizemli Küre Ve Üzümsüz Pastalar

Öncesi

İlginç bir yaşam çizgim var benim. Kesişmeleri muhteşem. En büyük avantajım baba mesleği ki çok erken ölünce baba iş başa düşmüştü. Şahane insanlar dünyasındaydım, devrin adamları ise kaliteliydi. Çok farklı mesleklerden çok insan tanıdım. Elbette pek çok kamu kurumunun da işleyişini gördüm. Ve tanıdığım insanların pek çoğu yaşamla ilişkileri kuvvetli ve zarif insanlardı. Bir tıfıldım ama iyiyi anlama kabiliyetim yüksekti ve çocukluktan itibaren çok hikâye biriktirdim; güzel adamlar kuşağına dair.

Önemli müşterilerimizden biri o zamanki adıyla Rasathane Müdürlüğü idi ve ilginçtir oturduğumuz mahalle de Rasathane Mahallesi idi, ben ilkokulun başındaydım ve doğal olarak şehrin kısmen yüksek bir yerindeyik.


Sonra, kader işte, Rasathane şehrin dışına, bizim içine bir ev yaptırdığımız arsamızın yanına taşındı ve komşuluğumuz kaldığı yerden devam etti. Artık adı Meteoroloji Bölge Müdürlüğü'ydü.

Ben okula onların servisleri ile gitmeye başladım. Kolejde okuyan kızkardeşim ve en küçüğümüz erkek kardeşimse daha geç saatte babamla gitmeye... Sonra servisteki bir kızın ilgisi ilgimi çekti; babası kurumda mühendisti ve enfes bir ilişki gelişti aramızda ki ona dair uzun da bir yazı yazmıştım.

Yani sevgili dostlar ben alaylı bir meteorologum. Çocuklukta ve lise yıllarımda balonların en yakın arkadaşı, onlar görevlendirme ile göğe gönderilirken, çoğu zaman, el sıkışıp alkışlarla uğurlayanlardanım.


Elbette o yıllardan bu yıllara teknolojide çok şey gelişti, işin içine bilgisayarlar girdi. O yuvarlak odanın konuşlandığı binanın tabelasında Hidrojen Jenaratörü yazıyor artık. Ve balonlar onunla şişiriliyor. O zamanlar şöyle bir laf vardı ve biz çocuklar için bir macera tadındaydı. O balonun altındaki ölçüm aletlerinin çok kıymetli olduğu söylenirdi, çoğu tarlalara düşerdi ve bulup getirene de ödül verilirdi. Muhtemel şimdi o tür şeyler bir masal olarak arşivlere geçti, bilgisayarlar her şeyi şıppadanak kaydeder hale geldi ve işin romantizmi de makineleşti.


Elbette sadece bir fotoğraf diye yola çıkmışken, o yıllara ait ne abiler gözden geçti. Bir kantini vardı kurumun aynı alan içinde. Ve onun üst katı da kafeterya idi. Dışarıdan gelen tanıdık misafirler girebilir onun dışında kimse giremezdi. Alttaki kantinde alkollü içki bile satılırdı ve tüm çalışanlar bir ailenin ferdi gibi yaşardı. Kurumun arabaları ağırlıkla Amerikan'dı ve kurum bizim en iyi müşterlerimizden biriydi. Servis bazen çalışmazdı, pek çok yazımda söz ettiğim gibi servisteki tek araba kullanabilen ben olduğum için Dodge pikabın direksiyonuna geçer, onu otobüsün tamponuna dayar, iteklemeye başlardım ve yeteri kadar eter yemiş ve ısınmış Ünimog'un motoru debriajdan ayağını aniden çeken sürücünün vurdurması ile çalışır, sonrasında servis alkıştan yıkılırdı. Ve ben son derece havalı bir şekilde pikap'ı park eder, otobüse bindiğim anda kopan alkışlarla birlikte o tatlı kızın yanına oturur, onun tutmakta olduğu kitaplarımı kucağıma alırdım.

İşte dün akşam ben sevdiğim pastane Afiyet'de kitabımı okurken ve çayımı yudumlarken o günleri bir kez daha anmanın yanı sıra, artık bir doktor olan ve başka bir şehirde yaşayan ve lise çağında bana çok güzel anlar yaşatan o kızla geçen hoş zamanlarımı düşündüm.

İçinde onun olduğu yazılarımı okudum.

11 Şubat 2024 Pazar

Vur Kadehi Bi Tanem

Bu yazıda da yer bulacak ama her seferi benim için taptaze tekrarlarıma da bayılıyorum.


*

Sevdiğimiz bir mekân, eskinin enfes binalarına sahip bir sokağın içindeki enfes binalardan aynı bahçenin içinde bulunan ikisi; hani bir müteahite verilse kat kat üstüne çıkılacağı kesin. İyi ki bir derneğin elinde, iyi ki koruma altında ve iyi ki tam da eski çağlardaki zarafete sahip. Garsonları da küçüğünden büyüğüne eski zaman adamları gibi.

Yani daha önce de söz ettiğim ve bayıldıklarımızdan bir mekân.

O halde cumartesi orada buluşuyoruz.


Ben trenci, enn sevdiğim kadının tercihi otobüs. Günün en güzel saatleri; ay Şubat ama hava enfes bir yaz. Bir rakı masası için her şey şahane. Önce varan benim mekâna. O sırada büyük demir kapının devrilme sesi geliyor ve altında bir abi kalıyor; elbette telaş. Sonra ambulans. Çok şükür ki hasar az.

Ama o grubun tadı kaçıyor ve hep birlikte hastanenin yolunu tutuyorlar ve o sırada en bayıldığım kadını arıyorum ki o da varmak üzere.

İki enfes binanın arasından bir manken zarafetiyle süzülüyor. Şimdi ben bayılmayayım da kimler bayılsın. Bir deri pantolon kime bu kadar yakışabilir acaba, aksesuarları zaten can yakar. Abartısız bir şıklık. E bana da kasılmak düşer.

Olay yerini ve olayı kısaca özet geçiyorum, ve sonra iki kişilik masamıza oturuyoruz.

Hani hiç bir şey gelmese ve olmasa da masada,

ve ben saatlerce onu seyredip onu dinlesem,

arada bir de sohbete eşlik etsem bile yeter bana.


Lakin rakı da ısrarcı, çaktırmasa da masamızda olma arzusunu hissedebiliyoruz. O halde,"Bir 35'lik rakı lütfen."

"Yoğurtlu patlıcan kızartması, peynir, beyin ve Arnavut ciğeri lütfen."

Arnavut ciğeri henüz hazır değilmiş, ne gam.

Sonuçta onsuz kuruluyor masa.


Ve beş saat nasıl geçiyor, doyamıyoruz. Sıcacık Arnavut ciğeri tam da olması gereken anda masada oluyor. 35'lik dört saatte boşaldı, bir de duble o halde.

Yine akıp geçti zaman ve yine Çanakkale'de yaşamak arzumuz depreşiyor. İstanbul buluşmasını, dolayısı ile mevsimini de konuşuyoruz. Saat henüz 19 bile değil, caddeler ve alışveriş merkezleri canlı, bizim kafalar tam da olması gerektiği ayarda ve sanki buselik makamında.

O eski ve tarihi apartmanın önünden geçerken kısa zaman önce buluştuğumuz dostlarımızı anıyoruz, elbette Birtat'ta oturup keşküllerimizi de yiyor, limonatayı götürüyor, hâlâ günün canlı saatlerinde olmanın tadını çıkarıyoruz.

Kısa bir market alışverişi, Tahsin Amca ve Güngör Teyze'nin biz henüz lisenin başındayken oturdukları apartmanın önünden geçerken kısa hikâyeler ki biri Tahsin Amca'nın viskilerini ufak ufak götürmemiz ve oluşan boşlukları demli çay ile doldurmamız üzerine...

Gar İstasyonu, banklar, sarmaş dolaş bekleyiş ve tren.

Sonraki istasyonda yerlerimizi büyüklere bırakıyor, trenin en arkasında birbirimize sarılarak destek alıyor, benim başım onun saçlarının kokusunda dönüyor, sonra boşalan koltuklara oturuyor ve benim istasyonda vedalaşıp, el sallaşıyoruz.

Eve girdiğim andan itibaren onun telefonunu bekliyorum. Etrafta ve mekânlarda ise gece henüz yeni başlıyor.

Ve telefon çalıyor;

Enn Sevdiğim Kadın.

Kitabında aşık olmak diye bir cümle olmayan adam, bilmem kaçıncı kere daha, o kadına aşık oluyor.

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP