Taşhan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Taşhan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Şubat 2022 Çarşamba

Pek Cumartesi

Şehirde yaşamak ama şehire gitmek! Dilimize oturmuş biz eskilerin. Küçüktük ve bulunduğumuz yer köydü. Hatta biz deniz kenarında olsak da köy merkezine uzak banliyö yancılarıydık. Köye çıkar şehire inerdik. Hâlâ da ifadelerimiz budur ve yeni şehirlilerimiz dile getirmeseler de bu ifadeleri manasız bulup pek anlamlandıramıyorlar diye düşünürüm ve severim dilimize oturmuş bu anlayışı. İşte ben cumartesi sabahı bu keyifle çıkıyorum yataktan. Sıralı işlerim var. Enn sevdiğim kadın iyi, akademik kariyer peşindeki C-19 hafifçe dokunmuş ona. Keyfi yerinde. Uzun uzun konuşuyoruz. Şu yazıdan bir iki gün sonra özgür. Keyifliyim çünkü onun için bir şey yapacağım bugün. Bu enn bayıldığım, çok keyif aldığım bir iş, ama onun bana kattıklarının, benim için yaptıklarının yanında hiçbir şey. Yani belirli keyifler yanında kendi akışına bıraktığım bir Cumartesi'deyim.


Hafif bir kahvaltı sonrası atıyorum kendimi trene. Tatlı bir soğuk var günde. Güneş ortalarda yok ama bu tatlı soğuk keyif katıyor güne. Trenin ve yolun keyfini çıkarırken planlarıma da çeki düzen vermeye çalışıyorum. Bir soruya yanıt aramaktayım mesela. Bir iki hafta önce müzede kocaman bir fotoğrafın* karşısında pek hoş kapuçinomu içerken aklıma takılmış bir soru var. Bir de fikrim. Ona yanıt bulmakla başlamayı düşünüyorum. Tabii ki çocuk afacanlıklarımın geçtiği, babamın sanayi siteleri yapılmadan önce şehir içindeki son mağazasının tam karşısındaki, çok anı biriktirdiğim Taşhan'ın elden geçirilip çevre düzenlemesiyle birlikte halkın kullanımına açılmış halini ilk kez göreceğim. Tren yol alırken ilk eylem için kararım netleşiyor. Adı değiştirilmiş olsa da benim için değişmeyen Opera istasyonunda iniyorum.


Bizim mağazanın da olduğu sıra ve onun arka sokağındaki tüm arasta yıkılmış durumda. Güzel bir alan ama keşke proje eski başkanın eliyle tamamlanmış olsaydı dedirtiyor bana. Biliyordum ki eski kale kalıntılarını zeminin altından çıkardıklarında şu anki etrafı demir korkuluklarla çevrili minik halle sınırlı kalmayacak, belki de meydanın tamamını kazacak ve daha çok kaleyi ortaya çıkaracaklardı. Ve onun üzerinde cam bir gezinti alanı yaratacaklardı. Şu an hamamın önündeki ilk kazı miktarı ile bırakılmış ve üzeri camla kapatılmamış kısım bir hayal kırıklığı. Büyük Cami'nin önündeki ahı gitmiş vahı kalmış surlara bakınca kalenin büyüklüğünü tasavvur etmek hiç de zor değil ki sonra başına gelenleri çocukluğumdan bilirim. Kafeterya'yı beğenmediğimi söyleyemem, en kısa sürede de deneyeceğim ancak eski başkan olsa kafeteryayı işleten belediye olacaktı ve diğer ve benzer işletmeleri gibi de tadından yenmeyecekti ama şu an bende yarattığı ilk izlenim nedeniyle çok da önyargılı olmadığımı hissediyorum.

Bugün yapmam gereken çok keyifli bir başka iş daha var. Binamızın ilk bebeği dünyaya geldi. Çok tatlı bir çift, henüz nişanlıyken bir tanıdığımızın boş daire var mı diye sorması üzerine tanışmıştık onlarla. Şehrin kadim iki ailesinin tatlı iki çocuğu. Sonra kirada anlaşmamız kolay olmuştu çünkü sevmiştim. Kira artışları her üç yılda güncellenmek üzerine konuşulmuş olsa da, pandemi koşulları nedeniyle ki bana epey eksi yazıyor an itibariyle ama, elleşmiyorum. İşte bu tatlı çiftin çok tatlı bebeleri Pera'ya geleneksel bir hediye alacağım. Onu hallediyor, hediyeyi genç avukat anneye teslim etmeyi düşünüyor ve Vatan Bilgisayar'a doğru yol alıyorum. Tam bayıldığım binanın önünden geçiyorum ki bir ikilem beni benden alıyor. Önce boşver diyor, sonra geri gelip bu eski ev ama yıllardır işyeri olan, benzerlerinin çoğunun yok edildiği güzelliğin fotoğrafını çekiyorum.


Sonra Vatan Bilgisayar'a doğru devam ederken şehrin en büyük ve en eski pavyonunun hoş binasının yıkılmış olduğunu görüyorum ve binaların yok edilişlerine bir kez daha üzülüyorum. Yine kadim ve popüler otellerden roof'una takılmaya bayıldığımız, çok izi kalmış, çocuklarımın anneleriyle ilk tanışmamıza da vesile olan toz bağlamış Vidinli Otel'de asılı olan satılık ilanına üzülüyorum çünkü şehirin geçmişinde güzel izler bırakmış bir yer daha tarihten siliniyor. Neyse ki ilk açıldığında en iyi iki arkadaşımla tıfıl yaşların birindeyken ve henüz evlilik falan bize uzakken şarap içtiğimiz otel el değiştirmiş olsa da yerinde duruyor. Ve ben an itibariyle Vatan Bilgisayar'dayım. Elimdeki kodu satış elemanına gösteriyorum. O beni konuyla ilgili genç kadına yönlendiriyor. Evet var. Siyah garanti, ama mavi olsa mı, o da var ancak biraz griye dönük. O halde telefon. Enn bayıldığım ses. İki dakikada baktı ve kesinleşti ki siyah. Onu da atıyorum sırt çantama. Mutluyum. O halde bunu bir başka keyifle çoğaltabilirim. Ama önce saygılarımı ve sevgilerimi sunmam gereken bir nokta var.

Başta forması Atatürk'lü* Samsunspor taraftarı olmak üzere halkımız gereken tepkiyi verdi ve sahip çıktı Ata'sına, bugün de görüyorum ki İyi Parti'li İlkadım ve CHP'li ilçe belediyemiz olay mahaline çadırları kurmuşlar çay, çorba dağıtıyorlar. İktidardan büyükşehir ve diğerleri ortada yok. Önünde panzer bekleyen valilikle arasındaki mesafe 500 metre ve görüş alanında olan bir anıta eylem yapılabilmesi de ayrı bir konu. Oysa ben bilirim ki eskiden bu anıtın önünde her zaman iki inzibat eri nöbet tutardı.

Oradan ayrılıp yolda yeni noktama yürürken yanımdan bir aile geçiyor. Konu bu olay. Bir genç kız diyor ki içlerinden: "Ben Atatürk'ü seviyorum." Bu tahminimce şehrin kenar kısmından bir aile. Hoşuma gidiyor.

Ve yeni bir hedefe, aslında geldiğim noktaya doğru ve adı da Lezzetli olan, daha önce Lezzet adlı mekânda çalışmış ustanın yıllar önce açtığı mekâna doğru yürümeye devam ediyorum.


"Bir porsiyon döner lütfen"

"Bir de açık ayran lütfen"



Görüntü güzel. Döner ocağındaki odunların alevi pek hoş. Uzun zamandır yememiş olsam da bildiğim bir döner. Geçen gün misafirlerini buraya getiren kardeşimin anlatımı ve eskiyi konuşmamız üzerine gaza gelmem dolayısıyla buradayım.

Evet o görüntü ve o tat var ama bir şey eksik. Onun ne olduğunu ise kasanın arkasındaki bir levha bana fısıldıyor. Orada, kullanılan etin Unkapanı Kasabı'ndan alındığı yazıyor. Oysa Lezzet Lokantası'nın* kadim yeri yıkılmadan önce oraya gelen et Ladik ilçesinden günlük geliyordu ve o döner muhteşemdi. Şu an yemekte olduğumsa onu andırıyor olsa da o değil.

Oradan çıkınca geri Bankalar Caddesi'nden dönüyorum ama önce Büyük Cami ile ilgili olarak müzede fotoğraftan fark ettiğim durumla daha önce katedral olabileceğini düşünmüş oluşum paramparça oluyor. O fotoğrafta özellikle dikkatimi çeken kubbelerin aynen yerinde durduğunu görüyorum ve sonrasında müzedeki fotoğrafın* aynı noktasından bugünü çekiyorum. Kubbeler gözükmüyor, onları şimdi yüksek yapılar kapatıyor. O zaman beni yanıltanın perspektif olduğunu anlıyorum.

Ama banka!


"Onu Osmanlı Bankası'nın zaman eskisi binasının giriş kuytusuna çeker. Kolumu dolar elimi illaki bel çukurunda tutar, kendime çeker ve tek bir öpücükle; bütün duygularımı deryalar gibi önüne dökerdim."

19 Eylül 2021


Bu kadar kıymetli anları yaşamıma katan mekânın bir fotoğrafı olmadan olmazdı, olmamalıydı. Bunu hatırlatan aklımı öpüyorum elbette. Önünde kalıyorum. Zaman geri sarıyor. Yüzümde çok tatlı, yaşadığı anların kıymetini bana hep anlatan tatlı çocuk gülümsemesi yerini alıyor ve kendimi sanki zamanda sıçramış ve o andaymışım gibi hissediyorum. Elbette... elbette "İyi ki," diyorum. Çünkü o ve sonrasındaki tüm "İyi ki," lerim beni zamanda taşıdı, geliştirdi. Bugün yaşadığım hayattan çok memnunsam; hayatıma güzel anlar bırakan güzel insanlar sayesinde oldu tüm bunlar, biliyorum.

Postanenin önünden geçerken önündeki cansız boşluk cızz ettiriyor. Teknoloji insanı bir alanda daha yok ediyor. Eskiden, telefon ulaşılabilir bir şey değilken ve biz çocukken burası her dakika cıvıl cıvıl olur, merdivenlerinin iki yanındaki kartpostal, mektup kağıdı ve zarflar satan çeşit çeşit tezgâhların önünde kalır, daha çok üniformaları ile oraya gelmiş çarşı iznindeki askerlere bakar, onların seçtikleri kartların benzerliğine gülümser, onların her birini aşk izi olarak aklımıza nakş ederdik. Laf aramızda bir çocuk eğlencesi olarak da en büyük zevkimiz kartları aşırmak olurdu.

Ne ayıp!


Yazsam uzayacak pek çok noktada çok anı gözlerimden akıyor. Muzaffer Önder Parkı'nın önünden geçip lunaparka kıvrılıyorum. Canlılık hoşuma gidiyor. Arka kapısından çıktığım parkta bir banka oturuyorum.



Şimdi dönüş trenindeyim.



*Taşhan'ın Eski Halinden Fısıltılar

*Şu yazıdaki ilk fotoğraf.

*Atatürk'lü Forma

*Lezzet Lokantası

9 Nisan 2012 Pazartesi

Taşhan'da Fısıltılar

- Geçenlerde bir kadın dolanıyor buralarda. Anladım ve dışarı çıkıp "Girebilirsiniz" dedim. Elinde bir kağıt var ve onunla arayıp bulmuş burayı, çekinerek girdi içeri, sonra bir kaç fotoğraf çekmek istediğini söyledi. Çay ikram ettim ve sohbet ettik. Ben şu köşede doğdum dedim. Nasıl yani diye sordu. Babam buradaydı, abilerim buradaydı, e ben de buradayım, benim çocuklarım da burada nereden baksanız yüz yıl dedim.


-Bak bunlar da girmek istiyorlar ama çekindiler ve kesinlikle buralı değiller.

-Eğer bu arastada olmasaydı babalarımız sence biz bilir miydik? Düşünsene burası sanki bize ait özel bir mülk gibiydi. Hiç bir yabancının giremediği, şehirlinin bilemediği korunaklı, dışarıya kapalı bir oyun alanıydı bizim için. 

Bir kaç kahveci değişti bu handa ama bu çayın lezzeti sanki hiç değişmedi biliyor musun. En çok da bundan korkuyorum. Hep bizim olmuş, keyfini sadece bizim çıkardığımız, onca haylaz anının içinde saklı olduğu bu alanı başkalarıyla paylaşmak fikri biraz da tadımı kaçırıyor aslında... Çünkü biliyorum ki artık burası bize anlattıklarının dışında şeyler söyleyen bir han olacak. Başka insanlarla da tanışacak. Bizim buranın tadını çıkarmış sanşlılar olarak özel olma halimiz de ortadan kalkacak.
 
Kıskandın:))

Yok olum ben safımı seçtim; ne olursa olsun "Saathane bizimdir bizim kalacak" diyesim  yok.:))




Aslında belki de uzun yıllar sonra başkaları tarafından ortaya çıkarılacak, tarihi bir buluntu muamelesi yapılacak ve ortalığı bir süre sarsacak  şahane bir haylazlık ürünüyle ilgili de çok şey konuşuldu ama malesef yazılmayacak. Vasiyet edildi ki ben ölürsem..... 

- Ne garip değil mi, şehri gezmeye gelenlerin elinde bir bilgi var, buraya geliyorlar ama ancak içlerinden bir kaç tanesi biraz cesaret bulabilirse, etrafta kendisini fark eden bir göz olursa ve o kişi destek verirse içine girebiliyor. Şehirli ise bi haber...


- Burada öğretmenleri tarafından gezmeye getirilmiş bir tane bile öğrenci grubuna rastlamamış olmamız ilginç değil mi?


-Taşhanın tarihsel değeri olan bir han olduğunu içindekiler bile fark etmedi hiçbir zaman. Burası alalede bir işyeri olarak görüldü ve hoyratça kullanıldı. Bölge özellikle parekende tüketicinin girmediği bir alan olduğu için belki de, şehirliyle bağı tümüyle koptu.

-Şu, ağırlıkla yıkım içeren proje beni acıtıyor evet.. ama bir yandan da bu karşı duruştaki çıkarcılık düşündürtüyor insanı... Eğer geçmişte verilen fırsat devam ettirilse, şu camlarına afiş asmışlardan hangileri dikmeyecekti 5 katlı binaları... Madem ki bu kadar değerliydi buranın dokusu, neden o fırsatları bulup da binaları dikenlere karşı durulmadı. Neden sadece kendilerinin çıkarları doğrultusunda istediklerini yaparken, bölgenin dokusunu bozacak eklemeleri pervasızca hayata geçirirken kayıtsızdılar? Burayı sadece kendilerine ait bir yer olarak gördüler. Kentten koparılmış olmasına sessiz kaldılar. Hep o Amerikalı profösör sayesinde farkına vardığım Göğceli Camisi gelir aklıma. Geçenlerde bir daha gittim, yeni fotoğraflar çekmek için ve hala yangına karşı ciddi bir tedbir alınmamış olduğunu gördüm. İşte tüm bu çelişkiler, bu çıkarsal bakışlar, sahip çıkmama bize, bu ülkeye ait ve birileri, başkaları tarafından tahrip edilmiş bir alanı ortaya çıkarmaya, başka insanlarla tanıştırmaya kalktığında, insan kaçınılmaz bir şekilde iki arada bir derede de kalıyor. Kimsenin derdi buranın halkla kucaklaşması, hayata kazandırılması değil, küçük bir azınlığın ticari çıkarcılığının başka bir duruş altına saklanmış ve o çıkarcılığa farklı duyarlılıkları olan insanların tepkisini katma hali. Bu samimiyetsizlik kötü.
-Evet?
-Ne evet
-Baştaki soru
- Yani aslında senin de dediğin gibi, bir yandan etraf yıkılsın, meydan ve sokakların bu hali değişsin istemiyorum. Öte yandan da sen getirmesen belki de yaşamım boyunca buranın içinde ne var bilmeyecektim, benden sonrakiler de ve bu şansa sahip olmayan arkadaşlarım da... Ortalık temizlenip bu binalar ortaya çıkınca,  bu bölgeye gelmeyen insanlar da mutlaka gelecektir, hatta pek çoğu "Allah Allah bu han da nereden çıktı, burada böyle birşey mi varmış?" diyecektir. Öğretmenler müzelere götürdükleri öğrencileri buraya da getireceklerdir. Herşeye rağmen keşke vakti zamanında sahip çıkılsaymış ve hep aslı gibi kalsaymış da diyorum, özellikle burayı gördükten sonra?


Saathane Meydanından Fısıltılar

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP