Hafif bir kahvaltı sonrası atıyorum kendimi trene. Tatlı bir soğuk var günde. Güneş ortalarda yok ama bu tatlı soğuk keyif katıyor güne. Trenin ve yolun keyfini çıkarırken planlarıma da çeki düzen vermeye çalışıyorum. Bir soruya yanıt aramaktayım mesela. Bir iki hafta önce müzede kocaman bir fotoğrafın* karşısında pek hoş kapuçinomu içerken aklıma takılmış bir soru var. Bir de fikrim. Ona yanıt bulmakla başlamayı düşünüyorum. Tabii ki çocuk afacanlıklarımın geçtiği, babamın sanayi siteleri yapılmadan önce şehir içindeki son mağazasının tam karşısındaki, çok anı biriktirdiğim Taşhan'ın elden geçirilip çevre düzenlemesiyle birlikte halkın kullanımına açılmış halini ilk kez göreceğim. Tren yol alırken ilk eylem için kararım netleşiyor. Adı değiştirilmiş olsa da benim için değişmeyen Opera istasyonunda iniyorum.
Bizim mağazanın da olduğu sıra ve onun arka sokağındaki tüm arasta yıkılmış durumda. Güzel bir alan ama keşke proje eski başkanın eliyle tamamlanmış olsaydı dedirtiyor bana. Biliyordum ki eski kale kalıntılarını zeminin altından çıkardıklarında şu anki etrafı demir korkuluklarla çevrili minik halle sınırlı kalmayacak, belki de meydanın tamamını kazacak ve daha çok kaleyi ortaya çıkaracaklardı. Ve onun üzerinde cam bir gezinti alanı yaratacaklardı. Şu an hamamın önündeki ilk kazı miktarı ile bırakılmış ve üzeri camla kapatılmamış kısım bir hayal kırıklığı. Büyük Cami'nin önündeki ahı gitmiş vahı kalmış surlara bakınca kalenin büyüklüğünü tasavvur etmek hiç de zor değil ki sonra başına gelenleri çocukluğumdan bilirim. Kafeterya'yı beğenmediğimi söyleyemem, en kısa sürede de deneyeceğim ancak eski başkan olsa kafeteryayı işleten belediye olacaktı ve diğer ve benzer işletmeleri gibi de tadından yenmeyecekti ama şu an bende yarattığı ilk izlenim nedeniyle çok da önyargılı olmadığımı hissediyorum.
Bugün yapmam gereken çok keyifli bir başka iş daha var. Binamızın ilk bebeği dünyaya geldi. Çok tatlı bir çift, henüz nişanlıyken bir tanıdığımızın boş daire var mı diye sorması üzerine tanışmıştık onlarla. Şehrin kadim iki ailesinin tatlı iki çocuğu. Sonra kirada anlaşmamız kolay olmuştu çünkü sevmiştim. Kira artışları her üç yılda güncellenmek üzerine konuşulmuş olsa da, pandemi koşulları nedeniyle ki bana epey eksi yazıyor an itibariyle ama, elleşmiyorum. İşte bu tatlı çiftin çok tatlı bebeleri Pera'ya geleneksel bir hediye alacağım. Onu hallediyor, hediyeyi genç avukat anneye teslim etmeyi düşünüyor ve Vatan Bilgisayar'a doğru yol alıyorum. Tam bayıldığım binanın önünden geçiyorum ki bir ikilem beni benden alıyor. Önce boşver diyor, sonra geri gelip bu eski ev ama yıllardır işyeri olan, benzerlerinin çoğunun yok edildiği güzelliğin fotoğrafını çekiyorum.
Sonra Vatan Bilgisayar'a doğru devam ederken şehrin en büyük ve en eski pavyonunun hoş binasının yıkılmış olduğunu görüyorum ve binaların yok edilişlerine bir kez daha üzülüyorum. Yine kadim ve popüler otellerden roof'una takılmaya bayıldığımız, çok izi kalmış, çocuklarımın anneleriyle ilk tanışmamıza da vesile olan toz bağlamış Vidinli Otel'de asılı olan satılık ilanına üzülüyorum çünkü şehirin geçmişinde güzel izler bırakmış bir yer daha tarihten siliniyor. Neyse ki ilk açıldığında en iyi iki arkadaşımla tıfıl yaşların birindeyken ve henüz evlilik falan bize uzakken şarap içtiğimiz otel el değiştirmiş olsa da yerinde duruyor. Ve ben an itibariyle Vatan Bilgisayar'dayım. Elimdeki kodu satış elemanına gösteriyorum. O beni konuyla ilgili genç kadına yönlendiriyor. Evet var. Siyah garanti, ama mavi olsa mı, o da var ancak biraz griye dönük. O halde telefon. Enn bayıldığım ses. İki dakikada baktı ve kesinleşti ki siyah. Onu da atıyorum sırt çantama. Mutluyum. O halde bunu bir başka keyifle çoğaltabilirim. Ama önce saygılarımı ve sevgilerimi sunmam gereken bir nokta var.
Başta forması Atatürk'lü* Samsunspor taraftarı olmak üzere halkımız gereken tepkiyi verdi ve sahip çıktı Ata'sına, bugün de görüyorum ki İyi Parti'li İlkadım ve CHP'li ilçe belediyemiz olay mahaline çadırları kurmuşlar çay, çorba dağıtıyorlar. İktidardan büyükşehir ve diğerleri ortada yok. Önünde panzer bekleyen valilikle arasındaki mesafe 500 metre ve görüş alanında olan bir anıta eylem yapılabilmesi de ayrı bir konu. Oysa ben bilirim ki eskiden bu anıtın önünde her zaman iki inzibat eri nöbet tutardı.
Oradan ayrılıp yolda yeni noktama yürürken yanımdan bir aile geçiyor. Konu bu olay. Bir genç kız diyor ki içlerinden: "Ben Atatürk'ü seviyorum." Bu tahminimce şehrin kenar kısmından bir aile. Hoşuma gidiyor.
Ve yeni bir hedefe, aslında geldiğim noktaya doğru ve adı da Lezzetli olan, daha önce Lezzet adlı mekânda çalışmış ustanın yıllar önce açtığı mekâna doğru yürümeye devam ediyorum.
"Bir porsiyon döner lütfen"
"Bir de açık ayran lütfen"
Görüntü güzel. Döner ocağındaki odunların alevi pek hoş. Uzun zamandır yememiş olsam da bildiğim bir döner. Geçen gün misafirlerini buraya getiren kardeşimin anlatımı ve eskiyi konuşmamız üzerine gaza gelmem dolayısıyla buradayım.
Evet o görüntü ve o tat var ama bir şey eksik. Onun ne olduğunu ise kasanın arkasındaki bir levha bana fısıldıyor. Orada, kullanılan etin Unkapanı Kasabı'ndan alındığı yazıyor. Oysa Lezzet Lokantası'nın* kadim yeri yıkılmadan önce oraya gelen et Ladik ilçesinden günlük geliyordu ve o döner muhteşemdi. Şu an yemekte olduğumsa onu andırıyor olsa da o değil.
Oradan çıkınca geri Bankalar Caddesi'nden dönüyorum ama önce Büyük Cami ile ilgili olarak müzede fotoğraftan fark ettiğim durumla daha önce katedral olabileceğini düşünmüş oluşum paramparça oluyor. O fotoğrafta özellikle dikkatimi çeken kubbelerin aynen yerinde durduğunu görüyorum ve sonrasında müzedeki fotoğrafın* aynı noktasından bugünü çekiyorum. Kubbeler gözükmüyor, onları şimdi yüksek yapılar kapatıyor. O zaman beni yanıltanın perspektif olduğunu anlıyorum.
Ama banka!
"Onu Osmanlı Bankası'nın zaman eskisi binasının giriş kuytusuna çeker. Kolumu dolar elimi illaki bel çukurunda tutar, kendime çeker ve tek bir öpücükle; bütün duygularımı deryalar gibi önüne dökerdim."
19 Eylül 2021
Bu kadar kıymetli anları yaşamıma katan mekânın bir fotoğrafı olmadan olmazdı, olmamalıydı. Bunu hatırlatan aklımı öpüyorum elbette. Önünde kalıyorum. Zaman geri sarıyor. Yüzümde çok tatlı, yaşadığı anların kıymetini bana hep anlatan tatlı çocuk gülümsemesi yerini alıyor ve kendimi sanki zamanda sıçramış ve o andaymışım gibi hissediyorum. Elbette... elbette "İyi ki," diyorum. Çünkü o ve sonrasındaki tüm "İyi ki," lerim beni zamanda taşıdı, geliştirdi. Bugün yaşadığım hayattan çok memnunsam; hayatıma güzel anlar bırakan güzel insanlar sayesinde oldu tüm bunlar, biliyorum.
Postanenin önünden geçerken önündeki cansız boşluk cızz ettiriyor. Teknoloji insanı bir alanda daha yok ediyor. Eskiden, telefon ulaşılabilir bir şey değilken ve biz çocukken burası her dakika cıvıl cıvıl olur, merdivenlerinin iki yanındaki kartpostal, mektup kağıdı ve zarflar satan çeşit çeşit tezgâhların önünde kalır, daha çok üniformaları ile oraya gelmiş çarşı iznindeki askerlere bakar, onların seçtikleri kartların benzerliğine gülümser, onların her birini aşk izi olarak aklımıza nakş ederdik. Laf aramızda bir çocuk eğlencesi olarak da en büyük zevkimiz kartları aşırmak olurdu.
Ne ayıp!
Yazsam uzayacak pek çok noktada çok anı gözlerimden akıyor. Muzaffer Önder Parkı'nın önünden geçip lunaparka kıvrılıyorum. Canlılık hoşuma gidiyor. Arka kapısından çıktığım parkta bir banka oturuyorum.
Şimdi dönüş trenindeyim.
*Taşhan'ın Eski Halinden Fısıltılar
*Şu yazıdaki ilk fotoğraf.
*Atatürk'lü Forma
*Lezzet Lokantası
birkaç yıl oldu göremedim tekrar oraları, döneri samsunda seviyorum ben de gerçekten :) atamızın heykelinin etrafında bazı kimselerin olmaması da şaşırtmıyor artık kutlamadıkları cumhuriyetimizin özel günleri de...
YanıtlaSilEvet iyi ve kendine has tarzları olan dönerciler var.:) Onlar istedikleri kadar olmasınlar, bir gün makamlarının dışına atıldıklarında esameleri bile okunmayacak ama Atatürk hep varolacak.
SilEski Taşhan yazınızı hatırlıyordum, tekrar baktım, yeni fotoğrafla karşılaştırınca şimdiki halde oldukça düzgün ve parlak bir yapı haline gelmiş gibi duruyor. Umarım renove etmeyip restore etmiş olsunlar. :)
YanıtlaSilDönerin lezzeti için tüm bileşenler aynı kalsa bile, etin farklı yerden gelmesi önemli bir fark yaratıyordur, eminim. Yine de güzel duruyor, özlemiş olarak yediğinize değmiş olsun, afiyetle. :)
Biliyorsunuz Sevgili Okul Arkadaşım, sizin Samsun'da gezip dolaşma fotoğraflarınız ve hikayeleriniz beni benden alıyor. Yine hayranlıkla izledim. :)
Karma bir durum olmuş Sevgili Okul Arkadaşım, daha iyi olabilirdi ama buna da şükür. Aslında ana giriş deniz tarafı değildi, o kapı dar bir sokağa açılıyordu ve pek kullanılmıyordu; şimdi bildiğimiz girişi kapatmışlar, duvar olmuş, bir de asansör yapmışlar oraya ki iyi olmuş asansör, diğer kapıyı tek giriş yapmışlar. Çok teşekkür ederim, döneri ocakta pişerken izlemek bile güzel, odun ateşinde pişiren yerlerin sayısı gittikçe azalıyor çünkü:) Dilerim tez zamanda sadece izlemekle yetinmek durumunda kalmazsınız:)
SilYenimahalle'ye ilk taşımdığımız yıllarda (4-5 yaşlarndaydım) Ulus'a giderken biz de şehre inerdik. Böyle yazınca kendimi kurt gibi hissettim, şehre kurt inmiş hahaha :)Düşünün Ulus'ta trafik ışıkları sesliydi. Konu komşu toplaşır öyle inerdik şehire :)) Ermeni bir komşumuz vardı, Valentin teyze, benimle yaşıttı kızı Elizabet. Birinde onlar, annem, anneannem, ben yine şehire indik, Ulus'ta karşıya geçeceğiz. Trafik ışığı seslendi: Yayalar geçebilir, yayalar geçebilir. Elizabet anneanneme döndü, sen geçebilirmişsin Niğdeli Teyze dedi. Canım ya, yaya deyince direkt büyükanneye geçiş yaptı, kimbilir nerelerdedir, harika insanlardı, maddi sıkıntılar İstanbul'a göç ettirdi.
YanıtlaSilŞehir turlarınız harika, hele de trenle olunca. 80 Tren yazımı okudunuz mu bilmiyorum, 5 Şubat tarihli postta.
Güzel geçsin günleriniz...
Ulus'un söz ettiğiniz halini ucundan yakalamış olabilirim çünkü dedemlerin şehrine yolculuklarda Ankara'da mola verirsek Ulus'ta bir otelde kalırdık, adı Zümrüt Palas'dı. Ankara demek Gençlik Parkı'nda döner, parktaki tren ve Anafartalar Çarşısında yürüyen merdiven demekti bir de. O trafik ışıkları bizim için olağanüstü bir keyifti çünkü şehrimizde henüz yoktu ve bayılırdık bekleyip geçmeye. Kitabı öğrenmiştim sizden sonucu beklemeden listeme eklemiştim, yazıyı nasıl kaçırdım diye düşündüm şimdi, hemen okuyorum:)
SilÇok teşekkür ederim, hepimizin güzel geçsin dilerim:)
Bayıldım bu yazıya. Bugünde gezdirirken eskiye şöyle bir dokunmak... Değişen binalar, değişen değerler, kaybetmek istemediğimiz değerler, hüzün, endişe, umut... İnan beynim şu an tıkır tıkır çalışıyor. Yazıya dökmek değil, sessizce düşünmek istiyorum.
YanıtlaSilNe mutlu, teşekkür ederim:) Bakmayı aynı zamanda görmeyi de bilen bir nesil olduğumuz için şanslıyız diyebiliriz o halde:)
SilBizde de "çarşıya inmek" deyimi halen kullanılır. "Şehre inmek" deyimine de aşinayım. Kimse yadırgamamalı bence. İngilizcede şehre inmek hep kullanır mesela: "get into town" Bir de "going downtown" vardır, şehrin merkezine gitmeyi vurgular. Şehre inmek havalı bir deyimdir o halde:)
YanıtlaSilŞehre inerek, şehrin geçirdiği evrime ayna tutarak flanörlüğün hakkını vermişsiniz. Tabii ki okurlara yanınızdaymış hissiyatı vererek. Büyük bir ilgiyle ve keyifle okudum. Özellikle de Atatürk Anıtı'nı gördüğümde kalp atışlarım hızlandı resmen:)
Bence de havalıdır, aynı zamanda içi bence çok doludur ve bu yüzden de bayılırım işte:) Çok teşekkür ederim, flanör'ü ifade olarak sevmiştim daha önce söz ettiğim kitabı okuyunca ama beni aşan bir durum, bir çırağım ben ve hep de çırak kalacağım:) O anıt bir kesimin düşman olduğu ama bu şehirde doğmuş, ya da buradan geçmiş belki de milyonlarca insanda iz bırakmış bir hatıradır. Muhtemelen kısa bir yazı ve iki çok eski fotoğrafı kullanarak söz edeceğim kendisinden:)
SilGeçen gün bu anıtın gündem oluşuyla tam olarak ifade ettiği anlamı öğrenmiştim. Atın iki ayağının birden havada oluşu "Bir ulusun şahlanışı" anlamı taşıyormuş. Diğer anıtları ve anlamlarını da aktarmışlar. İnsan coşkuyla doluyor.
SilÇok şahane fikir. O fotoğrafları ve yazıyı merakla bekleyeceğim:)
Rivayet midir bilmiyorum ama o atın kuyruğu yere değmese dünyada benzeri olmayan, sadece iki arka ayak üzerinde ve binicisiyle birlikte şahlanmış tek at olacağı söylenirdi. Fotoğraflar arada bir önüm çıkarlardı, geçen gün aradıklarımın içinde bulamadım. Devam ediyorum aramaya:)
SilNe güzel söylemişsiniz, "bakmayı aynı zamanda görmeyi de bilen bir nesil" diye. 👍 Ayrıntılarla geçti ömrüm 😊
YanıtlaSilElinize sağlık bu enfes yazı için.
Ne güzel geçiyor öyle olunca o ömür ama. Çok teşekkür ederim, malzeme güzel olup coşku yaratınca, sonuca bakıp bazen ben de olmuş bu yazı yahu diyorum. O büyümeyen coşku olmasa ya da bırakp gitseydi beni ne olurdumu da düşünmek bile istemiyorum. Seviyoruz hayatı işte; acısı, kederi, keyfi hepsi başımız üzerine:)
SilHiç görmediğim bir şehri büyüleyici kılmayı başaran sana, anlatımına, detaycı bakışına, romantik yaklaşımına, en çok da yaşadığı her anı saygıyla hatırlayıp, dile getirişine... hayranım.
YanıtlaSilİfade ettiklerin yüzünden yere inebilirsem bir yanıt yazacağım ama inmem zor. "iyi ki" imdadıma yetişecektir, eminim.:)
YanıtlaSilSanki elimde fotoğraf makinesiyle şehri geziyormuşçasına okudum yazınızı. Yeni bebeği olan çiftin bebekleri sağlıklı, sıhhatli büyüsün inşallah. :)
YanıtlaSilEskilerde postanelerin önünde oluşan o kalabalığı o heyecanı tatmamış olsam da mektuplaşmanın ya da kartpostallaşmanın nasıl bir duygu olduğunu biliyorum. Bu yüzden ne demek istediğinizi anlıyorum. Temennim bir gün tekrar gün yüzüne çıkması.
Çok teşekkürler, o çifte ileteceğim dileklerini:) Postaneler ülkenin en canlı yerlerinden biriydi; telgraf çektirenler, telefon yazdırıp saatlerce bekleyenler, normal mektup atanların yanı sıra evrak, ya da müşterilerine bayram kartı gönderen işyerleri, normal göndericiler, kargoya paket verenlerle olağanüstü canlı yerlerdi. Teknoloji, sonra taşımacılık geliştikçe işlevleri ne yazık ki azaldı. Yıllar var ki kapıya gelen bir postacı yok, posta kutuları var binada ama içine atılan reklam kağıtlarından başka bir şey yok:) Artık çok zor o günler. En iyi senin anlayacağını biliyorum, aramızda kuşak farkı olsa da meselenin tadını ve duygusunu yaşayan ve anlayan insanlarız:)
Sil