Yatak odamın penceresinden geçip üzerime uzanan muhteşem bir güneş. Tetiklenmemenin imkânı yok. Ve önemli bir gün. "Yapıyor musunuz?" dediğimde yapıyoruz denmişti. O yapılanı diğerlerinden farklı kılan ana unsurun adını verip bundan mı diye sorduğumda gelen yanıt çok sevindiriciydi ve vuslata ermek için iki gün gerekliydi.
İlk anda tereddüt edip dönsem de dayanamamış aynı günün öğleden sonrasında bir kez daha uğramış ve tamam demiştim.
Mutlu ve heyecanlıyım. Sabah rutinlerinin ardından fotoğraf makinesini ve kitabımı sırt çantama atıyor, yanıma da her ihtimale karşı bir mont alıyorum. İşin doğrusunu söylersem de ilk fikrim doğrultusunda fotoğraf makinesini gereksiz buluyor, bahçe kapısından çıktıktan bir süre sonra da geri dönüyorum.
Yol boyu iki yer arasında kalmış bünye sonunda bir karara varıyor ve bu sezon İskele Kafe'yi ihmal ettin diyor. Son ana kadar ikilemdeyim ve sonuç itibariyle balık tutan kadınlı erkekli keyiflerin arasından yürüyerek İskele Kafe'deyim.
Açık denize bakan kısımda boş masa yok, bir kaç dakika sonra da oturduğum masayı değiştiriyorum çünkü binalardan kurtulup denizle başbaşa kalıp sonsuzlukta yok olacağım yönde olmasa da yine de arzuladığıma daha uygun ve az önce boşalan masaya geçiyorum.
"Bir karışık tost lütfen."
"Bir bardak da çay lütfen."
Enfes bir tost; dış yüzeyde ince bir çıtırlık ve devamında bir ton aşağıda ve ekmeğin beyazlığını harcamamış ve çıtırlıkla bütünleşmiş şahane bir kıvam. Çay, kitap, tost şeklinde devam ediyor hayat. Dibimizde balıklar oynaşıyor. Açık denizde bi tekne pupa yelken yol alıyor. Her şey yolunda ve bu tadı uzatmak gerek çünkü andan çıkmaya hiç niyetli değil bünye. O zaman bu lezzetli çay ve kitapla yaşamaya devam.
"Bir fincan çay lütfen."
Uzun bir süreye yayıyorum keyfi çünkü vuslatın sonlanması için saat 14'ü bulmam gerekiyor. Kitap zaten muhteşem, her ne kadar öykü yazsa da ve öyle bir kurguyla yazılmış olsa da bence öyküler birbiri ile ilişkili olduğu için aynı zamanda bir roman ve bu kurgu son derece cezbedici.
Vakit yaklaşıyor. Toparlanıyor, ödememi yapıp ağır adımlarla iskeleyi yürüyor, önce bir kaç fotoğraf çekmeyi düşünüyor, bu yazıyı öz fikrinden uzaklaştırıp uzatmamak için de bundan vazgeçiyorum. Niyetim babamın ağaçlarının altında oturmak ve kitapla biraz daha vakit geçirmek ancak banklar dolu; bir kaç adım sonra ağaç altı olmasa da bir banka oturuyorum. O ara aklım dürtüyor çünkü bir hanımefendinin devraldığı ve çok hoş hale getirdiği şirin lokantada bugün keşkek günü. Bir iki gün önce enfes bir ıspanak yemiştim, öncesinde de tam anne usulü az mercimek çorbası içmiştim. Ödememi yaparken cumartesi günü keşkek yapacaklarından söz etmiş, ben de bizim ailenin usulünden ve kurut'tan söz etmiştim ve ona çok şaşırtıcı gelmişti. Şu an aklım dürtmekte beni. Tabii ki gazına gelmeyeceğim. Vakit yaklaştı, sallana sallana gidersem anca diye düşünüyorum ve toparlanıp merakla yürüyorum. Sokağa döndüm ve buluşmaya sadece bir kaç adım var.
Kapıdan süzülerek geçiyorum. Zarif hanımefendi ayağa kalkıyor, ve masanın üzerinde dinlenmekte olanla birlikte bankoya yanaşıyor. Ekmeğim henüz sıcak. 24 saat bekletilmesini önerdiklerini söylüyor hanımefendi ki siparişi verdikten iki gün sonra kavuşulabiliyor kendisine; çünkü mayalanma süresi iki gün. Kısaca 3 günlük bir sabıra ihtiyaç var.
O gün, yani sipariş için geldiğim gün sorduğum şu idi: "Ata Ekmeği yapıyor musunuz?"
Yirmi yıldan fazla, belki de daha uzun bir hasretti ve benim için önemliydi çünkü askerlik arkadaşımdı ve o süreçte askerlikle işi bir arada yürüttüğüm için gidip gelmeler esnasında Havza'da tanışmıştık kendisiyle. Üstelik yaklaşık sekiz yıl önce enn sevdiğim kadını o ekmekle tanıştıracağım sevinciyle girdiğimiz ve üstelik 20 yıldan epeyi yıl önce bu ekmekle tanıştığım fırında adının bile hatırlanmıyor olmasının hayal kırıklığını yaşamıştım. O nedenle evet dendiğinde tereddüt etmiş, "Karakılçık buğdayından mı?" diyerek altını çizmiştim. Ona da evet denmişti. Ve kısa bir tereddüt ki fiyat konusundaydı ama araştırınca butik ekmekler için makul olduğunu anlamıştım ve tekrar gelip siparişi vermiştim.
Elbette 24 saatin dolmasını bekleyemedim, makul süre sonra test ettim. Hımmmmmmmm, miss! Biraz sonra formu farklı ekmekten iki ince dilim kesip arasına kaşar koydum. O çok hafif ekşimsi tatla birlikte götürdüm. Enn sevdiğim gurmenin fikrini merak etmekteyim ki kendisi alemin en güzel fokaça ekmeğini yapar.
Bir tesadüfle tanıştığım bu iki zarif hanımefendi sorduğum üzere bu konuda eğitimliler; genelde sipariş üzerine çalışıyorlar ve geniş bir ürün yelpazeleri var. Son derece temiz, düzenli ve çok hoş mekân ki beni çeken başlangıçta dış güzelliği oldu. Kadın eli değdiği her aşamada belli oluyor. Elbette ekmeğin geleneksel formundan söz ettim ancak onlar eğitimlerde bu formun öğretildiğini söylediler. Elbette çağlar değişimleri de beraberinde getiriyor; yeter ki lezzetler modern dokunuşlar görse de tatlar yok olmasın. Mutluyum. Kimbilir bir başka siparişte, özellikle geleneksel formu isterim. Ama... sanki bu formu da kullanışlı; hem tost belki de çakma tapaslar, kanepeler için daha uygun olabilir!
Hımmm Kumru ekmeği de sormalıyım!
Planlarım çok!
Kırmızı şarap fokaça işbirliği kesin.
Finalde yaş pastalarından biri, belki de yanlarında sıkı bir kahve, belki bir likör katılımıyla hülyalı saatlerin tadına tat katıyor da olabilirler.
Denemeli...
Bu iki zarif hanımefendinin ürünlerinin yer aldığı İnstagram hesabı içinse buradan lütfen.