Sen Zamanı Olmayan Bir yerindensin Ömrümün etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sen Zamanı Olmayan Bir yerindensin Ömrümün etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Mart 2022 Çarşamba

Treni Birazcık Kaçmış Yazı

Üzerinden... bu sabah bakıyorum ki telaşlandığım kadar çok zaman geçmemiş. Şaşırıyorum. Üstelik bunu hatırlatan ifadeyle karşılaştığımda da telaşa kapılmamıştım. Plağı çalışma odasından almış, daha çok kapağından ve adından da tetiklenerek, kendimce konsept bir fotoğraf çekmiş, yüklemiş ama bir başlık koymamış, bir harf dahi yazmamıştım.

Bu sabah erkeninde, bir an ettiğim söz sanki 1 yıl önce falanmış hissiyle telaşlanıyorum. Sonra kendime gülüyorum. Günler öyle dolu dolu ve güzel geçiyor ki hayat kendini sokaklara atmış ve pandemi etkisi, engelleri ve kaygıları da sahayı terk ediyor. Oluşan boşluğu ise çaktırmadan daha nitelikli, daha kıymeti bilinir yeni bir yaşama isteği ve tat telaşsızca, usul usul dolduruyor sanki.

Üzerinden bir yıl geçti hissine kapıldığım sözümse "Şarkı bana çok iyi bir pas oldu Sevgili Momentos, teşekkürler. Bir plak üzerinden bir Bob Dylan yazısı yazmalıyım."

Nasıl bir ruh değişiminin, zenginleşmenin yansımasıysa bu; 1 yıl geciktiğini düşündüğüm yazıya dönüp baktığımda cümleyi sadece bir ay önce, evet tam olarak 22 Şubat 2022 tarinde ve saat 18:20'de yazdığımı fark ediyorum.




Yıl 1978. Hayatımın en güzel, en pervasız, en gözükara sınıfındayım. Gözdemiz Joan Baez. Bob Dylan bence onun gölgesinde bir yancı ama kitle onu da Joan kategorisinden bir devrimci olarak niteliyor. Camiada el üstünde. Plak kapağıyla ve adıyla yakalıyor beni de. İki aşk arasında kavrulan en zor ama buradan bakınca enn keyifli yılım.

Modaya uymuşum ve Bob Dylan'a bir değer atfetmişim, eyvallah; ama benim aşkım "Joan Baez." Bir akşamüstü sırtında gitarı ile geliyor. Bir rüyadayım. Yılların asla silemediği, silemeyeceği bir rüya bu. Gitarı ve vokali aklıma karışıyor. Kaç yazımın içinde o âna dair aynı cümle var bilmiyorum: "Şu an "Joan Baez" söylüyor; parkaların sıcağında bir kış akşamı ürpertisinde ve ürkek bir solmuşlukta klişe sözcüklerin yankılandığı küf kokulu bir izbede..."

Bob Dylan etrafımca kabul görüp seviliyor. Ben gerçekten seviyor muyum?

Albümü bir süre dinliyorum. Bu bağ kalpten değil, çünkü Joan Baez olmasa; o yola kıyısından bile girmeyeceğini, aksine durumu kullandığını düşünüyorum. Sonra hiçbir gün Bob Dylan dinlemek aklıma gelmiyor.

Yıllar yıllar sonra ise bir akşam dizlerine yattığım ve sadece bana söyleyen "Joan Baez" ile olağanüstü bir yemekte buluşuyoruz.

Onunla hayatımın en özel gecelerinden birini yaşıyorum.

Çok çok konuşuyoruz, Bob'dansa tek kelime bile etmiyoruz...



Çünkü O Joan Baez

21 Ekim 2008 Salı

Zamanın Ötesinden Berisinden Rastgelesinden Romanımsı Bir Gün: Sen zamanı olmayan zamansız bir yerindensin ömrümün; neyleyim ben.


Konuşurken bir şişe şarabı götürmüştük. İkinciyle birlikte birer bonfile sipariş verdik. Artık kadehler yitip giden arkadaş hayatları içindi. Onların yarım kalan hayatlarını, hayallerinde bile olmamış bir mekânda, hiç tatmadıkları, bilmedikleri yiyeceklerle, şarapla kutsuyorduk sanki...

Ne olursa olsun insan bencil diye düşündük, doğasında var bu deyip; Ayn Rand üzerinden "ben" ve "bencillik" üzerine bol esprili, kahkahalı sözler ederken, aynı anda aynı seslerle tekila içmeye karar verdik.

Bara çıkıp, oradaki orkestranın çaldığı yeni nesil için sadece şarkı, bizim için küf kokulu izbelerin diken üstü karanlıklarında dizlerine yatılmış bir ''devrimci'' romantizm anı olan Bella Ciao'ya tekilalarla eşlik ederek, son dönem izlediğimiz Amerikan kökenli bazı siyasi filmlerin bize nasıl sığ geldiğinden ve birbirlerine benzerliklerinden şikayet ettik. Bizim eleştiriyi kendi birikimimizden, pratiğimizden, dünyanın o anki halinden ve çok okuyor olmanın çok bilmişlik gazından bakarak yaptığımızı, genç insanlar için bütün bunların yeni hikâyeler olduğunu falan konuştuk. Bu ukalalığımız üzerine gülüştük. Sonra, hadi okulun bahçesine gidelim ortak kararını veren iki "anarşist" restorana inip, paltolarımızı ve kalan şarabı alarak, hesabı ödeyip çıktık .

Gecenin o vaktinde onlarca eylem konuşması yaptığımız lisenin kantin pencerelerinden içeri baktık. Bahçede yürüdük. İlk kez jandarmanın okul bahçesine girdiği, bizim onları "jandarma biz sosyalistiz, dostuz yalnız biz sana" diye başlayan marşla durduracağımızı sandığımız gün kafamıza gelen dipçiklerin, nasıl hayatın gerçeği olarak bizi silkelediğini, Fransa’da Miterrand’ın bir sosyalist olarak iktidara gelmesi üzerine kendi fraksiyonlarımızla biraz da Behice Boran'ın bize çok romantik gelen; sanki romanlar içinden fışkırmış karakterler gibi duruşuna ve hikâyesine duyduğumuz sempati dolayısıyla onun düşüncelerine yakın sözcüklerle yaptığımız tartışmalarda nasıl papaz olduğumuzu; İran’da Humeyni’nin solcular desteğinde yaptığı devrime nasıl destek veren eylemler yaptığımızı, bir büyük mitingde onların devrimi lehine sloganlar attığımızı, o mitingde liderleri olarak üzerinde anlaştığımız sloganlardan gruplarımızın vazgeçip bildiklerini söylemeleri üzerine ikimizin birbirimizi nasıl yediğimizi; devrimci abilerin bilgisiz iki yüzlülüklerini, cahil ideolojilerini falan konuştuk. Bol bol güldük bu çelişkilere...

Bütün bunları konuşurken, yıkılıp yerine basket sahası yapılan havacılık odasının olduğu yerdeki betona oturup, kalan şişe şarabı; afiş akşamlarının yaz kokulu saatlerinde gelip geçen polislerden sakınmak için saklandığımız duvar arkalarında içilen Derdalan'lar gibi, aynı şişeden içtik. Alkolden ısınmış vücutlarımız yıldızlı ayazın soğuğunu hissetmeye başlayana kadar oturduk orada...

Gitmeye karar verdiğimizde direksiyona ben geçim dedim. O, olası bir alkol kontrolünde takılmasın diye yaptım sandı. Oysa, yolda giderken başını sola çevirip kafalığa yaslanmış gözleriyle bana baksın istedim.

Gecenin ıssızında kayalara çarpıp sıçrayan dalgaların arabanın üzerinden aşarken camlarında çıkardığı sesle içerdeki müziğe eşlik ettikleri bir yerde arabayı durdurup bu kez, ben de kafamı kafalığa yaslayıp, ona döndüm. Bir yarım kalmışlığın duygularıyla, olgun bi yaşta ama o militan kızın izlerini taşıyan, kariyerinin sade şıklığındaki, yeşil gözlü, yumuşak tenli hafif çıkık elmacık yanakların, balık etinden biraz ince vücudun, yumuşacık bi sarılıkta ipeksi saçların güzel yüzüne baktım. Sarhoşluğun sınırındaki başım ahlaksızlaştı bir an... Bin sahne yazdı beynim, utanmadım.

Sahil boyunca; yağmaya başlayan yağmurun sokak lambalarıyla, asfaltla, sileceklerle haşır neşir haline hissettiklerimizle eşlik ederek, seslerin sessizliğinde evlerinin önüne geldik. Apartmanın otoparkına çektiğim arabada kaloriferin sıcağından ve gevşemişlikten sıyrılmadan oturduk bir süre daha... Sonra, yanağına bir veda öpücüğü için uzandım. Sarhoşluktan mı yoksa onun bahanesiyle mi bilmiyorum, tutturamadım. Tutturduğum yerde ne kadar kaldık bilemedim. Ama o ıslak sıcaklık muhteşemdi.

Masumdu...


...zamanın ötesinden berisinden bir saatte gecenin ilk şişesiyle devam edecek. Zamansızca yani;)



Resim:Madeliene Abling

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP