Uzun zamandır almayı düşündüğüm, tam sipariş listesine eklemişken her seferinde çıkardığım kitabı sonunda alıyorum.
Sıkı, benim çok hoşlanarak ve keyifle okuduğum ama çoğu okuyanları tarafından pek sevilmemiş Sütçü gibi kitapların ardından lay lay lom bir okuma hafifletir beni diye düşünüyorum.
E biraz da erotizm -sosu- fena olmaz!
Okunmayanlar rafında yerini aldıktan 2 ay sonra okumaya başlıyorum.
Başlangıçta akıyor fakat bir kadının dilinden olmasını yadırgıyorum, sonra alışıyorum ama...
Ama işte!
Çünkü üslupta kadınsı bir lezzet yok. Belki de Ian Mc Ewan erkek dünyasındaki kadının profilini yaratmak istedi!
Ya da bende bir arıza vardı.
Kolay bir okuma, akıcı, casusluk meseleleri, edebiyatın casusluk işlerinde kullanılması, gizli servisin insanları, kısmen arızalı karakterler, yazarlar, restoranlar, alkol, aşklar, onlar bunlar derken yürüyoruz kitapla birlikte.
Yazar şırıl şırıl akan bir film tadı veriyor ki kendisini eleştirmek haddime değil ama onunla tanışma kitabımın tadı ve bendeki etkisi kalıcı.
Kendisiyle ahbaplığımız eskiye dayanır yani.
O kitabının gazıyla önce Solar'ı alıp okumuştum ardından da Cumartesi'yi.
Hakkını yiyemem, özellikle Cumartesi'de heyecanı hep diri tuttu ve okurken kelimeler yoktu!
Gelin görün ki okuma keyfi açısından güzel olsalar da zaman geçirme tadı veriyorlardı.
Bir tortu kalıyor muydu peki?
O halde benim kazanımım ne?
Var mı?
Yok...
Yani hiçbiri bende *Masumiyet ya da Özel ilişki'nin tortusunu bırakmadığı gibi enn kitaplarım kategorisine de çıkamadılar.
Yermek değil gayem, olumsuzlamak da istemem, sonuçta akıp gidiyorlar, geriye bir şey bırakmasalar da eğlenmiş oluyorum, diye düşünüyorum.
Bir Parmak Bal da olsa damakta kalan, fena bir sonuç değil yine de.
Fakat 15-20 yaşlar aralığında okusaydım, günlerce anlatır dururdum. Kitaptaki erkek kahramanlardan birini atar, yerinde ben olurdum. Ve arkadaş sohbetlerinde ballandırmaktan bir hal olurdum
Hızlı başladım, sonra gazdan ayağımı bir tık çektim, 300'e kadar idare ettim ama sonrası ağızda büyüyen lokma gibi geldi.
Ve henüz kitabı bitirmiş değilim.
Bana karşı olan görevini tamamladığını düşünüyorum ve açıkçası burdan ötesi için de bir merakım yok.
Hedef kitlesini iyi tanıyor, diye düşünüyorum. Biraz da piyasa etkisi, arz talep meselesi, para çağı, görünür olmak ve kapitalist azgınlık nedeniyle hak da veriyorum.
Sonuçta ben de 310'a vardım.
Sonra da titreyip kendime döndüm demek ki...
Kalan 56 sayfaya ayıp etmemek için;
belki bir ara yeniden elime alırım.
Tüm bunları Ian'a hissettirmedim sanırım. Belki soru işaretleri oluşturmuş olabilirim, kalp kırmanın da gereği yok diyerek aslında 250. sayfada gaz kesiyor, bitime 53 sayfa kala da el frenini tümüyle çekip park ediyorum.
Yine de yanlış anlayıp da alınmsasını istemiyorum ve bir kaç haftadır gitmediğim kitap okuma noktama davet ediyorum.
Olleyy... limonata!
Fakat yanında kırmızı renkli ve dibi kalmış bir şey daha var.
Önce vişne olduğunu düşünüyorum ve "Limonata lütfen," diyorum. Çünkü diğerinin vişne olduğunu sanıyorum hâlâ. Biraz dikkat kesilince, uzaktan akrabalık ilişkisi var gibi gözükse de pek benzetemiyorum.
Soruyorum.
Karadut şerbeti yanıtıyla da eriyorum.
İçim, gümbür gümbür.
"Granül mü?" tereddütü yaşıyorum ama atalar diyarımın göz bebeği olduğunu da anlıyorum.
"Bir karadut şerbeti, lütfen"
"Bir de Trileçe, lütfen."
Bu koca çatal neyin nesi demiyorum, çünkü yeni başlamış ve daha önce görmediğim genç kız çok tatlı ve üzülsün istemiyorum. Oysa eski çalışanlar bilirler ki ben tatlı kaşıkçıyım.
Aldığım her lokmayı tabağa sızmış sütle harmanlamak isterim.
İkinci karadut şerbeti içinse isyan var bünyede!
Söz konusu buz gibi, hakkı verilmiş karadut şerbetiyse, boynumuz kıldan ince.
*Masumiyet ya da Özel İlişki
JULES VERNE - BUZULLAR ARASINDA BİR KIŞ
47 dakika önce