Bankalar Caddesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bankalar Caddesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Ocak 2022 Çarşamba

Hayalim Kırıldı Ama Canım Pek Takmadı

2.Kısım

1.Kısım...

Fotoğraf Bankalar Caddesi. Çocukluğumda çok izi var. İlk kez 6 yaşımdayken, ahşap tarabalarına bayıldığım, ahşap süpürgeliklerinde mantarlar yetişen ve kalabalık bir aile olarak yaşadığımız kira evden, babamın tamircilikten sıçrama yaparak ücra bir sokakta açtığı küçük dükkânında biraz yol aldıktan sonra, biraz daha büyümek gerektiğine karar verip, yeterli sermayesi olmadığı için de mağazaya hiç uğramayan bir mirasyedi ile ortak açtığı bu caddedeki oto yedek parça dükkânına yürüyerek ve tek başıma geliyorum. Oysa, bakalım gidebilecek miyim diyen en amcam, tüm yol boyunca beni izlemekteymiş. Belki de özgür ruhumun ve gözü karalığımın, cesaret ateşimin ilk kıvılcımıydı bu. Yürümeyi, sokakları ve defalarca gittiğim yerlerde her seferinde farklı ruhlar ve detaylar görebilme becerimin ilk adımlarıydı belki de! Fakat bu dev fotoğrafın içinde kaybolup da kahvemle tadını çıkardığım iç yolculuğumun sebebi bu değildi. Fotoğraf çok ama çok eskiydi. Benim caddeyi fotoğrafta tanımama sebep olan detay ilk fark ettiğim, sağda bir kısmı görülen taş binaydı. Onunla hangi cadde olduğunu tespit edince ilerideki saat kulesine ulaştım. Sonra da Büyük Cami'ye...

Kahvemi içerken resmin içinden hiç çıkmıyordum.

Çıkamıyorum...


Bir soru sürekli dönüyor zihnimde. Sağdaki iki kubbe kuleye çok yakın. Oysa Cami'nin şu anki halinde o yakınlık yok. Daha içeride. O zaman buranın eskiden katedral olduğunu düşünmeye başlıyorum; bir kısmı yıkılmış olmalı ve bunu kahvemi getiren beyefendi ile de konuşuyorum. O sanırım daha önce fark etmemiş bunu. Dikkatle inceleyince bana katılıyor. Ama ben camiden daha çok o sağdaki taş binadayım. İkinci kahve için beni tetikleyen O.


İstanbul Börekçisi caddenin bankadan sonraki ilk sokağından sola kıvrılınca bir kaç dükkân uzağındaydı. Yakın tarihte börekçinin izini sürerken bir ana gitmiş ve o yazıma bu noktadan kelimeler dökülmüştü ruhumun en saklı köşesinden:*

"Ben şeker kullanmıyorum, kaşığa gerek yok," demiştim, kapuçinom masama geldiğinde. Üzerindeki çikolata izleri için "Karıştırırsınız belki," diyerek bırakmıştı masamda kibar adam. Bir küçük şeker poşetini alıp açıyorum. Sonra da karıştırıyorum kapuçinomu. Tetikleniyorum çünkü yaşadığım an şeker istiyor. Sonra tatlı tatlı o anlarımı gözden geçirirken, ikinci üniversite sınavlarında olan enn sevdiğim, enn tatlı kadını özlüyorum.

Ödememi yapıp, teşekkür ediyor, eskiden Demirspor Lokali olan ve içinde bulunduğu kocaman bahçesinde yaz düğünleri yapılan alandan çıkınca, çok anılarım olan, Güngör Teyze ile 15-16 yaşlarımda ilk karşılaşıp tanıştığım, şehrin en eski apartmanlarından Süer'e durup bakıyor ve o kışlık evi bize bıraktıkları bir yılbaşı gecesine, dans ettiğim kıza, başka günlerde çok kere Tahsin Amca'nın viskilerinden aşırarak keyifler yaşadığımız, içtiğimiz viskilerin boşluğunu çayla doldurduğumuz yıllara selam ediyor, anılarla iyice yükselmiş bir keyifle yürürken bayıldığım komuta merkezim günü uzatmaya karar veriyor.

Yok olmuş eski evleri hatırlayarak ve dikine inen sokaklara bakarak devam ediyorum ve bir anda bir sokağın fotoğrafını çekmelisin diyen fikrim, uyarıyor beni.

Evet, bunun bir önemi var!


Şehrin planını Fransızlar çizmişler ve aslında caddeleri geniş bırakmışlar, bizimkiler "Ne işe yarayacak bu geniş caddeler," demiş, uygulamada onları daraltarak bina sayılarını çoğaltmışlar ama Allah'tan apartmanlar çağına henüz gelinmemiş olduğu için estetik bir kayıp yaşanmamış; sadece ileri yıllarda trafik taşımayınca bazı caddeler tek yöne çevrilmiş.

Sokakları ise kesintisiz ve şehrin en tepesine kadar çıkarmışlar çünkü onlar bir tür klima işlevi görmüşler: Denizin serinini kıyısından şehrin en üst sınırına kadar taşımışlar. Bazılarının önü en altta sonradan oluşan yüksek binalarla kesilmiş olsa da hâlâ bu işlevlerini yerine getirebiliyorlar ve özellikle en üstteki bulvardan görünen denizdeki gemiler el uzatılsa tutulacak kadar güzel manzaralar sunuyorlar. Sokak araları hâlâ çiçek kokulu. Bu sokağın hemen girişinde ve sağda kadim bir kahvehane var; yıllardır kendi gazozunu kendisi yapan. Limonatası ise efsane. Taş bir bina. Onu ucundan fotoğrafa aldım çünkü üzerine yazılmış, benim başaramayacağım hoşlukta bir yazı ve fotoğraf var.* Ama gördüğüm kadarıyla ve yanılmadıysam ve üzerindeki Dünya Göz ışıklı tabelasından anladığım üzere artık kendisi eski sahiplerinde değil.


Kadim parka yaklaşırken çok hoş bina eski hükümet konağının fotoğrafını çekme konusunda, yazı çok fotoğrafa boğulacak diye ikilem yaşıyorum. Bir tereddütüm de kadim pastane Birtat konusunda. Çünkü kafamda net olmasa da bir karar var ve gün; hesapsızca ve plansızca eklenenlerle birlikte, yüreğimin götürdüğü biçimde ilerliyor. O an bir şeyler alıp çantama atsam, evde yerim diye düşünürken içimden çıkan flanörün farklı bir kararı var ve o nedenle buna da engel oluyor. Parkın fotoğrafını çekiyor, tekrar sağa kıvrılıyor, eski fuar alanının karşısından, geldiğim yolun bir altından yine müze yönüne doğru yürümeye devam ediyorken, kadim lunaparkın karşısında duruyorum. Arkamda eski vali konağının enfes binası var. Bir banka oturuyorum. Lunaparka bakıyorum. Bir eski film akmaya başlıyor.


Aynı apartmanın çocukları korku tünelindeler. Başlangıçta normal ve minik vagonlarda sakince oturuyor, üzerlerine saldıran iskeletlerden, abartılı çığlıklardan, ürkütücü efektlerden falan tırsımıyor, dalgalarını geçerek devam ediyorlar. İçlerinde birisi var ki hiç bir aykırılığı ona yakıştırmaz, yok bu çocuk yapmaz, yapmamıştır dersiniz. Çok numaracıdır ve iyi oynar. Sonra bu çocuk diğer arkadaşlarını örgütlüyor ve planı açıklıyor. Bu komik korku tünelini gerçek bir korku tüneli yapacaklar. İkinci turda onların bindiği iki minik vagon tünele dolu girip boş çıkıyor; tabii ki bunu kimse fark edemiyor. Bu çocuklar içeride değişik noktalara dağılıyorlar. Dolu gelen vagonlardakilere bazen şaplak atıyor, gerektiğinde korkunç sesler çıkarıyor, bööö yapıyor, bazen iskelet onların üzerine eğilmişken arkasından çıkıyor, içlerinden biri bir elinin iki parmağı ile göz altlarını aşağı çekip gözlerini faltaşı gibi açıyor, bir minik vagon geçerken o görüntüye tam çene altından mini el feneriyle ışık yansıtılırken diğerleri alabildiğine korkunç sesler çıkarıyorlar. Tur tamamlanınca da içeriden dışarıya yürüyerek çıkıyorlar. Bununla yetinmiyorlar elbette. Apartmanlarının girişi çok elverişli ve oradaki taş döşemenin açık renk taşlardan çizgileri var. Orta çizgiyi file sayarsak bir mini tenis kortu. Pinpon raketleri ve topu ile tenis oynamaktalar çoğu zaman. Kabul edersiniz ki toplar sürekli oynanınca dayanmıyorlar, üstelik pahalı. İşte şu yukarıda bahsettiğim uslu çocuk buna da bir çözüm buluyor. Şimdi şu vazolara, bardaklara, çanaklara pinpon topu atılan stanttayız. Çocuklar iki grup olarak 5'er top aldılar. 10 topun dördü ceplere zula edildi. Diğerlerinden isabet eden olursa ne âlâ, olmazsa da zaten dört topun ederinden bakarsak ve o yılları düşünürsek Allah bereket versin!


Bugün neredeyse her şey spontane gelişse de artık ipler tümüyle daha kararlı ve flanör havalarındaki ötekimde. Evet karar verdi: Ve pandemi nedeniyle iki yıldır gitmediğim önemli kitap okuma noktalarımdan birine gidiyoruz. Önce Gar'a uğruyorum. Tren seferleri başlamıştır umuduyla. Başladıysa çok âlâ olacak; çünkü Amasya'ya trenle gidebileceğim. Giriyorum eskisi kadar güzel olmayan yeni gara. Bir an umutlansam da okuduğum yazı pandemi sonuna kadar yokuz diyor. Çıkıyorum ve Kılıçdede İstasyonu'na yürüyorum. Tam o sırada gideceğim uzak mesafenin treni geçiyor. Bir isyan çıkıyor içimde. Neden Gar İstasyonu burnumun dibindeyken orada beklememişim. Ben de kızıyorum kendime, bir üşengeçlik çöküyor ki ona uyarsam eve döneceğim. Kartımı okutup giriyorum istasyona. Eve dönüş tarafıyla yola devam arasındaki ikilemim ev yönünde daha ağır basıyor. Soruyorum görevliye ve o iki trende bir ileri devam eden trenin geldiğini söylüyor ama dakika veremiyor. İkna ediyorum itirazı olan yanımı ve o treni beklemeye başlıyorum.

Çok güzel üç genç kız geliyor, özellikle bir tanesi tepeden tırnağa hoş ve alanla pek uyumlular. Doğrudan az önce fotoğrafını çektiğim noktaya gidiyorlar ve dekoru kullanıp kendi fotoğraflarını çekiyorlar. Oysa ben ilk kez, onları o uçta görünce, o an tasarladığım fotoğrafı çekmek istemiştim ve ilk kez bu tür bir fotoğrafı, tabii ki izin verirse blogda kullanmayı düşünmüştüm. Esmer ve ince, saçları Afrika örgülü kız ortamla çok uyumlu, spor bir şıklık içinde...

3.Kısım için buradan lütfen!


*Kelimeler şu yazıda


*Kahvehane ile ilgili olan şiirsel yazı ve fotoğrafı ise şurada.


 .

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP