Kristine Kujath Thorp etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kristine Kujath Thorp etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Kasım 2022 Pazartesi

Manyaklı Filme Bayılan Ben Manyağı

Bu kez biraz yavaş hareket edince film öncesi ritüellerim için acele etmek zorunda kalıyorum. Hava, güneş, onun pek hoş ışığı ile parlayan cumartesi bana dönüp topluca "Hadi bugün de iyisin," diyorlar. Tren de elinden geleni esirgememiş, fazla yolcu almamış ve gayet sakin. Doğal olarak kafamda keyif planları dönüyor. Bir an Şehir Müzesi'nde insem, ağaçlar altında bir masada kapuçino içsem diye aklımdan geçiriyor, hatta kendimi orada bir masada görüyorum. Beyindeki arşiv boş durmuyor ve o anlarımdan birini hafızasından çıkarıp damağıma, oradan da bütün bedenime hissettiriyor. Kararlı gibiyim ama saate de sormam gerek, onun fikri daha önemli. Gözlerinin içine bakıyorum ancak o "Yemekte harcadığın vakitle kahveyi kaçırdın," diyor ve buna izin vermiyor.

AVM'ye bir kaç durak var; saate tekrar bakıyor ve hemen yeni bir plan yapıyorum. Çünkü, bugün tren saati denk getiremedi ve film öncesi boşluğun az olmasının sorumlusu ilk anda o gibi gözükse de, ona asla kıyamam. Elbette ki bu düşüncelerimi ona hissettirmiyorum. O benim can dostum, gecikmenin sorumlusu asla o olamaz, biliyorum. Geliş yönündeki yolcu yoğunluğundan kaynaklı bir gecikme olduğundan eminim.

AVM'ye giriş yaptığımda ise saat 16'yı buluyor. Filme 20 dakika var ve iki ayağım bir papuçta, klasiklerim için Migros'a uğramam lazım lakin onda da cumartesi yoğunluğu.

Klasiklerimden minicik susamlı simit krakerleri ve klasik çikolatamı yiyemeyeceğimi düşünerek almıyor, ama ısrarlarına dayanamadığım bir başkasını hızla alıyor ve kasa sırasında buluyorum kendimi; kuyruğa bakınca ise bir an elimdekileri bırakıp çıkmak geçiyor aklımdan çünkü daha biletimi alacağım.

O sırada yan kasalardan birinin bu anayol kasasına göre sakin olduğunu görüyorum ve hemen oraya sıçrıyorum ki oh ne âlâ. Dört kişi var ve ellerindeki ürünler ben gibi hafif şeyler.

Ödememi yapıyor ve sinema katı için yürüyen merdivenlere adımımı atıyorum. Gişe boş ve aldım biletimi ve attım kendimi terasa ancak filme de çok az süre var. Bir an filmi izlerken yesem bunları diye düşünüyorum, sonra "Albeni Albeni," diyerek almam konusunda çok ısrar eden Albeni nedeniyle bundan vazgeçiyorum: O, bize bugünlük katıldığı için hep böyle yapıyoruz diye düşünebilir, neden teras keyfi yapmıyoruz diye de eleştirebilir, o bakımdan.

Artık salona bir girsem mi ha, ne dersiniz?


Salon bugün gözlerimi yaşartıyor. İlk kez bu kadar kalabalığız. Grubun en önünde oturduğum için yine kendimi tek gibi hissediyorum. Bu, salonu kapatmışım hissim açısından iyi oluyor.

Ve film başlıyor.

Coğrafya benim coğrafyam. Bir restoranda, Signe ve Thomas ile tanışma faslındayız. Bir şarap istediler ki güzel bir seçim. Fiyatını sordular, âlâ. Garson söyleyince ben şöyle bir dikeliyorum. Sonrasıysa alem! Bu arada tanıştırayım, Signe (Kristine Kujath Thorp), Thomas ise (Eirik Sæther). Yönetmenimiz Norveçli Kristoffer Borgli ki kendisini filmde de oyuncu olarak bir sahnede görüyormuşuz.

Signe tatlı bir abla. Gayet makul, aklı başında, şirin, sevimli bir kişilik. Açılış sahnelerinden izleyicilere yansıyan bu. Hatta cümleten görücü olup bu hanım kızı tüm izleyiciler olarak anne babasından gişedeki yakışıklı delikanlı için isteyebiliriz; o kadar hanım hanımcık, aklı başında ve sakin. Thomas'sa hayta, pek güvenilir biri değil, biraz narsist olabilir, çantalara cüzdanlara da dikkat etmek gerekebilir. Bana hiç güven telkin etmediği için cüzdanımı sağlama aldım. İlk izlenimler önemli tabii ki. Sonrası bizi bağlamaz ancak Rabbim sahiplerine bağışlasın deyip biz izleyiciler olarak aradan çekilip, sonrasında olan biteni şaşkınlıkla ağzımız açık olarak ve Rabbim beterinden korusun diyerek izleyebiliriz.

Filmde güneşi göremiyoruz ama olsun. Özellikle bana uyar, sonuçta bir kuzey manyağıyım. Mobilyalardan çevreye, mekânlardan bağ bahçelere kadar kuzey. Sonuçta ben de kendi ülkemin kuzeylisiyim, kan çekmesi normal.

Velhasıl filmden mutluyum, ilk anda kaynaşmış durumdayız. Bir ara, ikinci yarı salon nüfusunda bir azalma olur mu, diye, diğer seyircilere yönelik küçümseyici bir tavır sergiliyorum. Antraktan sonra ise golü kendi kalemde görmek bir ukala olarak mutsuzluk verse de şahsıma, bukalemun özelliğimi kullanıp edepli bir sinemasever oluyor ve mevcut durumdan memnuniyet duyuyorum.

Sonra Signe abla'nın içinden başka bir abla çıkıyor. Ciddiyetli bir durum ama film bu durumu çok tatlı bir mizahla pek güzel anlatıyor. Thomas bir sanatçı. Kötü bir alışkanlığı var, bunu bilinçli de yapıyor ki bu kısım konusunda bir görüş beyan etmek istemiyorum; filmi izleyenler olur, diye. Ama Signe abla her sahnede rolünün hakkını verdiğini ve bundan keyif aldığını ve keyif verdiğini bu izleyiciye hissettiriyor. Ve "Ben geliyorummm," diye bağıran bu genç oyuncu Kristine Kujath Thorp -kişisel- görüşüm olarak bağırtısının altını bana da kalın kalın çizdiriyor.


Sonuç olarak beklentileri karşılanmış, yan rolleri çok beğenmiş, kadın oyuncuya ve başka karakterlerdeki oyunculara da bayılmış, yönetmenin ciddiyetli bir meselede mizahı bu kadar başarılı kullanışını alkışlamış, bunun yanı sıra kuzey havası tadında ve tonunda akan filmde aradığı her şeyi bulmuş mutlu biri olarak yine de şiddetle öneririm diyemiyorum ancak filmden çok keyif almış bir amatör olarak konuyu, mizahın kalitesini, oyunculukları çok beğendiğimin altını bir kez daha kalın kalın çiziyorum, çünkü; o kadar çok sahne, an, diyalog, olay ve karakter var ki zihnimde...

Ve elbette Signe'ye yapılan makyaj meselesi!

Filmdeki şarap mı tetikledi bilmiyorum, dolaba atıp soğutacağım bir beyaz şarap hayal ediyorum. Sanırım bunun nedeni filmdeki şişe değil çünkü onu hayal bile edemem. Doğrudan şarap reyonuna yürüyorum. Genç bir çift kırmızı şaraplara bakıyorlar, bir karar veremiyorlar, çok tatlı bir acemilikleri var. Gülümseyerek katılıyorum onlara, fiyat aralıklarını fark etmiş durumdayım. Diyorum ki Buzbağ Öküzgözü'ne uzanarak, "İsterseniz bunu alın, üzümü çok iyi tanıyorum, ata yöremizin, bağdan toplayıp tatmışlığım var ve bu ülkenin Tekel tarafından üretilen çok kıymetli bir markasıdır ki satın alan şirket de güvenilirdir. Yalnız bir süre havalandırmanızı öneririm." Hâlâ karar vermiş değiller, sanırım Vinkara'nın etiketini sevdiler, genç kadın onu elinden hiç bırakmıyor. Ben son cümlelerimi kısa kesip onları son kararları ile başbaşa bırakıyorum: "Aslında Boğazkere-Öküzgözü kupajı sizin için daha ideal lakin rafta yok. Mesela şurada bir şarap var," diyerek Consensus'ları gösteriyorum, "muhteşemdir ama bundan 4-5 yıl önce o şarabın iki şişeşini, şarabın bağındaki restoranda o fiyata içmiş ve üstelik eşlikçilerinin tadını çıkarmıştık, şu an fiyatı daha çok da onu günahkâr kılanların ideolojik bakışından kaynaklı olarak yükledikleri vergilerden dolayı can yakıcı!"

Elbette bu genç çiftte kendi emekleme dönemimi görüyorum, ve çok tatlılar ve hâlâ kararsız.

Filmin gazıyla niyetlendiğim benim markamsa net, onu bizim mahalleden almak kararıyla trendeyim. Eve gelir gelmezse dolaba atıyorum Leyla'yı bir de kadehi, soğusunlar diye. Ona eşlik etsinler diye seçtiğim peynir ağırlıklı krakerleri ise yatak odamda saklıyorum. Bugün üçüncü akşam olacak. Henüz açmadım. Fiyatı 100 TL'nin altında. Filmden alınmış tatlarsa hâlâ sürüyor.

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP