Hayalimi ''Deli Deli Olma'' üzerine kurmuştum. Kars, en sevdiğim şehirlerden biriydi. Son Malakanlar'dan görmüşlüğüm vardı. Hatta filmi izlesem, yorumlarken çok güzel anılar paylaşmayı, Malakanlar'dan daha ilginç biriyle karşılamış olmanın yarattığı şaşkınlığı, sokaklarını, binalarını ve başımıza gelen daha bir sürü aksiyonu yazmayı planlamıştım. Ama, son dakika çalımını yiyince Tırtıl'dan; hepsi, şimdilik yattı...
Kardeş Kelimeler başlıklı 'öyküsel' yazımın içine de şu satırları koymuştum:
Nefretin, öfkenin, tutkunun, kıskançlıkların, ihtirasların büyük sevgilerle, hayranlıklarla, şefkatle ve özlemle iç içe olduğunu da biliyorum. Hayatı yaşanılabilir kılan her şeyin, aşkın, karşıtlıklarıyla bir arada olduğunu, tüm bunları göze alabilenlerin de cesur insanlar olduklarını biliyorum. En büyük öfkelerin, en ağır can acıtmaların, en çok sevilenlere yapıldığını da biliyorum. Bazen, en tutkulu aşkla bağlı olunandan en kanlı, en vahşi intikamın alınmak istendiğini; çarmıhlara gerilse, oradan indirilip yerlerde sürüklense, sonra dilim dilim doğransa da ruhun tatmin olmadığı, ama öfke dindikten sonra onun için acı çeken, nefes almakta zorluklar yaratan bir özlem, bir sızı düşen kalpler de olduğunu biliyorum. Buna aşk dendiğini de. . .

Sonra, her bir sahnede duyduğum heyecanı ve filmi sahiplenme duygumu, her bir sahneyle birlikte satır satır sıralamak istedim. Beceremedim.
Sonra, tek bir sahnede bile aşkı bu kadar güzel, bu kadar yalın ve bu kadar naif anlatan kaç film var ki diye düşündüm; ve sadece o sahneyi öne çıkarmak istedim.
Sonra, tüm bunları yaparsam eleştirilebilecek yanlarını görmezden gelip taraf mı tutmuş olurum diye düşündüm.
Sonra; başından beri hissettiğiniz, farkına vardığınız bir klişeyi yine de bu kadar dokunaklı ve farklı kılan oyuncuların, abartıyı bile lezzet haline getirerek filme katışlarına bakıp, her bir sahneyi 'üreğimle' sevdim.
Sonra; asla ana hikayenin önüne geçmeden bütünüyle onu tamamlayan yan öykülere ve elbette çocuklar başta olmak üzere oyunculuklara dokunmak istedim.
Bazen gülümserken, o gülme anında bile gözümün ucuna gelen damlaların her birine sayfalarca kelime dökmek istedim.
Alma'nın sınav salonunda köyünü, insanlarını anlatışındaki yerel dilinin sıcaklığından yola çıkarak, filmin her karesindeki karın ve kışın, yumuşak ve şefkatli duruşunu yazmak istedim.
Şerif Sezer'in bazen teatral yüklemeler yaparak, bazen bilinçli bir abartıyla oynadığı karakteri; hiç kolektif dağılımın dışına taşırmadan öne çıkarışındaki oyunculuğuna şapka çıkardım.
Ve Tarık Akan'ın oyunculuğunu en çok bu filmde sevdim.
Ama Mişka ile Popuç'un Karşılaştığı o sahne ve Popuç'tan yansıyan duyguların karşılığını, daha doğrusu söze dökülmüş halini çok önceden yazabilmiş olduğum için, kendimi de pek sevdim.
Ben bu filmi, çok ama çok sevdim.
Kaz etimi verecek kadar çok hem de!
Vizyondayken kaçırdığım ve bu gece izleyeceğim filmi burda görünce çok sevindim.Çok güzel anlatıyorsunuz filmleri bir harman yapıp.Okuyunca iyice merak ettim filmi.
YanıtlaSilBu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
YanıtlaSilNasıl anlatacağına karar veremediğini öyle güzel anlatmışsın ki, bence en güzeli de böylesi olmuş.
YanıtlaSilFilmi merak ettim ben de...
Teşekkür ederim Dalgaları Aşmak:))Umarım merakına değmiştir.
YanıtlaSilBende sinemada izlemeyi severim parpali... ama bazen kaçan filmleri mecburen izlemek gerekiyor. Ki bu film sinemada izleyemediğime en çok yandıklarımdan biri oldu.
Valla bende yazdıklarımı sevdim, ne yalan söylim a. nur:))