Başlangıçta hemen gideyim duygum yoktu. Aslında araftaydım. Erken gitmek makbuldü, onu çok iyi biliyordum. Tepsi fırından tezgaha ben oradayken gelmeliydi ve ben onların tepsiden alınıp camekanlı vitrine yerleştirilmesini beklemeli, sonra da siparişimi vermeliydim.
Hava henüz aydınlanmamış olmalı, sokak lambalarının sıcak ışıkları şapkalarından başlayarak genişlemeli ve bir huni şeklinde inmeliydi caddeye... Ben yanımdaki o güzel kızın nefesini, sesinin bıcır bıcır kelimelerini yanağımın dibinde hissetmeliydim. Sonra ona, yüzüne bakmadan, gözlerim ileri bir noktadayken, hiiiçç ben sana yangımın rüzgârı göndermeden, en cool halimle iki kelâm etmeliydim. O, tatlı gülümsemesi ve hadi yedim bunu da cinliği ile beni biraz daha kavramalı, yine hin bir gülümseme ile iyice sokulmalıydı bana. Kelimelerinin nefesi, ve onun kocaman sevgisi kışın ortasında bile baharı hissettirmeliydi.
**
Hep de öyle olurdu çünkü!..
Ben biraz hıyardım Erkek adam pozlarımla yürürdüm. İnce lafları bile benden çıkar gibi değil de racon gereği söyler gibi yapardım. Ama bilirdim ki o yemez. Sonra gevşerdim. Ben olurdum. Elimi beline koyar. Onu Osmanlı Bankası'nın zaman eskisi binasının giriş kuytusuna çeker. Kolumu dolar elimi illaki bel çukurunda tutar, kendime çeker ve tek bir öpücükle; bütün duygularımı deryalar gibi önüne dökerdim. Yazı beklerdim. Onun saç kesimini ve rengini çok severdim. Aramızda çok mesafe yoktu. Oradan işaret eder, ben tamam der. Onun elinde bir kitapla yürüdüğünü görür, heyecanlanır; O bizim bahçe kapısını açtığında, evin önüne gelene kadar alt kata inerdim. Gözlerimle dinlerdim Onu. Kalbim atardı. Onu o an odamda görürdüm, fikrim dürterdi. Ama Ona bunu bir türlü söylemezdim.
Tüm okul sezonunda hep yapmayı düşündüğüm şeyi gözden geçirir. Bir an önce gel yaz derdim. Yaz gelirdi. Kıyafetler incelir. Bazı bölgeler açılırdı. İlk yazdı. Kapıdaydı, elinde bir kitap vardı, bahaneydi. Belli ki ilk kez birlikte sahile gidilecekti. Çam ağaçlarının arasından yürüdük. Askılı elbisesi, şahane göğüslerini saklamaya çalışsa da beceremiyordu, belki de elbise bana kıyak atıyordu, hissetmiştim ve bu yüzden de ekstra sevmiştim. İyi ki de beceriksizsin diye bir de göz kırpmıştım. Bahçenin tellerine vardık. Çiti aşıp kumsala, oradan da denizin sesi için kıyısına uzayacaktık. Beklediğim andaydım, hayal olsa da antremanlıydım, bir kış boyu dersimi çalışmıştım. Bir anda sağ kolumu bacaklarının arkasından geçirip, sol kolumun desteğine yatırıp kucağıma aldım Onu. Boynuma sarıldı ve gülüyordu. Sanki bu durumu da biliyordu. Öyle güzeldi ki. Nefesinin sıcağı nefesimi kesti. Aştım tel örgüyü; dalgaların kırıldıktan sonra vardıkları son noktaya kadar taşıdım Onu. Sonra usulca yere bıraktım. Sağ kolum... daha çok da ellerim nasıl mutlu.
Taşırken Onu; öyle güzel, öyle mutlu gülüyordu ki, kendimi bir filmin kahramanı sandım. Bir de şansımız vardı. O zamanlar buralar hep kumsaldı. İki yanımızdaki; biri onlarınki diğeri kamp olmak üzere kamu kurumlarının varlığı, onların denizin içine kadar çektikleri tel örgüler, bizim alanımızı da kimseler giremez yapıyordu.
Oturduk.
Yüzümüz denizde. Ayaklar çıplak, ayakkabılar dört metre geride. Dalga kırılıyor, deniz makara yapa yapa geliyor ve ayaklarımıza muzırca dokunuyor. Sonra çekiliyor.
Biz biribirimize bakıyor, gülümsüyoruz. Sonra gözlerimizi yine ufka dikiyorduk. Elimi eline doğru götürüyorken O onu yakalıyordu ve parmaklar birleşiyordu. Ne de güzel bacakları vardı. Sere serpeliğine bayılıyordum. Dizlerden bükülmüş, etek uçları ıslak, dizin üstünü geçer biçimde çekilmiş elbise ile bütünleşmiş film karelik bir an daha. Çok az konuşuyorduk. Çok gülüyorduk. Arada bir dönüp ânı ve bakışlarımızı yakalıyorduk. Çirkeflik yok. Arzu var. Ama kalpler öyle güzel ki fırsatı ganimete çevirmek fikri asla yok. Yaş 17'nin eşiğinde. Forma numaram hâlâ 16. Uzak ufuklara bakarken aklım bir ön izleme sunuyor, hayalim müdahil gördüklerime, bayılıyor, hevesleniyor, kararım netleşiyor hatta bu önizlerin birinde Ona iyice yanaşıyor, sağ kolumu sırtına koyuyor, onun desteği ve sol kolumun yardımı ile önce kolunu boynuma taşıyor, sonrasında göz göze ve nefes nefeseyken... onu kumlara doğru yavaşça yatırıyorum. Sonra bir dalga... ama şakacı bir dalga üzerimizi aşıp geri çekiliyor. O yine gülüyor. Ben de muzır bir espri yolluyorum dalgaya. Sonra da Onun dudağından tuzu alıyorum. O zaman mıncırıyordu beni ve daha daha bir keyifle gülüyor, beni sırt üstüme döndürüyor, dalga üzerimden geçiyor, çekilince de bu sefer o benim tuzumu alıyordu. Kaç sefer sonra çekiyorduk kendimizi kıyıya...
Sırılsıklam sarılıyorduk birbirimize..
Öyle de kalıyorduk.
Güneş iş bende çocuklar diyor, gereğini yapıyordu. Sonra da el ele, ayaklarımız denizde, sınırları aşıp yürüyorduk. Sonra güneş dağların ardına çekilmeye başlarken, ona el sallıyor, kurumun sahil tarafı kapısında vedalaşıyor, bir süre Onu ardından izliyor, dönüp gülümsemesine bayılıyordum.
Geri dönüp bizim bahçe tellerini aşıp eve doğru yürürken, onların ilk lojmanlarını geçtiğimdeki boşlukta onu beni beklerken görüyordum. Sadece gülüyorduk. Bir sonraki aralıkta bir kez daha... Sonra bir kez daha...
Ah o araf halller! Ne güzeldi. Ahh onun coşkulu saflığı, sevgisi, güzelliği... ne güzeldi.
Saatlerce oturduk. Çok az kelâmla o kadar çok konuştuk. O kadar çok ki yankıları kaç on yıl sonra bile duyuluyor.
Saatlerce oturduk. Çok az kelâmla o kadar çok konuştuk. O kadar çok ki yankıları kaç on yıl sonra bile duyuluyor.
Çok mu sevmiştim.
Evet çok sevmiştim.
Onla geçen zamanlarım çok güzeldi. Ama ah kahrolası o aşk işte. Ne zaman ve kime çakacağını asla söylemezdi. Onu hiç kırmadım. Hiç kimseye açmadıklarımı ona rahatlıkla açıyordum. İkimizde solcuyduk ama o Halkın Kurtuluş'u sempatizanıydı. Kitap paylaşırdık ama asla iki farklı ve zıt fraksiyonun insanı olarak aidiyetlerimizin teorilerini eleştirmemek için tartışmazdık.
Ara ara düşünürüm. Nerededir, ne yapar? diye. Görsem ve yazdıklarımı ona okusam ne hisseder bilmek isterim bir yanıyla... ama derim ki sonra, O hep 16 yaşında.
Sonra...
Yıllar yıllar sonra... Bu günden en fazla 4-5 yıl önce bizim ikinci binanın altındaki emlak ofisinde otururken ve laflarken... kadın elemanlar mutfakta Ankara'dan gelmiş bir müşteri kadınla sohbet edip çay içiyorlardı; bir süre sonra elemanlardan biri mutfaktan çıktı ve yanıma geldi. "Siz 19 Mayıs Lisesi'nde mi okudunuz?" diye sordu. Evet, dedim. "Bayan adınızı biliyor, okulla doğrulamak istedi," dedi. Abisiyle gelmişti ve sorduğunu bilsin istemiyordu. Dolayısıyla anladım ve tek bir kelam etmedim. Karşı karşıya da gelmedim.
Şimdi tam da burada kesmek vardı yazıyı. Ama yapmayacağım. Muhtemel ki dedim: O lojmanlardaki onun arkadaşı kızlardan biriydi, çünkü onun bir abisi yoktu!
Sıcak haber soğuyabilir, ilk yazıyı okuyanlar anlarlar ki bu karakter börek sabahlarında yeri olmakla birlikte börekten önemlidir ve ilk yazıda kendisinden minicik bahsedilmiştir.
Böreğin son hikâyesi ise tek bölümde ve pek yakında... Ve tam da şurada!
Bu da şarkımız; ama farklı bir yorumla.
Evet çok sevmiştim.
Onla geçen zamanlarım çok güzeldi. Ama ah kahrolası o aşk işte. Ne zaman ve kime çakacağını asla söylemezdi. Onu hiç kırmadım. Hiç kimseye açmadıklarımı ona rahatlıkla açıyordum. İkimizde solcuyduk ama o Halkın Kurtuluş'u sempatizanıydı. Kitap paylaşırdık ama asla iki farklı ve zıt fraksiyonun insanı olarak aidiyetlerimizin teorilerini eleştirmemek için tartışmazdık.
Ara ara düşünürüm. Nerededir, ne yapar? diye. Görsem ve yazdıklarımı ona okusam ne hisseder bilmek isterim bir yanıyla... ama derim ki sonra, O hep 16 yaşında.
Sonra...
Yıllar yıllar sonra... Bu günden en fazla 4-5 yıl önce bizim ikinci binanın altındaki emlak ofisinde otururken ve laflarken... kadın elemanlar mutfakta Ankara'dan gelmiş bir müşteri kadınla sohbet edip çay içiyorlardı; bir süre sonra elemanlardan biri mutfaktan çıktı ve yanıma geldi. "Siz 19 Mayıs Lisesi'nde mi okudunuz?" diye sordu. Evet, dedim. "Bayan adınızı biliyor, okulla doğrulamak istedi," dedi. Abisiyle gelmişti ve sorduğunu bilsin istemiyordu. Dolayısıyla anladım ve tek bir kelam etmedim. Karşı karşıya da gelmedim.
Şimdi tam da burada kesmek vardı yazıyı. Ama yapmayacağım. Muhtemel ki dedim: O lojmanlardaki onun arkadaşı kızlardan biriydi, çünkü onun bir abisi yoktu!
Sıcak haber soğuyabilir, ilk yazıyı okuyanlar anlarlar ki bu karakter börek sabahlarında yeri olmakla birlikte börekten önemlidir ve ilk yazıda kendisinden minicik bahsedilmiştir.
Böreğin son hikâyesi ise tek bölümde ve pek yakında... Ve tam da şurada!
Bu da şarkımız; ama farklı bir yorumla.
Güzel olmuş. Emeğine sağlık. :)
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim:)
SilHikayenizin naifliği içtenliği insanın içini titretiyor. Bu yazıya en çok yakışacak müzik olsa olsa bu şarkı olurdu, Sevgili Okul Arkadaşım.
YanıtlaSilYukarıdaki yorum hoş doğrusu, keyifle dinledim. Bir ufak not ekleyeyim, seçim yapmam istense döner dolaşır Simon and Garfunkel derdim. :)
Söyleyenler konusunda sizinle ve Sevgili Şule ile aynı fikirdeyim Sevgili Okul Arkadaşım. Hatta onu koyacaktım ama içimden bir ben bir anda öne attı kendini ve müdahil oldu. Bir kadın sesi olsa dedi o. Hiçbir fikrim yoktu ve bugüne kadar da farklı bir yoruma rastlamamıştım, arama gereği de duymamıştım. Hep derim, beni seven bir tanrı var diye. Youtube sordum. Önüme farklı gruplar ve yorumlar serdi. Ama dedim ki budur:)
SilAh bu şarkı...lise yıllarımın, bir çok ilkin izlerini taşıyan bu güzelim şarkı sizin yazınıza da ne kadar yakışmış. ben de simon and garfunkel'cıyım ama bu yazıya bu ikili uymuş sanki :)
YanıtlaSilHerhalde birbirine yakın kuşakların tümünde iz bırakmış belki de tek şarkıdır bu diye düşünürüm bazen Sevgili Şule. Çocukluğumu belki de bu yüzden çok severim. Kulaklarımıza bir yandan ninniler okunurken, bir yandan duygu yüklü şarkılar üfleniyordu. Benim bir şansım daha varmış ama, doğduğumda kulağıma ezanı okuyan hoca. Büyüyüp ilkokul 3 ya da 4 falan geldiğimde kuran öğrenmem için ona gönderilmiştim. Şu hayattımda tanıdığım ve iz bırakan en güzel insanlardan biriydi. Dedem namaza gittiği caminin hocasına götürmüştü önce ve iki gün sonra kaçmıştım. Demek ki o günden belliymiş, kendi kaderini kendi çizecek çocuk olduğum. Hayat işte, bir yorum yanıtını bile nereden nereye getirebiliyor:)
SilSevgili Buraneros, yazdıklarınızı okurken kapılıp gidiyorum sonra bitince çoooook yükseklerden bir anda düşüp yere çakılıyorum. Biraz acımasızca geliyor yazdıklarınız bu aralar bana ama kabahat sizde değil, benim içimdeki bazı iyileşmeyen yaralarda. Siz yazın yine, hep yazın böyle :)
YanıtlaSilSevgili KuyruksuzKedi,
SilBen de sizi çok sevimli buluyorum. Gençliğinize ve o gençliği ve kendinizi ifade edişinize bayılıyorum. Bazı durumlara ve ruh halinize üzülmem gerekiyor ama ben üzülmüyorum, aksine gülümsüyorum. Çünkü bunları çok sağlıklı buluyorum. O iyileşmeyen yaralar ne kadar kıymetli bir bilseniz: ve onları, hani çocukken kaşınmaya başlayan kol ve bacak yaraları vardır ve biz onları önce ufak ufak kaldırır, sonra da söker atarız ya. Sonra da iyi bir şey yaptık sanırız. Ama orada bir iz kalır. Uzun bir süre. Oysa kendi haline bıraksak yara iz bırakmadan silinip gidecektir oysa. Çoğu zaman erken davranıp koparınca, bıraktığı ize bakar pek memnun kalmayız, çünkü kanar. Yaralar da bizim dersek ve anlamaya çalışırsak, bunu gerçek dostlarımızla paylaşırsak, belki, önce düşüncelerimizi iyileştirebilir, daha gerçekçi ve daha sağlıklı düşünebilir, daha büyük yaralar açmadan da sorunları çözebiliriz. Olmadı son kararımızı o zaman verebiliriz. Zaman ve bir dost her zaman iyi bir ilaçtır ki sizin var, hani güzel kızınızla birlikte ziyaret etmiştiniz ya, O işte:)
Sanırım yazacağım... daha çok:)
*Yorumdaki siz ifadeleri size şakadır, sen diye okunması tavsiye olunur:)