Çıkıyorum evden. Bahçe kapısından sokağa geçiyorum. Biraz önce aramama geri dönmüş ve sekize on kala çıkarız demişti, kardeş. Misafiri var ve ben sokak sabahının tadını çıkarırken bir yandan, bekliyorum. O ara jaluzileri inik çalışma odamın pencerelerine bakıyorum. Fransızın üzerinde iki kuş. Derin bir mevzuya şırıl şırıl akıyorlar. Öteki odanın penceresinde de durum aynı. Bir kaç poz çekiyorum fotoğraflarını. Biraz sonra hoop üsteki damlalığın içine... Orası evleri.
Saat de sekizi geçti ve kardeşten iz yok. Yanaşıyorum salon penceresine doğru. Kanepede uzanmış, bakışları sokak yönünde değil. Telefonuyla meşgul. Belli ki vakit geçiriyor ve anlıyorum ki misafir henüz hazır değil. O ara araba bipliyor. Kilitler açıldı diye düşünüyor, kapıya hamle yapıyorum. I-ııh açılmadı. Sıcacık böreğe ve hayal ettiğim ana yetişemeyeceğim diye tedirgin ve heyecanlıyım. Bu nedense bir gerginliğe sebep olmuyor. Mutlu bir sabahtayım. E günlerden cumartesi...
Geliyorlar, kapı açıldı. Günaydınlaşıyoruz ve ben arkaya geçiyorum.
Keyifli bir yol. Bir 12 kilometre sonra şehir içine kıvrılıyoruz. Oradan üst bulvara. Onun kavşağından sola dönüyor, bulvardan ayrılıp yokuşa sarmadan önce, "Beni şu köşede bırak, girme o yola boşuna," diyorum. "Yürüyecek misin?" diye soruyor. "Şurası zaten," diyorum. O an, bana serbest çağrışım yolunda bir senaryo yazıldığını bilmiyorum. İçine iyi bir fotoğraf makinesi koyduğum ve bir de kitap olan sırt çantamı alıyorum; askısından geçirdiğim ince hırkamın yere değen kapüşonunu toparlıyorum. Sağdaki kocaman bahçeli, içini çok iyi bildiğim, en can iki arkadaşımdan diğerinin biz lise yıllarındayken oturdukları ama şimdi kaymakamlığa ait bir bina olan ki buna da yıkılıp da yerine apartman dikilmediği için çok çok sevdindiğim eski Rum evine bakıyorum.
Ondan sonra yolum Börekçi. Fakat o arada hayatımda önemli yeri olan ve aşağı doğru yokuş bir sokağı geçiyorum. Ve onu, şu yazının şurasına gelince anca fark ediyorum. O evden bir sevgiliyi, gördüğüm en güzel gelini, çocuklarıma bir tatlı anneyi, kırmızı ışıkta arabanın önünden geçen kızı almıştık. Gelin arabası üç harfliydi ve metalik maviydi; şu an, az önce beni onun beyazı ile bırakan küçük kardeş askerden izinli gelmişti ve sürücüm oydu. Mahallenin çocukları kesmişti önünü. Bilirim ki isterse sıyırıp geçerdi. Arkadaşlarım çocuklara dalmak üzereydi ki... o müdahale etti ve adetin gereğini yaptı. Sonuçta stajı benim yanımdaydı. İşte ben bir garip cilvesi olarak zihnin, börekçiye giderken bunların hiçbirini hatırlamamış, kaç yüz kere geldiğim sokağa dönüp de bakmamıştım bile. İlginç?!
Kadıköy'ün yokuşuna kıvrılınca yoldan içe doğru, küçük bir alanını bahçeye çevirmiş küçük çay ocağı dikkatimi çekiyor. Ohh diyorum; böreği alır, maskeyi burada çıkarır keyfime bakar, hatta mahalle esnafı ile iki lafın belini de kırarım.
Ve İstanbul Börekçisi'ndeyim. Yıllar sonra...
"Günaydın, hayırlı işler."
Günaydın diyor; temiz yüzü güleç, bembeyaz önlüklü ve beyaz aşçı kepli genç adam. Bu an çok hoş bir heyecanla gülümsetiyor beni. Küçük mekânın kapı girişindeki mini vitrini ile kasa ve de onlardan bir tık içeri doğru da üç masası var. Kapıya en yakın olana oturuyorum. Sabah müşterileri geliyor. Kadınlı erkekli, yaşlı genç. Kahvenin alçak sehpalarında yeme fikrinden vazgeçiyorum çünkü bu sabah devinimi, alışverişteki ve de işe yetişme telaşındaki insanların yüzleri çok hoşuma gidiyor. Sonuçta böreği alıp mini çay bahçesine gitmek yerine burada yemeye karar veriyorum. Patatesli de yaptıklarını öğreniyorum ama ben klasikçiyim. "Bir porsiyon börek; peynirli ve kıymalı karışık lütfen," diyorum. "Bir de küçük çay, lütfen."
Geliyor tabağım. Üzgünüm ki tepsilerin fırından çıkıp gelmesine ve ben oradayken camekanlı tezgaha taşınmasına tanık olamıyorum, çünkü geç kaldım. O ilk kıyır kıyırlık gitmiş, yağ ve hamur nispeten katılaşmış. Isıttırmaya gerek duymuyorum çünkü lezzetten öte bir önceliğim var bugün. Hikâyenin devamı!
Önce bir zincir olup olmadıklarını soruyorum. Olmadığını öğrenince, şu şu mekânlarla bir ilişkiniz var mıydı? diye giriyorum konuya. O dışarıdaki bir beye sesleniyor. Anlıyorum ki patron o. Elindeki çayı ile geliyor ve karşımdaki masaya oturuyor. Sima bir yerlerden gözümü ısırıyor. Diyorum böyleyken böyle... Modern Pazar'ın oradakini biliyor ve ikiliyi hatırlıyor. Ben onun bilmediği evveliyatını da anlatıyorum. Sonra diyor ki benim yerim önceden Shell'in oradaydı. Diyorum biliyorum orayı, mağazaya giderken yürürdüm çoğu sabah ve bir sabah orada görünce dükkânı diğerinin devamı diye düşünmüştüm. Bunu da hiç sorgulamamıştım. Ve alırdım börek poğaça.
Ama bir yirmi yılı var yine de diye ekliyorum. 23 yıl önce Kocaeli'nden geldiğini ve orada başladığını söylüyor. Eskilerin yufkayı nasıl açtıklarından bahsediyorum. Biz de öyle açıyoruz, diyor. Buraya özellikle, sırf o eski hikâyenin peşine takılarak geldiğimi ve bu fikrimin nasıl geliştiğini anlatıyorum. "İnternette fotoğrafımız mı var?" diye soruyor. "Evet," diyorum. "Google çekmiş ve haritaya koymuş, ben de oradan buldum ve geldim." Şaşırıyor ve görmek istiyor. Telefonundan açıp gösteriyorum. Sonra da bu hikâyenin buralara kadar taşınmasına neden olan Sevgili Zeugma'nın yazısını...
Keyifli, iki güzel insanla hoş sohbetli güzel bir sabah yaşanan... Dükkânı seviyorum. O kadar tatlı ve meraklı bir sohbetin içinde kalınca zaten ilk anına da yetişemediğim börekten pek bir şey anlayamıyorum ama çok keyif alıyorum. Sohbetin lezzeti, merak, eskiye dönüşler ve çay, böreğe baskın geliyor.
Teşekkür ediyorum, ellerinize sağlık çok güzeldi eskiyi hatırlattı diye ekliyorum. Ama merkezi yerde olmayan bu kıymetli emek için çok da üzülüyorum. Koca bir tabak ve çaya sadece 12 TL ödüyorum ve kilosunu yeni 45 TL'ye çıkardıklarını duyunca ve bunu pahallı bulan tanıdıkları ve geveze birine bakınca da şok oluyorum. Çünkü kardeşim az sonra bir marka börekçiye uğrayacak ve personeli için bir tepsi börek alacak ve iki fiyat arasında yaklaşık 3 kata varan koca bir uçurum olduğunu biliyorum.
Vedalaşırken bu emekçi ve güler yüzlerle, "Bir sabah daha erken geleceğim, o gün önce çay eşliğinde sadece böreğimi yiyeceğim ve görüntüsü kıyır kıyır şu poğaçalarınızın da keyfini çıkaracağım," diye söz veriyorum kendime. Sonra da fotoğraflar çekip bir de keyif çayı içeceğim... Sonra da sadece sizden söz eden bir yazıda belki de böreğinize övgüler dizeceğim." cümlelerini kuruyorum.
"Tekrar çok teşekkür ederim, ellerine sağlık, hoş bir gün başlancıydı, hoşçakalın," diyerek kapıdan çıkarken karşıdaki bina bir başka sayfayı açıyor. Çünkü o evin katlarında şehrin en popüler kumaşçısı ailenin abisi, yengesi ve eşinden boşanmış ablası, bir katında ise kurucu babası ve annesiyle birlikte, "Kiminin her şeyini sunarak bir türlü yaratamadığı duyguyu: Yalnızca çantasından çıkardığı bir Tadelle'yle yaratabilen, bir kartpostalın arkasına yazdığı şiirle duygularımı göz ucuma yığabilen insan güzelliği..." oturuyordu.
Anıların ve az önce yaşadıklarımın keyfiyle yürüdüm. Hakan'a vardım ve tişört baskısı yapan bir makine almış olduğunu gördüm. Bir fikrim vardı. Eski Büyükşehir Beldiye Başkanı abi ile bir cenazede karşılaşmış ve fikrimden söz etmiştim. Çok hoşuna gitmişti ama sonra bu fikri hayata geçiremeden o milletvekili olmuştu.
Uzun bir zamandır baskılı tişörtle ilgili benim bir hayalim var.
Yaptırınca blogda paylaşacağım.
Söz...
İZLEDİKLERİM 2024/17
6 saat önce
Afiyet olsun zeugmanın börek tarifini bende deneyeceğim:)
YanıtlaSilÇok teşekkürler, denemelisin ve sonucu da yazmalısın bence:)
SilBörek hikâyesinin ikinci bölümünü beklerken hakikaten meraktan öldüm. Onlar mı, değil mi? Onlar mı, değil mi? En sonunda verdiğiniz ön bilgileri hatırlayıp Google'a bir de ben sorayım dedim ve İstanbul Börekçisi'nin o küçük dükkânını ben de gördüm. Hatta bulunduğu sokakta biraz turladım:) O görüntüler gözümün önünde okudum yazdıklarınızı. Fon hazırdı yani:)
YanıtlaSilDemek ki ilk sahipleriyle hiç ilgileri yokmuş ama lezzet aynı. Buna sevindim. Keşke ilk kıyırlığı da yakalayabilseydiniz ama olacak artık. Öyle anlattınız ki çocukluğunuzun izleri dahilinde harika dakikalar geçmiş orada. Böreğin tadına bile yansımıştır bence. Afiyetler olsun size. Bir dahaki sefere gidişiniz tam istediğiniz kıyırlıkta gelsin. Erkenden kalkıp onca yol gittiğiniz ve oradaki özel dakikaları bize aktardığınız için teşekkürler sevgili buraneros. Emeklerinize sağlık.
Nereden nereye diyorum şimdi. Marmara'nın güneyinde bir yerlerdeki çay bahçesinden yansıyan bir tarifin Karadeniz'deki bir börekçiye kadar uzanmış ve vücut bulmuş lezzet hikâyesi:)
Özlemin sözlerini okuyunca gülümsedim. Çünkü benim tarifimdeki börek hazır yufkayla yapılmış olanı. Sırrı iç malzemenin hazırlanışında. Eğer yufkacıda satılan incecik yufkalardan kullanırsanız aslına yakın ve gayet leziz oluyor. Bilginize...
Rica ederim, asıl bir kez daha ben teşekkür ederim, Sevgili Zeugma. Sayenizde bir tetiklenme ve ardından akıp giden zamana bir sürü veri döküldü. Özel anılar kısmı haricinde aslında ülke genelinde var olan bir böreğe elimizden geldiğince bir katkı yapmış olduk birlikte. Bugün için çok anlamlı gelmiyebilir, deneyimlememiş insanlara ama ileriki yıllarda belki de birilerinin araştırmalarına -karınca kararınca- bir veri olacaktır, şu bir iki kelimemiz. İnsan yazarken, ben dahil, araştırmacı kimliğimiz olmadığı için anlamsız bulabiliyoruz yazdıklarımızı ama sonra öyle ilginç yerlerde karşılaşıyoruz ki yazdıklarımızla, sizin de daha önce kendi yazınızla ilgili söz ettiğiniz gibi, bazı akademik, ya da yine bir akademisyen tarafından kaleme alınmış gazete yazılarında referans olabiliyorlar.
SilO halde ne yapıyoruz Sevgili Zeugma; aynı heyecanla kelebekler gibi yazmaya devam ediyoruz:)
Bir dahaki sefer başka bir keyif olacak kesin. O merak ve beklenti içermeyeceği için daha âna ve hayata dokunur olacak muhtemelen:)
Öyle yazmışsınız ki özendim şimdi okuldan çıkınca ben de bizim buranın meşhur börekçisine gidip hepimizin hatıran bir tabak börek yiyeceğim. bu kadar da kolay yoldan çıkıyorum işte !
SilAfiyetler olsun o halde:)
SilYazının her paragrafı, katman katman börek misali o kadar çok an, anı ve kişi anlatıyor ki okurken ara ara daldım gittim kendi anlarıma.
YanıtlaSilBir ara size "gurme" demiştim ve siz bu tanımı nazikçe ötelemiştiniz. Yineleyeceğim ki, yeme farkındalığı, seçiciliği, duyarlı damağı olan biri de gurmedir "bence".
Kaldı ki işin duygularla karışan boyutu da bu konuda inanılmaz destekleyici. Bu yazıdan sonra benim ağzımda ve kalbimde öyle bir tad kaldı ki, sizin anılarla yarışmaz ama kendine has patinajıyla yol alır gider.
Ne mükemmel, teşekkürler paylaştığınız için.
(not: bir minik düzeltme; "Günaydın diyor; temiz yüzü güleç, bembeyaz önlüklü ve beyaz ahçı kepli genç adam" cümlesindeki "ahçı"yı aşçı olması gerek. Bu güzel yazıda nedense gözüm hiç pürüz istemedi. Affola)
Düzeltme için ve gurme konusunda çok teşekkürler:) Ahçıyı bir ara fark etmiş ve sanki de düzelttim zannetmşiştim ama sadece düşünmekle kalmışım demek ki:) Ayrıca çok iyi yaptınız kaç kere okuyup hataları düzeltsem de yine gözümden kaçıyorlar, çünkü okurken eksik harfleri bile varmış gibi okuyorum çoğu zaman:)
SilO zaman amatör bir gurme diyelim; çünkü gerçek gurmeleri okuduğumda ki buna şarap da dahil, hakkaten fazla amatörüm, bu zeminde düşünürsek belki olabilir:)
Bir börek tarifinden derya deniz bir yazı çıkmış. Vallahi kalemine, anılarına sağlık! :)
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim:)
Sil