13 Eylül 2021 Pazartesi

Ah Pandemi Dedirten Anlar


25.06.2016 Cumartesi

Mekânı karşı çaprazdan gören, karşısındaki binanın önündeki masalardan birine oturuyoruz. Anında kaynaşıyoruz sokağın tüm paydaşları ile. Hoş geldinize geliyor, sokak sakinlerinin en tatlısı. Tepemizde... Önce biraz sert ve soğuk, kişilik analizi yapıyor, sanırım sonrasında da geçer notu veriyor. Sırnaşma sırası onda, sürekli istemem yan cebime koyun pozlarıyla dolaşıyor civarımızda.

Akşamın ruhları dürtükleyen saatlerinde, bembeyaz örtülü bir masada, sımsıcak bir sokakta ve şairin mekânının tam karşısındayız. Özellikle istediğimiz, şehre onun için geldiğimiz, ilk görüşte kaynaştığımız ve bir çiftin işlettiği mekânın genç garsonu sipariş için geliyor.


"Hoş bulduk."

"35'lik rakı lütfen."

Meze seçimini en güvendiğim kadına bırakıyorum. Sokakta, bir duvarın dibindeyim ve sandalyemin arkasında, gerektiğinde çalıştırmak için oraya koyulmuş şirin bir pervane var. Nerede olduğumuzu hatırlatacak bir de ayna. Oturduğum yerden kalkmaya hiç niyetim yok, keyfim şahane. Onu izliyorum. Zengin meze dolabının başında... İletişim muhteşem.

"Bir Girit ezme lütfen."

"Beyaz peynir lütfen."

"Bir levrek marin lütfen."

"Bir de patlıcan salatası lütfen."



Donanıyor masa. Karşımızdaki kültür merkezinin dış masalarında bir kaç kişi sohbette. Sokaktan, mekânla aramızdan, insanlar geçiyor. Kilisenin çanı çalıyor. Hava henüz anason kokmuyor. Güzeller güzeli bir yaz akşamı. Çalan şarkılar yakışıyor sokağa. Göz alıcı, yeterli porsiyonlarda mezeler ve buzzzz gibi rakı.

"Tek lütfen..."

"İki parmak kalana kadar su ve iki buz lütfen."

'Ben rakıyı içerim abi' hava atmaları, suyu yanında içmeler, sek rakıyı sadece buzla sulandırıp rezil etme çağlarından sonra demlenmeyi öğrenen yaşımdan beri teke düşen içmelerin ölçüsü artık standart. Yalnız dubleden teke düşmemin bir sebebi de masada kalınan süreleri uzatan ve daha da keyifli kılan güzel insanlar.

O halde, yarasın!



Usulca başlıyoruz. Levrek marin nar dokunuşu ve alttan alta hissedilen misket tadıyla şahane bir katılımcı, patlıcan salatası da bir çok yerde masaya gelenlerin aksine henüz baygınlık aşamasında olmadığı gibi az rastlanır bir tazelik ve lezzette... beyaz peynir tabağı Egeli... Girit ezme ise bir assolist varsayılabilir olsa da tevazuyla ve biz birlikte güzeliz havasıyla masada. Kullanılan zeytinyağı ise sanki sarımsak dokunuşlu... ve Egeli sonuçta.


Harbiden meyhaneler devrine ucundan yetişebilmiş bir tıfılım ben. Burası bir meyhane mi yoksa lokanta mı dersek, bizce âlâ bir meyhane. En kralından üstelik. Öyle beş yıldızlı, yapay bir samimiyetle başımızda her daim biten değil de, özellikle yükünü almışken mekân, yanımıza yakın bir yere gelmesini beklediğimiz, gözümüz yakaladığında seslendiğimiz, şıp deyince garsona ulaşamadığımız, gerektiğinde kalkıp da meze dolabına gidebildiğimiz, meyhaneciyle iletişebildiğimiz ve bundan da mutluluk duyduğumuz yerdir meyhane... Buraya kalabalık gelip, mezelerin her bir porsiyonunun masadaki onca kişiye yetmesi gerektiğini düşünüp sonra da küçücüktüler diye eleştirmenin hiç bir manası yok. Keyfine yazık etme kardeşim, ya çok çeşitle tadımlık kur masanızı, ya da iki-üç kişiye bir hesabı yap. Değil mi ama?!

"O halde sıhhatimize!..."



Keyfimiz 90'a takılan gol gibi. Bir çoklarının aksine ne meyhaneciden ne de garsondan bir şikayetimiz yok. Lezzetli mezelerle tadını çıkarıyoruz yaşamın. Üstelik Nazım Hikmet Kültür Merkezinin önündeki gençler gittikçe kalabalıklaşıyorlar... Konu da kaçınılmaz olarak militan günlere geliyor. Bu çocukları o günün gözleri ile bakarak eleştirebilir, hatta küçümseyebilir kendilerini eski tüfek olarak tanımlayan bir kısım statükocu, katı, havalı ve de aslında sadece lafazan kendini beğenmişler... Ama ben onların cinsiyetsiz, sorgusuz, henüz derinlik kazanıp da zenginleşmemiş, inanmışlık yüklü klişelerle bezenmiş, 'aşığınım ama çekingenim' soslu sohbetlerindeki sıcacık samimiyete... bayılıyorum. Cıvıl cıvıl bir gençlik katıyorlar akşamımıza. Masaları birleştiriyorlar şimdi... Uzun masalarına 70'lik rakılar ve mezeler geliyor. Gülüşleri ve müziklerimiz karışıyor birbirine. İstim alıyor gece... Ve sokak.

"Gençliğinize o halde!.."

Sıcak için gidiyor meyhaneci kadına en sevdiğim kadın, ahtapot bacağı ızgarayı öneriyor meyhaneci ki onun âlâsını daha sonraki bir zamanda, kadim bir şehrin kadim bir semtinde ve harbi bir Rum meyhanesinde yiyeceğimizden henüz haberimiz yok. Karar veriliyor...

"Bir karides güveç lütfen."


Hımmmmm âlâ bir güveç, karidesi geride bırakmayan bir sadelikle pişirilmiş, tadı tuzu yerinde, lezzetli suyu tam da ekmek banmalık, üstelik karidesler bu sabah çıkmış denizden...

Ve 35'lik rakının son yudumları...


Saatler saatleri, neşe neşeyi, huzur huzuru kovalarken, ara çaylar da falan derken, katmerleniyor rakının masası. Topyekûn, pek tatlı, "Yaşamak güzel şey be!" kardeşim dedirten bir serkeşlik kokusunun tadı bulaşıyor sokağa... Hülyalanmaya başlayan kafalar, sarhoşluğa doğru usulca giden kelimeler, gülüşler, arafta kalma halleri bir karara varıyor gönüllüce.

"Bir 20'lik rakı lütfen."

"Bir beyaz peynir ve kavun lütfen."

"Bir de bir miktar çörek otu lütfen."

"Hımmmm peynirin üzerine biraz çörek otu ve biraz zeytinyağı?!"


Kahvelerimizi de içince, ödememizi de yapınca, vuruyoruz kendimizi küçük parkın arkasındaki sokağa... duvar yazıları pek manalı ve hatta gece flörtleşmesindeki köpeklerin arkasındaki duvara denk gelen pek manidar: Çare cinsel devrim! Polislerden uyarı alana kadar kilisenin duvar dibine serdikleri tezgahlarında el işi "entelektüel" ürünler satan iki kişi terk ediyorlar bulundukları alanı. Yeni güne devrolan gecenin kokusu muhteşem. Cinliklerine bittiğim kadın bir büfeye giriyor, sözde sigara alacak... ve iki tane küçük, yüksek alkollü bira ile çıkıyor. Bak başıma gelene! Öyle kolay kolay devrilen bir adam değilim ama bazen, mutluluk doz aşımı yapınca, bir mizansen yaratır bünye ki bir votka limonla bile kafa bulmuşluğumuz vardır, en iyi iki arkadaşımdan biriyle şimdi yerinde yeller esen bir otel barında. Hımmmm bir de fıçı bira mekânları ilk açıldığında, okul çıkışı daldığımız bir ilk mekânda hızlıca içtiğimiz ilk fıçı biralarımızın sallantısıyla evlere nasıl gireceğiz korkusu yaşadığımız günü unutmamak lazım.

Bir yandan yürüyor, çokça gülüyor, biraz da usulca, tabii ki kazayla, tatlı tatlı sırnaşıyor, yalandan biraz biraz sallanıyor, yine kazayla dokunuyor, güzel güzel sözler fısıldıyor, kuytulara bayılıyor ve sonuçta pek de sevdiğimiz otelimiz İbis'e varıyoruz. Tatlı resepsiyonistimizle selamlaşıyor, asansöre ulaşıyor, küçük koridoru peltek fısıltılarla geçiyor ve gördüğümüz en güzel otel yataklarından birine atıyoruz kendimizi.

Alsancak Garı ışıklı bir sakinlik içinde...



*Alıntının da içinde olduğu iki zamanlı yazının orjinal hali.

26 yorum:

  1. O masadan kalkmış kadar olduk :) Uzun uzun bir sofrada sohbet etmiş gibi hissettim. Epey oldu. Özlemişim. Sonra bu kadar mezenin olması bana bir anımı hatırlattı. Daha öncesinde tanımadığım ama orada tanıştığım yaşça büyük, biraz incinmiş, ama çok hoşsohbet bir kadınla levant mezelerini yerken ettiğim muhabbeti hatırladım. Byblos'ta yapayalnız bahçeye oturmuşuz. Öğlen sıcağı vurmuş tepemize. Bir ağacın gölgesine sığınmış vaziyette meze yiyoruz. Birbirimizi tanıyoruz. Çevreden Arapça Ermenice bir şeyler duyuluyor. Fazla gürültülü değil. İlerideki denize bakıp dertlerimizi paylaşıyoruz. Çok gülüyoruz. Sonra Ayvalık'ı andıran ufak şehirciğin sokaklarında yürüyoruz. Kayboluyoruz. Balkonlarda rengarenk saksılar görüyoruz. Alışveriş ediyoruz. Bir barda oturmuş dünya kupasını seyreden erkeklere takılıyoruz. Gol gelmiyor :) Kalkıp gidiyoruz. O günlerde hala hayata inanabiliyorum :)) Bu arada Ibis benim yurtdışında en sık tercih ettiğim otellerden. Uygun fiyatlı olması ve hiçbir sürprize mahal vermemesi hoşuma gidiyor. Özellikle kısa şipşak tatillerde gezilerde.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne mutlu bize o zaman:)

      Senin hikâye müthiş, coğrafya şahane, okumadım sanki kısa film izledim. "O günlerde hayata inanabiliyorum" dan bir çıkarım yaptım; şimdiye dair! Lakin hayata hep inanalım, dostluğuna güvenip elini -hele de şu günlerde- hiç bırakmayalım derim ben, onunla ilişkimizi ne olursa olsun severim, bilirim ki sürprizleri her daim şık olur:) Kendine emek verenlere gösterdikleri bence çok güzel ve kıymetlidir. Hayata ve sürprizlerine hep açık olalım, umutla bekleyelim çünkü o kesinlikle bilir zamanını:) İbis'in hikayesi ve konsepti bana ilginç, sevimli ve yakın geliyor. Tren garları civarını özellikle seçiyor olması, çocukluğumun otel anıları ile eş, bu bile yeterli bir keyif benim için:)

      Sil
  2. Bir yandan o masayı biliyorum hissiyatı bir yandan e fotoğraf da tanıdık gibi... derken, muhabbetin en koyu yerinde yanıyor lamba: iki duble rakı lütfen demeden hemen önce gidiyorum 2019'a. Leziz bir masa, şahane iki insan. Daim olsun.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bir Abili, tanıdığım insanlar içinde yeri çok özel bir arkadaşlı, ayrıca "barın sahibi" falanlı, çok sohbetli, püfür püfür bir masa var bende de... Kurmaca desen uymaz, vallahi yaşadım desem kimse inanmaz.

      Şu hayatın kumbarama attıklarına bayılıyorum vesselam. Çok güzel yaşadım diyeyim diye, elinden geleni ardına koymuyor, biliyorum.

      Bilmukable:)

      Sil
  3. Yazının ilk fotoğrafa gelene kadar bölümünü okurken, bende bir Kuzguncuk havası uyandı. Sanki kilisenin oralarda bir yerde küçük bir meyhanemsitrak bir yerde hayallendim durdum. Ah şu yemekleri, masayı, içkiyi betimleme olayı fena yahu :)) Bir çırpıda Bostanlı' ya inip mezecileri dolaşasım geliyor :)

    Bence çıkın yapın seyahatinizi, nasılsa dikkatlisinizdir, aşıları da oldunuz. Hayat kısa kuşlar uçuyor, günler geçiyor...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aslında Kuzguncuk-Balat sınırında var küçük meyhane Sevgili Momentos. Sahil Restoran. Kiliseye yakın bildiğim Agora 1890, başkaca varsa da ben bilmiyorum. Maske çıkmadığı sürece uzak yerler ancak nokta atışı olursa belki, çünkü sakınımsız gezmeyi seviyorum:)

      Sil
    2. İstanbul Fatih-Ayvansaray-Balat.:)

      Sil
    3. Onu biliyorum, sadece Kuzguncuk Balat nasıl bir sınır teşkil ediyor kafamda canlandıramadım da o yüzden sordum. :)

      Sil
    4. Aynı anda işle ve ekranda başka bir işle meşguldüm... ve de telefonla konuşuyordum; aradan sıvışmış Kuzguncuk:)

      Sil
  4. Nazım Hikmet Kültür Merkezi'ni okuyunca bir de kilise çanı filan, bir İstanbul anısı geliyor diye düşünmüştüm, İzmir anısıymış, meğerse.
    Bir de ipuçlarını ardı ardına ekleyince, epey uzun bir İzmir gezmesi yapmış oldum Sevgili Okul Arkadaşım. :)

    Şu lezzetli sohbetleri ve gezileri ne kadar özledik değil mi? Ahh!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ahaha işte bende de kafa aynen böyle çalıştı. nazım hikmet, kilise çanı falan diye okurken hah dedim kadıköy burası. derken izmir çıktı. olsun, orayı da severiz :) siz anlatınca her yer güzel ve gezilesi zaten buraneroscum :) (hitapta eşik atladım farkındaysanız :P)

      Sil
    2. Pek gülümsedim ben de, hoş, hoşuma gitti Sevgili Şule,:)

      Çok teşekkür ederim ama anlattıranlara da bakmak lazım, mesela Ara Sokak'ın kapalı olduğu akşam gittiğimiz yerdeki halim bir felaket:)

      Dışarıda oturulabilir bir mevsimde gidilirse kesinlikle tavsiye ederim, gerçi sonraki seferdeki yazımda belirttiğim gibi Nazım Hikmet yoktu artık ve sokağın tadı -artık- nasıldırı o akşam kapalı olduğu için bilemedik. Mezelerin tamamını kendileri yapıyorlar ve deniz ürünlerini bizzat sabah gidip taze alıyorlar.

      Sil
  5. İzmir'i özel seviyoruz Sevgili Okul Arkadaşım. İstanbul'sa İstanbul, kimselere benzemez bizce, o tüm şehirlerin abisi, rol modeli:) Özledik elbette:) Bir yandan da diyorum ki iyi ki blog yazmaya bulaşmışız, böylesi bir süreçte nasıl da sağlam kılıyor insanı; gülümsetebiliyor, diri ve umutlu tutuyor:)

    YanıtlaSil
  6. Nasıl güzel bir kaçamak!
    Rakı sofrası deyince aklıma bir gerçekle karışık hikaye geldi, haydi ilk fırsatta yazayım :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bekliyoruz merakla hikâyeyi. Fakat sen hikâye deyince benim de aklıma şu geldi: Niyet var ya hani, işte o gerçek olmuş mesela ve siz Urla'ya gelmişsiniz. Biz de toplanmış İzmir'e gelmişiz ve Ara Sokak'da kocaman bir rakı masası kurmuşuz, üstelik ne donatmışız o masayı:)

      Sil
  7. Ah pandemi ah!
    Az kaldı, iki yıl bitti üçe gireceğiz. Hiçbir şey eskisi gibi değil. Eskisi gibi görünse de o tadı vermiyor. Kendi kısıtlı çevremizde fazla uzaklara açılamadan sözüm ona bekliyoruz. Şu illetin kökünün kazındığını bir duysak, işte o gün bayram! Sonbaharda Covid-19 ilaçlarının devreye gireceği haberleri vardı. Umarım aşı karşıtları ilaca da karşı olmaz da önümüzdeki yaz düzlüğe çıkarız artık. Siz ve Enn Sevdiğiniz Kadın kutlamalara doyamaz, keyif dolu sofralarda pandeminin acısını çıkarırsınız dilerim:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yaz aslında iyi geçti bizim mahallede:) Açık hava, konserler, folklor gösterileri, kafeler falan iyiydi ancak kışla birlikte mekânlara kapanılacağı için keyifsizleşeck yine. İlaç iyi haber, en azından normal insanlara etkisi grip ilaçları gibi olursa rahatız demektir. Aşı karşıtları insan hayatı açısından elbette önemliler ama her koyun da kendi bacağından asılır demiş sonuçta atalarımız Sevgili Zeugma. Ama üzücü tarafı karar verme durumunda olmayan çocuklarını da sürüklüyor olmaları. Hepimiz çıkarılım inşallah:)

      Sil
  8. Ne iyi gelirdi şu an bir çilingir sofrası...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Adı üzerinde sofranın; her derde çilingir:) İki dakikalık işi var; beyaz peynir, kavun ve rakı, ya da Ata işi, sadece beyaz leblebi, bir kadeh rakı:)

      Sil
  9. Of! Pandeminin hemen öncesi, 2019 Nisan ayı, evlilik yıldönümü rakı-balığını yapmak için İzmir'e gitmişiz. O güzel zamanları aklıma getirdi bu yazı:)

    YanıtlaSil
  10. Aslında uzak gibi duran zamanlar ne kadar yakın, normal bir seyahat aralığı gibi neredeyse ama şu pandemi zaman kavramımızı öyle alt üst etti ki 2 yıl öncesi bile çok uzakmış gibi geliyor bana da, bazı yazıları dönüp okuduğumda daha dünmüş ya diyorum:)

    YanıtlaSil

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP