11 Eylül 2021 Cumartesi

Üç Öğün Manzara

Geçen cumartesi sabahı attım kitabımı çantama düştüm yola. Vardım Lozan Caddesi girişindeki pastaneme. Dedim iki dilim su böreği ve bir de çay lütfen.

Açtım son sayfalarında olduğum Doppler'i.

Ona başlayınca tam... böreklerim geldi. Hımmmmmm, dedim mis gibi. Bol ve iyi peynirli. Adeta hamarat bir ev yapımı!

Börek, kitap, bir yudum demi kıvamında çay, iki mini kahkaha eşliğinde bitti kitap.

Çıkardım sırt çantamdan üçlemenin ikincisini.

Volvo Kamyonlar.



İlk anda adapte olamadım Erlend'in cinliğine, sonrasında, kavrayınca kurgudaki şenliği güle güle bir hâl oldum. Şahane abla Majj Britt'le tanıştım.

Keyfim cumartesi tadında.

Bitirdim böreğimi. İçerken keyf çayımı aklım yine dürtü beni. Neredeyse 15 yılı aşmış belki de 20 yılın dibinde bir zaman önceydi. Henüz inşaata boğulmamıştı buralar ve hâlâ köy tadı vardı. Üç yanı bahçe bir pideciye takılır, köy fırınından pidelerinin tadına bayılırdık. Kırmızı ışıkta arabanın önünden geçen kız, Musssano, belki de bebek arabasındaki Tırtıl'la, ya da o henüz hayalde bile yokken belki de; sahilden ayrılır, ekili yeşillikler içinden yürüyerek gelirdik mekâna.

Şu anda, bir yanıyla hissederken gideceğimi bir yandan da yiyebilir miyim börek üstüne pideyi acaba? diye düşünüyorum.

Lakin gözümün önünden de incecik çıtır çıtır bir hamur, bol kıyma üzerinde az pişmiş yumurta geçmekte.

Bir anda orada görüyorum kendimi ve bu önizlemenin tadı kışkırtıyor beni.

Düşüyorum yola. Bir ara vazgeçer gibi olsam da devam ediyorum. Sonunda vardım önüne. Bir tur attım etrafında; gördüm ki bahçe yerli yerinde. Ama dış cephesi ahşaptan ve köy tadındaki mekân, dönüşmüş çağın malzemesine. Olsun, dedim önce. Sonra vazzz... geçtimm!

Yürüdüm... yürüdüm... yürüdüm.


Bande Aceh Park'da mola verdim. Bir ağaç altındaki banka oturdum, uzattım bacaklarımı boylu boyunca. Sabahın sakinliğine açtım kitabımı. Sonra... varınca bizim mıntıkaya, daldım Kahve Dünyası'na. Yerken kahveli, vanilyalı, bal bademli dondurmamı; karar verdim ki tatlı saati geldiyse eğer; bünye için en ideal ileri üçlü bunlar.

Keyifliydi ne diyeyim!

Eve yürürken bir baktım bir banka boylu boyunca bir kadın uzanmış; başında temizlik görevlileri ve bir kaç kişi daha. Su falan vurmuşlar yüzüne. Sonra ambülans çağırsak falan diye konuşurlarken geldi kadın kendine. Bir an, yoksa geçen akşam İskele Meydanı'nın kenarında boylu boyunca bayılmış, polislerin ilgilendiği, sonra sağlık görevlilerinin başında olduğu kadın da bu muydu? diye aklımdan geçirdim.

Coool Chicken'ın önünden geçerken de, akşamüstü, şu terasa bira içmeye geleyim diye düşündüm ama ondan az önce yolun karşısından gelen bir müzik bas bas çağırdı beni. Canlı üstelik. Üç de nefesli var kadroda ve Roman çalıyorlar... Ama nasıl güzel bir tempo, nasıl keyifli, hepsi de siyah pantolon siyah gömlekli.

Geçtim karşılarına oturdum banka. Yüzüm onlara dönük. Sağ yanım koca ağaçlar altındaki tahta masaları ile keyifli mi keyifli piknik alanı, hemen dibi ocakbaşı, örtüler serilmiş sepetler açılmış; istersen de kebapçıdan sipariş ver. Gözlerim müziğe hayran, sanki Gogol Bordello dinliyorum ve Emir Kusturica fiminde bir sahnenin içindeyim. Nasıl muhteşem bir neşeyle çalıyorlar ama.

Sırtımda deniz, çam ağaçlarının kıyısısında, aramızda küçük bir meydan mesafesi, şık hanımlar şık beyler, şık çocuklar ellerde balonlar, nefesliler falan...


Rüya gibi desem yeridir. Kaldım. Çıkamadım. Sonra bitti. Nefeslilerden biri ve bir iki kişi ayrılıp yürümeye başladılar. Önümden geçerlerken bir çıkarım yaptım ve anladığım şu: Bir düğün olmuş şu küçük meydana ve denize bakan şirin butik otelde, belki de sabahlanmış. Eğer şu bir kaç şık hanımefendi ve beyefendi ve küçükler sabah yeniden giyinip gelmedilerse...

Muhtemel ki şu an bir uğurlama. Belki de balayına...

O ara müzik tekrarda.. Su gibi. Çağıl çağıl. Ve kesildi. Ben de yola revan.

Akşam üzeri için kafamda bira, çantamda Volvo Kamyonlar... çantada, yok fotoğraf makinesi düştüm yola. Pazar sabahına yakışır, dedim pide; yaptım planımı vardım eve.


Bu kez yürümeyi göze almadım ve atladım trene. İndim yakın durakta, kiosktan geçirdim kartımı aldım iademi... Geçtim karşıya. Bankamatiğe hal hatır sordum. Yürüdüm, İlçe kadınlarını belediyenin bir hizmeti çerçevesinde Vezirköprü Kanyonu'na götürecek midibüsün yanından geçtim, sola döndüm ve ulaştım Sofram Pide'ye. Bir sarıldı bana... Onca yıl olmuş sonuçta. Sormadı "Çocuklar, abla?" diye. Bir kıymalı tek yumurtalı lütfen, dedim. Oturdum, şirin tarabalı bahçenin ağaç altından yola bakan bir masasına, açtım kitabımı. Fırın aktif, mahalleli evden getirdikleri içlerle pide telaşında, bir ritüeldir aslında ve ne keyiftir tıfılken fırında eve pide yaptırmak.* Önce mini salatam geldi, sonra da pidem. Yumurtaya bana bana, sürenin tadını uzata uzata, keyifle yedim; yıllar ne güzel ki eskitememiş diye sevindim. Çıkınca oradan bir an şu AVM'ye geçsem mi diye düşünsem de doğal hayattan vazgeçme dedim ve bu kez yürümeye karar verdim


Akşam üzeri, hava kararmaya yakın yeniden çıktım evden, düştüm yeniden yola. Sonbahara göz kırpar bir esinti. Üzerimde kapüşonlu ince bir hırka. Gözüm mekânın terasında. Ukrayna manzaralı bira; yanına da sigara börekli, kızarmış patatesli, sosisli bir tabak. Elimde kitabım. Gördüm kendimi orada. İkna olmuştum tam kendimin iknasına ki, "Orası düze göre daha esintili... Sakın !" dedi içimdeki ben; "hatta en fazla 15 dakika sonra inersin alt kata,"yı ekledi.

Dinledim sözünü, teras yoksa ben de yokum dedim ve vardım İskele Meydanı'na. Biraz kulak kesildim, Atakum Belediyesi Türk Sanat Müziği Korosu'na. Sonra İskele Kafe'ye doğru yürüdüm. Sonra iyisi mi ben pastaneme gideyim derken ve devam ederken bir anda bir ışık yandı zihnimde ve dedi ki: "Sen kapanan kitap okuma noktan eski pastaneden hep parka bakardın ama pastanenin keyfi yüzünden hiç uğramayı düşünmezdin. Hadi yürü şimdi Down Park'a."


Vardım önüne, önce dışarıda oturmayı düşündüm ancak uyarıldım, çünkü tatlı bir rüzgâr ve bir serinlik vardı. Oturdum şirin ve minik salonun bahçe tarafına. Cam açıktı ve bir yanıyla bahçedeydim. Şirin menü kitapçığından bir karışık tost ve çay seçtim. Servisimi Erdoğan yaptı. Tanıştığımıza sevindiğimi beyan ettim ve pandemi tokalaşması yaptık.


Mekânı çok sevdim, önceden de şirin buluyordum ama kalabalık olunca kitap için bulaşmıyordum. Havalar Eylül'e varınca ve iskelede her akşam coşku olunca, ortaya çıkan sakinlik kitabın da aklına yatınca... Her şey yolunda. İki garsonumuz var, biri Erdoğan. İkisi de Down, ve işin en hoş tarafı buranın tüm geliri Down sendromlular için harcanıyor. Hımmmm çayım enfes... Ama şu tostun  sunumuna bir bakar mısınız? Nasıl bir hoş akşam ve sanki ben kapatamışım gibi bir mekân ve enfes üçlemenin ikinci kitabı.


Karışık tosttan bir ısırık, bir yudum çay, tebessüm ettiren ilginç kurgulu satırlar, açılmış ve bahçeyle bütünleşmiş sürgülü camdan sızan çiçek kokuları ve akşam serini... Ve enfes bir müzik setinden yayılan enfes bir müzik... İkinci çayı istiyorum. Getiriyor Down kardeşim. Teşekkür ediyorum. Bardağın ağzında küçük bir kırık ve devamında bir çatlak var. Keyfime bakıyorum.  Ne güzel bir zaman dilimi... Nasıl bir keyif. Dünya bir yana dünyanın dışından dünyaya bakan ben bir yana. Bitirince çayımı toparlanıp kalkıyorum. Yönetici ve ahçı konumundaki kişiye teşekkür ediyor, bardaktaki durumu anlatıyor, çocuklar incinmesin diye onlara söylemediğimi ama kendisinin bardakla ve konuyla ilgilenmesini istiyorum.

Tip box'ı görmezden gelmiyor, çocuklara ayrı ayrı teşekkür ediyor, pandemi tokalaşması eşliğinde görüşmek üzere diyerek İskele'den gelen müziğin çekim alanında, yaz akşamının tadını çıkara çıkara yürüyorken... bir anda konseri ilerleyen saatlere erteliyor ve pastaneme doğru dönüyorum.

Şerbeti sarkmayan, fıstığı esirgenmemiş enfes bir şöbiyet; yanına şekersiz bir çay, gülümseten kitap.  Sonrasında ara sokakların geceleri alemdir, tadıyla beni çağıran müzik için İskele Meydanı'na doğru yürüyorum. İskele Kafe orada, çağırıyor ama  uzaktan bir selam çakmakla yetiniyorum. Şarkılar çok güzel.

Sonyaz akşamlarını çokkk seviyorum.


*Ritüel


14 yorum:

  1. Ne güzel inmiş akşam... Ah özledim bile denizimi yahu! Sizlere emanet :)
    "Keyfim Cumartesi tadında" gülümsetti!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gözümüz gibi bakacağımızdan şüphen olmasın:)

      :))

      Sil
  2. Bu yazı güzel hissettirdi bana nedense :) Yazın bir tek akşamlarını seviyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne mutlu bana o zaman:)

      Çok gençken yazla benim de pek aram yoktu, bölge geliştikçe, olanakları arttıkça yazla aramız düzeldi ve artık top seviyede:)

      Sil
  3. oh harika son yazı doyasıya yaşamak bu olsa gerek!
    evlere kapanmamıza 1-2 ay kaldı, ben de bir haftadır grip olduğumdan
    haftasonu kendimi eve kapattım. ama bilmiyorum yarın dayanamam
    çıkarım belki yürüyüşe. sahil kentlerinde yaşamanın şansıyla
    bunun keyfini her daim çıkaralım zaten. ama en sevdiğin kadın
    niye yok gezmelerinde, merak ettim şimdi :)

    YanıtlaSil
  4. Enn Sevdiğim Kadın her sene bu aylarda Akçay'da tatilde, az kaldı gelmesine:)

    Geçmiş olsun, ağır değilse mesele değil ama yine tedbiri eksik etmeyip ona göre giyinmekte fayda var, dışarı çıkarken. Şükrederim hep zaten sahil kentli doğmuş olmama, deniz olmayan kentlere gittiğimde uzun toprakları deniz sanmışlığım çoktur:)

    YanıtlaSil
  5. Afiyetler olsun sevgili buraneros. Yarasın:) Yazı yaşama sevinci aşılıyor insana. Sırf keyif yapmak için çıkmalı arada insan böyle arada. Canı ne isterse hiç kasmadan yiyip içmeli. İyi ki tokken okuyorum diyordum ama şöbiyet kısmında canım çekmedi değil:) Pide deyince Konya'ya mahsus ''etliekmek'' adlı o incecik ve leziz pideye bayılırım.

    Ne tesadüf, ben de ana teması Sarıyer böreği olan bir yazının hazırlığını yapıyordum. Yaşadığım en ilginç anılardan biridir. Börek de var tabii yazıda:) Su böreği en sevdiklerimdendir benim de. Down Cafe'deki tavrınızdan dolayı kutluyorum. Fotoğraflar da harika yine:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkürler Sevgili Zeugma:) Şöbiyet fena, çok yer fındık, fıstık ufalayıp biraz şam fıstığı ile yeşillendirirken bu mütevazi pastane beni fena şaşırttı; gerçi diğer ürünlerinden bir fikrim vardı hakkında ama sonuçta tatlı kısmının bugünkü şartlardan bakınca fiyatlar açısından satımı zorken bu tavır ayrıca çok hoş. Aslında burada da çok iyi bir etli ekmekçi vardı, Konyalı bir çift işletiyordu, çok hoş da bir yerdeydi ve müükkemeldi. Sonra yerinde başka bir işletme gördüm, kapandı mı yoksa taşındı mı bilmiyorum. Bu vesile ile bir öğreneyim bari:)

      Merakla bekliyorum yazınızı:) Çok teşekkür ederim, Kankalarımla sık görüşeceğiz, belki bir kanka fotoğrafı da çektiririz:) Aslında beş kişilermiş, dün mesela dördü vardı, üçünün isimlerini sordum, öğrendim, pandemi tokalaşması yapıp memnuniyetlerimizi ifade ettik fakat burası çok kıymetli; bir arkadaşımız daha var ve beş kişiyiz diyerek onun adını da söylediler:)

      Sil
  6. Üç öğün de, manzaraları da pek leziz. Afiyet olsun Sevgili Okul Arkadaşım. :)
    O değil de, ben *Ritüel'deki tanımlara, fotoğraflara ba-yıl-dımmm! Bir dahaki Hayvore ziyaretimde pide yiyeceğim ve buna sebep sizsiniz, biliniz. :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim Sevgili Okul Arkadaşım, o pideyi yapabilirler mi bilmiyorum:)) O pidenin içini hazırlayan kızkardeşim kaç ustadan el aldı da o seviyeye geldi, zaten mutfağı iyidir, başta babanne ondan el alan annemiz, ikisinden birden el alan bir iç hazırlama ustası kızkardeş... E bir de bizim buralardaki gibi bu işe yıllarını vermiş maya, hamur ustaları ve geleneksel fırın bulmak gerek:) Odun konusuna hiç girmiyorum:) O yazının tarihinden bugüne o düzeyde fırınlar burada da yok, belki şehir merkezinde mahalle aralarında bulunabilir ama artık biz de hazırcıyız, çok iyi üç beş nokta var, oralarda yiyoruz:) Hayvore'den şüphe duymuyorum, şimdiden afiyet olsun:)

      Sil
  7. ne güzel bir yazı olmuş yine ama ben de ekmekcim gibi ritüel'e takıldım. ve daha da önemlisi sonrasındaki "sen kendini pide mi sanmıştın"daki pazar günlerine gidip dönmeyeyim istedim...

    YanıtlaSil
  8. Çok teşekkür ederim:) Sevgili Şule, ne yazık ki yorumlarda belirttiğim gibi artık o pazar günleri dış mekânlarda, ancak butik tadında bir kaç pideci var, bir de Büyük Şehir Belediyesi'nin unutulmuş pidelere de hayat verdiği çok güzel bir mekânı. Şimdiki başkanın elinde özünü korumuş mudur onu bil miyorum:) Ama kurucusu ve ardından üç dönem başkan olan kişi döneminde kalite tavandaydı. Yeni gelen Kuş Cennetindekiler dahil bir çoğunun işletmesini, yine pide-restorancı olan bir kişiye verdi.

    Çarşamba'da bir minik mekân var ki Vedat Milor, geldi ve yazdı. O da çok özel bir pide. Bilgi oarak şöylece bırakıyorum, (belki o tarafa araçla falan giden olur) yazının ikinci fotoğrafından sonra: https://laparagas.blogspot.com/2019/12/oysa-ki-sadece-pide-yiyecegiz-sanyorduk.html

    YanıtlaSil

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP