11 Mayıs 2022 Çarşamba

Bir İlkbahar Sabahına Güneşle Uyandın Mı Hiç?*

7.30'da çıkalım dedi kardeş. Mutabıkız. Günü yaşamak olunca niyet, üç harfliye dokunmuyoruz. Şirket aracı sokağa dönüyor. Sürücü arka koltuğa. Direksiyon kardeşte. Günün ilk fotoğrafı bahçeden.

İlkbahar!


Personel yanlış parktan muhtemel ki ceza yemiş. Çünkü not aldım demiş marketten çıkan Trafik Polisi. Belki de yazmamıştır, dedik. Güzel yollar geçtik, sohbetler ettik. Güldük, güldürdüm. Şimdi şehrin öte yakasında, sanki şehire bağlı ama hibrit bölge tadında, yakın tarihte yapılanmış coğrafyasındayız. İniyorum. Randevuma biraz vakit var. Başka bir şehirdeymişim, üstelik hayal şehir hissi veren sokaklarda usul, sessiz bir gezinti. Şimdi hoş mekânlarından birine süzülüyorum. Gün pırıl pırıl.

"Bir su böreği lütfen,"

"Bir de çay lütfen."

Çıkınca bir su alıyor. Hastaneden içeri giriyor, ödememi yapıyor, sekreter genç kadına günaydın deyip hâl hatır soruyorum. Bekleme koltuğunda kitabımın sayfalarındayken, doktorum selam verip geçiyor. Masaya uzanıyorum. Rutin kontrol, bir sıkıntı yok. Tahliller için bir not elimde. Bir ödeme evresi daha... Fakat bugün çok sakin. Nedenler ekonomik mi acaba?


Bir kaç dakika önce tatlı bir genç kadın kanımı aldı. Teşekkür edip, elinize sağlık dedim. Elimde bir küçük plastik kap ve bir de tüp var. Giriyor kapıyı kapatıyorum. Tüpe eviyede aktarma yapacakken çoğu gün hiç çalmayan cep telefonum çalıyor. Bilmediğim bir numara. Bir an açmamayı düşünüyorum. İyi ki de açıyorum. Sesi -uzak bir şehirden geliyor olsa da- çok iyi tanıyorum. Tonundaki keyfi, daha çok da tazecik heyecanını seviyorum. Tüpü bırakırken genç kadına bir kez daha teşekkür ediyor, iyi günler dileyip çıkıyorum. Yürümeye karar veriyorum, çünkü bu coğrafyanın, ırmak boyunda yürümeyi seviyorum.

Fakat yine bir şeyi eksik bırakıyor, yol kenarındaki şirin mekânın ırmağa inen yamaçtaki ağaç altı masalarından birine oturup sade kahve eşliğinde sabahı solumayı düşündüğüm halde es geçiyor ve banklardan birine oturup, kulağımdaki kuş sesleri eşliğinde kitabımı açıyorum.


Güneşin sıcağından yorganlara sarılmış köpeklerin koşu yolu üzerindeki keyiflerine gülümsüyor, ağaç altından az önce uyanan bir başkası için ırmağın yamacını iniyor, gelme diyen hırıltısına selam çakıyor, istemem yan cebime koy edasına ben yemem bu numaraları diyor, sonra da yayılıp uzanmasının başını okşarken, sohbeti koyultuyoruz.

Artık yıllarımı geçirdiğim sanayi sitesindeyim. Keresteciler kısmından giriyorum. Uzun süredir görmediğim bir arkadaşıma uğramayı düşünüyorum. O sıra bir başka arkadaşın mağazasının önünde bulunca kendimi, uzunca laflıyoruz. Diğer arkadaşımın koronaya yakalandığını, o nedenle bütün dişlerinin döküldüğünü, yoğun bakımda kaldığını, öteki dünyaya bir göz atıp geri döndüğünü öğreniyorum. Bolca da eski zamanları konuşuyoruz. Şimdi bizim caddedeyim: Ne şahane bir ekiptik, birbirimizin rakibi olmamıza rağmen birlikte yiyip içer, şehir dışından gelen meslektaşlarımızı bu birlikteliğimizle şaşırtırdık. Akşam saatlerinde caddeye minyatür kaleleri kurar, bol seyircili kıran kırana maçlar yapar, ardı gün maça dönük gazeteler çıkarırdık. O dönemin mağazalarının çoğu şimdi yok. Kalan bir kaçı da bırakma hazırlıkları içinde...

Sen haklıymışsın sözlerini duymak eskisi kadar mutlu etmiyor beni, evet öngörmüştüm, çokça da dile getirmiştim ama dinletememiştim.

Yine de çok keyifli sohbetler yapıyoruz, eskiyi anıyor yeniyle kıyaslıyoruz.

Bırakma hazırlıkları içinde olmalarına zararın neresinden dönülse kâr noktasından bakıyorum ve tam zamanında alınmış radikal kararlarımın ne kadar doğru olduğunu bir kez daha görmüş olsam da, bundan ne yazık ki bir övünç çıkaramıyorum. Çünkü bizden kat be kat güçlü ailelerin geldikleri noktalara ve yitirmiş olduklarına, ödenen bedellere baktıkça üzülüyorum.


Aklımda nerede ne yesem fikirleri dönerken kendimi cağ kebapçıya giderken buluyorum ama köprünün son çıkışına varmadan fikrim beni çeliyor ve geri dönüyorum. Şimdi trendeyim. Okuma gözlüğümü haşat ettim ve bir süredir de yenisini almadım; çıplak gözle okuyorum da sanki bir 0,75 alsam iyi olacak. O halde adı Yabancılar Çarşısı olsa da, dillerdeki haliyle Rus Pazarı'na. "Okuma gözlüğü, 0,75 lütfen," desem de 0.75 olmazmış, öyle diyorlar. Ben eski gözlüğümü öyle hatırlıyorum. Sonuçta uzatmıyayım bulamıyorum ve söz verdiğim üzere ilk baktığım dükkândaki 25 lira deyip de 20'ye bıraktığı 1 numara gözlüğü alıyorum.


Sonra Bandırma Vapuru'nun imitasyonunun önünden eski Yelken Kulübe ve liman yönüne kıvrılyor, deniz geçişli gölün üzerindeki köprüde takılıyor, bangır bangır Bergen çalan faytoncu kardeşle laflıyor, yıllar önce bir telefon konuşmamızda "Benim için o güzel şehrin havasından bir nefes alır mısın?" diyen Sayın Ekmel Denizer için ruhuna ulaşacak ve uzun kalacak kadar nefesi alıyor, bol bol fotoğraf çekiyorum. Elbette bölgenin fuar olduğu zamanlardan bir çok anıyı da hatırlayarak içinden geçen tren raylarının üzerinden çocukluğuma bakıyorum.


Keyifli bir yemek arzusu fikrimi sürekli tırmalıyor, bir an şehirde takılsam, buralarda bir şey yesemler arasında çelişkili fikirler içinde dolaşırken, çocukluğunda kalsan ve Birtat'a gitsen kendini öne atıyor. Ancak gün itibariyle hata yapıyor çünkü başka keyifler arıyorum ve istasyona yanaşırken de sonuca ulaşıyorum.


Irkçı biri değilim, insan ayırımı yapmam, iyi olsun, iyi niyetli olsun; o zaman isterse, gerekçesi ne olursa olsun, beni kıtır kıtır doğrasın. Lakin dilimizden çok başka bir dili çokça duymaya, üstelik özünde insani bir tavırdan ziyade başka hesaplar olan göz yummacılığa ve kabule, oradan çıkar evirmeye itirazım var. Ülke insanı açlık içinde kıvranırken, başka topraklardan gelip, üç otuza iş gücü yaratıp, bu ülke insanını her sektörde işsiz bırakan, sermayenin ve o sermayenin destekçisi iktidarın oy hesaplı çıkarlarına hizmet anlamında çağdaş köleler olarak çalıştırılan, her türlü güvenceden yoksunluklarıyla patronun maliyetlerini azaltan, yerli iş gücünün belini kıran bu gözü dönmüş köle ticaretine de isyanım var. İşte tüm bu nedenlerle, leylek heykellerinin fotoğraflarını çekmek için girdiğim yerdeki dillerini bilmediğim çoğu bebe, çoğu bebek anne kadınlar ve çocuklara bakınca, nasıl bir -rekabetçi- kölelik düzeninin ve vahşi kapitalizmin ve despotluğun bizi beklediğini görmek elbette ayarlarımı bozuyor.

Tek kare çekip kendimi nefes alanıma atıyorum. Bu düşüncelerden hızla uzaklaşıp istasyonda ayaklarımı yere basıyorum.


Rabbimin hikmeti işte... İspanyolum virajı dönünce düğün dernek oluyor yeniden hayat. Oturuyor, bir an kitaba niyetlensem de yolculuk tadı daha bir hoş geliyor. O arada coğrafyamda bir iki yer arasında dolaşırken zihnim, bünyem masaya elini vuruyor ve yemek noktası netleşiyor.


Elbetteki Mantucu! Mekân benim için kapatılmış. Bir tek şefimiz var ki bundan iyisi de Şam'da kayısı...

"Bir yoğurtlu mantı lütfen."

"Yoğurt sarımsaklı olsun lütfen."

Masaya önce altılı kuruluyor. Altılı masada altı tadımlık. Hepsi birbirinden leziz; renk farklılıklarından yarattıkları senfoni şimdilik çok uyumlu, bozuk ses yok. Usuldan çatal uzatıyor lokmayı hazır ediyorum ama sonra toplu fotoğraf için assolisti beklemeye karar veriyoruz.

Hoş geliyor, safalar getiriyor.

O sırada dışarıdan mekânı inceleyen hoş iki hanımefendi küçük çocukları ile içeri giriyorlar. Bir tanesi şefe yanaşıyor ve mantı fiyatını soruyor. Dışarıda ufak bir toplantı; çocuklarla birlikte hesap kitap ve çok haklı olarak yürümeye devam ediyorlar. Üzülüyorum. Çünkü bundan bir süre önce o hanımefendiler ve çocuklar bu masalarda güle oynaya, tasasızca oturuyorlardı. Kime küfretsem bilemiyorum. Çünkü Mantucu fiyatları ve verdikleri itibariyle civardaki esnaf lokantalarına göre dahi fiyatları açısından ucuz. Bir genç girişimci kaliteden taviz vermeden bu piyasa içinde var olma savaşında. Son derece iyi niyetli bir genç ama ne yazık ki ülkeyi yönettiklerini sananlar, bu gençlerin bilgilerinin, niyetlerinin ve yeteneklerinin çok ama çok gerisinde. Potansiyelleri ve niyetleri parlak ama umudu kırık bir sürü genç var, bunun yanı sıra da başka topraklardan kaçıp gelen "köleler" var!


Tüm bu karmaşıklıktan kolaylıkla çıkıyorum. Şamlı, güleryüzlü Şefim önüme çiçek bahçesini kuruyor. Özkan kardeşim yok, sanırım, ekmeğini kovalıyor. Önümdeki tablo, istasyona giren tren, kavşaktaki devinim beni yükseltiyor. Rengarenk tadımlıkların her bir rengi damağımdan ruhuma akıyorlarken dert ettiklerimi şöylece bir kenara iteliyorlar. Artık ayakları yerden kesik başka bir dünyanını renkleri içinde, hayallerim ve umutlarımla birlikte nefes alıyor, fikirler üretiyoruz. "Üzerine de Moena'da bir Americano ha! Nasıl ama?" sesleri gittikçe yükselse, bir an gaza getirip mutlu etse de, onca saattir ekran kapalı, "Dünya ne halde fikrin var mı?" sorusu, en azından durumu gözlemek, son verileri alana kadar çalışmak adına açmalısın dükkânı diyor bana. Moena'nın önünden geçiyorum yine de...

Açıyorum ekranı.


İşin son saatlerinde kısmen kaytararak, biraz daha nefes almak adına blogları geziyor, yorumlar yazıyorum. Bünyem, inceldiği yerden kopsun modunda "Hadi vurr kendini şaraba, şaraba ve aşka vurr," diye bir şarkı tutturmuş; fena halde koyvermiş ve elde var bir hayat çılgınlığında dışarı atacak kendisini. "Belasını nasılsa o çekecek," diyor, kitabımı, yeni okuma gözlüğümü, bir de mont alarak düşüyoruz, sırt çantamla yola. Babamın ağaçlarına varıyoruz. Kızlı erkekli karma takımlar halinde basketbol oynayan gençler içimizi ısıtıyorlar. İskeleyse zıplatıyor; çünkü kafe, yaz sezonunun ışıklarını yakmış.

Bir kaç gün sonra görüşürüz manasında el sallayıp, Lozan'daki mekâna kıvrılıyoruz.

Akşamları iş başı yapan, Sanat Tarihî bölümünden mezun olduğunu söyleyerek beni şaşırtmış genç adamla biraz lafladıktan sonra, içinde kestane olan kuru pastalarından istiyorum ama kalmamış. O halde...

"Bir Trileçe ve bir çay lütfen."


Soğuğa aldırmadan dışarıda oturuyorum, ilk kez okuduğum yazarla aramız iyi, kolay anlaştık. Suç dünyasında, inceden uyanık bir mizah eşliğinde, biraz fırlama, cin gibi zeki bir üslupla ilerliyoruz. Sıkmayan, zorlamayan, ciddiyetli kitapların ara sıcaklığına yakışır bir biçimde, şekersiz çay, enfes triliçe, ufak lokmalar acelesizliğinde günün finalini yapıyoruz.

Ödeme ve teşekkür. Biraz daha dışarıda kalmayı istiyorum. Küçük bir sokaktan, Kahve Dünyası'nın arasından inip eve değil de şehir yönüne dönüyorum. Mekânlar dolu. Sayılar çoğalıp çeşitlenince sanki Starbucks'ın popülaritesi düştü de butik mekânlar biraz daha öne çıktı gibi hissediyorum. Aynı durumu butik burgercilerde de görmek hoşuma gidiyor ki son Burger King felaketimden sonra hiç bir marka mekâna artık adım atmayacağım kesin.


Evdeyim, keyfim yerinde ve bloglardayım; Sevgili KuyruksuzKedi hummalı bir çalışma içinde, bir iki söz ediyorum, sayfada başka dostlar da var. Komşuluk eskiyi hatırlatacak kadar sıcak. Sonucu anlatacak yazısının heyecanı -şimdiden- paçalarımdan çekiştiriyor.

Uykuya gülümseyerek gidiyorum.


*Başlık, Dr.Bekir Mutlu'nun Bir ilkbahar sabahı güneşle uyandın mı hiç, ifadesinin de olduğu sözlerinden, Erdoğan Berker'in bestelediği şarkıya atıfla oluşturulmuştur.

28 yorum:

  1. Ben de çok seviyorum blog komşuluğumuzu Sevgili Buraneros :) Günü sağ salim atlattık ve yorumlardaki tezahüratın yüzümde kocaman bir gülümseme bıraktı :) Mantı ve trileçe ile aşk yaşıyor gibisin :) Bu aralar uzak duramıyorsun sanki daha yeni yemiştin ikisini de :D

    Evrim'le izin problemimizi çözemiyoruz ve ben en çok sizinle yiyemeyeceğimiz yemekler için üzülüyorum :( Ama hâlâ umudumu tam yitirmedim belki bir çare buluruz da Sinop planı suya düşmez diye geçiriyorum içimden.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili KuyruksuzKedi. Ben çok yiyecekle aşk yaşıyorum da hepsini yazmıyorum, o bakımdan bu ikisi göze batıyor. Evet trileçe bir adım önde, akşam saatlerinde, serinliği çocukça bir keyif yaşatıyor ve bu mekân çok başarılı, hafif, dokusu kıvamında ve baskın bir şeker tadı yok falan... Eğlenceli yani:)

      Sıkma canını, o rakı masasında kesinlikle oturulacak, . nerede olursa olsun. Önce havalar bir kıvama gelsin, yaz kendini bir göstersin :)

      Sil
    2. Sinop'tan da geçtim, Samsun'da buluşalım, olmadı siz gelin :) Şu bizim yıldönümümüzde gittiğimiz, içinden dere akan bungalovları deneyecektiniz diye hatırlıyorum. Bugün olmasa yarın buluşuruz umarım bir masada :)

      Sil
    3. Zaten yorumu yazarken, durumdan hareketle bakarsın biz gelirizdi kastım:) Yani o masa bir gün kurulacak! :)

      Sil
  2. trileçe beni çok çekmiyor ama mantı ve eşlikçileri şahane vallahi. afiyet şeker bal olsun :)

    tahlillerin sonucu çok güzel çıksın inşallah buraneroscum :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim, evet mantı başka, şef süper, mekânı yazdığımda kendisinden övgüyle bahsetmiştim ve bu üçüncü gidişim, yine yanıltmadı Sevgili Şule:) Kendisine bir gün de ravioli yapmasını söyleyeceğim:)

      Sil
  3. Trileçeyi çok sevmiyorum ama mantıya hayır diyemem hiç:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu mantıya hayır demek çok zor, mantıların şekli bizim bildiklerimiz gibi değil, biraz ravoli esintisi var:)

      Sil
  4. 40 kusur yil once ayrildigim Samsun sokaklarini- ki bazilarini hic bilmiyorum-sizinle gezmis oldum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Şehrin içindeki sokaklarda çok katlı yapılaşma dışında çok şaşırtıcı değişiklikler yok. Ancak bu kısım Mert Irmağının kenarında sebze meyve ekili bir nevi köydü, şu inşaat fırtınası başladıktan sonra başka bir yer oldu. Sadece kitabın olduğu fotoğraf oradan. Ama bir gün bu bölgenin "Manhattan" fotoğraflarını çekerim:)

      Sil
  5. Şarkı muhteşemdir, Samime Sanay'dan ne çok dinlemiştik zamanında. Bir ilkbahar sabahında kuş sesleriyle güne uyanmak gibisi yoktur. Zira en çok sabah şarkıları mükemmeldir onların.

    Yurdumun şu aralar bizi halden hale sokan durumudur yazdıkların. Bir an çocuklarına ve bu hayata yetemeyen ebeveynleri görüp mutsuz olmak, sonrasında ışıklanmış kafeleri ve gençleri görünce umutlanmak, 2 metre sonra kapanmış işyerlerini, dükkanları görüp yüzü düşürmek, acıkıp ağıza bir şeyler atınca bedenin saadetlenmesi ama sonra yine bir mutsuzluk abidesi anlamadığın sözcükler işitmesi kulağın ve ve... böylece sürüp gidiyor bu sahneler yurdumun her şehrinde.

    Bu arada mantıdan çok o altılıyı inanılmaz merak ediyorum. Tanrı bu şehrede nasip etse o dükkandan. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Şarkının farklı bir yorumuyla da karşılaştım bakınırken, hatta yazının sonuna koymayı da düşündüm. Bir düet, Erol Evgin-Deniz Seki. Elbetteki orjinali... ama dinlemediysen dinlemeni öneririm Sevgili Momentos.

      Memleket halleri bir yandan böyle ama bir yanda da hâlâ umutları diri gençler görmek, yıkılmadık ayaktayız tavrıyla hayatla küsmeden gülüşmeler duymak iyi geliyor işte... belki de kıştan çıkıp bahara dönmek, sonra yazı görme umudu, biraz biraz kabuk kırdıryor insana diye düşünmekteyim, tüm ekonomik zorlukları da görerek. Ama sahil, denizin kıyısında kurulmuş masalar, atılmış sandalyeler falan bir isyan tadı da veriyor; siz ne yaparsanız yapın bu ülke ve bu hayat bizim, siz er geç yolcu, ama biz hancı şarkıları söyleniyor diye hissediyor ve böyle okuyorum bu günleri:)

      Altılı muhteşem, valla Şam'da yaşamış, oradaki beş yıldızlı marka otellerde çalışmış ve ülke mutfağını batıyla, özellikle İtalya ile sentezlemiş bir şef bulmak lazım önce, bir de elbette Özkan gibi bir genç işletmeci.:)



      Sil
  6. Geçmiş olsun iyi sonuçlar çıksın inşallah. Mantıyada Triliçeyede bayılırım ama aynı gün içinde yememeye çalışıyorum malum kilo problemi. Hülya

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim Hülya, bol bol yürürsek kilo problemi yıllarca olmuyor, örnek ben, aslında iyi de bir abur cuburcuyum, hakkını veririm, ama kilo da almam:) Az önce doktorumdan sonuçlarımı aldım, normalmişim:)

      Sil
  7. Trileçeyi bende pek sevmem, chesecake ve tramisu tercihim yada muzlu çilekli yaş pasta. Mantıyı severim, pandemi zamanı ağbimin göz ameliyatı için İstanbul'da iken teyzemin kızında kaldık. Bodrum mantısı yaptı, aklıma getirdin bende mantı alıp deneyeyim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Belki iyisine denk gelmemişsindir, diğer yazdıklarını seven normalde trileçeyi de sever; örnek ben:) Bu mantı şekil itibariyle bildiğimiz mantılardan farklı biraz.

      Sil
  8. O mor meze nedir ama nedir nedir?!? :)) benim için yemek kadar görsellik de önemli ve o mor meze.... ah yanına yenilebilir bir mor ve sarı çiçek eklemesi, yeşilliği bol salata ve kıtır uzun ekmekler ile tek başına yenir bence o yahu!!!!! bir de beyaz şarap, içine mor salkımın çiçeğinden iki tane atılmış.. saat daha 10.29 ve ben acıkıyorum!!!!!!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Şimdi öyle bir gaza getirdin ki, o mezeleri alacağım, ekmekleri de, şarabı da, ama onun içine bir şey atmayacağım... sonra da bir münasip zamanda yazacağım:) Şahanesin, oysa hiç aklıma getirmemiştim, çünkü satışını yapmayı ona önermiştim ama henüz o aşamaya gelmemişti kendisi. En yakın zamanda işlem tamamdır, alırım ben ondan, belki şarabın yerini rakı alır sadece, o da belki. Çok teşekkür ederim sana:)

      Sil
  9. Mantının yanında meze ilginç bir menü:) Trileçe'yi de, mantıyı da ve elbette mezeleri de çok severim. Memleket hallerini de içeren güzel bir yazı. Elinize sağlık:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yalnız enteresan bir biçimde de çok uyumlu tatları, bu masadaki mezeleri 300 metre aşağıda sahildeki mekanlardan birinde yese insan, bir çuval para bırakır, o masadaki mantı bugünün fiayatları ile 40 TL oysa, diğerleri ikram:)

      Çok teşekkür ederim:)

      Sil
  10. Ne güzel yazıydı...Ne zaman bu tür yazılarından okusam, diyorum ki kendime: eve saplandın kaldın. Çık biraz dışarı, sevdiğin yemekleri, sevdiğin mekanlarda tat. Ya da sadece gez. Yeter ki dışarı çık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bence de çık... hiç değilse arada bir. Üstelik keyfin bu kadar yüksek, taşlarla aran bu kadar iyiyken ve neşeliyken:)

      Merak etme hem dilimi ısırdım, hem tahtaya üç tık yaptım:))

      Sil
  11. Merhaba,
    Blogunuzu yeni keşfettim. Birkaç yazınızı okudum, en son da ilk yazınızı okudum, neden tersten ilerliyorum anlamadım gerçi :)
    Öncelikle dolu dolu bir gün olmuş, trileçeye bayılırım ayrıca. Dünyanın en hafif, en leziz tatlılarından benim için.
    Fakat dikkatimi çeken başka bir şey var, diliniz muazam. öyle bir etkisi var ki okuyan okurken akıp gidiyor yazı.
    Çok hoşuma gitti. Özgün, bambaşka bir aurası var sanki.
    Kaleminize sağlık, tanıdığıma memnun oldum ^^

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba,

      Ben sizin blogunuzu daha önce keşfettim, hipertansiyon o an için ortak noktamız olmuştu:)

      Sanırım hayatla ilişkimiz güzel, biraz da birbirimizi tanıyoruz sanki... zevklerimizin farkındayız., Beklentilerimizi yüksek tutmuyor dolayısıyla anları iyi paylaşıyor, genellikle de biribirimize iyi davranıyoruz. Onca yıldır bir kez bile küsmedik birbirimize:))

      Çok teşekkür ederim, hoşunuza gittiyse ne mutlu bana, ben de memnun oldum:)

      Sil
  12. ah bu gezilerin Buraneros hiç bitmesin!
    Yaz yaklaşıyor artık uzun ve işsiz günler bana ait olacak diye umut içindeyim. Koşturmaca olmadan yaşayacağım günlerimi diyorum.
    Ülkede ki bu kaosu düşününce dünyanın artık başka bir zamana evrildiğini , eski güvenli ve birbirini tanıyan insanlardan oluşan şehirlerden uzak, iyice kozmopolit bir yapıya büründüğünü görüyorum. Bizim küçük kasabamızda bile artık 70 millet var. çocukluluğumuzun güvenli, az insanlı zamanı yok artık. bu beni de çok rahatsız ediyor ama diğer yönden başka coğrafyalardan kopup gelen evini , yaşamlarını bırakmak zorunda kalan bu insanlardan biri de ben olabilirdim diye düşününce kalbime çöken ağır duyguyla çaresiz hissediyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bitirmeye pek niyetim yok:) Elbette insanlar için üzülüyoruz ama başka nedenlere dayalı olarak plansızca ve sınırsızca kabulün bedelini bu ülkenin tüm insanları ne yazık ki ödeyeceğiz, hem sosyal hem ekonomik olarak. Gelenlerin işi gücü olan kalifiye insanları zaten bizi basamak kullanıp Avrupa'ya geçiyorlar, Eğer biz seçim atmosferinde ve ekonomik olarak batık olmasak kesinlikle bu kadar insanı almazdı bizimkilerde!

      Sil
  13. Kendimi dışarı atıp günün her saniyesini değerlendirebileceğim zamanlarım olacak mı düşüncesini yaşatan yeni bir yazı daha :)) Her seferinde imrenmeyle okuyorum satırlarınızı :) Bundan 3-4 sene önceydi bizim oradaki çocuk parkında Türkçeden çok yabancı dil duyunca kendimi parkıma yabancı hissetmiştim. Garipsedim yani. Sultanahmet Meydanı'nda olsaydım garipsemezdim ama söz konusu yaşadığım mahalle olunca farklı düşünüyor insan. O anı unutamam ama yavaş yavaşta bu duruma alıştım gibi... Gözlük problemi bende de var. Çat kapı bir gözlükçüye girsem mi diye düşünmeye başladım okuduklarımdan sonra :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. O zaman her koşulda bulunabiliyor, biraz gayretle; başka işle ilgiliyken dahi ki benim örneğimde görüldüğü üzere doktor bahane gerisi şahane:) Çok haklısınız. Benim bahsettiğim pastanenin olduğu bölgede çoğu zaman Türkçe konuşma duyduğumda kendimi gurbette vatan kokusu almış gibi hissediyorum.

      Çat kapı bir gözlükçüye girmeyin bence, özellikle okuma gözlüğü için, aynıları bizim Rus Pazarında var ve iki fiyat arasındaki fark inanılmaz. Prof bir göz doktoru tanıdığıma sormuştum bir gün, ben de Rus Pazarından alıyorum demişti:)

      Sil

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP