6 Nisan 2016 Çarşamba

Kars Şehir Sineması 2

1.bölüm


Gönlüm Sensiz Olmaz...


Sinema saati yaklaşıyor. Odadan çıktık. Asansörü bekliyoruz. Geldi. Kabin ile duvar arasındaki boşluğa dikkat! İki kat altta durdu, bir çift bindi. Sarışın genç bir kadın ve bir genç adam. Kadının boyu adamdan uzun mu ne? Aklıma ilk gelen; nedense artık, bunların balayı çifti olduğu. Sorsa mıydım? Tanımadığınız iki kişi ile aynı asansörde olursanız ne yaparsanız? Kimselere bırakmam, yaparım. "Aman dikkat edin, şu aralıktan düşmeyin!"  Soğuk mu geldi? Kapatalım o zaman kapıyı. Havaya bakıp ıslık çalmaktan iyidir. Vallahi de tuttu. Zira o aranın fazlalığının farkındalar. Yemek yiyecek bir yer arıyorlar, ilk akşamları.

Kars'a gelen herkes gibi öncelikle popüler yer adları çıkıyor ağızlarından. Hımmmm... fikre ihtiyaçları var. Isındı da hava. Sordular. Direk Kristal'e o halde. Tek geçeriz. Tarifle kalmayıp işaretle de gösteriyoruz mekânı. "Eğer kalmışsa, kesinlikle piti yiyin."  Bunun altını özellikle çizdik. Yollarımız burada ayrılıyor. Kapüşonlarımızı kafamıza geçirelim. Fermuarları çekip, eldivenleri giyelim. Hemen! Otelden çıkmadan önce. Tam da kapının önündeyken.


Aslında Tuncay Bey ile, diğer mekânlarda da olduğu üzere, Kars'ta yeme içme üzerine sohbet etmiştik, bir kaç saat önce. En çok da kaz üzerine. Genel ve rahatsız edici durum ise şu: Herkes benim kazım iyi derken bir başkasını da olumsuz manada göze sokuyor. Artık bir samimiyet sıralamamız var. En iyi kazın burada, Kristal Döner ve Yemek Salonunda yapılabileceğini hissediyoruz. Menülerinde yok, dönemsel bir tercih. Burası bir esnaf lokantası. Turistik değil! Tuncay Bey, bizim de eleştirilerimiz üzerine ve de kurtarmak için Kars'ın onurunu, yarın için bize özel kaz yaptırmayı öneriyor. Ama biz piti ile mest olmuş Allahın sevgili kulları, yarın için yine piti ve döner kararımızda ısrarcıyız..


Yer; İstanbul, Beyoğlu, Galatasaray Lisesi'nin bahçesi. Bahçe duvarının dışından bakıyoruz. Güneşli bir gün. Kalabalığın içindeki en dikkat çeken kişiye odaklanalım. Yakışıklı bir genç adam. Yabancımız değil. Esas oğlan bu; romantik, sportmen. Romantik kısmını iyice vurgulayalım. Misal deniz kokulu bir rüzgâr yüzünü yalayıp geçerken, hafifçe kaldırsın saçlarını. Gözleri uzaklara bakıyor olsun bir de. Meçhuldeki ve uzak birini özlüyormuşçasına.  

Tam da burada, bir kez daha ve kalınca çizelim sporcu kimliğinin altını. İyi bir kayakçı olsun mu, mesela? İster misiniz? Hatta yarışmacı bir kayakçı. Ben olsun diyorum. Olsun olsun! 1. adam ona farklı bir gelecek  düşünmüş olmalı. Bu iddiamızı not alalım. Mesela yurt dışında çok güçlü bir üniversiteye göndermek gibi.  Bunu da vurgulayalım.  1.adamı güçlü öngörüleri olan çalışkan biri olarak tasavur etmiştik zaten. Unutmayalım, başarılı ve üzerine planlar kurulabilecek  bir genç olduğu için bu okulda.  Bu isabetli bir seçim.  Yoksa tüm bu durumları ucu açık mı bırakmalıyız.  Eğer ucu açık bırakmayı tercih edersek, karakteri biraz daha beslemeliyiz kanımca. Bir düşünelim. Tartışalım. O zaman, onu bahçede uzaklara baktığı noktada ve o an etraftan kopmuş bir halde bırakalım; birini düşünüyormuş gibi. Yalnız düşündüğünün ne ya da kim olduğunu şu an ben de bilmiyorum. Bir kesinlik ifadesi kullanarak ters köşeye yatmak da istemem açıkçası. O zaman  yeniden Kars'a dönelim.  Yalnız farkındaysanız, kurduğum hikâyenin içinde mutlaka İstanbul var. Bu dikkat çekici bir seçim.


Atatürk Caddesi, aklımızda takılı kalan Rumeli İşkembecisi, onu kesen caddelerin sokakları, bir kez daha Serka, Migros derken yeniden ve dinlenmiş olarak sinemadayız. Patlamış mısırsız ve kolasız asla olmaz. Almak üzere sevimli ve zengin büfesine yöneliyoruz. "Bir büyük patlamış mısır ve iki kola lütfen." Eğitimli bir genç, izlenimimiz bu. Hayatla pişmiş. Sinema da bir okul sonuçta. Cahit abi ile ilgili izlenimlerimizi paylaşıyoruz. "Bir Yusuf Atılgan kahramanı gibi, ama henüz yazılmamış." diyorum. Benimsiyor bunu. Gülümsüyor. İletişim kuruldu. En sevdiğim yol arkadaşım, kalabalık gişenin önüne doğru seyre başladı. Hayırdır!

"21 yıldır sinemadayım."
diyor genç adam. "İlkokuldaydım, bu sinemada büyüdüm, okuldan çıkar sinemaya gelir, karnımı sinemada doyururdum. Cahit abi benden epey eski. Ben eski yerde ilk başladığımda o vardı."

Kısık gözlerindeki gülümsemeye bayılacağınız yol arkadaşım, telefonunda bir Cahit abi fotosu ile döndü. Çekmiş vallahi. Hem de cepheden. Biletle ilgili bir bahane üreterek. Çaktırmadan. İyi numara. Muhteşem. Bu kare onu anlatıyor işte. Tam bir efsane. Bu kez eksik fotoğraflar hanesine çentik yok.

Kafeden salona çıkılan bölümdeki güzel adam bize mi bakıyor? Film başlayacak sanıyorum. "Bizi mi bekliyorsunuz?"  Sandım ki biz girmeden başlatamıyorlar filmi. Kibar bir mekân sonuçta. Gördüğümüz en hoş sinemalardan biri. Kars Sinema Topluluğu etkin. Her çarşamba film izleme günleri. Gezici festivalin uğrak yeri. Duvarlardaki afişleri kesinlikle görmelisiniz. Bir anlamda sinemanın tarihsel ayak izleri.

Ve salon, çok sevimli, bayıldık. İstediğimiz yere oturabilirmişiz. Oturduk. Gençler, çiftler, çocuklu aileler... Güzeller. Pek çok şehirdeki salonlara göre nispeten daha dolu. Sahnenin bana göre solunda, giriş kapısının hemen yanındaki sehpanın üzerinde bulunan bir eşya gözüme takılıyor. Bunu en şahane yol arkadaşımla paylaşmak istiyorum. Sonra unutuyorum. Taa ki Samsun'a dönene ve çok ama çok değerli o mektubu alana kadar.



Sinemanın kurulma vakti geldi mi sizce de. Üstelik bu sinemayı esas oğlanla ilgili planlarından bağımsız olarak, yanında kalan iki oğlu için kursun mu 1. adam? Uyar mı hikâyenin şu ana kadar ki gelişmelerine? Genel akışımıza bakınca bence bir sorun yok, ve artık kurulsun şehre bir sinema.  Bu hikâyenin bir ana şarkısı da olmalı sanki. Aklımdan geçenler var, çok emin değilim ama! İlk aklıma gelen, -çünkü sorduğumda, içinde bir büyük aşk da olsun dediniz.- Sevdim bir genç kadını... Hımmmm sakıncası yok, tartışılabiliriz bunu  Netleştiremiyorum aslında, içindeki bazı ifadelerden dolayı. Benim düşündüğüm, sizin de onayladığınız büyük aşkı anlatacabileceği konusunda şüphelerim var. Şarkının adına bakınca sorun yok, okey. Lakin bir türlü oturtamıyorum kurduğum hikâyenin büyük aşkıyla, şarkının bütününü. Aklıma, daha iyisi, kurduğumuz hikâyeye cuk oturacak olanı gelecek biliyorum. Hissediyorum. Size de sorsam? 

Şimdi de bir başka eve, genç bir kıza çevirelim ışıkları. Narin ve alımlı. Güzel olduğu, iyi bir ailenin kızı olduğu, iyi eğitim aldığı ve zarafeti an itibari ile cepte. Hayalleri de olsun geleceğe dönük, biraz klasik gibi dursa da modern olsun düşünceleri. Uzaklara doğru baktıralım güzel gözlerini. Hatta bir rüzgâr yaratalım ve camlarda takılı kalsın. Aşıp da tenine değemesin. Uçuramasın saçlarını. 

Acımasız mıyım? Aslında şimdi, tam da şurada yepyeni bir karakter daha katmak için kurduğum hikâyeye, yanıp tutuşuyorum. Şu ana kadarki karakterlerin genetik kodlarından yola çıktığımda, müthiş bir sonuca ulaşıyorum. Aslında şehir, olağanüstü bir kariyer, her şey ama her şey uçuşuyor kafamda.  Çok kararsız bir noktadayım. Çok ama! Şimdilik bu yeni durumu öteliyorum çaresizce. Belki de kurduğumuz hikâyenin sırrı olarak kalsın istiyorum. Merak edin istiyorum belki de.

İyisi mi gelin  zamanı azıcık ileri saralım. Kadere ördürelim artık ağlarını. İster misiniz? Geldi mi zamanı? O zaman çalsın gong ve Kars Şehir Sinemasının ilk filmi başlasın.




Filmi izlerken çok iyi bildiğim bir dünyadayım. Olağanüstü bir Cem Yılmaz var perdede. En çok onunla ilgili cümleler kuruyoruz. Büyük adam. Hokkabaz'dan sonra bir kez daha, dokunaklı, içe oturan, boğazda bir yumru ile kahkahalar arasında gidip gelinen muhteşem bir film. Olağanüstü bir sinema serüveni. Üstelik de Kars'tayız. Şehir Sineması'nda. Mutluyuz. Çok mutluyuz. En keyifli akşamlar hanesinde bir çentik daha.

Hikâye çok  sağlam, gerçeğin ta kendisi. Tıpkı o yıllar. Afiş akşamlarının yaz kokulu saatlerinde gelip geçen polislerden sakınmak için saklandığımız duvar arkalarındayım. Okan Efe Parlar müthiş. "Abi sen sahi misin?" diyesim geliyor; o ağlarken, bunalırken, tereddütler yaşarken, nefsi ile mücadele ederken ve kan ter içinde kalırken... Berna rolünde Greta Fusco şahane. Adını hatırlayamadığım büyümüş Berna ise mıhı çakıyor kesinlikle.

O tutuyor diye bırakamıyorsan orucu. Küçücük bedeninle çekiyorsan tüm ızdıraplarını. Bunun adı aşktır, abi. Hem de tüm efsanelerdekinden daha büyük bir aşk.

Görüntü yönetimi, oyuncu yönetimi, müzikler, filmin renkleri, mekânlar, döneme dair ayrıntılar, arada kalmışlıklar, insani çelişkiler, komiklikler ve hüzünler, ustalara saygı göndermeleri, muh-te-şem.

Ve anne rolünde Ümmü Putgül. "Ablam be içimizi ne dağladın." deyip başka da bir şey diyemiyoruz.

O ne final öyle! İki "sıradan" sahnede bir büyük aşk ve evlat acısı ancak bu kadar yüreklere yer ettirilebilirdi. Ettirdi. Göz uçlarına ancak bu boyutta damlalar dizebilirdi. Dizdi.

Sadece mimik ve simgelerle bitiyor film.

Biriktirilmiş ve de saklanmış, finalin yıldızı gazoz  kapaklarını görünce; göz kapaklarının önüne set koyabilenler, sözde çaktırmadı. Tutamayanlara helal olsun.


3.Bölüm



4 yorum:

  1. Ben şarkıyı mırıldandım sanki: "o gün ki gördüm seni... yaktın ah yaktın beni!"


    YanıtlaSil
  2. Ben de esinlenerek üçüncü bölümü bitirmek üzereyim sanki:))

    YanıtlaSil
  3. Yediğim tostun tadına karıştı okuduklarım. Lezzet ayrıştırması yapamadım, bıraktım öylece. Yemek bitti ve 3' e doğru yol almaktayım :)

    YanıtlaSil

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP