Ne de iyi etmiş ne de hoş gelmişmiş...
Benim küçük oğlum ki adı Tırtıl'dır; birlikte uyurken, sırtımı dönmeme bile izin vermezdi. Sıcak kanlı ve girgin bir çocuktu, çok da sempatik; yolda durdurulup sevilen cinsten. Hayvanlarla arası müthişti,
insanlarla da; sokakta, pazarda, nerede olursa olsun rast geldiğimiz sokak köpeklerine
sarılır, öper, okşar, dili döndüğünce sohbet eder, nasihatlerinin ardından vedalaşırdı. Bahçede otlayan, pek çok yetişkinin yaklaşmaya korkacağı koca ineklere yanaşır, toparlar, küçük oyuncak arabasını burunlarının üzerinde yol olmuş beyaz tüylerinde sürer, ilginç gelen kuyrukları ile oynar, arada bir okşar, arabayı burun deliklerine sokar, sonunda da boyunlarına sarılabildiği ölçüde sarılıp yanaklarından şapur şupur öperdi. Bir hatalarını gördüğünde de ayar vermekten vaz geçmez, nasihat eder, elindeki küçük pet şişe ile de ufak ufak vurur, nasihati aldıklarına karar verince de başlarını okşardı.
Şaşardık ineklerin tepkisizliğine, onlar araba buruna geldiğinde, garaja girmeye hazırlandığında şöyle dönüp bir bakar, yeme işini bırakır, sanki "
Çocuk işte!" dercesine gülümserlerdi.
Bir gün kaz yavruları alındı eve... onlar büyüdüler tabii ki, büyüdüklerinde bizim Bitsy'den bile ürkütücü oldular. Önlerine kattıklarını kovalamaya başladılar!
Ah Bitsy ya! Bir efsane ve bilge Bitsy: Çok uzun yaşadı, ne hikayelere imza attı, yıllar yıllar sonra bir gün fena acılar içinde kıvrandı, indim başına, yandaki kız öğrenci yurdundan tatlı bir genç kız ki veterinerlik son sınıftaydı, geldi, baktı, muayene etti ve hocasına götürmemizi önerdi. Götürdü iki kardeşim hocanın muayenehanesine, profesör hocamız daha fazla acı çektirmeyelim, dedi. Uyuttu. O zaman kadim evimiz eski halinin sonlarındaydı, yerine yeni giysilisini yapıyorduk, bizse bir diğer parselin içinde ama caddenin kenarındaki, ilk biten çok katlı binamızda geçici olarak, oturuyorduk. Bitsy'yi, en uzun ömürlü efsaneyi o gün için, inşası bitene kadar geçici olarak terk ettiğimiz kadim evimizin güzide bir köşesine gömdük, bir kaç yıl önce. Şimdi üç kardeş, giysilerini değiştirmiş, yeniden doğmuş ama ruhu ve hikayesi çok eski evimizin katlarındayız. Bitsy de son can dostumuz olarak bahçemizin en nadide köşesinde, bir zeytin ağacının altında.
Aslında
bizim canlarımız diye bir yazı yazsam,
ne efsanelerle birlikte bir hayat bizim ki bakın, deyip, fena hava atarım! Daha bir haftalık taze askerken mesela evden, kız kardeşin kaleminden gelen bir mektupla göz yaşları döktüğüm ama sonunda çok da güldüğüm bir Turbo hikayemiz var ki, enteresan! Ya da
bu aslında insanmış denen başka bir efsanemiz, Miço'dan söz etsem; bayramlık koçlar yüzünden, onların peşine gittiği bir esnada trafik kazası geçirmesinin ardından, onu doktora yetiştirebilmek için, daha taze ehliyetli bir çocukken içimden geçirdiğim,
şimdi trafik durdursa, bak çocuk köpeğe çarpmış ve de ağlıyor diye düşünse, endişeleri yaşayarak yetiştirdiğim andan, onu karanlık bir odaya koyun, dört beş gün orada kalsın önerisine uyduğumuz, bebe mamaları ile beslediğimiz evreden bahsetsem, uzar gider bu yazı.
Tırtıl, gurbette ilk yılı olan, minicikken bir soruma verdiği yanıtla koca bir ders almama, bunu da bir yazıya*, sonraki bir yanıtıyla da aynı konuda ikinci bir yazıya sebep olacak kadar da düşünce ve sorgulama yeteneğine sahip; sol ayağı müthiş, klas ve de teknik, lider ruhlu, ceza yayı üzerinden sol ayak içi ile gamsızca ve kendinden çok emin plaselerle çok şık goller atan, girdiği ilk seçimde kuvvetli ve enfes bir propaganda ile oyları silip süpürüp, okul başkanı olduktan sonra ilçe başkanlığını da bir ilköğretim öğrencisi kız çocuğuna
özellikle bırakıp başkan yardımcısı olan, Saray'dan gelen uçak biletleri ve davetle ili temsilen oradaki bir toplantıya katılmış, Saray gören, Saray Sofrasına oturmuş bir küçük Reis'tir, aynı zamanda. Üstelik kendisi o aralar, bizzat gidip,
ben çalışmak istiyorum, diyerek başvurduğu, bildik bir mekanda okul dışı saatlerde çalışıyordu da. Belediye Başkanlığı seçim sürecinde de hep sahadaydı ki başkanı seçimi kazandı! Her ne kadar aynı yönde ama çatışan siyasi fikirlere sahip olsak da... gençlik diyor, sonrasında geleceği yeri de öngörebiliyor, hep sakin kalmayı başarıyorum, yani.. alevlendirmiyorum!
Ben güya, kısa bir yazıyla, okul başkanı olduğu geçen yılda tüm seçim vaatlerini -mesela kızların kullandığı alana boy aynası koydurmak gibi- yerine getiren, yine vaatlerinden biri olan, okulunun futbol takımını, amcasının sponsorluğundan da yararlanarak, önce ilçe sonra da finalde benim Lisemin takımını yenerek ilk kez il şampiyonu yapan küçük oğulun, Tırtıl'ın doğum gününü kutlayacaktım.
Ah ben işte, şu kalemi elime alınca dur durak bilmeyen ben... işte! Daha neler neler yazardım oysa! Bakın kazlar meselesini unutacaktım az kalsın, ördeklerden ise hiç söz etmeyeceğim. Bu kazlar büyüyünce büyük tehdit oldular ve insanları kovalamaya başladılar. Hiçbirimiz yanaşamaz hale geldik. Öyle de sevimli bir çete tehdidi ki gülsek mi ağlasak mı arada kaldık. Ama başlarına bir bela musallat olacağından, onları önüne katıp sürüyecek, ayar verecek, parmak sallayıp saygıya davet edecek kişiden henüz haberleri yoktu!
Hala sohbet ettiğimizde, o yılları konuştuğumuzda, deriz ki:
Şu kazlar ya, bir tek Tırtıl'la nizama giriyorlardı, bi tek ondan tırsıyorlardı.
Fakat benim yakışıklı oğullarım ve geniş ailenin yeni nesil yakışıklıları bana bir kötülük yaptılar, buna bir kuzenimi de katabilirim: Ailedeki 1.86 ile en uzun boylu insan bendim, geniş ailenin 3. kuşağının ilk çocuğu olarak uzun yıllar liderliğimi sürdürdüm. Sonra halamın oğullarından ikincisi geçti beni, sonra da 4.kuşaktan gelenler yüzünden, otoyolda nal toplayan Ferrari'ye döndüm. Küme düşmedim ama zirveye baya uzak kaldım. Şu an itibari ile sıralamadaki yerim altıncılık. Liderse Mussano. Hepsi de 1.90'nın üzerinde. Çok da yakışıklılar. Yeminle! İkili üçlü gezdiklerinde, teyzeler durdurup, allah nazarlardan saklasın demiyorlarsa, iki gözüm önüme aksın!
Tırtıl Oğul'un bir hedefi vardı, siyasete yakındı, liderlik vasfı güçlenmişti, hocaları güçlü İngilizcesi ve Tarih nedeni ile bu yönde ilerlemesini öneriyorlardı ki aile genlerimizde var bu; sosyal bilimlere yatkınız. Dershaneye yazdırdım, her ebeveyn gibi... zorla! Her ne kadar karşı olsam da sistem insanı düşüncede ve vicdanen zorluyor, ne yazık ki!. Tıpkı Anadolu Liseleri sınavları öncesinde olduğu gibi ki ona iki ay para ödememe rağmen bir gün bile gitmedi. Birlikte oturan bir aile de değildik ve bir
düzen kırılması içindeydik. Üniversite içinse iki kere gitti ve yine bıraktı; ikna edemedik, ne abisi ne ben. Kendine güveniyordu,
kendim çalışacağım, dedi. Sipariş ettiği kitapları aldım. Dedim o zaman bana öyle dandiklerden olmayan beş üniversite yaz, sınav sonrası görüşelim senle.
Ben yazdım sonuçta, beşlik listeyi.
En başa iki önemli ve kadim Üniversiteyi koydum. Şimdi istediği ve beni de kıskandıran şehirde, İzmir'de istediği üniversitenin, istediği bölümünde. Fakat son sınavdan çıktığında dediği,
matematik soruları kolaydı ama sonraya bırakmıştım, cümlesini cevapsız bırakmadım.
Ya.. dedim,
gitseydin dershaneye matematikten başlardın sınava! Şikayetçiyim sanılmasın, kulaklara küpe olsun benimkisi ki bu oğlan bilir işini! Kendini bilmese, emin olmasa, olmasak; sınavdan iki hafta önce, amca yeğen yapmazlardı bir Orta Avrupa turu; hesap kitap adamı kardeşim, vermezdi ödülünü peşin peşin!
Laf aramızda; bir de harmandalı oynar ki, yakıştıra yakıştıra... Atatürk görse alnından öper. Mezuniyet töreninde yakıp yıkmışlığı vardır, Yelken Kulübü.
Ama yıllardır sakladığım bir şey var ki ona dair, bugün paylaşmazsam çatlarım.
Muhtemelen de kızar!!! Ama ben için öyle bir andı ki... öyle gülmüştüm ki... kişisel tarihim için şuraya not düşmezsem, yazık ederim.
Bir gün, onlar anne evindeyken, Mussano ile MSN'den yazışıyoruz, Tırtıl'ı ekmemiz gereken bir eylem yapacağız, muhtemeldir ki ona fazla bir filme gideceğiz, Mussano da lise başlarında muhtemelen. Uyardı,
Tırtıl yanımda ve okumayı çözdü, açık etme. Aslında yazmayı da halletmişti; kelimeleri ayırmadan cümleler kuruyor, sesli harfleri de hiç kullanmıyordu.
Yine çok uzatıyorum farkındayım, son sadede geliyorum. İlkokula başladıktan bir süre sonra, MSN üzerinden arkadaş sohbetleri arttı doğal olarak, aynı evde olmayınca denetlemek de güçleşti tabii ki... dedim
şifreni bana da ver. Verdi. Bir gün girdim,
bakim dedim
bizim oğlan neler yapıyor?
Gördüğüme çok güldüm. Olduğu gibi kopyaladım ve muhtemelen 11-12 yıldır da saklıyorum. Kısmet bugüneymiş!
sanalika gibi kendi adamını yapıon
hayvan alıon
evin oluo
para kazanmak için paintball futbol tenis bide kumar oynuon
sevgilinle öpüşebilion
*Bir yazı Saflık.
***Ev kılığını değiştirme aşamasına gelmişken, arka bahçedeki son etkinlik: Performans Alanos