Macar yazarlara ilgim her ne kadar Magda Szabo ile başladı desem de aslında benim için her zaman başyapıt olan Pal Sokağı'nın Çocukları süreç içinde sadece bir başyapıt olarak kalmamış, değişik zamanlarda hayatımın enn güzel ânlarını yaşatmış, kumbaramda derin izleri olan ama çok güzel izleri olan çok özel heyecanlar da katmıştır, daha sonraları! Dolayısıyla Ferenc Molnár tanışıklığı ile başlamıştır aslında Macarlara tutkum ama henüz farkındalığım yükselmediği için bilinç noktasından bakarsak ilk okuduğum yazar Ferenc Molnár olsa da tutkum Magda ile başladı kısmı yönlendirme ve farkındalık açısından daha gerçekçi ve doğrudur.
İlkokuldaydım, okumayı iyice sökmüştüm ve tekrar etmekten asla bıkmayacağım normal ama unutulmaz bir mahallede en alt kat kira evde kalabalık, 8 kişilik bir aile olarak yaşamaktaydık ve genç bankacı halamla iş çıkışı onu almaya bankaya gittiğim rutin akşamlardan birinin en güzel saatlerinde, Fıstıkçı Tahsin olarak tanınan ve ne ararsan bulunan kişinin minik mağazasından içeri girmiş ve ciltli Altın Masallar'dan artık çocuk romanlarına evrilme zamanımın geldiğine karar verilen evrede kitabı almamızla başlamıştı, Macar dünyası ile tanışıklığım.
Henüz taze filizler açmakta olan ve olgunlaşma yolunda emekleyen zihnim enn sevilenler ya da sevilenler noktasında kategoriler oluşturamadığı için de sadece çok keyifle okunanan ve kendi mahalle savaşlarımız nedeniyle de özel sevilen bir kitap olmuştu, Pal Sokağı'nın Çocukları.
Çocuk ben henüz derin analizler yapabilecek farkındalıklara sahip değildim ama umut vaadediyordum ve bu kitap nedeniyle hayatımın enn kıymetli bir ânını uzun yıllar sonra yaşayacağımı hayal bile edemiyordum!
Enn Sevdiğim Kadın'ın bana aldığı ve enfes bir akşamda, sohbetli bir rakı masasında, harikulade bir mekânda ve ben onun gözlerinde yok olmuşken; O'nun uzattığı kitapla da ikinci Ferenc ile tanışmış oluyorum.
Velhasıl aradan uzun yıllar geçtikten sonra bir Ferenc daha katılmıştı hayatıma.
Bakalım onu da sevip benimseyebilecek miydim?
İlk sayfada Budai ile rastlaşıyorum. İlginç bir karakter, kafadengi gibi, akademik bir kişilik, dil bilimci. Bir toplantı için ve benim için çok özel bir ülkede... Matrak bir şahsiyet gibi duruyor ve bir otelde kalıyor lakin fena halde dilden kaynaklı olarak iletişim sorunu yaşıyor ki karanlıkta ıslık çalmak gibi bir hal onun iletişim çabaları. Lakin benim bir avantajım var: Lise yıllarımdaki penfriend'imin ülkesindeyiz. Durumları algılamakta bir sorun yaşamıyorum. Ve bu Ferenc, yani Ferenc Karinthy de kelimenin tam anlamıyla bir fırlama. Öyle bir Budai yaratmış ki yeme de yanında yat.
Tanışma anından itibaren takılıyorum peşine.
Nereye gitse onunlayım.
Bırakamıyorum, sürekli takipteyim. Fakat Ferenc de bir fırlama, yarattığı merak fırtınasının peşine gel de takılma ki şahsen ondan aşağı kalır bir yanım olmamakla birlikte sadece onu izlemeyi düşünüyor, maceraya dalıp da olaylarda ortaklaşmayı düşünmüyorum.
Lakin kendimi de zor tutuyorum.
Gitmemiş olsam da sanki şehri ondan daha iyi biliyorum, her ne kadar benim penfriend'im Anne başka bir şehrinden olsa da ülkenin; onunla yazıştığımız süreçte ben ülkenin altını üstüne getirmiştim. Şu an Budai'yi izlemekle yetiniyorum. Ona yön verme çabam yok; çünkü o yeni konuşmaya başlayan meraklı bir çocuk gibi neyi görse el atıyor.
Bu arada durum epey de korkunç bir hal almaya başlıyor. Fakat öncesinde hadi diyorum, seni ülkeme götüreyim. İtiraz etmiyor, çünkü paralar suyunu çekmek üzere. Karnının aç olduğunu düşünüyorum ama onun uzun boylu atıştırmaya niyeti yok; sanırım yola çıkmadan önce bir köşede halletmiş bu işi. O zaman diyorum başladığım her kitapla mutlaka uğradığım ve en bayıldığım okuma noktama götüreyim seni; O ise bizim sahili merak ediyor. Tamam, diyorum, sahilden yürüyerek gidelim, emin ol sakinliğini çok seveceksin. Denizden iç kesimlere doğru uzuyoruz. O merakla etrafı tarıyor. Ve şirin parkın içindeki Down Kafe'yi fark ediyor. En sevdiğim yer diyorum, istersen kankalarımla tanış. Seviniyor. Kankalarım formalarıyla; Samsunspor aşkları alev alev. Kucaklaşıyoruz ve Budai'yi çok seviyorlar. Birer kahve içip, tip box'ı asla boş geçmeyip, vedalaşıyoruz ve Lozan Caddesi'ne kıvrılıp Afiyet'de her zamanki masama yerleşiyoruz.
Pastaları ben seçiyorum; çok seviyor ki ben de bayılırım. Uzun uzun konuşuyoruz, ülkesini özlediğinin farkındayım ve aynı zamanda katılamadığı, daha doğrusu katılmayı beceremediği bir toplantının telaşını da yaşıyor.
Üstelik paralar da suyunu çekmek üzere.
O sırada bizim şehre geldiği, aslında akademik bir toplantı için bulunduğu ama katılmayı beceremediği ülkenin malum şehrinde durum karışık ki o bölümü okurken ben bile fena oldum. Mizahla adımlar atarken şehirde, bir anda kendimi neredeyse ateşin ortasında buldum. Okuduğum mizah temelli bir kitap değil miydi tereddütü bile yaşadım. Sonra bunu Ferenc Karinthy'ye de söyledim, kitabı bitirince; ki fena kahkaha attı.
Elbette Ferenc Molnár'dan ve Pal Sokağı'nın Çocukları'ndan söz ediyoruz. Ortak kahramanımız Nemeçek'i anmadan geçmiyor, macunlardan bilyelere kadar her şeyi konuşuyoruz. Mahalle savaşlarını da elbette... Ferenc de burada olmaktan memnuniyetini ifade ediyor. Peki ne olacak bu Budai'nin hali diye soruyorum elbette; ama ben henüz o sırada kitabın o bölgesine gelmemiş olduğum için, ser de vermiyor sır da...
Dag Solstad'ın bir kahramanının ziyaretime geldiğini, kendisiyle bir mekânda sol tandanslı, iki ülkenin kitlelerinin ideolojik yaklaşımlarını kıyaslayan enfes bir sohbet yaptığımızdan bahsediyorum ki haberi olduğunu, konuyu Dag'la daha önce konuştuklarını, bu nedenle de beni tanımak istediğini ve Budai'nin geldiğinden haberdar olunca da bunun bir fırsat olduğunu düşünerek, uçağa atlayıp geldiğini söylüyor.
Karşılıklı teşekkürler ve uzun bir sohbetin ardından birbirimize sarıldığımız esnada gülerek "Budai sana emanet, Ferenc" diyorum. Kardeşi arıyor, o üç harflisi ile geliyor ve onları birlikte havaalanına götürüyor ve uğurluyoruz.
*Dag Solstad'ın roman kahramanı ile sohbetimiz Lise Öğretmeni Pedersen'le Öğle Arası başlıklı linkteki yazının Lise Öğretmeni Pedersen'le Lise Öğrencisi Fikirdaşlığımın Tanışması! alt başlığından sonrasındadır.
İlk Neorealist
3 saat önce
ah, milliyet yayınlarının bu kitap dizisi...görünce nerelere ışınlandım bir bilsen....
YanıtlaSilGörünce hepimiz ışınlanıyoruz Şule, hatta ne güzel günlerdi o günler diye bir şarkı bile tutturuyoruz.)
SilPal Sokağı Çocukları'nı ilkokul öğretmenimin tavsiyesi ile okumuştum. Şimdilerde böyle güzel öğretmenler vardır umarım 🤗🌺Başka Macar yazar ile henüz tanışmadım. Magda Szabo'yu çok görüyorum her yerde, belki bir gün tanışacağız :)
YanıtlaSilÖyle güzel öğretmenler yine var, çoklar da, bazıları yazılıda geçip sözlü de kalıyorlar sadece... Hadi diyelim ikisinden de geçtiler ama bizden değillerse bir türlü atanamıyorlar... ya da özel okullarda köleler. Ne yazık ki... Umarım tanışırsınız:)
Sil"Epepe"nin çevirmeni benim sevgili genç arkadaşım, DTCF Hungaroloji Bölümünde doçent Sevgi. Kitabı çıkar çıkmaz aldım ama hala okunmayı bekliyor, sanırım Sevgi ile buluşup imzasını almadan başlayamayacağım :) Sevgi'nin yine Macar yazar Istvan Örkeny'den "Bir Dakikalık Öyküler" ve Finy Petra'dan çevirdiği "Kuş Kadın" var ki bu şahane bir kitaptır, ne yazık ki baskısı yok. Bulursanız kaçırmayın derim...
YanıtlaSilHanımefendiye özel bir teşekkür o halde:) Çeviri dikkatimi çekecek kadar muhteşem; mizahın ve "şiddetin" lezzetini hissettiriyor çünkü... Takipçi olacağım iki kitap için de, bulursam kaçırmam kesinlikle:)
YanıtlaSilKitap ilgimi çekti, pastalar için afiyet olsun
YanıtlaSilTeşekkür ederim:)
SilEpepe'yi listeme aldım, teşekkürler. Zevkli bir okumaydı her zamanki gibi:)
YanıtlaSilRica ederim, umarım yanıltmaz. Çok teşekkürler:)
Sil"Epepe" değişik bir isim. Bir şey çağrıştırdı ama bulamadım şuan. Sadece muzur adamları severim ve sanırım öyle biri :) Okumaya değer olduğu da aşikar :)
YanıtlaSilAslında muzur olan yazar, Epepe de epeyi ilginç bir karakter, tanımakta yarar var, okumaya değer mi konusu ise hassas; ya çok sevilir ya hiç sevilmez cinsten bir kitap, ortası yok:)
SilBen önce Pal Sokağı Çocukları'nı okumaya karar verdim, onu sipariş ettim. :)
YanıtlaSilİyi yapmışsın, Pal Sokağı dendimi benim elim ayağım tutuşuyor, çok özel çünkü. Bugün 13:55'de bir yazım yayında olacak; kitabı okuduktan çok uzun yıllar sonra yaşadığım bir ânın ve emeğin kıymeti hakkında:)
YanıtlaSilKitap ile yaptığınız yolculuğu sevdim. Yolculuğu anlatırken üçüncü kişi olarak sizi izlemişim hissi verdi bana.
YanıtlaSilHer kitap, bir yolculuktur. Okumasını bilene tabii. Yazarın anlatmak istediğini, anlamaktır. Kapağını çevirdin mi, sindire-sindire sayfaların arasında gezinmektir. Siz de bu gezintiyi kendi üslubunuzla pek çok harika anlatımınızla bizler ile paylaşıyorsunuz. Okuyan gözlerinize, beyninize sağlık olsun. Paylaşım için size teşekkür ediyorum.
Ben de size çok teşekkür ediyorum, yorumunuz için. Altını çizdiğiniz detaylar çok kıymetli. Okur kitap ilişkisi elbette görece bir durum lakin kumbarasını güzel biriktirmiş insanların derinlikli bakışları ve elbette farkındalıkları önemli ve katkı sağlayıcı... Ve elbette motive edici.:)
YanıtlaSilPal Sokağı Çocukları'nı hep okumak isterim ama kitabı almadım bir türlü, yazınızdan sonra almak şart oldu:))) Epepe'yi de çok merak ettim, ilginç geldi:))) Zaten farklı bir kitap görünce hemen alıp okumak istiyorum:) Çok güzel anlatmışsınız, anlatımınıza hep hayranım o başka:)))
YanıtlaSilUmarım seversin Pal sokağını, bendeki yeri çok çok özel:) Çok teşekkür ederim ama Epepe'deki başarı yazarın, o kadar sevdirmese karakterini, ben kapılmasam kitabın tadına sonuç farklı olabilirdi. Yukarılarda belirttiğim gibi risk içeren de bir kitap, bu ne şimdi denme olasılığı da var, o nedenle almadan önce bir kitapçıda göz atmakta fayda var:)
Sil