8 Eylül 2023 Cuma

Neden Cenaze Marşı

Bu yazı,

5 Ağustos'daki Katliam başlıklı yazının açılımıdır ve o yazıdaki teklif iş makinesinedir!

Yıllarca, ilkokul dahil öğrencilerin öğretmenleri eşliğinde Meteoroloji nedir bilgilendirmesi için geldikleri, pırıl pırıl mühendisleri ve çalışanları tarafından tüm aletler konusunda bilgilendirildikleri, tahmin için gökyüzüne gönderilen ucunda ölçüm yapacak cihazlar takılı olan balonun çok ilginç odasına girip onu el sallayarak gökyüzüne alkışlarla uğurladıkları, gelişmiş teleskoplarla takip ettikleri, sonrasında geniş ve ağaçlık coğrafyasında piknik yaptıkları bölge, kamu yararına park ve piknik alanı yapılabilecekken ve tüm sahil boyunca kamunun kullanacağı -yolun kıyı tarafı hariç- bir alan kalmamışken, güzergâhtaki tüm kampların alanları da inşaat ya Resulullah diyenler tarafından yine aynı karakterlere peşkeş çekilip kamunun elinden alınarak bir kaç kişinin çıkarına teslim edilip iki de AVM yapılmışken, coğrafyadaki son kale, "muhtemelen anılarımdan bir bölümü yazma fırsatı bana verilerek" sona bırakılmış sanki. Kalbimdeki yeri derin alttaki metin ilk olarak başka bir hikâyeden söz ettiğim bir yazımın içinde daha önce, bu günlerin yaşanacağı ihtimali henüz yokken, kullanılmıştır.





Peşkeşe Ağıt


Hava henüz aydınlanmamış olmalı, sokak lambalarının sıcak ışıkları şapkalarından başlayarak genişlemeli ve bir huni şeklinde inmeliydi caddeye... Ben yanımdaki o güzel kızın nefesini, sesinin bıcır bıcır kelimelerini yanağımın dibinde hissetmeliydim. Sonra ona, yüzüne bakmadan, gözlerim ileri bir noktadayken, hiiiçç ben sana yangımın rüzgârı göndermeden, en cool halimle iki kelâm etmeliydim. O, tatlı gülümsemesi ve hadi yedim bunu da cinliği ile beni biraz daha kavramalı, yine hin bir gülümseme ile iyice sokulmalıydı bana. Kelimelerinin nefesi, ve onun kocaman sevgisi kışın ortasında bile baharı hissettirmeliydi.



**

Hep de öyle olurdu çünkü!..

Ben biraz hıyardım Erkek adam pozlarımla yürürdüm. İnce lafları bile benden çıkar gibi değil de racon gereği söyler gibi yapardım. Ama bilirdim ki o yemez.

Sonra gevşerdim. Ben olurdum. Elimi beline koyar. Onu Osmanlı Bankası'nın zaman eskisi binasının giriş kuytusuna çeker. Kolumu dolar elimi illaki bel çukurunda tutar, kendime çeker ve tek bir öpücükle; bütün duygularımı deryalar gibi önüne dökerdim.

Yazı beklerdim. Onun saç kesimini ve rengini çok severdim. Aramızda çok mesafe yoktu ve onun odası ile benim odam birbirine bakardı. Oradan işaret eder, ben tamam der. Onun elinde bir kitapla yürüdüğünü görür, heyecanlanır; O kurumun ana kapısından çıkıp bizim bahçe kapısını açtığında, evin önüne gelene kadar alt kata inerdim.

Gözlerimle dinlerdim Onu. Kalbim atardı. Onu o an odamda görürdüm; fikrim dürterdi. Ama Ona bunu bir türlü söylemezdim.

Tüm okul sezonunda hep yapmayı düşündüğüm şeyi gözden geçirir. Bir an önce gel yaz derdim. Yaz gelirdi. Kıyafetler incelir. Bazı bölgeler açılırdı. İlk yazdı. Kapıdaydı, elinde bir kitap vardı, bahaneydi. Belli ki ilk kez birlikte sahile gidilecekti. Çam ağaçlarının arasından yürüdük. Askılı elbisesi, şahane göğüslerini saklamaya çalışsa da beceremiyordu, belki de elbise bana kıyak atıyordu, hissetmiştim ve bu yüzden de ekstra sevmiştim. İyi ki de beceriksizsin diye bir de göz kırpmıştım.

Bahçenin tellerine vardık. Çiti aşıp kumsala, oradan da denizin sesi için kıyısına uzayacaktık. Beklediğim andaydım, hayal olsa da antremanlıydım, bir kış boyu dersimi çalışmıştım. Bir anda sağ kolumu bacaklarının arkasından geçirip, sol kolumun desteğine yatırıp kucağıma aldım. Boynuma sarıldı ve gülüyordu. Sanki bu durumu da biliyordu. Öyle güzeldi ki. Nefesinin sıcağı nefesimi kesti. Aştım tel örgüyü; dalgaların kırıldıktan sonra vardıkları son noktaya kadar taşıdım Onu. Sonra usulca yere bıraktım.

Sağ kolum... daha çok da ellerim nasıl mutlu.


Taşırken onu; öyle güzel, öyle mutlu gülüyordu ki, kendimi bir filmin kahramanı sandım. Bir de şansımız vardı. O zamanlar buralar hep kumsaldı. İki yanımızdaki; biri onlarınki diğeri Topraksu kampı olmak üzere kamu kurumlarının varlığı, onların denizin içine kadar çektikleri tel örgüler, bizim alanımızı da kimseler giremez yapıyordu.

Oturduk.

Yüzümüz denizde. Ayaklar çıplak, ayakkabılar dört metre geride. Dalga kırılıyor, deniz makara yapa yapa geliyor ve ayaklarımıza muzırca dokunuyor. Sonra çekiliyor.

Biz biribirimize bakıyor, gülümsüyoruz. Sonra gözlerimizi yine ufka dikiyorduk. Elimi eline doğru götürüyorken O onu yakalıyordu ve parmaklar birleşiyordu. Ne de güzel bacakları vardı. Sere serpeliğine bayılıyordum. Dizlerden bükülmüş, etek uçları ıslak, dizin üstünü geçer biçimde çekilmiş elbise ile bütünleşmiş film karelik bir an daha. Çok az konuşuyorduk. Çok gülüyorduk. Arada bir dönüp ânı ve bakışlarımızı yakalıyorduk. Çirkeflik yok. Arzu var. Ama kalpler öyle güzel ki fırsatı ganimete çevirmek fikri asla yok.

Yaş 17'nin eşiğinde. Forma numaram hâlâ 16.

Uzak ufuklara bakarken aklım bir ön izleme sunuyor, hayalim müdahil gördüklerime; bayılıyor, hevesleniyor, kararım netleşiyor hatta bu önizlerin birinde Ona iyice yanaşıyor, sağ kolumu sırtına koyuyor, onun desteği ve sol kolumun yardımı ile önce kolunu boynuma taşıyor, sonrasında göz göze ve nefes nefeseyken... onu kumlara doğru yavaşça yatırıyorum. Sonra bir dalga... ama şakacı bir dalga üzerimizi aşıp geri çekiliyor. O yine gülüyor. Ben de muzır bir espri yolluyorum dalgaya. Sonra da Onun dudağından tuzu alıyorum. O zaman mıncırıyordu beni ve daha daha bir keyifle gülüyor, beni sırt üstüme döndürüyor, dalga üzerimden geçiyor, çekilince de bu sefer o benim tuzumu alıyordu.

Kaç sefer sonra çekiyorduk kendimizi kıyıya...


Öyle de kalıyorduk.

Güneş iş bende çocuklar diyor, gereğini yapıyordu. Sonra da el ele, ayaklarımız denizde, sınırları aşıp yürüyorduk.

Sonra, güneş dağların ardına çekilmeye başlarken, ona el sallıyor, kurumun sahil tarafı kapısında vedalaşıyor, bir süre onu ardından izliyor, dönüp gülümsemesine bayılıyordum.

Geri dönüp bizim bahçe tellerini aşıp eve doğru yürürken, onların ilk lojmanlarını geçtiğimdeki boşlukta onu beni beklerken görüyordum. Sadece gülüyorduk. Bir sonraki aralıkta bir kez daha... Sonra bir kez daha...



Ah o araf haller!

Ne güzeldi.

Ahh onun coşkulu saflığı, sevgisi, güzelliği... ne güzeldi.

Saatlerce oturduk. Çok az kelâmla o kadar çok konuştuk. O kadar çok ki yankıları kaç on yıl sonra bile duyuluyor.

Çok mu sevmiştim?

Evet, çok sevmiştim.

Onla geçen zamanlarım çok güzeldi. Ama ah kahrolası o aşk işte. Ne zaman ve kime çakacağını asla söylemezdi.

Onu hiç kırmadım.

Hiç kimseye açmadıklarımı ona rahatlıkla açıyordum. İkimiz de solcuyduk ama o Halkın Kurtuluş'u sempatizanıydı. Kitap paylaşırdık ama asla iki farklı ve zıt fraksiyonun insanı olarak aidiyetlerimizin teorilerini eleştirmemek için tartışmazdık.

Bir sonraki yıl onlar tayin olup gitti. O bendeki yerini hep korudu. Yarım bıraktığımız anlar aklımda dönüp durdu. Olmaması, olmasından daha iyi geldi bana.

Ara ara düşünürüm. Nerededir, ne yapar? diye. Görsem ve yazdıklarımı ona okusam ne hisseder bilmek isterim bir yanıyla... ama derim ki sonra, O hep 16 yaşında.


*Yazıdaki alıntının olduğu ana mevzusu farklı yazının üç bölümlük tamamı ise şuradan başlıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP