27 Aralık 2024 Cuma
Çookk Güzelll Adamdın... Ama Çooooookkkkkkkkkkk Güzel!
Şahane bir ekiptik, şahane arkadaşlar...
Şahane yer, şahane içer, şahane sohbet ederdik ki biz nispeten küçüklerdik. Otomotiv sektörünün farklı dallarındandık ama bir yanıyla da birbirimizin rakibiydik.
Ülkenin farklı şehirlerinden gelen meslektaşlar şaşırırlardı; çünkü ülkenin farklı şehirlerinde benzerlerimizden yoktu. O kadar anı biriktirdik ki ciltlerle kitaba sığmaz. Yazıyı hiç düşünmeden yazmaya gayret ediyorum, çünkü haberi az önce kızkardeşimden aldım. Gözümden bir damla yaş düşsün istemiyorum.
Bir film gibi akıyor zaman; hangisini hangi özelliği ile yazsam bilemiyorum. Yaşadığım, güzel insanlarla geçirilmiş dolu bir hayatsa, bu hayatın önemli bir kısmı sanayi sitesine bulaşmış insanlardı.
Şaşarlardı başka kentlerden gelen insanlar, meslektaşlar. Hatta dile getirirlerlerdi başka hiçbir yerde rastlaşamadıkları arkadaşlığımızı. Bu kez güzel adamlardan, adı güzel, kendi güzel, arkadaşlığı güzel, koyu Beşiktaşlı Göksenin abi, gitmiş.
Biliyorum ki bizi daha önce bırakıp ama hep kalbimizde olan gitmişlerle buluşacak.
Takatim yok.
Olsa hepsinin adını tek tek yazacağım şuraya, lakin gözyaşlarımı, yazının burasından öte, sanırım tutamayacağım.
Ve iyi ki yazmışım dediğim, 2008 tarihli bir gün ile onu sonsuzluğa uğurlayacağım.
Göksenin Abi İle 24 Saat
17 Aralık 2024 Salı
Muhabbet mi Söz mü Nişan mı?
Boş ekrana boş hafıza ile bakıp bakıp dursam da bir türlü girememiştim -futbolcu deyimi ile- topa. Bugün için and içtim, öyle geldim çalışma masama ve dokunmaya başladım klavyenin tuşlarına. Şu noktaya vardığımda yazma standartıma kavuşmuştum sanki, o halde dökülebilirdim.
Uzun bir birliktelikti, onlar benim çakmadığımı sansalar da; şirkete gittiğim zamanlarda konuşma üsluplarından anlıyordum olan biteni... ve çaktırmıyordum. Belki kızkardeşim biliyordu, belki de son günlerde bilir oldu. Oğlumuz 10 numara bir yakışıklıdır, güzel kızımızın da edası, endamı, boyu bosu yerinde... Olay aslında aileler kısmına daha önce fısıldansa da oğlumuz yine de ağır gitmeyi tercih etmişti.
Bu fikri desteklediğimi de söylemeliyim.
Develer tellal pireler berber iken devrine ulaşınca, olay biraz da uzayınca konunun bir yere bağlanmasının istendiğinin sinyaller gelmeye başlamıştı. Oğlumuz sabrın sonu selametçidir ki ben de onunla aynı fikirdeyimdir. Lakin annemiz ve babamız sağ olsa, emir komuta onlarda olacağı için ve bir an önce torun kucaklamak isteklerinden kaynaklı olarak, her ne kadar benim ve kızkardeşimin çocukları babanneye bu imkanı sağlamış olsalar da erken kayıp ve torun hevesi ve hayalleri tavanda baba, yine de torunları göremeyecekti.
Karar verilir, gün tayin edilir ve önceki akşam, aslında gençler yüzük takmaya başlamış olsalar da olayın adının konması anlamında bir araya gelinir. Aileler birbirleriyle kaynaşmışlardır, bu anlamda sorun teşkil edecek hiçbir şey yoktur. Sohbet sanki kırk yıldır birbirlerini tanıyan insanlar arasında gelişmektedir. Öte yandan oğlumuz işi garantiye almıştır ve bir yıldan önce bir evlilik söz konusu değildir.
Ailelerse şöyle düşünmektedirler, gençler zaten kendi aralarında anlaşmışlar -muhtemelen bizim oğlan nedeniyle- onlar bilirler, sonuçta çocuk değiller ve kararları bizim için saygıya değerdir demişlerdir.
Gecenin en hoş tarafı hazırlanan tabaklardır. Hepsi muhteşemdir çünkü kız babası aşçıdır, buna hanımefendilerin katkısını da katarsak işin yeme kısmı muhteşemdir.
Ama daha güzeli arada oluşan sıcaklıktır. Ve taraflarda oluşan kızımız ve oğlumuz ve biz iyi insanlarla akraba oluyoruz düşüncesi ve sıcaklığıdır.
Bu saatten sonra da bize onların çizecekleri yolda yürümek ve nihai kararlarını beklemek düşmektedir. Önümüzde bir yıl vardır ve yolun sürpizlerinin,
kısalıp uzayacağı ise hem heyecan hem meraktır!
3 Aralık 2024 Salı
Ya Blogdaşlık Olmasaydı
Dün hayatımın en hoş hallerinden birini yaşadım. Ayaklarım yerden kesildi dersem abartmamış olurum. Elbette tüm sevinçlerimde olduğu gibi enn sevdiğim kadınla da paylaştım olup biteni ve hislerimi...
Şu hayatın en güzel olaylarından biridir etkileşim, güzel insanlara enn yakışan tavırdır da aynı zamanda.
Bir kitap, enfess bir şiir kitabı; sevgili blog arkadaşım Şule'den, ve bence büyük bir ifade ile süslenmiş bir kitap üstelik.
Ve kargocu genç, sen kitabı şirin zarfı ile birlikte kapıya bırak, zili çal ve ben henüz kapıyı açmamışken asansörle kaç...
Sürprizin hakkını vermek, budur bence de...
Ve Sevgili Şule, bize yakıştırdığın içerikten yola çıkarak zahmet verip gönderdiğin kitap için çok ama çookkkk teşekkürler; o kadar kıymetli ki o, üstelik bize yakıştırman ve ardındaki tavrın.
Unutulmaz anlar hanesinde artık bu enfes şiirlerle bezenmiş kitap;
onu süsleyen, daha anlamlı kılan ve yaşanan duygularla ve sevinçlerle birlikte...
Sana ve beyefendiye çok teşekkürler ve çok sevgiler ve çok selamlar...
Görüşmek üzere...
Ve bu şahane kitaptan rastgele seçtiğim bir kaç şiirin -meraklıları için- yine rastgele seçilmiş birkaç satırı.
Sana üç gül sayıkladım bir de şiir
şiiri kokla bana gülleri söyle
Adının önünde durdum
ışıkları yanıyordu
adının önünde eğildim
gece kokuyordu
Kuştan kalma bir göğün altında
maviden kalma bir denizin üstünde
Perdeler yelkenli gibi dalgalanıyor
tül gözlerini kırpıştıryorsa
vardır eylül sabahının bir bildiği
Aydır sıla, sıladan tül
içrek tine sarmaşır dil
o karangu maviliği içim bil
Büyü tenden öte yalım geçti bel
hiçsenkuşu vadimüstü uçtu el
gece taşım gülün ile küstü sel
ikiye yan gönlüm sargın nicene
gözü tenden som yakınım aysıla
hiçimden bir odasılık tüttü gel!
27 Kasım 2024 Çarşamba
Enfes Bir Akşamın Demi
Benim dişçimle randevum var, Enn Sevdiğim Kadın ise bir toplantıya katılacak. Şehrin aynı coğrafyasındayız. Buluşmayı planladığımız nokta ise çok sevdiğimiz mekânlardan biri; blog dostlarımızla da çok hoş zamanlar geçirdiğimiz, mezeleri lezzetli, rakı adabını bilen, müşterileri nitelikli bir kulüp...
Benim randevum saat 15'de, gidiyorum ve işim 15 dakikada tamamlanıyor. O'nu arıyorum, toplantısı henüz tamamlanmamış, o halde istikâmet Hakan diyorum. Orada laf lafı açıyor, henüz telefonum çalmadı. Derken kapıdan giren kadın tam benim önümde duruyor. Kafamı kaldırıyor ve şaşırıyorum. Oysa telefonla teyitleşme, ardından ikimize de çok yakın mekânda buluşma idi plan.
Karşımda kot pantolunu ve montu ile tam anlamıyla bir fıstık var. Ona bir kez daha bayılıyorum, elbette hayranlıktan coşmuş gözlerimi bir süre sonra geri alıyorum, Hakan'la vedalaşıyor ve enn sevdiğimiz mekâna doğru yürümeye başlıyoruz. Planımız kısmen kış nedeniyle etrafı korunaklı hale getirilmiş açık alanda oturmak. Önüne geldiğimizde görüyoruz ki masalar rezerve, çünkü televizyonda Fenerbahçe'nin maçı var. O halde mimarisi çok hoş, eskiden ev olan tarihi binaya...
Masamızın manzarası çok güzel, sokak zaten güzel ve evler de elbette...
O halde klasiklerle donansın masa.

"Peynir lütfen, Arnavut ciğeri lütfen, beyin lütfen,"
ve garsonumuzun önerisi ile üzeri yoğurtlu adını bilmediğim bir lezzet daha... Ve elbette 35'lik Yeni Rakı ve bir kase buz. Ekranlarda maç ama bizi hiç rahatsız etmiyor. Sohbet şahane, hayaller, planlar, siyaset, kitaplar, geçmişten ânlar, anılar derken el atmadık konu kalmıyor. Bir de Sinop hayali ekliyoruz sohbete... Dışarıda enfes bir yağmur var. Ve usul usul, uzun bir zamana yayarak içtiğimiz 35'lik bitiyor. Ödemeyi yapıyor, garsonu boş geçmiyor, herkese teşekkür ediyor ve enfes yağmurlu geceye ve sokağa atıyoruz kendimizi.

Şimdi trene doğru yürüyoruz. Yağmur yağmaya devam ediyor. Üzerimizdekiler su geçirmez, o nedenle dilediğince yağabilir. D&R'a giriyoruz. Enn Sevdiğim Kadın kitap alıyor. Sonra trene doğru yürüyoruz, yağmur şiddetini artırıyor. Tam da bir şarkının söylenme zamanı, hani sözlerinin en vurucu yeri "Yağmurun sesine bak, aşka davet ediyor," olan... Keyfimiz gıcır, trende keyife devam, şahane sohbet, ıslanmamış planlar, akıp giden gecenin erken saatleri. Keyiften ölüyorum.
Bizim istasyon görünüyor, yine bir vedalaşma ânı, gülümseyerek ve çok mutlu bir adam hallerimle iniyorum trenden. Bir klasik tekrar edilecek, çünkü ara beni dedi. İstasyondan denize doğru çoookkkk mutlu bir adam yürüyor, aklında güzel bir kadın var, bu sunumlar zihninden pırıltılarla gökyüzüne ulaşıyor.
Kıskanmıyorum.
Çünkü o adam benim. Az sonra da şahane bir kadınla telefonda konuşacağım ve 10 yıldan fazla bir zaman geçmiş olmasına rağmen o konuşma sanki bu akşam onunla tanışmışım ve o nedenle soluk soluğa, kısmen şımarıkça ve ilk akşammış tadında olacak.
Bunu nasıl becerdiğimize, bu hisse, tazeliğe her seferinde aradaki tüm zamanları silerek nasıl ulaşabildiğimize, eve doğru yürürken ve bir yandan yağmurun tadını çıkarırken, yine şaşıracağım ve bu şahane kadını o andan itibaren özleyeceğim.
24 Kasım 2024 Pazar
Kışların En Güzeli*
Bir an....
...
Günün ruhları dürtükleyen saatleri başladı.
Kuralım artık masayı.
Haaa unuturum sonra, yolculuğun en keyifli ânlarından biri gelen ve giden Doğu Ekspresleri'nin karşılaşma noktası. Erken gelen bekliyor. Geçiş ânı keyifli. İnip beklemek de o ânı...
Diz boyu karlar. Peronda bekleyen yolcular ve ânı dondurmak isteyen fotoğraf makineleri.
Kars Migros Jet'i sevdik biz. Şarabımızı oradan aldık.
Sevilen'in Adatepe'si.
Tanışıklık var. Litrelik, vidalı kapak. Üç üzümden müteşekkil sek bir kırmızı şarap; Cinsault, Carignan ve Cabernet Sauvignon.
Havalı di mi?
Alkolü %12. İçimi keyifli, hatta çok eğlenceli.
Taze bir şarap bu. Tren için özellikle seçildi. Fiyatı makul, 19.50TL.
Fiyatıyla hava atan çok şarabı cebinden çıkarır.
Peynirler zaten muhteşem. Fransa'da bile bulamazsınız. Çünkü Kars'ta.
Yalnız peynir, kete, Şam fıstığı uyumu muhteşem. Çok da eğlenceli. Şarap da yakıştı valla. Haaa bu bir tren keyfi; planlanmış bir mizanseni de var tarafımızca. Aynı peynirlerin asil tamamlayıcısı ise alkolü daha yüksek şaraplar. Mesela %14 alkol oranlarıyla Sevilen İsa Bey ve Parsel NO: IX. Mesela Buzbağ'ın Diyarbakır ya da Elazığ'ı,
ya da ikisinin kupajı.
Tren usul usul. Biz de usul usul. Zaman donsa mı yoksa aksa mı?
Çünkü bir parça kete üzerine bir küp eski kaşar, gravyer, mezelik gravyer, eritme ya da çeçil koyup üzerine de bir adet Şam fıstığı yerleştirdiğiniz ânda ortaya çıkan tat muhteşem. Çok eğlenceli bir lezzet bu. Bir de buna bir süre sonra bir yudum şarap ekledinizmi,
gel keyfim gel.
*Şu uzun yazıdan unutulmaz bir ân...
17 Kasım 2024 Pazar
Ben Bazen Hayal Yaşarım!
"Mesela tansiyon yükselmiş,
illet bir baş ağrısıyla sarmaş dolaş,
yatak yorganla kardeş düşler içinde kulaçlar atarken,
hep eksik kalmış cümlelerimi düşünmüşümdür.
Ve her bu haldeyken bir sürü insan geçer akıl defterimden...
Ve ben her seferinde söylenmemiş kelimelerimi ard arda dizer, her avuca özel cümleler bırakırım.
Çok saklı bahçem, o saklı bahçelerde çok sayıda "aslında ne olmuştu"larım vardır.
Akıp giden zamanın bir yerinde, avuçlara avuç olsam, gözlerine bakıp aslındalarımı döksem isterim."
Diye yazmışım.
Sanki bugünlerimi görmüş, kendimle büyük bir hesaplaşma için kılıcımı kuşanmaya başlamışım!
14 Kasım 2024 Perşembe
Sen de Beni Güzel Hatırla
... O, o günkü sıkıntılarına değecek bir şefkat eli arıyordu.
Oysa daha dün, onu Tadelle'lerle seven, kendince çok haklı ama yine de umursuz bir telefon konuşması sonunda evliliğe gidecek olan sevgilisi ve O'nun en can arkadaşı gelmemişler miydi?
Kesmemişti!..
... Kapıdan çıkarken karşıdaki bina bir başka sayfayı açıyor. Çünkü o evin katlarında şehrin en popüler kumaşçısı ailenin abisi, yengesi ve ablası, bir katında ise kurucu babası ve annesiyle birlikte, "Kiminin her şeyini sunarak bir türlü yaratamadığı duyguyu; yalnızca çantasından çıkardığı bir Tadelle'yle yaratabilen, bir kartpostalın arkasına yazdığı şiirle duygularımı göz ucuma yığabilen insan güzelliği..." oturuyordu.
... Usul rakı yudumları, su olup akan cümleler, anılar, gündemler derken bir ânda; bugüne kadar hakkında yazmadığım ama yazmaya karar verdiğim, hayatımın en zor yıllarından, asker ve taze bir yirmilikken, ve belki de üzdüğüm, bir seçilmiş olarak televizyon ekranında O siyah beyaz gözükmüşken; Kenan Evren ve avanesinin tam kadro katıldığı 12 Eylül 1980 darbesi sonrasındaki ilk 19 Mayıs günü ve ilk kez yapılan canlı yayında; bayrağı Bandırma Vapuru'ndan aldıktan sonra limandan uzun bir mesafe koşarak onu tören alanına taşıyan, bizim bölük gazinosunu yengemiz koşuyor diye tıkabasa dolduran, tek kanallı siyah-beyaz TRT ekranından akan, elbette kasılmama sebep olan ve sonrasında adı -şehrimizde- Bayrağı Taşıyan Kız olarak kalana geliyor. Ve başka mekânlara, başka ânlara doğru yürüyor kelimeler...
Yıl 1982 ya da 81'in ortaları, askerlik sonrası hayallerimi bir ölüm nedeniyle erteleyeceğimi hayal bile etmiyorum, güçlü ve uzak coğrafyalara dönük planlarım var. Askerliğiminse son demleri. 20. yaş 21'e selâm duruyor. Askere gelirken tüm eski ilişkilerimi kapatmaya ve dönüşte yeni bir sayfa açmaya karar vermiştim. Baba öleli bir yılı biraz geçti. Artık ben kardeşlerimin de bir anlamda babasıyım. Onlar henüz biri kolejde olmak üzere öğrenciler, ben de asker. Şehrime sıklıkla gelebiliyorum; işlerle ilgileniyor, okulu bırakmak zorunda kalan ve henüz 15 yaşında olan kardeş ise mağazayı yönetiyor ve birliğim bu nedenlerle izin konusunda bana anlayışlı davranıyor.
Yakın arkadaşım olmakla birlikte benden bir kaç yaş büyük K. evlenmek üzere, henüz nişanlı. Bir gün tanıdıkları, arkadaşları olan bir kızdan söz ediyor bana. Tanıdığım biri değil ki bu normal, benden iki, üç yaş küçük. Bu durum o yaşlardan bakınca, ne yani bebe mi büyüteceğiz dedirtiyor erkeğin ukalasına. Askere gelirken kendime vaad ettiğim üzere tüm eski ilişkileri sonlandırmış ve artık kitabımda yeni sayfalar açmaya karar vermiş bir durumdayım. Fakat tam da o zamanlarda yukarıdaki çerçeve içine alınmış cümleleri bir gün yazılarımda kuracağımı bilmiyor, hayal bile etmiyorum.
N. voleybolcu, okul takımının kaptanı, endamı yerinde ve şehrin en güzel kızlarından biri; ellerine ve parmaklarına ve ojeli tırnaklarının rengine bayılıyorum. Boy bos onda ve iyi bir smaçör. Lise camiasının tüm öğrencileri kendisini tanıyor ve bu anlamda çok da popüler. O'nu beğeniyor ve seviyorum ve K. ile eşinin evinde bir hafta sonu tanıştırılıyorum. Şehre geldiğim her dönemde işlere bir göz atıyor, kardeşle durumu değerlendiriyor, bunun dışındaki tüm boş anları ise N. ile geçiriyorum. Elbette küçük amcam hafta sonu yengemi ve kuzenlerı alıp bize geçiyor, ben de amcamdan devraldığım anahtarlarla amcamların evine... Seks beni zihinsel olarak da rahatlatıyor, bu anlamda bir sorun yok ama onunla iken sınıra gelebilirim ama o sınırı aşmamam gereken de bir nokta var. Bunu hissediyorum ve o sınırı sadece bir şartla aşabileceğim ise teklifim üzerine sade bir dille bana ima edilmiş durumda, bu durumu o günlerden bakınca anlıyor, yadırgamıyorum da... Benim şehrime gidemediğim zamanlarda o en can arkadaşı ile beni görmeye birliğime kadar geliyor ve o günkü yüklerim, koşullarım açısından bakınca gerçekten de varlığı ve sevgisi hayatıma son derece iyi geliyor. Seviyorum, varlığı çok kıymetli, bünyem it lakin sanki gönlüm de onu seviyor. Bunda bulunduğum durumun ve duygusal ihtiyacımın yanı sıra fiziksel ihtiyacımın ve arzumun bir etkisi var mı? O an için bunu sorgulayamıyor olsam da sanki var diyebilirim, varlığından mutluyum, onu seviyorum çünkü çok nadir olan bir şey yapıyor, talep ediyor ve onun bana verdiği bir fotoğrafı yanımda taşıyorum. Fotoğraftaki kızı fiziken de seviyorum.
Süreç devam ediyor, şevişmek önceliği olan bir genç adam, buna itirazı olmayan bir genç kız, tüm bunlara rağmen nerede durması gerektiğini -o sınırı aşmak isteği baskın olsa da- bilen bir genç erkek. Her şey mutlu!
Üzerimdeki sorumluluklar ve baskılar tansiyonumu hoplatıyor, enn amcam olaya el koyuyor ve üniversite hastanesinde çekap'tan geçiriliyorum.
Hoş geldin yüksek tansiyon!
Askeri hastanede ve takipteyim. Çok sürpriz biri ziyaretime geliyor, tanıdığım en özel insanlardan biri, o ziyareti anlattığım yazımda şöyle de bir cümle kuruyorum: "Oysa daha dün, onu Tadelle'lerle seven, kendince çok haklı ama yine de umursuz bir telefon konuşması sonunda evliliğe gidecek olan sevgilisi ve kız arkadaşı gelmemişler miydi? Kesmemişti!.. O, o günkü sıkıntılarına değecek bir şefkat eli arıyordu."
Bir üçgenin içindeyim. Evlilik hayalim ve planım yok. Yaşım tam bir hergele, ben istesem bile o kabul etmez. Birlikte olduğum kız çok popüler, hayali var, onda da çok tutarlı ve samimi ama an itibariyle evlilik fikri bana çok uzak. Tam da o sırada bir İzmir seyahatimde Cemal ile onların dükkânı önünde otururken şehrimde öğretmen olan İzmirli bir kızdan söz ediyor, bu işime geliyor ve şehrime döndükten itibaren de onunla başka bir hikâye oluşmaya ve gelişmeye başlıyor. Diğerini üzme pahasına...
O'nunla sonra hiç bir ortamda rastlaşmıyoruz. Sonra, aradan geçen uzun bir zaman sonra, Tırtıl ve ben yürürken karşıdan gelen siyah kot takımlı, vücut hatları mükemmel, 35 sonu-40'lı yaşlarda bir kadın dikkatimi çekiyor, bir göz teması oluşuyor ama kısa, yan yana geçtikten bir süre sonra bende bir ışık yanıyor ve geri dönerek bakıyorum, o sırada onun da geri dönüp bana baktığını görüyorum ve jeton düşüyor, çünkü O...
10 Kasım 2024 Pazar
Ne Filmdi Ama!
Afişin biri dikkatimi çekiyor.
Serde çocukluğumun televizyon yönetmeni olma hayali var.
Elimde de -her zaman- hayali bir kamera...
Sadece afişlerine göz attığım birçok filmi bu hayal akşamıma, o akşamın geç saatlerine ve gecenin ıssızlığına yakıştırmıyorum.
Ama bir afişte kalıyorum.
İçgüdülerime her zaman olduğu gibi bu kez de sahip çıkıyorum. Gün gece yarısına doğru usul adımlarla ilerliyor. Elimde kumanda kanepeye uzanmış bir konfor içindeyim lakin geceyi fişekliyor, onunla ortaklaşıyor ve oynat Buraneroscuğum içgüdüsüyle kumandanın tuşuna basıyorum,
ve 2024 yapımı taze film başlıyor...
Bir kez daha çok istediğim ama hayatın izin vermediği hayallerimle buluşuyor ve yönetmenin kamera kullanımına ve açılarına bayılıyorum.
Hakeza oyunculara ve oyunculuklara da...
İzlediğim bir ütopya eyvallah. Sever miyim? Belki bazen... Ve o belki bazenlerin an itibariyle içindeyim.
O kadar içindeyim ki 109 dakika bir asır gibi geliyor. 109 dakika filmin uzun olduğunun altını çiziyor, farkındayım. Ama üç saati aşmış filmler de izlemiş bünye bu kez sanki o süreyi de aştık duygusu içinde ve o derece filmin izleyicisi değil de karakteri olmuş durumda. Serde yukarıda da belirttiği ve çok kez yazılarında altını çizdiği üzere televizyon gazetecisi, yönetmeni olma hayalleri de var. Ne kadar mütevazı olsa da kendi kamerasını kullanış tarzının hakkını yememek gerekir ki kendine çektiği belgesellerinde üstelik teknik olanaksızlıklarına rağmen, montajları hiçbir ek araç kullanmadan, kayıt halindeyken sadece kamerayı durdurup başka açılara ya da yakın planlara bu durdurma anlarında ayarlayıp, kayıda kaldığı yerden devam ederek, bütünlüğü hiç bozmadan şahane kullanmış da biri. Yani izleyicinin bu anlamdaki alt yapısı da kuvvetli. Yönetmene ise helâl olsun sana demiş durumda.
Giriş ve ilerleyiş harika, kanepede uzanmış olsa da bu sadece görüntü; çünkü film çoktan yazıda bahsi geçen şahsı ele geçirmiş durumda; hem sıradan bir film izleyicisi olarak hem de kamera kullanımı kendine has ve geçmişte, hatta çocukluğunda diyebileceğimiz yaşlarda çok beğeni almış biri olarak.
Bu satırların yazarı bir alaylı eyvallah lakin çok da emek vermişti; çocukluğunda ve ilk gençliğinde bu işlere... Çünkü en büyük hayali film değil ama blogda da çok kere söz ettiği üzere televizyon yönetmeni olmaktı ancak hayat izin vermemiş ve bir gece, henüz ölüm haberini almadığı saatlerde, askerken ve tektipini giyerken buraya kadar bu hayaller demişti hayat ona.
Bu birikimlerden bakarsam ve sinemasever biri olarak filme yönelik altını çizmem gereken noktalar şunlar oldurdu ki oldu. Öncelikle bu izleyici filmin akışına ve sahne gerçekliklerine bayıldı. Final bir ütopya idi. Çok emek verilmişti ve bu bir ütopya mantığı ile izlenince mükemmeldi. O sahnelerin bir şehir yapısında bu derece gerçekmiş gibi canlandırılması yüreğin yanı sıra pek çok özellik daha gerektirirdi ki, sanırım yönetmende ve bu filme para yatıranlarda bu fazlası ile vardı. Filmin yakın tarihli olması ve portallarda an itibariyle bulunması izleyici için bir şans olmuştu ki finale yönelik eleştirileri olsa da, yine de helâl olsun size diyerek yapım ve yönetim ekibine ve oyuncu kadrosuna yürekten seslendi ve filme emek koyan herkesi çok alkışladı.
Sonra yazının sonuna -kendisi özellikle izlememiş olmasına rağmen- bir fragman koysam mı acaba diye düşünmeye başladı. Önce koymamaya karar verdi. Sonra enfes bir anlatımla seslendirilmiş, fragmana göre biraz uzun ve filme yönelik açıklamalar yapan alttaki, ipuçları da veren kayıtla rastlaştı. O sırada kendi fikirleri ile bir iç savaş yaşamaya da başladı, ve özü koyma o fragmanı derken, bir yanı da en azından filmi sevmeseler bile filme verilen emeği göstermek, eleştirilerime rağmen merak edecek izleyiciler olacaktır mantığı ile bazı sinemaseverleri filmden yoksun kılmamak adına söz konusu özeti yayınlamaya karar verdi.
O halde -meraklılarına- iyi seyirler!
30 Ekim 2024 Çarşamba
Ekonomist Bunu Başarana Denir
Midye dolmalarının tanesi, boyutlarına göre 4 lira ile 6 lira arasında değişiyor. Bense torpilliyim, istediğim sayıya her zaman eşantiyon kategorisinden ilave yapılıyor; kendisi bir kaç metre ilerimde ve günde en az iki kere selâmlaşıyoruz!
Aradan bir yıl geçiyor, bir top dondurma önceki yıl 5 TL. iken -ama enfes- belediyenin kafelerinde dahi 10 TL, tek top alırsanız ise 12 TL!
Topunun 25 kuruş olduğu, dondurmaya hiçbir çocuğun uzaktan bakmadığı o güzel yılları, sevgiyle anıyorum.
Şu an Ekim sonu itibariyle aynı midyecide midye dolmasının tanesi ebadına göre 10 ve 13 TL.
Dondurmanın topu ise 20 T.L.
Ve Tuik enflasyonu, -yersek- Eylül itibariyle % 49,38!
Bir kaç gün sonra bir yazıma gidiyorum, sürpriz... 20 haziran 2021'de beyaz şaraba eşlik için aldığım midyeler yazımda... Sıkı duruyoruz, aynı midyecim ve midyenin tanesi 1,50TL! Bana özel iskonto ile 1.25 TL. Ve tarihe bu küçük notu hemen düşüyor ve ekonomist dehası ile neredeeeennn nereye, diyoruz!
24 Ekim 2024 Perşembe
Size Bir Sır Vereyim Mi?
Dün enn sevdiği kadının da bildiği durumun olgunlaştığını ve memleket hallerinin de kısmen normalleştiğini düşünerek hayalini onunla paylaşma planları cebinde eve varmış, sonra da güle oynaya bir sohbetin içindeyken kurguyu ona anlatmıştı ki o sırada ülke başka bir felaketle yüzleşmek durumunda kaldı; elbette hepimizin gardı düştü, kayıplarımıza üzüldük.
Ama hayat bir yandan da devam ediyordu. Ve zaten ortak bir mutabakat sonucunda bu gerçekleşmenin 15 günden sonra olmasını kendi aralarında kararlaştırmışlardı.
Uçuş için iki gün seçtiler, cuma akşamı buradan, pazar gecesi oradan.
Kalacakları yer cepteydi, daha önceki seyahatlerde seçtikleri noktaları gözden geçirirken, çok sevdikleri ve bir ailenin tatlı insanlarının çalışan olduğu çok sevimli konakta; buluşma noktalarına kolay ulaşılabilir olması nedeniyle de mutabık kaldılar. Üstelik Buraneros bu satırların keyfini çıkarmak için kahvenin soğumasına, soluklaşmasına ve hatta duruma gülüp kendisiyle dalga geçmesine bile razı geldi.
Yani Buraneros ve Enn Sevdiği Kadın, son dakikalarda bazı zorunluluklar oluşsa da belki erteleyecekler ama sonuçta uzun süredir var olan ama enn çok da pandemi koşullarına takılan hayali kısa zamanda ve mutlaka gerçekleştirecekler,
sanki...
21 Ekim 2024 Pazartesi
Unutulmayanların -Bence- En Güzeli
70'lerin sonu 80'lerin hemen öncesi, uzunçaların arka kapağından...
Unutulmayanlar adı altında çıkan bu uzunçalarda ve bu dizide çıkan diğer plaklârda, kronolojik bir tasnif yoluna gidilmemiştir.Ayrıca gene bu dizinin plâklarında, tıpkı bu uzunçalarda olduğu gibi, romantik şarkılar, caz kökenli vokaller, ya da Rock'n Roll türü müzik arasında da bir ayrım yapılmamıştır. Geçmiş devirlerin unutulmaz melodileri, hangi tür müzik olursa olsun, aynı uzunçalarda yer almıştır. Çünkü bu dizinin amacı, kronolojik, müziksel, milli kategoriler yapmak, sanatsal değerlendirmelerde bulunmak değil, belli yılların hâlâ unutulmayan melodilerini, gençliklerini o yıllarda geçirenlere ve doğal olarak bu hafif müzik klasiklerinden hangi yaşta olursa olsun, daima hoşlanacak müzikseverlere sunmaktır.
Bu dizinin diğer plâklarında olduğu gibi, bu uzunçalarda yer alan melodiler, devirlerinin liste başları, milyon üstü satan, olaylar yaratan plâklarından seçilmiştir.
Buraneros şaşkın değil, ama öfkeli. Pek şaşırmasa da bu kadarı da fazla diyor. Yeni doğmuş bebelerin, üstelik bazı doktorlar ve sağlık çalışanlarının şirket haline getirdiği kurumlara ve skandal ötesi durumlara çok şaşırmamış olsa da aynı durum Avrupa'nın herhangi bir ülkesinde olsa cumhurbaşkanından başlayıp tüm ülkenin bakanları ve hükümeti istifa ederdi, diye de düşünmüyor... Çünkü onların etmek zorunda kalacağını biliyor!
Bizim şimdikilerde tık yok,
buna şaşırıyor muyuz?!
Ülkeyi sanki 22 yıldır onlar yönetmiyorlar ve her kötülük muhalefet tarafından yaşatılıyor. Oysa geçmişe şöyle bir göz attığımızda görüyoruz ki bu ülkede ölüm nedeniyle eksilen meclis aritmetiğini tamamlamak adına yapılan ara seçimlerde -sadece oyları bir miktar- düştüğü için, önlerinde iktidar yılları olmasına rağmen ve zorunluluk olmadığı halde, halktan yeniden onay almak adına erken seçim kararı alıp sandığa giden, ve o ara seçimde oyları eski oylarının gerisindeyse, asıl patronu, yani halkı sandığa davet edip istifa eden hükümetler ve başbakanlar da görmüştü bu ülke.
Elbette başarı ile depolitize edilmiş, önlerine başka oyuncaklar koyulmuş, 2000'li yıllarda doğmuş ve günahsız gençler bunları bilmeyeceklerdir ama biz özgür seçimlerin yapıldığı, başarısız olunduğunda koltuğunu bırakıp gidebilenlerin olduğu, muhalif olsak da kariyerlerine saygı duyulması gereken siyasetçilerin yaşadığı ülkeyi de gördük. Üstelik o adamlar hiç bir zaman, taşkınlıklar yapılmadığı, etrafa zarar verilmediği sürece polisi; miting bir haktır düsturu ile izin verilmiş kalabalıkların içine sokup dağıttırmayı ve eylemleri durdurmayı düşünmediler! Haklarında yapılmış eleştirilere, onları yazanlara ayar vermediler. Enn absürt karikatürlerine gülüp geçtiler. Oysa şimdiki?!
Elbette yaşam devam ediyor, edecek, bu günler de geçecek. Umutları kaybetmeye hiç de gerek yok. Bu ülke güzel, insanı da güzel. Rabbim geçmişin kıymetini bilemediğimiz için bizi sınıyor da olabilir! Ama damarlarında asil bir kan dolaşan farklı etnik kimliklerden insanların kardeşleşebildiği bu milletin 2000'li yıllara denk gelen insanları ve apolitize nüfusu da biraz daha okuyarak, merak ederek, farklı görüşleri mukayese ederek geçmişe şöyle bir göz atarsa, inancım tamdır ki her şey çok daha güzel olacak!
Kayda Geçsin adlı programda zevkle izlediğim ve Youtube'da yayınlanan Tımarhanede Bu Hafta adlı kısa kayıtlarına bayıldığım Şule Aydın'ın program sonundaki bitiriş cümlesini bu yazı vesilesiyle ve küçük harf değişiklikleriyle tekrar ediyor ve hepimizin, aklımızı kafatasımızda tutabileceğimiz bir hafta diliyorum.
O halde Müzik!
Eski yıllardan ve serinin en sevdiğim uzunçalarından seçtiğim şarkılarla güncelden kısa süreliğini de olsa kopalım, ruhumuzu serinletelim, çayımızı kahvemizi alalım ve müziğin, geçmişin ve nahif yılların gölgesine bir anlığına da olsa sığınalım,
aklımıza iyi geleceği kesindir!
17 Ekim 2024 Perşembe
Haydi Şimdi Bütün Eller Havaya
Çünkü kendi kuşağı Cumhuriyetin izlerinin hâlâ var olduğu yılları eğitim müfradatı nedeniyle biliyor o sayede de ülkeyi ve insanını tanıyordu. Babasından devraldığı meslek ona o kadar çok tanıklıklar yaşatmıştı ki bir çok insana ütopya gibi gelecek yılları minik bir çocuk, sonra genç bir adam olarak yaşamış, büyüklerinden devraldığı birikimleri özümsemiş, dolayısı ile de inancını kendine yoldaş yaparken hep diri tutmayı becermiş ve inançlarıyla adeta kanka olmuştu,
ve hiç bir günahları olmayan -yeni nesil- gençlere unutturulmak istenen o yılları anımsatmak istemişti.
Son sözü olarak o dönemler 20 yıldır, özellikle ve kıskançlıkla ve bilerek, gerektiği gibi anlatılmadığı için!.. Özellikle gençlere demek ister ki Buraneros: Üzüntüye, hayıflanmaya ve kedere gerek yok.
Ama kendilerine ideolojik bir yaklaşımla ve bilinçli olarak gerektiği gibi anlatılmayan Cumhuriyetin kuruluş yıllarını ve ülkenin yeniden kuruluşunun izlerini anlatan kitapları, doğacak ya da doğmuş çocuklarımızın yararı için Nutuk'dan başlayarak okumakta, hediye etmekte, ve okutmakta yarar var...
O halde,
gelecek güneşli günler için...
Haydi şimdi,
bütün eller havaya!
14 Ekim 2024 Pazartesi
Masal Bir Ülkede Bir Varmış Bir Yokmuş
Konserler dizi dizi, kapalı spor salonları dolup taşıyor, onca sinemaya rağmen biletler karaborsaya düşebiliyor.
Fuarların kocaman, yemyeşil, peyzajları muhteşem lunaparkları var. Ekonomi karma, devlet kurumları dimdik ayakta ve birbirine entegre. Devlet Üretme Çiftlikleri'nde yok yok. Zonguldak adlı şehrinde bereketli maden ve kömür ocakları, Batman'da petrol kuyuları var. Rezervler asırlar geçse de tükenecek gibi değil.
Ziraat Bankası köylünün, Halk Bankası esnafın, Etibank madenlerin, Sümerbank giyim kuşam, çanak çömlek, el sanatları, porselenler, el emeği emsalsiz halılar ve cam ürünleri gibi akla gelen her şeyin.
Paşabahçe cam ve porselen ürünleriyle bir dünya markası.
Emlak Kredi Bankası ev sahibi olmak isteyenlerin arkasında; uzun vade ödemeli toplu konutlar yapıyor.
Çimento ve Demir Çelik Fabrikaları yurdun dört bir yanında; işgal altındayken, vatansever halkıyla verdiği topyekün mücadele sonucunda Kurtuluş Savaşı'ndan çıkmış, gelişme çabasında olan bir ülkenin bağımsızlığının çimentosu onlar.
Tüm tarım araçları ve traktörler Zirai Donatım Kurumu'ndan. Ziraat Bankası'ndan düşük faizli ve uzun vadeli kredi kullanıp traktörler, biçerdöverler gibi tarımsal araç gerece sahip olunabiliyor. Özel sektör kurumları ve bankaları ile devletinkiler tatlı bir rekabet halinde. Karayolları kurum olarak adından anlaşılacağı üzere ülkenin her noktasında yollar yapıyor. Y.S.E, yani açılımı yol su elektirik olan kurum, köylere ulaşacak alt yapı hizmetlerini veriyor. D.S.İ, yani Devlet Su İşleri, barajlar inşa ediyor, ihaleler yandaşlara peşkeş çekilmiyor, araç parkları güçlü, mühendisleri Atatürk sevdalısı ve Cumhuriyet aşığı.
Köylünün, ürünüm elimde kalır korkusu yok, alıcı tüccarlar ve devlet. Süt Endüstrisi Kurumu üretici köylünün ayağına gidip topluyor sütleri ve pastorize edip şişeliyor; yağ, peynir ve süt kurum mağazalarında uygun fiyatlarla satılıyor. Aynı işleyiş Et Balık Kurumu'nda, Toprak Mahsulleri Ofisi'nin silolarında da var; pirinç, bulgur gibi hububatlar satış ofislerinden ucuzca tedarik edilebiliyor. Ve bu yapılanma aynı zamanda özel fabrikalara da örnek oluyor ki bunlardan birine bizzat tanık çocuk.
Almanya'da eğitimini yapan, sonra yurda dönen, adı Yalçın olan bir amca, Engiz'de son derece modern bir fabrika kuruyor. Çocuk o fabrikayı geziyor ve ilk kez, ancak filmlerde görebildiği şişelenmiş -günlük- pastorize sütün tadını bu sayede alıyor.
Eskişehir Uçak Fabrikası, Tusaş, Tank Palet, M.K.E. Kırıkkale Silah Fabrikası, Zonguldak Kömür İşletmeleri, maden ocakları, Tariş, Fiskobirlik, Tekel, SEK, İskenderun Demir Çelik, Ereğli Demir Çelik, Çorum Çimento ve benzeri kurum ve birliklerin hepsini tek tek yazsam istiyor çocuk ama okurun ki de can.
Memurlar için sosyal hayat kurum lokallerinde. Memleketin pek çok yerine yayılmış ve son yirmi yıl içinde tek tek müteahhitlere satılmış, daha doğrusu peşkeş çekilmiş, anne babayla gidilen kurum kamplarında tatil yapmayan, anı biriktirmeyen çocuk neredeyse yok. Devlet Malzeme Ofisleri kırtasiye ve D.M.O etiketli pek çok ürünün kamu kurumları için tedarikçi ve dağıtıcısı. İlkokul bebelerinin, yeni doğmuş çocukların ve hatta ilk, orta, lise öğrencilerinin sağlık kontrolleri devlet kurumlarında bedava; aşı görevlileri kapı kapı dolaşıyorlar, ders aralarında ve beslenme saatinde süt ve poğaçalar devletten!
Milli Eğitim'in kitap dükkânlarından üstelik ucuza, hayal edilemeyecek, son derece nitelikli kitaplar alınabiliyor. Tiyatro, sinema, opera, bale, konserler neredeyse bedava ve son derece nitelikli.
Öğrenciler en azından yılda bir defa öğretmenler gözetiminde görevli sağlık kuruluşlarına, yani dispanserlere götürülüp röntgenleri çekiliyor, aşıları takip ediliyor, görevliler bizzat okullara gelip düzenli olarak o aşıları yapıyor. Köy Enstitüleri her alanda bilgisi olan öğretmenler yetiştiriyor, her şey masal gibi... Devlet tüm bu hizmetleri de anadan babadan daha iyi, sorumlulukla ve bedava yapıyor.
Ülkenin üç tarafındaki denizlerde yük ve yolcu gemileri dolaşıyor, demir ağlarla örülmüş ülkede tren ve gemi yolculuklarının her biri diğerinden keyifli; yolculuk esnasında Cumhuriyetin kurduğu fabrikaların önlerinden geçiliyor. Durulan istasyonlarda kompartımandan kollar uzatılarak vagonlardan şeker fabrikalarına gitmekte olan şeker pancarlarından alınıyor ve evlere varılınca da onlar kuzinelerin fırınlarında pişiriliyor, keyifle de yeniliyor.
Ülkenin bir diğer ucunda, Kars'ta, artık Ziraat Bankası'nın Kars şubesinin müdürü olan amcası sayesinde gittikleri Boğatepe adlı köyde, seccadesini toplayan bir kadınla rastlaşıyor çocuk. Teyze dikkatini çekiyor, Türk'e benzemiyor. Sonra öğreniyor ki bu hoş ve az önce seccadesini toplayan teyze Sovyetler Birliği'nden gelme ama Alman asıllı. Ve küçük bir peynir üreticisi olan abinin eşi. Çocuk için bir masal an daha. Şehrine döndüğünde tüm bunları arkadaşlarına anlatacak. Üstelik dünyanın en kaliteli ve özel kaşar peynirleri; yöre çiftçisinin sütleri ile ve eski metotlarla burada, Boğatepe'de üretiliyor.
Elazığ da TEKEL'e ait şarap fabrikası; yöreye özel, çok nitelikli bir Atatürk ve Cumhuriyet eseri, biri kırmızı diğeri beyaz olan üzümlerden kırmızı ve beyaz olmak üzere iki türde Buzbağ şaraplarını üretiyor ve çok şükür ki fabrika mevcut iktidar döneminde bağları ile birlikte ülkenin en güçlü ve nitelikli firmalarından birine satılıyor.
Çocuğun ailesinin memleketi!
Çocuk yazları yöreye gittiğinde ailesi ile; sabahın en erkeninde dedesiyle birlikte her gün mütevazi bağa gidiyor, olmuşluğu gözleri ile test eden dedesinin, salkımlarını özenle kestiği üzümleri, üzerindeki çiğlerin serinliği ile tek tek kopararak, keyifle yiyor çocuk.
Ve ilginçtir bu ülkenin adı da Türkiye!
Sonra mirasyediler türüyor, ülkeyi yönetmeye başlıyorlar, tüm bu kurumlar özelleştirme kapsamında elden çıkarılıyor, gemiler gelmez oluyor, fuar alanları harabe oluyor, kamu kurumları özelleşiyor, yarış atları yetiştirilen, süt sağılan haralar özelleşiyor ve yok oluyor; 1 dolar 36'liralara varıyor; pandemi öncesi ülkenin en lüks lokantalarında alkol dahil, ve kuş sütü eksik olmayan masalarda 250- 500 lira civarında paralar ödenirken... sonrasında 2000, 3000 liralar yetmiyor. Uçağa binmek çocuk oyuncağı olmuşken artık otobüs yolculukları bile lüks oluyor.
Kısacası bütün adı geçen kurumların işlevsellikleri bitiriliyor.
Bir koca ülke, istisnaları hariç, beterin de beteri var diyerek ve kafayı yemek üzereyken; neredeyse mevcut durumuna, hâlâ yaşıyor oluşuna şükrediyor. Çaresizliğine sığınıp, eller havaya deyip, bir süre çılgınlar gibi eğleniyor; sonra da zorunlu olarak, kabulleniş sendromuyla birlikte mutsuz hayatına geri dönüyor.
Ve birileri de ellerinde smoothilerle, itibardan tasarruf olmaz mottosuyla, lüks lüks arabalarla, sayısına bereket uçaklarıyla, saraylarda ve üstelik bizim vergilerimizle hayallerini yaşarken, aklımızla alay etmeye devam ediyorlar.
Ve tüm bunlara bir ilkokul öğrencisi büyürken tanık olabiliyor!.
Cumhuriyet'in kuruluş yıllarını, verilen savaşları görmemiş olsa da: Demiryolcu dedesi, dağ başlarında yeni yeni yollar açan Karayolları araçlarının bakımını ve tamirini yapan ve gencecik bir usta olan, evlendikten sonra kendi tamir atölyesini açan, tırnaklarıyla kazıyarak yol alıp yedek parça dükkânlarına ulaşan ama çok erken ölen babası, genç ve idealist Ziraat Bankası müfettişi amcası ve daha genç, aynı bankada bankacı halası, inşaat mühendisi, ilk boğaz köprüsü inşaatında daha öğrenci iken çalışmış, mezun ve gencecik bir inşaat mühendisi olarak D.S.İ'nin bir baraj projesinde iş başı yapmış dayısı, tarım alanlarına sondaj için giden, tarlalar için su bulan, bulunan suları kanallarla alanlara yayan D.S.İ. çalışanı amcası, Karayolları'nda memur yengesi, Cumhuriyet ve Atatürk aşığı tüm büyükleri ve kuran okumayı öğrendiği aydın din adamı Mümin Dayı ve elbette başta ilkokul öğretmeni, muhteşem kadın Gülseren Kaya olmak üzere onların her birinin ayrı ayrı emekleri ve özendirmesiyle edindikleri sayesinde sinema, konserler ve tiyatro ile ilişki kuruyor ve kitaplar sayesinde edindiği farkındalıklarla da baktığını görmeyi öğreniyordu çocuk.
Ve onları
biriktiriyordu...
ve asla unutmuyordu çocuk.
12 Ekim 2024 Cumartesi
Bizim Mahallede Bir Akşam Ve...
günlerden pazar...
Enn sevdiğim kadınla bir mekânda takılalım bu hafta sonu düşüncemiz var. Neresi olsun konusunda ân itibariyle seçim yapmış değiliz.
Tercihi ona bırakmış durumdayım.
Sonra, bir vakitte telefonum çalmış mı yoksa ben onu aramışım da ulaşamamışım mıyı hatırlamıyorken, cevapsız arama mesajını görüyorum sabit telefonda ve geri arıyorum.
Onun önerisiyle eş zamanlı olarak bir vaoww sesi çıkıyor içimden, ama sessizce. Karar çok şaşırtıcı, ve gülümsetici,
çünkü!
Bu sabah uyanıyorum. Gün erken, biraz sonra kahvaltıyı aradan çıkarmayı düşünüyorum ve iki dilim kızartılmış tam buğdayın arasına haşlanmış ve dilimlenmiş yumurtayı yerleştirip, üzerine de dilim kaşar ve dilim salam ekliyorum.
O halde çay.
Çalışma odama geçiyor, bilgisayarı biraz geri iteliyor, onun boşluğuna da tabağımı ve çay fincanımı yerleştiriyorum. Ufak ufak atıştırırken de blog yazılarına göz atıyor, yeni yazılara yorumlar yazıyorum ve tam o sırada Fransız'ın cam korkuluğu ile cam kapı arasındaki, bulunduğu yerden kurtulmaya çalışan, çoookkkkk tatlı bu minik kuşu fark ediyorum. Benzer durum çok yaşandığından ve bizim çatı her çeşit kuşa ev sahipliği yaptığından, gülümseyerek yerimden kalkıyor, Fransızın tek kanadını açıyor ve etrafı seyretmekteyken artık çırpınmaya başlayan ve korkuluktan bir çıkış yolu bulamayan ve varlığımla da ekstra telaşlanan miniği yakalıyor ve uçuruyorum.
Geçen Hafta Pazar
Enn sevdiğim kadın arıyor, günün en güzel, ruhları dürtükleyen saatleri. Yer seçimi için benim tercihimi soruyor. Bir iki yer söylüyorum ama son karar onun. Cehennemin dibi dese kabulümdür. Ve bombayı patlatıyor.
"Disco Burger'e ne dersin?"
Hımmmm...
ne derim acaba?
Mekân komşu evlerden biri, çocukluğumuzun ve komşuluğumuzun, bağ bahçeli yıllarımızın, uçsuz bucaksız yeşilin, burnumuzun dibindeki ve sanki sadece bize aitmiş gibi duran denizin dibi. Yıllar yıllar sonra, imar uygulamalarının ardından parsellere bölünen, parsel aralarından yollar geçen, kaçınılmaz bir yapılaşmaya sebep olan, toprak sahiplerine önemli rantlar sağlayan coğrafyamızın, mirasçıları tarafından, anne babanın ölümünün ardından ev halinden çıkarılıp bir mekâna kiralanan ve açıldığı günden beri adım atmadığım, atmadığımız, daha çok gençlerin takıldığı bir nokta. Ve her gün burnumun dibinde olan, elemanları ile her gün selamlaştığım, adı Disco olan köpekleri ile kankalık ilişkim olan ama tekrar edeceğim üzere içine adımımı atmadığım yer.
Ân itibariyle Meteoroloji'nin duvar dibine park ettiği arabasında midye dolması satan abiyle sohbetteyim ve ne giysem kararsızlığım yüzünden de geç kaldığım için bana doğru yürümekte olan enn sevdiğim kadın konusundaki endişem, artık yerini terk etmiş durumda ve bir yandan abiyle sohbet ederken de gözlerim onun geliş yönünde... Derken ben, yüzümde enfes bir gülümseme; mekânın bahçe kapısına doğru, gözlerimi ondan alamadan, yavaş adımlarla yürüyorum.
Elbette sarılmaca ve elbette öpüşmece ve elbette coşmaca...
Mekânın tavanı açılan iç kısımdaki, eski evin dokusu bozulmadan dekore edilmiş hali sevimli geliyor bana... Bu gece bira gecesi, veriyoruz siparişi ve kendi burgerleri Disco Burger'den istiyoruz, elbette patates de; burger tabağında olacaklara ek olarak. Ama Angaralı Yarim'in gözlerini parlatacak olaysa az sonra masamıza donatılan turşular oluyor. Bu aslında benim için de şaşırtıcı lakin Angaralı Yarim'in gözlerinin parlamasına sebep oluyor çünkü Angara'nın şanıdır biranın yanında turşu.
Keyifliyiz, sohbet güzel... Derken bir baskına uğruyoruz; enfes bir müzik, enfes bir grup, nefesliler nefes kesici, seçilen şarkılar tavan, coşku Ukrayna'ya varıp geri dönüyor sanki. Gençlerin eller havada... ve İzmir'in Dağlarında Çiçekler Açar'la muhteşem final. Alkışlarla uğurluyoruz mekân gezmesinde olan bu şahane grubu.
Ve D.J. iş, gençler pist başında, vakit gece yarısına yaklaşıyor, kafalar sanki biraz daha güzelleşiyor, final birasını istiyor ve bölüşüyoruz. Yine keyifli bir akşam. Bizim durağa doğru biraz sarmaş, biraz dolaş yürüyoruz. Otobüs'ün geliş saatine kadar epeyi zaman var. Bizim ön bloğun arka blok tamamlanmadan önce kullandığımız 6. kattaki dairesini ve O'nunla geçirdiğimiz enfes günleri...
düşünüyorum.
O'nu otobüse bindirip geri, eve döneceğim. O, geldim evdeyim, diyene kadar bekleyeceğim. Sonra biraz bilgisayarda takılıp, belki televizyonu açıp, O'nun da içinde olacağı, biraz daha zamana ihtiyacı olan bir gelecek için aldığım -bazı- kararlarıma gülümseyip, uykuya koşacağım.
6 Ekim 2024 Pazar
Kaset Çağına Karlar Düşer
Müzik listeleri hazırlamak, sonra o listelerle kaset kayıdı yapan dükkânlara koşmak, sonra verilen saatte gidip onları teslim almak; sanırım dünyanın enn keyifli işlerinden biriydi.
Bizim yıldızımız Selçuk Abi'ydi. Hemen okulumuzun, şanlı 19 Mayıs Lisesi'nin, çıkış kapısının karşısında küçük bir dükkandı. Ama daha önemlisi kayıt cihazları idi: Stereo kayıt yapabilen ve bunu marka cihazlarla yapan ve ayrıca kendisi de bir müzisyen olan, şahane iletişim kurulabilen, bilinen ve yakın çevresinin kullandığı adıyla, Timpa Selçuk.
Onun bizim akrabamız olan insanlarla aynı binada oturduğunu, biz ortaokuldayken derslerimize gelen ve şehrin en güzel sarışınlarından olan eczacı Gönül adlı hanımefendi ile nişanlı, daha sonra da evli olduğunu öğrenmek muhteşemdi.
Bazen rastlaşırdık, elbette sohbetin dibine de vurur, eski günleri de anardık... Sonra rahatsızlandığını öğrendim ve çok nadir olmaya başladı rastlaşmalarımız. Bugün birden aklıma geldi, aslında bu yazıyı tetikleyen ve yazmama sebep bambaşka bir şeydi. Youtube üzerinden müzik dinliyordum, o, bu, şu derken; Karlar düştü önüme... İşte o zaman, dedim ki kendime, Sen fazla derinleşmeyen bir Selçuk Abi yazısı yazmalısın...
Kaset torbalarım balkondaydı, yüzlerce kaset içinde ağırlık Timpa etiketli olanlardaydı. Bu logo o yıllardan bakınca bir modernlik nişanesiydi ve havalıydı. Elbette alınan boş kasetlerin Sony olması da... Ahh o listeleri hazırlamak... Başta Hey olmak üzere dergileri taramak, Sezen Cumhur Önal'ın, Şebnem Savaşçı'nın ve İzzet Öz'ün programlarından şarkı aşırmak ve onları listeye eklemek şahaneydi. Elbette benim plaklarım ve kasetlerim arkadaş partilerimizin olmazsa olmazıydı. Ve elbette gidenlerin gelmemesi, dinler getiririmlerin beyhude olması, o güzel yılların birer nişanesiydi.
Sonra özel radyolar, sonra televizyonlar, bilgisayarlar türeyince, plakların ve kasetlerin o güzel yılları, romantizmi, insan güzellikleri ile birlikte yok olmaya başladı. Telefonlar neredeyse tüm diğer dinleti aletlerinin yerini aldı ve bugünlere vardık.
Şimdi gelirsek bu yazının asıl sadedine: Selçuk Abi, tam adıyla Ali Selçuk Gürdal, şehirdeki yakın çevresinin deyişiyle Timpa Selçuk; Adamo'nun Car Je Veux adlı şarkısına Türkçe sözleri yazan, bir televizyon programında aynı sahneyi paylaştığı Akrep Nalan'ın Karlar Düşer adıyla seslendirdiği şarkının söz yazarıdır.
Ve, benim nadir güzel söylebildiğim bir başka şarkı, Her Yerde Kar Var, büyük usta Salvatore Adamo tarafından da bizim dilimizle, alttaki 17 dakikalık klipin 9 dakika 38 saniyesinde de rastlanacağı üzere Türkçe... ve elbette muhteşem yorumlanmıştır. Sonrasında ise Selçuk Abi'nin sözlerini yazdığı Karlar Düşer, bu kısa konser kaydında yer bularak hem Türkçe hem de Fransızca olarak yine büyük sanatçı Adamo tarafından taçlandırılmıştır.
3 Ekim 2024 Perşembe
Gerçekti Şimdi Hayal Oldu-2
7 Mehmet-Antalya
Nereden Nereye...
Epey dinlendikten sonra bu seyahatin starı için yola koyuluyoruz. Rezervasyon sorumlumuz masayı günler öncesinden ayırtmıştı zaten. Nasıl ulaşırız kısmını da kahvecide halletmiştim. O halde yola koyulalım, saat 19:00'da orada oluruz demişiz sonuçta.
Önce en yakın duraktan Nostalji Tramvayı'na biniyoruz. Güzel bir Antalya akşamı, güzergâh zevkli, hava çiseli, günün hareketi sonlanmış, dolayısı ile vagon sakin. Bir teyze var, tatlı, belli ki tanışıyorlar genç vatmanla. Sohbetleri neşeli. Teyzem evlendirmeye niyetli genç vatmanı. Hattın ortalarında bir yerde iniyor teyze. Bizim son durakta, Müze'de inmemiz gerek.
Hazırda bir taksi var durağın hemen yanında. Genç bir şoför. Sohbet ederek varıyoruz mekâna. Kaleiçinden, tramvay artı taksi 17 TL tutuyor.
Hoş bir genç kız karşılıyor mekânda bizi, elinde şık bir dosya ile. Rezervasyon doğal olarak yaptıranın adına. Bundan zevk alıyorum nedense. Masamız bahçeye bakan camın kenarında, dört kişilik bir masa, bu da ferah kılıyor ortamı, daha baş başa bırakıyor bizi.
Ne tesadüf ki bir kez daha garsonumuzun adı Mustafa. Bir başka güzellik şu ki bu Mustafa da çok iyi. Yemek sonrası kritiğimiz esnasında bunun üzerine epey konuşuyoruz zaten. Tasarladıklarımıza uygun düşen içecekse rakı, kanımızca bu mekân başka bir içkiyi getirmiyor akla. Keçi peyniri bankomuz. Söylüyoruz. Şu meşhur atomu hiç bir kez denemek istememiştim, bu kez istiyorum. Üzeri karamelize soğanlı fava mutlaktı zaten. Hibeş konusunda tereddütlüydüm açıkçası. Mustafa önerince ve rakıya yakıştığının altını çizince kırmıyoruz onu. Bunlarla başlayıp sonra akışa göre ilaveler yapacağımızı belirtip teşekkür ediyoruz garsonumuza. Hizmet kusursuz. Mustafa mezelerin içerikleriyle ilgili bilgi veriyor, duruşu tam olması gerektiği gibi. Sıkmadığı gibi itici de gelmiyor tavırlar. İçten ve samimi.
O halde yarasın! Keçi peynirine bayılıyoruz. Hazırlanan tabaklar seyirlik. Daha yeni humus cennetinden dönmüş damaklarımız, üzeri karamelize soğanlı, elbette onun yağı ile tatlanmış favaya şapka çıkarıyor. Atom daha önce hiç denememiş bende kahır yaratıyor. Kesinlikle muhteşem bir eşlikçi rakıya. Onunla içmeye bayıldığım kadın atom konusunda deneyimli, beni destekliyor. Hibeşi de beğeniyoruz. Bir nüans var damaklarımızda ki o da diğer mezelerle tonunu tutturamamış olmamız.
O ara karides güvecimiz geliyor. Dondurulmuş ve her yerde neredeyse aynı ve mini minicik karideslerden bıkmış gözlerimiz parlıyor. Damaklarımız onaylıyor. Az sonra da kalamar mücver... Olağanüstü buluyoruz. Keyfimiz katmerlenerek devam ediyor. Aslında iş yemekleri için uygun olduğunu düşünüyoruz lokantanın, dolayısı ile iş yemeği esnasındaki rakı - şaraba uygun. Baş başa bir akşam yemeği için değil de, karnımızı doyururken bir tek de içelim ortamı gibi geliyor bize. Orta masalardan birinde olsak, çok da keyif alacağımızı düşünmüyoruz. Hatta bilerek çiftlere bu masaları verdikleri fikrindeyiz ki akıllıca ve müşteriyi anlayan bir davranış. Çok tatlı bir akşam ben için, masa arkadaşım çok tatlı çünkü. Onunla içmek de.
Tatlıya geçme vakti geldi, aslında mevsimi olsa oğlak kesindi. Ne yazık ki mevsimi değil. Antalya'da tatlı denince akla ilk ne gelir?
Kıvamında pişmiş bir kabak, baymayan bir tat, tahin, dondurma ve ceviz parçacıkları... güzel bir final, tatlı yedik, şahane sohbet ettik, gözlerimizde kaybolduk ve dünyadayız. Daha ne olsun.
Mustafa elinde kahvelerle sigara içilen bölümün kapısında. Şahane bir bölüm yapmışlar kesinlikle; içmeyen ben içenlerin yanında hiç bir şey fark etmiyorum. O ara televizyon yemek programı ünlüleri de laflıyor hemen yanımızda.
7 Mehmet'de -ne tesadüf ki- 7 lezzet ve bir 35'lik rakı için 260 TL civarı ödüyoruz. Eski güzel lokantaları, -balık lokantaları dışında- yeni kuşakları nedeniyle yitmiş şehrimizdeki fiyat kalite oranına göre hiç de pahallı gelmiyor. Bir de bahşiş hak edilmeli bence. Mustafa fazlası ile hak edenlerden. Gecemizi akışkan ve güzel kılan temel ögelerden birisiydi kendisi.
Kapıdaki taksiye biniyoruz, hayatın tadını çıkarmayı bilen insanların ruh haliyle.
"Müze Durağına lütfen."
Ankara'daki bir arsasını satıp gelmiş yıllar önce Antalya'ya abi. Klasik "buralar dutluktu şimdi ne oldu" muhabbeti. Kendi arsası için de geçerli doğal olarak bu durum. İki Angaralı ve kısmen Antalyalı'nın sohbeti güzel. Benim de kafam. Öbür taksi aşağı göbeğe kadar gidip döndüğü için bunun yolu doğal olarak daha kısa ve 10 TL tutuyor.
Yazının tamamı ise burada
1 Ekim 2024 Salı
Enn Sevdiğim Kadın:
SEN doğmasan, ben hep eksik kalacaktım!
27 Eylül 2024 Cuma
Enn Sevdiğim Pastam
Sinemaya ara vereli asırlar olmuş gibi bir his var bünyemde. Aslında fena bir durum da değil bu. Zaman sanki durmuş ve ben o duran zamanın yavaşlığında bayağı bayağı hayatın tadını çıkarmışım.
Ekranım açık, bir yandan ben işe bakarken, filmin afişi ve dolayısı ile film, özellikle coğrafyası nedeniyle gözümün içine bakıyor.
Beni o salonda görmek istiyorlar.
Ve kararı, sanki uzun bir ayrılık sonrasındaymışcasına gibi bir heyecanla çarpan bünyem veriyor.
Bu filme gidilecek!
Ben sinemaya doğru trende yol alırken enn sevdiğim kadın da feribot ile Midilli'ye geçme hazırlıklarında olacak.
Öyle keyifli bir süreç ki bu anlarım.
Sanki o karşımda oturuyormuşcasına bir sohbet, yavaşlamış hayat ve gözlerimi yine ondan alamadığım zaman dilimi.
Tadını çıkarıyorum.
Ve Çanakkale!
İçime enn işlemiş, sokak sokak zihnime kazınmış bir masal şehir. Fiziken orada değilim ama tüm benliğimle oradayım. Sınırlarını bir görünmez olarak aşmış, ışınlandığım feribottan O'nunla inmiş, O'nun seçimi olan oteli çok beğenmiş, sırt çantalarımızı bırakır bırakmaz, donatılmış masada; denizin tam da kıyısında, günün ruhları dürtükleyen saatlerinde uzolarımızı yudumluyoruz.
Üstelik filme bayılmış, oyuncuları sevmiş, iki karakterin arasındaki ortaklaşmaya ve başkaldırıya, düzene meydan okuyuşa ve ânın tadını çıkarışa coşkulu bir sevinçle kapılmış durumdayım. Musmutlu bir sinema gününde, üstelik salonu da benim için kapatmışlar hissiyatı ile her zamanki koltuğumda, politik dokundurmaları yerinde bu enfes filmin içinde, musmutlu bir karakterim.
O nasıl tatlı bir aşk, üstelik yaşlar sanki 17.
Kalp atışları salonu inletiyor.
Müzikler, anlık diyaloglar, ülke geçmişine selam çakmalar ama ânı da muhteşem bir gözükaralıkla ve derin bir aşkla ve kadın elinden çıkmış, ev yapımı, bir koca şişe şarapla pervasızca, korkusuzca, koyvererek yaşamak.
Salondaki tek kişi olarak ve her zamanki koltuğu D.3'de oturmakta olan izleyici çok mutlu. Özelikle yüzünden hiç eksilmeyen gülümsemesine kendisi de âşık. Antrakta da klasik salonu 6'yı ve koltuğu D.3'ü terk etmiyor. Enn sevdiği kadının bu avm'yi protesto ediyor olduğunun ve bir kez bile gelmediğinin bilinciyle cep telefonuna şu minvalde bir mesaj yazıyor ve gönderi tıklıyor:
"Bu filmi seninle izlemeliydik."
Ve ikinci yarı başlıyor, telefon kapatıldı, akış bence güzel ancak içimdeki ukala ritmin kısmen düştüğünü söylüyor. Bazı anları klişe buluyor ve biraz, belki de aceleyle ya da telaşla filmin ziyan edildiği yönünde ukalaca düşünceler oluşturuyor. Elimden geldiğince bu ukalayı bastırmaya çalışıyorum ama pek de başarılı olamıyorum.
Işıklar yanıyor ve enfes bir final müziği koltuğumdan kalkmama izin vermiyor. jeneriğin son harfi geçene kadar kıpırdamıyorum. Artık telefonumu açabilirim.
İzlemeliydik, diyen kısa bir mesaj telefonda,
sonunda koyu ve parlak mavi bir kalp olan.
Gülümsüyorum. Uzun konuşmayı eve dönüşüme saklıyorum.
Önce O, bulunduğu anda kendimi bulduğum feribottan arıyor. Sonra... Ben O'nun uzo ve mezeli masasındaki keyfine, masanın öte tarafındaki bir görünmez olarak kadehimi kaldırıyor,
ve yine hayranlıkla, gülümseyerek, gözlerimle konuşarak ve bayılarak izliyorum O'nu.
21 Eylül 2024 Cumartesi
Gökyüzünden Düğün-Final
***
Son karardan bir önceki karar olarak da kardeşe devam etmesini, benim durumun iyi olmadığını ve gelemeyeceğimi söylüyorum.
Gençler coşkulu, neşeler alkış kıyamet, sokak sokak olalı görmemişti böyle bir felâket. Elbette daha coşkulu düğünler olmuştu, üstelik bu sokak ve yollar oluşmamış, koskocaman ve yekpare bahçemizin ve sıra sıra meyva ağaçlarımızın altına masalar kurup, ışıklarla donatıp kalabalık sünnet düğünleri yapmıştık el ele verip... Coğrafyanın o hali bozulmasa bu düğün bambaşka masallara konu olup bugün magazin basınında çarşaf çarşaf yayınlanıyor olurdu, kesin.
Kayınvalideler ve kayınpederler kısmı ve artık atılacak imzalarla akraba olacak iki tarafın aile büyükleri kulübe doğru yola çıkmak üzere araçlara geçiyorlar. Ve konvoy gelin evinden ayrılıyor. Ben kararsız... Grip fena, ama bir yandan da bu düğün için İstanbul'dan kalkıp, tam takım gelen kuzenleri, eşlerini düşünüyorum.
Üstelik de tehdit devam ediyor. İkiliyi pusuda görüyorum. Ve sürekli istihbaratla ilişki halindeyim. Uzaylı dostlarla işbirliği devam ediyor ve kimsenin elinde kim oldukları, hangi gezegenden oldukları konusunda somut bir bilgi yok. Üstelik kendilerinden emin halleri beni çaresiz bırakmanın yanında ürkütüyor da... O bakışlar ve doğrudan ve manalı bir şekilde gözüme bakan gülüşler çok kendinden emin ve pek de hayra alamet değiller.
Gelin arabası gelinin arabası, sürücüsü ise abi. Sade ve çok hoş süslendi ve bence de şahane oldu.
Ve konvoy davullar eşliğinde binadan ayrılıyor.
O sırada son kararımı veriyorum. Kıyamıyorum ve işimi yarım bırakmayıp tamamlamak istiyorum; kardeşi arıyorum, ve geliyorum diyorum. O ana yolda, Tırtıl'la ve beni bekliyor, bir de ilk kez gördüğüm bir genç kız var arabada. Üç harfliye kuruluyorum. Kurulmamla birlikte kaptan uçuş moduna geçiyor.
Artık Yelken Kulüp'deyiz.
İki genç ve güzel hanımefendi.
İki arkadaş mı yoksa anne kızlar mı?
Fotoğraflarını çekiyorum.
Ve onlardan birini bu yazıya yerleştiriyorum.
Okurları çok merak ettirmeyerek de hemen yanıtı veriyorum. Evet anne ve kızı. Gelinimiz demeyi sevmiyorum, o da bizim kızımız ve biricik Teo'muzun pek tatlı, pek güzel annesi.
Ve bir anneanne, genç ve hoş.
Ve tören başlıyor, şahitler yerlerini alıyorlar.
Gençlerin arkadaşları...
İmzalar atılıyor, hemen girişteki iki yaylı ve yan flütten gelen enfes müzikler şırıl şırıl akıyor, yer deniz gök bakır oluyor, coşku tavandayken ayaklar yere basıyor ve artık evli çiftimiz ilk danslarını yapıyorlar. Bu satırların yazarı ise ayağa ilk kimin bastığını bilmiyor, bu tür şeyleri de merak etmiyor, çünkü henüz ilişki resmiyet kazanmamışken damadın kendisinden çok çekindiğini biliyor... du!
Ve bu uzaylı, sonrasında birden yok oldu ortalıktan, bir duman bulutu kapladı ortalığı önce, yok olunca da sonrasında duman; geride hiç bir iz kalmadı. Ancak hâlâ tetikteyiz. Kimlerdendir, uzayın hangi bölgesindendirler meraktayız. Silahlarını yanına almamış sanıyorum.
Endişeliyiz!
Deniz yolunu kullanmadıkları ise kesin...
16 Eylül 2024 Pazartesi
Gökyüzünden Düğün
Reji'de kod adı BRNS var. Çekimlerin neredeyse tümünü gökyüzünden yapmayı planlıyor. Ancak anlık gelişmelere göre yerde de varız. Ve iki aşamalı, dolayısı ile iki farklı alanda hazır olmak durumundayız. Kendimizi fark ettirmeyeceğiz ve neredeyse tüm çekimlerimiz habersiz olacak. Bazı eski ve özel arkadaşlara, gelin ve damada imtiyaz göstermemizse muhtemel!
Ve Gelin, kuaför ve benzeri işlerin ardından binamıza giriş yapıyor. Ve nedimesi ile yürürken ve onlar farkında değilken küçük dayı katından ve BRNS'nin makinesinden ilk klik sesi geliyor. Bu bir kıyak çünkü tüm bu yayının sorumlusu kişideki yeri çok özel bir yeğen kendisi.
Onlar anne katında son hazırlıkları yapıyorlarken BRNS kendi katında ve binanın giriş kapısı tarafındaki balkonda. Yeğen için bir fotoğraf ânı kurguluyor kafasında, bulunduğu açı hayallerindeki fotoğraflar için çok uygun, gerektiğinde istediği açıdan zoom kullanabileceği için de memnun. Tüm bunlara konsantre olmuşken bir anda bahçe duvarının üzerinde oturmuş bir kadın ve bir çocuk görüyor. Çocuğun bakışı dünyalılara benzemiyor ve gözlerin verdiği mesaj ürkütücü. Üstelik önlerinden gelip geçenlerin onları fark edemediğini anlıyor. Birtek BRNS'ye görünüyorlar.
BRNS bu özel günde ve insanların neşeleri zirve olmuşken tat kaçırmak da istemiyor ve sadece kendisinin görebildiği bu ikiliyi, onları tedirgin etmeyecek şekilde gözünden ırak tutmamaya da çalışıyor.
O sırada bir alt katında ve yan dairenin balkonunda kendisini izlemekte olan Pera ile göz göze geliyor. Pera'nın avukat annesi ve babası çok tatlı iki genç. Henüz nişanlı iken boş dairelerden birini tutmak istemişlerdi ama çekingenlerdi ve referans isteyeceğimi düşünmüşlerdi, oysa ben ikisini de çok sevmiştim ve indirim taleplerine bile itiraz etmemiştim. Sonra çok güzel bir şey oldu, biz üç kardeş öndeki binada otururken, bu bina biter bitmez buraya taşınmıştık, çünkü burası imar uygulamalarından önce ve ortam bağ bahçe iken ilk evimizin olduğu parseldi. Pera da son biten ve taşındığımız bu yeni kostümlü binamızın dünyaya merhaba diyen ilk bebeği olmuştu.
Biraz kaynattıktan sonra Pera ile, kafamı eski noktaya çeviriyorum ve ürküyorum. Az önceki ikili anında görünmez olmuşlar ve ürküntüm artmakla kalmıyor, onları göremeyen, henüz varlıklarından haberdar olmayan diğer konuklar için endişe duymaya başlıyorum.
O ara bahçe kapısına bakınca ve gökyüzünden vazgeçip bahçeye dönünce içim rahatlıyor; Teo emin ellerde. Kendisi erkek yeğenim ve pek tatlı gelinimizin eseri, sanırım beşinci jenerasyonun ilk bebesi, anne tarafından Galatasaray'lı, onun anne kucağındayken henüz, ilk forma takımlarını almak Fenerbahçeli olan benim için de büyük keyif olmuştu. Şu an onla ilgilenen çift ise en sevdiğimiz dostlardan ki abinin silahı sağlamdır. İçim rahatlıyor. Fakat o ikiliyi göz altında tutamadığım anlarda içim asla rahat değil. Uzayda insan, özellikle kayıp bebe aramak zor iş; garip varlıklar, önce ikna edip görünür olmalarını sağlamak gerek, sonra da uzun soluklu bir pazarlık söz konusu.
Ve huzurlarınızda süperstarımız. Pek tatlı bir insandır kendisi. Gelin arabasının kapısını kitleyip anahtarı alırsa şaşırtmaz. Sonuçta gelin arabasının önünü kesmek, kapısını kilitlemek de mübahtır. Dünya tatlısıdır, kalbi de pırıl pırıldır. Görüldüğü üzere uzayda konuşlanmış, herkese görünmeyen kameramızı da ıskalamamıştır.
Ayrılmaz ve uzun soluklu dostlukların güzel ortaklarını kaydetmeden olmazdı. İyi ki bu önemli günde de varlar, bu kez gökyüzünden rica ediyoruz: Bizimkileri yukarı için uyarsak ve baksalar sizin için bir sakıncası var mı acaba, diye soruyoruz. "Aslında sizin dünyanız ve bizim dünyamız şu an dönerek birbirlerinden uzaklaşıyorlar, o halde biz hız keser, sizin pozunuz tamamlanıp fotoğraf çekilene kadar bekleriz," diyorlar ve el frenlerini çekip dönme eylemine ara veriyorlar. Bir kaç dakikalık bu durağanlıktan iyi yararlanıyor ve sonuçta fotoğrafı çekmeyi başarıyor ve elbette teşekkürlerimizi de hepimiz adına uzaylı dostlara iletiyoruz. Ve bu ortaklaşma uzaydaki bu güzel insanların çok hoşuna gidiyor; alkış sesleri ve çiftimize mutluluk dilekleri bulunduğumuz bahçeye kadar ulaşıyor.
*Yazı başlığı National Geographic'in Gökyüzünden Avrupa adlı belgeselinden esinlenerek kullanılmıştır!
*Yıl 2008, Bir Naz Hikayesi