Enfes bir güneş perde aralığından sızıyor. İlkbahar yaza doğru yolculuk halindeyken camı tıklatıyor. Duyarsız kalamayacağım mükemmellikte bir sızma bu. Sadece vurduğu nokta itibariyle değil, kalın perdelerimin ardına döktüğü dizelerle de beni çağırıyor.
Kalkıp perdeleri öteliyorum.
Bana bıraktığı bir kaç cümleyi alıyor, balkondaki dizilişlerin bir işaret olduğunu çakıyor ve hazırlanmaya başlıyorum.
Gerçek bir fotoğraf makinesi, bir şiir kitabı, bir de ince trikoyu ekliyorum sırt çantama. Binanın dış kapısından çıktığım gün, enfes bir Cumartesi. Pırıl pırıl bir dünya ve bahçenin yeşili üzerinde şen şakrak sığırcıklar. Kahvaltı sofrasında âlâ bir menü, kulak kesilmek zorunda bırakıldığım, imrendirici bir sohbet. Huzur bozamaz adımlarla bahçe kapısını usulca açıyor, ağır adımlarla, baharın tadını çıkara çıkara kıyıyı yürüyorum.
Sığırcık sofrasına elbette davet edildim, ancak ben dizelerin esiriydim, ve buna bağlı bir söz vermiştim! Elbette sofralarına teşekkür edip, afiyetler diledim. O hayali gerçekleştirme adımlarıyla ve heyecanla yürürken meydandaki festivale göz atıyor, bir kaç poz fotoğraf çekiyor, denizin derinliklerine götürecek yolu usul dalgaların keyifli oynaşlarına gülümseyerek; martıların, havadaki uçakların, mavi tulumları içindeki gencecik havacıların ve biraz sonra okuyacağım dizelerin ufak adımlarıyla ve heyecanıyla İskele Kafe'ye ulaşıyorum.
Konuğum çok etkileyici. Kısa bir sohbet sonrasında geldiği uzun yol nedeniyle onu istirahate bırakmış, kelimelerimin uyumsuz gürültülerden azade olacağı, sadece rüzgârın ve denizin notalarından oluşmuş müziğin duyulacağı bir noktada onun kelimelerini duymak, o kelimelerin beni ne türden yolculuklara çıkaracağının merakıyla ve belki bencilce bir istekle bu sabahı planlamıştım. Ama o benim bu bencilliklerimi anlayacak kadar olgun, coşkulu ve sanırım bana oranla biraz daha tecrübeli ki sıcacık kelimeleri ile sadece kalbime değil, yanağıma da değiyor.
O sırada çok ama çok tatlı bir genç kız masama yanaşıyor. O kadar sıcak ve tatlı gülümsüyor ki. "Siparişiniz alındı mı?" diye soruyor. Gülümseyerek "Hayır," diyorum, sonra ekliyorum:
"Bir karışık tost lütfen,"
"Bir de çay, fincanla lütfen."
Kitabın kapağını açıyorum. İskelenin açık deniz kıyısındaki en kenar masasındayım. Kafamı sağa çevirdiğim anda uçsuz bucaksız deniz ve muhteşem satırlar dışında kimseler yok. Kitabımın içine bana atıfla yazılmış satırların rengi sanki bu an hayal edilmişçesine güzel.
Muhteşem bir el yazısı ile...
Elbette yazının tümünü kitabı ambalajından ilk çıkardığım anda okudum. Özen ve cümlelerin sıcaklığı, el yazısının zarafeti dikkatimi çekti. Ama bugünü şımartmak hakkım çerçevesinde, ortamla birlikte; hiç fark edilmemişçesine bir kaç kez daha okuyorum, altında tarih ve imza olan yazıyı.
Bunu çok görmeyin bana lütfen, bir abartı olarak da sakın almayın. Özellikle yazarken, duygularını ardına saklayan, onları içinden geldiğince, coşkusunun bir yansıması olarak ortaya dökmekten kaygı duyan biri hiç olmadım... olamadım ben. Üzgünüm...
Tostum enfesti, ikinci çayım da... Ama satırlar! Yol aldıkça zamanda sıçrıyorum. Özellikle B. şehrindeki yaş, bir karakteri saç kesimine kadar gözümün önüne getiriyor. Satırlardaki duygu, net resimler çiziyor zihnime.
Altını çizmek istediğim, sonra onları yazıma taşımayı düşündüğüm duygu sahneleri akıyor dizelerden. Bir gün bunları şairi ile yüzleşmek istiyorum. Kendimi kendime kanıtlamak için. Bir iddiam var hayatla; bana kelimeleri verin duyguya dair, resmini çizeyim kelimelerimle... Olmadı derseniz de çizin üzerimi. Bu öz güven nereden bilmiyorum: Oysa çok şiir okuyan, çok şiir kitabı olan biri olmadığım gibi şiir okurken de onu piç eden biriyim.
Beceremem!
Şu dizelerin olduğu şiiri okurken, birden kalıyorum.
Sen başka hayatlara öykünmelerinle,
ben, sevginin bayrağın yükseklere
çeken insanlarla...
sonsuza kadar elveda...
1993
Kitabı bitiriyorum. Uzun bir süre denize bakarak iki şeyi düşünüyorum. Aynı insanın zaman dilimlerinden haraketle iki farklı zamandaki duygu dünyasının nasıl bir yol aldığını. Kanaatler oluşturuyorum elbette. Bu kez, evet işte ben yine bildim sevinci değil beklentim. Kumbarası belli ki dolu bir başka ve bence özel biriktirmişlikleri olan bir ruhu ne kadar anlayabildiğim iddiamın yüzdesini görmek istiyorum.
O sırada iki genç adam yanaşıyorlar. "15 yıllık arkadaşız ve birlikte bir fotoğrafımız yok, çeker misiniz?" diyorlar. Çok sevimli bir talep değil de nedir bu? Gülümsüyorum. Bir yandan da çekinceleri var, yöneticileri müşteri ile girdikleri diyaloğa ve isteklerine kızarsa diye. Öte yanda sürekli tekrar ettikleri cümle 15 yıl... ve bir fotoğrafları yok birlikte. Seve seve çekerim, diyorum, "Ben için de öyle güzel bir hikâye ki bu çocuklar," diye de ekliyorum ve 5 poz fotoğraflarını çekip e-mail adreslerini alıyorum. Öyle mutlular ki ben sayfalarca yazsam anlatamam.
Ama az önce bitirdiğim kitabın şairi iki cümleyle kesin anlatır!
Ödememi yapıyor, benimle ilgilenen genç kızı buluyor, "Şahanesin, çok teşekkür ederim," diyor, iskeleyi yürüyor, festivali geçiyor ve bu güzel zamanı kahve ile şımartmalıyım diyorum ve eve kıvrılmaktan vazgeçiyorum.
İyi ki de vazgeçiyorum?
Bir evlenme teklifi hazırlığı var. Bir genç kadın yakılacak ateşin odunlarını dizmekle meşgul. Kurulan düzenin profesyonel bir iş olduğunu düşünürken ben, fotoğraflarını çekebilir miyim? diye izin istiyorum. Elbette diyorlar, sonra bir fotoğrafçıları olmadığını öğreniyorum. Neden diyorum, dolu olduğunu söylüyorlar. Çektiğim fotoğraflar için e-posta adreslerini istiyorum. Evim şurası diyorum, ihtiyaç olursa bir telefon yeter diye de eklemiyorum.
Sende aramak bile güzel
acının her zerresini,
avareliğin bir başına kişisini.
vurmak
her şeyi yerden yere,
Sonra yeniden dönmek
şu şiirin başına
Ve demek:
Hep sevgiyle başlar her şey...
1983
Moena Books&Coffee'nin kısa merdivenlerini adımlarken kalbim sıcacık. Ayaklarım yerden kesik, ruhum havalarda. Mutluluk doz aşımı bir gün. Üstelik bunun bir de Pazar'ı var. Tarihe geçecek bir haftasonu.
Baristanın önündeyim.
"Bu kez tatlı bir şey istiyorum... beni iyice şımartsın ama!"
"Ne önerirsin?"
Enfes bir fincanla, enfes bir beyaz çikolatalı kahve, uzun süreye yayılmış bir keyifle şımartırken beni, şairin dünyasında ufak adımlarla, güzel satırlar çıkarmaya devam ederek, bir kez daha sessizce dolaşıyorum.
Bil ki:
benim hüzünlerimden kocaman
bir dağı da yüklemek istemem.
Ama görüyorum ki...
ıslak dağ çiçeklerinin
çiğlerini taşıyan rüzgâr,
koştura koştura gelmiş de
göz pınarlarına oturmuş.
1993
*Üç şiirin de tamamı olmayıp içinden seçilmiş tadımlık dizeleridir, Sezer Özşen- Sevgili Momentos'a ulaşmak içinse buradan lütfen.
Bir Tiyatro Gecesi
1 saat önce