Beş önceki gün; yani Cuma öğle üzeri, soğuk ama güneşi pırıl pırıl saatler dışarı istiyor beni. Davete icabet gerek ama içimde bu aralar sıklıkla bahsettiğim bir ben var; şu pandemi sürecinde türeyen, tembelin önde gideni; ateşi sönük bir dünyalı: "Oturalım oturduğumuz yerde Yemek Sepeti'nden isteyelim bir şeyler," diyor. Uyuyorum ona, hatta girip siteye bakınıyorum. İşte tam o sırada gözünü sevdiğim öteki ben olaya dahil olup duruma bir kez daha el koyuyor. "Helâl sana, işte bu!" diyor, çoban kabanı askıdan alıp giyiyorum; çünkü hava sert gözüküyor. Sırt çantasında dün de bizimle olan kitap var. Tam çıkarken ve fikrimde yokken birden fikrim, üstelik emir kipinde bir "Hooopp!" çekiyor. "Heyy fotoğraf makinesi hadi sen de evladım," diye ses ediyor, alınganlık içeren ve istemem yan cebime koy tadında bir naz hissedince de başını okşayıp atıyorum onu da çantaya....
Daha bahçedeyken çok tatlı ama nemsiz bir soğuk sarılıyor boynuma, öpüyor yanaklarımı. Çok sempatik... Hadi gel de "Ne kadar soğuk bu," de ve sevme onu. Çok hoşuma gidiyor, öteki ben zaten evde...
Kıyıboyuna bir geliyorum ki sanki José Saramago romanından yapılmış Körlük filminin platosundayım. İnsanlar yok. İki yana da boylu boyunca bakıyorum. "Bir Allah'ın kulu yok yahu!" Basketbol sahası boş, onun etrafındaki iki sıra tribünler ve benim okuma bankım ve diğerleri bomboş. Hani sabahın en erkeni olsa eyvallah diyecek, sıkıntı da etmeyeceğim. Şaşırtıcı!
İskele enfes görünüyor, çok mavi ve çok berrak bir hava. İskelenin hemen arkasında üç gemi alargada. Aklım her an çelinebilir! Bir hamle yapıyor bedenim, gemileri çekelim diyor fotoğraf heveslim. İki adım gidiyorum ki bayıldığım ben olaya müdahil olup tekrar el koyuyor.
Martılar kıyı boyu!
İskelenin aksi yönüne yürüyorum. Fikrim gibi bedenim de çok memnun. O halde bir teşekkür bana. Henüz bir insanla karşılaşmış değiliz. Köprüye yanaşırken bir insan görüyorum. Elinde çöp tenekesi ve süpürge olan bir temizlik görevlisi. Bir dünyalı görmenin mutluluğu neredeyse boynuna atlayacak. Selam veriyor, kolay gelsin diyor, dünya dili konuştuğu için de pek seviniyorum.
Martılar kumsalda, kafalar tümüyle karada, kuyruk yönleri deniz. Bir orkestranın şefi gözleyen hallerinde bir disiplinle bekliyorlar. Bir kısmı ki bunlar daha gençler; adı bir kaç kez değiştirilse de benim için hep Alanos Deresi'nde banyo yapıp eğleniyorlar. Aslında iki grup da etraf mekânlardan gelecek öğle yemeklerini bekliyorlar.
Bir banka oturuyorum ve adından yola çıkıp kapağından etkilendiğim ve her zaman olduğu gibi içimde oluşan hislerle satın aldığım 100 sayfalık romanımı kaldığım yerden okumaya başlıyorum. Martıların yüzleri bana dönük; çok sevimli ve komikler. Arada bir havalanıp üzerimden geçiyorlar ve nerede kaldı bu yemekler merakıyla çevreyi kolaçan ediyorlar. Fakat size şunu söylim, onlara gelen menü bana gelse öper başıma koyarım. Çok iyi mutfakları olan beş lokantanın mıntıkasındalar. Şık kahve mekânlarını saymıyorum. Kebaplardan başlayın, pide ve pizzalardan devam edip, dünya mutfaklarında fren yapın. İşte bunların hepsinden oluşan ve onlar için biriktirilen yiyecekler bizzat mekân çalışanları tarafından servis ediliyor. Sonrası çok eğlenceli bir cümbüş. Elbette kargalara da nasip ki onlar tam bir beyefendi ve hanımefendi gurme havasındalar ve asla martıların bir kısmı kadar yemeğe saldırgan ve çığırtkan değiller.
Kitabım çok tatlı. Tabii ki onu tatlı kılan yazarı Natsuko İmamura. Genç bir kadın olduğunu düşünmekteyim, şu an. Üç kez aday gösterildiği Akutagawa Ödülü'nü nihayetinde 2019 yılında bu kitabıyla almış. Çok keyifle okuyorum. Tatlı bir mizahı var ve anlatıcısı bir erkek. Üsluba bayılmış durumdayım. Bir yandan japon kültürüne dair tatlar ediniyorum, bir yandan da öyküde yer bulan oyun arkadaşlarım kadar neşeleniyorum. Elbette meraklanıyorum da. Bir yanım da sorulara yanıt almak için bir an öncenin telaşlarında.
Kitabın sonlarına gelirken bir an sanki yoruldu yazar diye düşünüyor, içimdeki çok eleştirmen ukala bu duruma bayram ediyor ve alıyor sazı eline. O konuştukça bende tat gidiyor. Ve bu ruh halinde kalan bir kaç sayfa biraz zorlamayla ve bu ne şimdilerle bitiyor.
Sonra kitabın arka kapağındaki - ki eğer almayı düşünürseniz bakmamanızı öneririm- tanıtım yazılarını okuyorum. İyi ki de öyle yaptın diyerek serinkanlı benin boynuna sarılıyorum; son bir kaç sayfada küçümseme nedenim olan her şey kitap bütünlüğünde sadece yerli yerine oturmakla kalmıyor, koşup yazarı öpesim geliyor.
Bu keyifle bekleşen martılara selam edip, dönüşte görüşürüz diyerek bir süredir sen ne için yola çıkmıştın hatırlatması da yaparak sitemkar bir sesle "Hadi!" diyen bünyenin çağrısına uyuyor ve yola devam ediyorum. İstikamet Adem Usta. Dönüşte de yıllardır var olan, beğendiğim ama kalabalığından dolayı gitmediğim kahve mekânının sevdiğim ve hep kullandığım ara sokakta açtığı çok şirin ve sakin şubesinde, kitap eşliğinde kahve-pasta eşleşmesi planlıyorum.
"Ohhh masam boş!"
Tezgahın önündeyim. An itibariyle hiç düşünmeme gerek yok.
"Tavuk, lütfen"
Geliyor, onların tanımlamasıyla kızartmam. Görüntü muhteşem. Diyorum ki masama koyulurken...
"Bu işte, tam fotoğraflık."
Bu kez müessesenin ikramı salataya hayır demiyorum. Önce yemeğimin suyuna bir lokma ekmeği banıyor, damaktaki çok sesli patlamaların tadını çıkarıyorum. Masaya bıçak gelmiyor; çatal ve kaşık var. Ben de istemiyorum. Çatalla şöyle bir bastırıyor, ekmekle tutuyor, itirazsızca gelen lokmalık tavuğu yolluyorum test merkezine...
"Hımmmmmmm misss...".
Göze hoş geldiği gibi damağa şarkılar söyleten bir öğle keyfi. İki koca parça tavuk ve zengin garnitürler gözümü korkutmuyor da değil. Keşke porsiyon istemeseydim diye geçiriyorum aklımdan. Sonra diyorum ki işte geleneksel esnaf lokantası budur. Varlıklarını sürdürüyor olmalarına seviniyor ama bir dahakine az kızartma deyip tek parça ile sofradan kalkmayı düşünüyorum: Çünkü günümüz standartlarından bakınca gerçekten kocaman bir tabak. Aslında onlar kızartma deseler de bu bir tavuk tandır bence... Kemiğinden tutup kaldırsam löp diye sıyrılacak etler, öyle hissediyorum. Ödememi yapıyorum, günümüzden bakınca fiyata da şaşıyorum; çünkü az porsiyonu biraz fazla ekmekle bir öğünü geçirtecek hissi veren bu tabağın tam porsiyonu 30TL. Ve bu lokanta hem fiyatları, temizliği ve yemek kalitesi ile her gün dolup taşıyor ve yıllardır da dükkânı ve patronu sevdikleri belli personelde bir eksilme olmuyor.
Çıkıyorum, tipbox'ı bugün boş geçmiyor, keyifle yürüyorum sahile; kahve dükkânı konusunda hayalim dürtse de doymuşluk hali diyor ki zorlayıp da keyifsizce içme. Dinliyorum onu ve kahveyi evde yapmaya karar veriyorum.
Ama... evet ama, en kısa zamanda, o kahve dükkânının şirin sokağa bakan köşe masasında, renkleri pek hoş yastıklı bambu koltuklarında elimde kitabımla olacağım sözünü veriyorum kendime.
Bir de butik var sokakta, bir kaç ay evvel zemin kat mini bir dairenin mini bir odasında bir hanımefendi tarafından açılan şirin bir butik. Önünden geçerken dikkatimi çekmişti ve o da anladığım civardaki kitap kafe müşterisi genç kızları çekmişti. Kendisiyle konuşup, bir iki fotoğrafla söz edeceğim bir yazı düşünüyorum.
29 Aralık 2021 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Zarif duruşlarıyla yemeklerini bekleyen sahildeki martılara bayıldım. “Asalet soydan gelir...” sözü boşuna değil! Japon kültürü de çok özel. Sağlıklı ve uzun ve de mutlu yaşamın sırlarını keşfetmiş Japonların dünya görüşleri, hayata bakışları dikkate değer. Japon edebiyatı da bu yüzden okunmaya değer. Bu yıl ‘Ikıgai” ve ‘Değişen Dünyada Bir Sanatçı’yı okudum ben de. Ve bir kaç kitap daha aldım methini duyduğum Yukio Muşima’nın ‘Dalgaların Sesi’, Natsume Soseki’nin ‘Cam Kapı’nın Ardı’ ile Julie Otsuka dan ‘Tavan Arasındaki Buda’ . ‘Mor Etekli Kadın’ı da listeme ekliyorum. Tek sıkıntım biraz gözlerimde. Bu yıl bir hayli portre çalıştım, dolayısıyla çokça gözlerimi odak yaptım biraz yoruldular tabi😌. Bu yüzden okuma serüvenimi zaman zaman storytel ile karşılıyorum.
YanıtlaSilÖyle bir anlatmışsın ki, sabah sabah adeta grilde pişmiş çıtır tavuk etinin kokusu burnuma kadar geldi😇 Deniz kokusu, kitap kokusu bir de üzerine şeker gibi piliç kokusunu alıp... üzerine ben de mis gibi taze bir kahve ile final yaparım artık. Gözümüz, gönlümüz, dağarcığımız harika görsellerin ve kelimlerinle bayram etti sayende. Sen hep yaz böyle. Şimdiden yeni yılın kutlu olsun sevgili buraneros. Bayram tadında geçsin günlerin. Sağlıkla, huzurla, sevdiklerinle, gönlünce....🙏💕
Ishiguro'nun Günden Kalanlar'ını okumadıysan o da pek hoştur. Ben de okumalarda yakın gözlüğü kullanıyorum fakat dün bir haber okudum, Amerikalılar bir damla bulmuşlar, yakın gözlüğe paydos. Üstelik uzağa bakışta olumsuz bir etkisi olmuyormuş. Hep derim, tamam yazanda birazcık maharet olmalı ama daha önemlisi hayat ve çevreyle bağı kuvvetli olmalı; sanırım bu kısım bizlerde fena değil:) İşte o zaman çevre öyle şeyler sunuyor ki görmemek ve sonuç itibariyle de o çevrenin çoşturduğu azıcık maharetle yazmamak mümkün değil:) Yalnız bu yıl martı nüfusu rekor kırdı, denizlerin hakimi durumdalar. Pandemi sanki onlara fırsat yaratmış gibi. Senin ve sevgili eşinin yeni yılınız da kutlu olsun. Tüm o güzel dileklerin için de bilmukale diyorum.:)
SilKitaplara başlarken arka kapağı hiç okumam, zaten konuyu bilerek bile
YanıtlaSiletkilenmekten kaçınırım. Önsözü mutlaka okurum. bu kitabı ara ara görüyorum ama listeme ekleyemiyorum artık kitap. elimde çok okunacak kitap var.
Martıları çok severim, bir de kargaları. ikisi de çığlık çığlığa ya :)
martılar denizlerin yalnız çocukları..
Benim de elimde çok bekleyen kitap var, bir iki azaltınca duramıyorum ama:) Bu kitabın arka kapağını okusaydım benim için sürprizi kaçacaktı. Bence finali bilinçli yapmıştı, yoksa ben son kısımdaki ortada kalmışlığı ve bunun tat eksikliğini yaşamayacaktım, sonra da arkayı okuduğumda yazara takdirim dolayısıyla, sarılıp öpesim gelmeyecekti.:) Deniz kenarı insanları olarak şanslıyız:)
SilBu dönem hiç yalnız değiller, ve çok mutlu gözüküyorlar, deredeki hallerini görmek lazım:)
Keyfin tam olsun Buraneros. İlk fotoğraftan yakaladın beni, mavi huydur bizde :) Japon edebiyatı nedense çok ilgimi çekmeyen ama çekmesi gereken bir alan gibi gelmeye başladı bana..
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim, hepimizin tam olsun:) Mavi işte:) İlginç yazarları var, benim girişim de aslında Murakami ile oldu, sonra Kobo Abe'nin Virane Haritası'nı okudum ki ilginç bir polisiye, Ishıguro falan derken yürüdü gitti. Özel bir hayranlığım yok, farklı ülkelerden yazarlar okumayı seviyorum, sebep bu:)
SilSevgili Okul Arkadaşım,
YanıtlaSilDeniz manzaralı fotoğraflara uzun uzun baktım, huzur verdi. Bugünlerde böyle, denize ne kadar baksam doyamıyorum. :)
Japon edebiyatını oldum olası severim, kendime yakın bulurum. Sanırım Mor Etekli Kadın'a daha yakından bir bakacağım. :)
Sevgili Okul Arkadaşım,
SilDeniz fena, güneş pırıl pırıl, hava neredeyse yaz sıcaklığında an itibariyle:)
Mor Etekli Kadın, şu günler için bence ilaç, merak ettim çok da eğlendim okurken, üstelik kısa ki bence çok güzel bir ara sıcaktı; bir göz atmanızı ama arka kapağa bakmamanızı bir kez daha tavsiye ederim:)
Senin şu keyfinin onda biri ülkede olsa, tadından yenmez bir ülke olup çıkacağız valla. Ayrıca o tavuk, uzun zamandır tavuk yemeyen beni, kışkırttı ki, ben de tandır gibi dedim ki, senin de yorumun o olmuş.
YanıtlaSilBir de itiraf etmeliyim ki, şu kapıdan çıkıp az ötende parmak ucunu değdirebildiğin deniz var ya ve kumsal, kıskanç yönümü besliyor, sonra bir an durup diyorum ki, en azından o güzellikleri yaşayan ve paylaşan bir dostun var.
Hayatla ilişkimiz güzel, zor günlerde de kopartmadık bağımızı, zorlukların arasına güzellikler sıkıştırdık sürekli. Bunun üzerine bir şeyler yazmıştım bir zamanlar sanki, bir gün bulursam şuraya bir link bırakıyorum yaparım belki:)
SilLakin siz de benden aşağı kalmazsınız, on parmağınızda çok marifet olan hanımefendi:) Deniz avantaj tartışmasız, ama yan etkileri de var, deniz olmayan coğrafyalarda bile serap görmene sebep oluyor:)
Öteki beni evde bırakmak fikri çok doğru bir tercih olmuş. Fotoğraf kareleri ve keyifle geçen gün bu düşünceyi kanıtlar nitelikte. :)
YanıtlaSilHiç çekemem onu, bırakırım, alsam yanıma tümüyle vakit kaybı:)
SilBen de içimdeki öteki beni bir köşede bırakmak istiyorum :D Mavi ne güzel renk!
YanıtlaSilÇok zor değil aslında, varlığını kabul edeceksin önce, o da öyle bir ben deyip seveceksin, o da kendi durumunu fark edecek zamanla ama bazen o halden vazgeçmeyecek olsa da ben ne yapıyorum diye düşünecek ve zaman zaman yansıtma tavrını ötelemeyi öğrenecek, seni senle bırakmayı bilecek:) Sadece biraz sevgi göstermek ve zamana ihtiyacı olduğunu kabul etmek gerek, biraz da yaş alamak belki; sonrası hep iyilik güzellik. Kardeşçe:)
YanıtlaSilSana, eşine ve sevgili Arya'ya mutlu bir yeni yıl; çok çok aydınlık ve yüzlerin ve umutların hep güldüğü günler, dilerim:)