60'ların sonu ya da 70'lerin başı hatırladığım. Bir pastane açılıyor; şehirin trafiğe kapalı, en şık mağazalarının olduğu Mecidiye Caddesi'nin hemen girişinde. Adı Kilim olduğu gibi dekorasyonda da kilim hakimiyeti var. Gerçekten çok hoş pastane bir eğlence mekânı tadı da veriyor. Ama daha ilginç olan şey ilk kez karşılaştığımız müzik kutusu: Şu para atılıp tuşlarda adı yazılı şarkılardan biri seçildiğinde, kurulu mekanizmanın, ses kalitesi evdeki radyoya entegre pikaplardan çok çok yüksek sistemin içine yerleştirilmiş plaklar arasından seçileni alıp pikaba taşıyarak çaldığı, görüntüsü pek hoş cihaz.
O günün koşullarında muhteşem bir eğlence aracı!
Müşteriler ağırlıkla genç kızlar ve erkekler. Biz tıfıllara bir an önce büyüsek dedirten, çok sempatik ve hoş yıllar. Erkeklerde uzun saçın, kızlarda mini eteğin, pantolanlarda İspanyol paçanın moda, Anadolu Rock'ın patladığı, Apaşlar'dan Dadaşlar'a, oradan Mavi Işıklar'a ve dahi Silüetler'e kadar uzayan sürüsüne bereket gruba ve kızılderili/ kovboy filmlerine bayıldığımız, yazlık sinemaların bol olduğu, tıfıllar olarak mahalle savaşları ve maçları yaparken bir yandan abilere özenip onlar kadar büyümeyi istediğimiz, gerçek kot pantolanların sadece Amerikan pazarlarından ya da limana yanaşan yabancı gemilerden alınabildiği, adına balıkçı pantolonu denilen yerlilerinin yıkandıkça mor'a döndüğü yıllar. Kilim Pastanesi'nin disko havası ise bize sadece hayaller kurduruyor. Hep genç Halam şahane bir çıtır ve taze bankacı ya da bir kaç yılı daha var, bense okumayı henüz rayına oturtmuş bir tıfıl. Evde radyoya entegre bir pikap var. Babaannem Murat Çobanaoğlu başta olmak üzere aşıkları dinliyor; dinlerken söyleyip söyleyip içleniyor, gözünden yaşlar süzülüyor.
Halamla bizse dans edilen bir kulüp hayali kuruyoruz. Nasıl bir şey olduğu konusundaki fikrimiz filmlerden ve dergilerden. Mekânın bir Kızılderili çadırı şeklinde olmasını, tüm personelin de Kızılderililer gibi giyinmesini planlıyoruz. Günlerimiz artık bu kulüple dolu ki hayallerimizde bir gerçeği yaşıyoruz.
Sonra bir gün, aradan bir kaç yıl geçtikten sonra belki; artık bizim diyeceğimiz daireye taşınmış mıydık, yoksa taşınmak üzere miydik çok emin olmadığım dönemde yine spontane bir seçim için bir plakçıda Long Play'lere bakarken ben... Plağa kapağından ve tabii ki yazı karakterlerinden kaynaklı olarak vuruluyorum. Çünkü hayalini kurduğumuzun, kostümlerin ve fikirlerimizin somut hali şu an elimde.
Heyecanımın ete kemiğe büründüğü bir anda, kıpır kıpırım.
Çıkarıp kabından çiziği falan var mı diye inceliyorum plağı. O güne kadar bilmediğim grup, 1910 Fruitgum Company'nin bir iki şarkısını dinliyor, "Tamam alıyorum, bunu sarın ben finansman temin edip geliyorum," diyorum. Çok heyecanlıyım, telaşlıyım çünkü tek olan bu plağı kaçırmamalıyım. Sanki ona sahip olursak gerisi kolay. Eve koşa koşa gidiyorum. Hatta uçarak. Çünkü hayallerimde çoktan açtık kulübü ve insan kaynıyor içerisi. Finansör babaannem. Para elimde. Kulübümüzün müzik sorunu çözülmüştür ancak artık bir ortağımız daha var: Babaannem. Bir de şartı var: Kulüpte Manço şarkıları da çalınacak.
İşte Hendek İşte Deve'yi yoldan geçerken sokağa dökülen plakçı pikabından dinleyip, bayılıp koşarak eve gelmiştim. Parayı kapınca da geri koşmuş, alıp eve gelmiş ve sıcağı sıcağına dinlediğimiz andan itibaren de babannem bir Manço hayranı olmuştu.
Plak Amerika'da 1969'da çıkmış. Grup 1965'de kurulmuş. Ve bu albümle büyük çıkışını yapmış. Bir çok kırkbeşlikleri milyon sınırı aşmış ve ödüller almış. Sonra dağılmışlar, sonra yine kurulmuş ve Vikipedi'ye göre 1999 yılında bir kez daha toparlanmış. Plağı geçen gün ne tetiklediyse bir anda aklıma geldiği üzere aldım yerinden. Uzun yıllardır dinlememiştim. Bu yazıya karar verip yazarken de dinlemedim. İki şarkılarını kullanmayı düşündüğüm grubu yıllar sonra bu yazı yayındayken tıpkı ilk kez onunla karşılaşan bir okur gibi dinlerken, Halamın varlığının beni hep çocuk tutuyor olmasının sevinciyle hayali kulübümüzün kaç onuncu yılını kutlarken bir yandan da: O güzel, huzurlu, sıcacık mahallenin aynı evin insanlarıymış gibi olunan, ucuz ekmek kuyruklarında olunulmayan, bayramlarda çikolatanın likörle birlikte neredeyse her evde ikram edildiği, kahvehanelerde ve mahalle bakkalarında has Tekel Birası'nın satıldığı, kuran ve din eğitimini mahallemizin unutulmayacak, izi derin Mümin Hoca'sından aldığımız, bir evin duvarına bir başka evin film makinesinden yansıtılan filmleri tüm mahalleli olarak izlediğimiz yaz akşamlı o güzel yılların keyfini, beceriksizlerin elindeki şu günlere inat, dibine kadar çıkarmayı düşünüyorum.
Lütfen buyurun.
Damsız girilebilir!
İlk Parça albümün A yüzünün ilk şarkısı ve grubun hitlerinden biri: Indian Giver.O günün koşullarında muhteşem bir eğlence aracı!
Müşteriler ağırlıkla genç kızlar ve erkekler. Biz tıfıllara bir an önce büyüsek dedirten, çok sempatik ve hoş yıllar. Erkeklerde uzun saçın, kızlarda mini eteğin, pantolanlarda İspanyol paçanın moda, Anadolu Rock'ın patladığı, Apaşlar'dan Dadaşlar'a, oradan Mavi Işıklar'a ve dahi Silüetler'e kadar uzayan sürüsüne bereket gruba ve kızılderili/ kovboy filmlerine bayıldığımız, yazlık sinemaların bol olduğu, tıfıllar olarak mahalle savaşları ve maçları yaparken bir yandan abilere özenip onlar kadar büyümeyi istediğimiz, gerçek kot pantolanların sadece Amerikan pazarlarından ya da limana yanaşan yabancı gemilerden alınabildiği, adına balıkçı pantolonu denilen yerlilerinin yıkandıkça mor'a döndüğü yıllar. Kilim Pastanesi'nin disko havası ise bize sadece hayaller kurduruyor. Hep genç Halam şahane bir çıtır ve taze bankacı ya da bir kaç yılı daha var, bense okumayı henüz rayına oturtmuş bir tıfıl. Evde radyoya entegre bir pikap var. Babaannem Murat Çobanaoğlu başta olmak üzere aşıkları dinliyor; dinlerken söyleyip söyleyip içleniyor, gözünden yaşlar süzülüyor.
Halamla bizse dans edilen bir kulüp hayali kuruyoruz. Nasıl bir şey olduğu konusundaki fikrimiz filmlerden ve dergilerden. Mekânın bir Kızılderili çadırı şeklinde olmasını, tüm personelin de Kızılderililer gibi giyinmesini planlıyoruz. Günlerimiz artık bu kulüple dolu ki hayallerimizde bir gerçeği yaşıyoruz.
Sonra bir gün, aradan bir kaç yıl geçtikten sonra belki; artık bizim diyeceğimiz daireye taşınmış mıydık, yoksa taşınmak üzere miydik çok emin olmadığım dönemde yine spontane bir seçim için bir plakçıda Long Play'lere bakarken ben... Plağa kapağından ve tabii ki yazı karakterlerinden kaynaklı olarak vuruluyorum. Çünkü hayalini kurduğumuzun, kostümlerin ve fikirlerimizin somut hali şu an elimde.
Heyecanımın ete kemiğe büründüğü bir anda, kıpır kıpırım.
Çıkarıp kabından çiziği falan var mı diye inceliyorum plağı. O güne kadar bilmediğim grup, 1910 Fruitgum Company'nin bir iki şarkısını dinliyor, "Tamam alıyorum, bunu sarın ben finansman temin edip geliyorum," diyorum. Çok heyecanlıyım, telaşlıyım çünkü tek olan bu plağı kaçırmamalıyım. Sanki ona sahip olursak gerisi kolay. Eve koşa koşa gidiyorum. Hatta uçarak. Çünkü hayallerimde çoktan açtık kulübü ve insan kaynıyor içerisi. Finansör babaannem. Para elimde. Kulübümüzün müzik sorunu çözülmüştür ancak artık bir ortağımız daha var: Babaannem. Bir de şartı var: Kulüpte Manço şarkıları da çalınacak.
İşte Hendek İşte Deve'yi yoldan geçerken sokağa dökülen plakçı pikabından dinleyip, bayılıp koşarak eve gelmiştim. Parayı kapınca da geri koşmuş, alıp eve gelmiş ve sıcağı sıcağına dinlediğimiz andan itibaren de babannem bir Manço hayranı olmuştu.
Plak Amerika'da 1969'da çıkmış. Grup 1965'de kurulmuş. Ve bu albümle büyük çıkışını yapmış. Bir çok kırkbeşlikleri milyon sınırı aşmış ve ödüller almış. Sonra dağılmışlar, sonra yine kurulmuş ve Vikipedi'ye göre 1999 yılında bir kez daha toparlanmış. Plağı geçen gün ne tetiklediyse bir anda aklıma geldiği üzere aldım yerinden. Uzun yıllardır dinlememiştim. Bu yazıya karar verip yazarken de dinlemedim. İki şarkılarını kullanmayı düşündüğüm grubu yıllar sonra bu yazı yayındayken tıpkı ilk kez onunla karşılaşan bir okur gibi dinlerken, Halamın varlığının beni hep çocuk tutuyor olmasının sevinciyle hayali kulübümüzün kaç onuncu yılını kutlarken bir yandan da: O güzel, huzurlu, sıcacık mahallenin aynı evin insanlarıymış gibi olunan, ucuz ekmek kuyruklarında olunulmayan, bayramlarda çikolatanın likörle birlikte neredeyse her evde ikram edildiği, kahvehanelerde ve mahalle bakkalarında has Tekel Birası'nın satıldığı, kuran ve din eğitimini mahallemizin unutulmayacak, izi derin Mümin Hoca'sından aldığımız, bir evin duvarına bir başka evin film makinesinden yansıtılan filmleri tüm mahalleli olarak izlediğimiz yaz akşamlı o güzel yılların keyfini, beceriksizlerin elindeki şu günlere inat, dibine kadar çıkarmayı düşünüyorum.
Lütfen buyurun.
Damsız girilebilir!
İkinci parça ise albümün B yüzünün son şarkısı: 1910 Cotton Candy Castle.
"Finansman temin ediyorum" mu dedin gerçekten? :D :D :D
YanıtlaSilÇocukluk nasıl güzel bir şeydir böyle ya. Karpuz kabuğundan gemiler yapar, sonra onunla dünyaları fethetmeye kalkarsın. O heyecanı öyle güzel anlatmışsın ki. İçimde hissettim. O plağın biricikliği, senin karşına çıkma mucizesini.
Bir de ben o müzik kutularını ta 80'lerin sonunda görmüş yine de vurulmuştum. Çünkü aynı amerikan filmlerinden çıkmış gibiydi. Bab diye o zamanlar Beyoğlu'nun iki pizzacısından teki olan yerde.
Evet, dedim:) Çünkü çok duyduğum bir kelimeydi, sonra söylemesi havalıydı. Enn amcam bankacıydı, bekardı, ve ben ailenin ilk çocuğuydum. Amcam benim çok iyi yetişmem için çabalıyordu. iyi lokantalara gidiyoruz, şık giyiniyoruz falan. O meslektaşları ile konuşurken ben kapıyorum kelimeleri, sonra havalı ve çok bilmiş bilmiş kullanıyorum, o zaman:) Ceketim bile var, tabii ki gömlek kravat da, şu linke bakarsan ve henüz 5, bilemedin 6 yaşımda olduğumu düşünürsen nasıl bir tedrisattan geçtiğimi anlarsın:) https://laparagas.blogspot.com/2020/02/fransa-esintili-alanos-usulu-omlet.html
Silo yazıyı görmemişim, o ne tatlılık öyle yahu! tam bankacı terimi zaten, sanırsın fabrika kuracak, neymiş LP için evden para alacakmış :D yani pamuk şekerciden şeker için de demişsindir onu, tam çocukluk!
Silşeker parası yazacaktım eksik kalmış.
Sila-ha! az önce yorumu yazdım (aşağıda), sonra diğer yorumları okuyayım dedim ve gördüm ki "Beyoğlu'ndaki mekan" diye geçiştirdiğim mekanın adını sen hatırlamışsın Joecuğum :)
SilPamuk şeker demeseydin iyiydi Sevgili Küçük Joe:) Yarısı ahşap tezgah yarısı biskilet olan seyyar dondurmacıları hatırlar mısın, pek aynı tezgahların dondurma mevsimi bitince pamuk helvacı olduklarını. Ve o helvayı hızla dönen kazana bir çay bardağı şeker atarak yapıp, uzattıkları cubuğa sardıklarını:)
Silbilmez olur muyum, sadece dondurma sonrası olduklarını bilmiyordum çünkü dondurma mevsimi geçtiğinde biz şehre inmiş oluyorduk, onu çubuğa sardıkları zaman ahhhhh...
SilŞule cim demek ki oranın işletmecisi oraya bir müzik kutusu koyarak çok isabetli bir karar almış. İşi biliyormuş gerçekten. Kim bilir nereden bulup getirdiyse? Zor işti o zaman için bile. Bir de hep hangi şarkı çalardı? Groovy kind of love! Phil Collins.
SilAnkara'da Funda Pastanesi vardı Akay Yokuşu'nun başında, şimdi yerinde koca bir banka var. Genellikle sevgililerin mekanıydı ve orada da vardı bir müzik kutusu. Beni çaldığı şarkılardan ziyade görünüşü cezbederdi, neşeli bir şeydi. Beni Yenimahalle yıllarıma ışınladınız. Açık hava sinemasında Mavi Işıklar konseri; "Helvacı heelva". Ve son yazdıklarınız, fena hüzünlendirdi. Babamın bayramlık muz ve nane likörleri, çikolatinler, ayaklı minik likör kadehleri, ah! Nerdeeen nereye :(
YanıtlaSilBen de görünüşünü çok severdim ama işte o tuşa basıp makineyi izlemek ve sonra dinlemek de büyük keyifti. Konserler başka tabii ki, bizde kapalı spor salonunda olurdu ve halamla giderdik, çok hoş anlar var zihnimde. Hümeyra gelmişti mesela ve o zaman Fikret Hakan'la sevgililer sanırım, bütün tribünler Fikret.. Fikret diye tezarühat yapmıştı. Şanslı bir çocuktum, küçük amcam maçlara, büyüğü daha entelektüel olaylara, halam her şeyim zaten, küçük dayım bir yanda ve ben o zaman tek çocuğum. Sayelerinde o kadar çok şey biriktirdim ki keşke daha çok yazsam:) Aynen dediğiniz gibi, nereden nereye gerçekten.
SilAh Beyoğlu'nda bir mekanda yakalama şansım olmuştu müzik kutusunu. Lisedeyken giderdik, ne çok severdim :) Yazınız beni aldı, o günlere götürdü sevgili buraneros. Babaanne ve halaya da bayıldım. O sıcaklığı hissettim. heyecanı da :) ne güzel yazmışsınız :)
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim Sevgili Şule, güzel günlerdi, babaanne üzerine kitap yazılsa yeridir bir kadındı. Halam şahanedir ki bendeki abla boşluğunu da doldurdu, en yakın arkadaşım, sinemaya konsere birlikte giderdik, bankadan özellikle karanlığa kalan çıkışlarında ben gidip alırdım onu. Bir ablam olsun istemiştim hep, çünkü halam evlendiğinde kocaman bir boşluğum olmuştu, sanki bir parçamı kopartmışlar gibi hissetmiştim. Çok şahane ve geniş bir ailenin çocuğu olmak şu hayattaki en büyük şansım benim, hepsi şahane insanlardı.:)
SilAhh! Bab Kafeterya! Ve onun Juke box'ı! Ve anılar anılar... :))
YanıtlaSilSinema çıkışı gidip, saatlerce oturduğumuz koca salon. Epey sonradan bir kaç sene bowling salonu oldu ve artık yok, bitti gitti.
Yazıdaki konulardan en önemlisine "finansman teminiyle" edinilen plağa dönersem, bu topluluğu ilk kez duyduğumu ve dinlediğimi itiraf ederek huzurdan parmak ucunda çekileyim. :))
Bizi o anılar büyüttü Sevgili Okul Arkadaşım, olmasalardı bugünki biz de olamazdık, o nedenle bugünümüzün tadını daha çok çıkaralım ve iyi ki o günleri gördük ve o heyecanlarını yaşadık diyelim. Fakat bu Bab Kafeterya'yı ben neden bilmiyorum, soru bu:) O topluluk bu ülkede hiç popüler olmadı, çoğu insan da bilmedi, belki Avrupa'da da, bizim o fikrimiz olmasa muhtemelen benim de hiç haberim olmayacaktı çünkü karşılaşsak bile önceliğim bildiğim gruplardan biri olurdu.:) Alın yazımız bir gün buluşacağız şeklindeymiş ki buluşmuşuz:)
Sil"işte hendek işte deve"
YanıtlaSilçok severim, çadır şeklinde bir kulüpte hiç fena olmazmış sanırım :)
Güzel şarkıdır, Belki bir gün birisi bu yazıdan etkilenir ve yapar kimbilir:) Ama biz çadırı dışarı kurmayacaktık, kapalı bir mekanın içine kurup o hale getirecektik ki 12 ay açık kalabilelim:)
SilO son paragrafın son cümleleri hüzünlendirdi. Ne güzel zamanlardan bahseden bir yazı bu. Çocuklarımız için çok üzülüyorum ben. Toplumsal bazda bu kadar naif anıları yok onların. Neyse... Ben şarkıları dinleyip hüzünden uzaklaşayım biraz. Bu duygudan duyguya sürükleyen yazı için teşekkürler...:)
YanıtlaSilGençlerimiz için olumlu anlamda görecek günler var daha diyoruz, ne badirelerden geçmiş bir kuşak olarak. Bir seçim olur bir bakmışız ki eski günler geri gelmiş. Rica ederim, sevindim:)
SilBen kışın evin mutfağında açıyorum hayalimdeki kulübü :)) Son ses müzik ve gönlümce dans :) Yazın açık havaya geçiyoruz Evrim'le - balkona - :))) Hatta ışıklandırıp süslediğimiz full deniz manzaralı balkonumuzu yazları çiftlere kiralamayı düşünüyoruz :P Seçtiğiniz parçalara bayıldım :)
YanıtlaSilSizin balkon manzaranız fotoğraflardan görüldüğü üzere muhteşem zaten. Çocukken en büyük zevkimiz yazın balkonda uyumaktı bizim de. Parçalar canlı kaydedildiği için de güzel, şimdi bir çok işi bilgisayarlar, dolayısıyla teknoloji hallediyor, o da aslında sıcaklıklarından alıp götürüyor ne yazık ki:)
YanıtlaSilDaha 10'lu yaşlardaki bir oğlan çocuğunun müthiş hayali ve gerçeğe dökme çabaları. Ona yoldaş gencecik, şahane bir hala. Barış Manço dinleyip de hemencecik hayranı oluveren o babaanneyi severim ben:) Yorgun biten bir günün akşamı müthiş dinlendirici etki yapan harika bir anlatı. Müzikler de çok hoşmuş. İlk kez dinledim her ikisini de. İkincisi biraz daha ağır bastı.
YanıtlaSilYaşattığınız keyifli dakikalar için çok teşekkürler değerli Buraneros. Ellerinize sağlık gerçekten:)
Çok teşekkürler Sevgili Zeugma, ne mutlu bana, keyifli dakikalar yaşattıysam:) Şanslı bir çccuktum hep derim, muhteşem ve kocaman bir ailem vardı, çok şey kattılar bana, her anlamda ve müthiş bir iş bölümü. Oturduğumuz küçük kira evi düşünüyorum bazen, babannem dedem, halam annem babam biz falan... Hepsi güzel insanlar. Biraz daha o yılları yazmalıyım diye düşünüyorum, ailenin yeni nesilleri için:) O Albümden Türkiye'de bugün elinde olan çok insan olduğunu sanmıyorum, aradım nette hep yurt dışı çıktı.
SilBence de ''kesinlikle'' yazmalısınız. Birlikte yaşayan, birbirine bağlı, kalabalık, güzel bir ailenin güncel yaşam biçimi, gelenek-görenekleri, mesela yemekleri ya da bayram günlerinin nasıl geçiçtiği gibi detaylarla kayda geçmesi öyle önemli ki. Örneğin bizden önceki nesli ailemizden biri bir şekilde anlatsa, hatta sadece kısa kısa notlar almış olsaydı nasıl kıymetli olurdu bizim için. O yüzden, ailenin yeni nesilleri çok sevinecektir buna. Bizler de seve seve okuruz elbette. Ben babaanneli kesitlerin hastası olurum, kesin:) Kim bilir dizi yapmak isteyenler de farkeder hemen.
SilBloglar bu anlamda ne kadar önemli cidden. Kaybolma, bozulma riski olmadan kaç nesil sonrası için bile paha biçilmez bir imkân, harika dijital sayfalar sunuyor bize:)
Benim iki adımın biraraya gelmiş olmasının bile hikayesi çok özel ve ilginç, bağlantılara bakınca tam anlamıyla nereden nereye durumu:) Aslında başlık attım ama bir fotoğraf arıyorum, henüz bulamadım. Küçük kardeşime soracağım, bendekileri de biraz daha araştıracağım, bulduğum anda yayında:) Bizim bir şansımız da bizden öncekilerin, önceyi anlatmış olması ve sıklıkla da o coğrafyayı görmemiz ve tabii ki kopuk bir aile olmamamız. Aslında yazılarımın içinde yer yer söz ettim ama bu ve benzeri yazılar gibi daha odaklı değillerdi onlar.:) Bloglar kesinlikle kıymetli ve sizinle daha önce bazı yazılarımızın nerelere referans olduğunu konuştuk zira. Babıda çok özel bir kadın, ağa kızı gariban eşi, arkadaşlarım tapardı ona, çok zevkli kadındı, o sandığı doluyken görmek lazımdı:)
Sil