12 Aralık 2021 Pazar

Ben Böyle Günü Yerim

Dün Ve Gün Cumartesi



Uyanıyorum. Bugün aşmışım. Çünkü perdenin kenarından gün sızıyor. Saate bakıyorum. Sekizi bulmuşum. Oysa gün ışımadan uyanmaya alışmıştım. Elim ayağıma dolanabilir ki dolanıyor. Bünyemse kısa sürede hayatla senkronize oluyor ve her şey sırasıyla ve telaşsızca halloluyor. O sırada beynim bir mesaj atıyor. Heyecan verici. Bir itiraz da var sanki. Ama bu aralar bir ben daha var ki bu tür ikilemlerde daha önce de belirttiğim gibi oldukça dirayetli. Tuttumu koparıyor... İnisiyatifi bir kez daha alıyor ele. Direktif direktif üstüne. İtiraz mâkamı ehh pehh etse de yine mağlup. Ve Çınarlık Pidesi galip.

Gidilecek!

Gidilmeli de...

Hava muhteşem. Oysa parçalı bulutlu gösteriyordu dün. Pencereden sızan bahar havası coşkulu, güneş piste davet ediyor.

"O halde dans!"

Ufacık bir ekmek arası yapıyorum.

Ama ufacık.

Aceleye gerek yok. An itibariyle her şey yolunda ve sakinlik yerini alıyor.

Evet evet, öğleden sonra ve hatta saat 13:30'dan sonra plan işleyebilir.

Kitap okuyor, nette dolaşıyor, yorumları yanıtlıyorum. Arada bir itiraz makamı "Off ya!" nidaları ile sızma harekâtları yapsa da anlıyor ki kendisini takan pek yok. Yine de hakimiyet bende havasını atacak ve tek karar merci benimin altını çizecek ki bünye alıştı artık buna. Yavaş yavaş beyaz bayrağı eline alıyor, sanki son noktayı yine o koyuyor ki varsın koysun.

O şimdi köşesinde. Artık bizimle değil!

Alaylı meteorolog şu an bulutlarla temas halinde. Görüşme olumlu. Belli bir saatten sonra güneşi perdeleyecekler ve doğal olarak da rakımı yüksek coğrafyada hava soğuyacak.

O halde ince, sıfır yaka bir tişört, gömlek, v yakalı bir kazak, sırt çantası kenarına asmalık da bir mont yeterli. Yedek maskelerimiz yerinde.

Haydi istasyona!

Rektörlük'de iniyorum. Otobüse aktarma için durağa gidiyorum. Bir köpek arkadaş boylu boyunca uyuyor. Battaniyesi, enfes bir güneş. İki karga yemyeşil ve güneş pırıltılı çimlerin üzerinde ve afiyette. Pek de neşeli bir sohbetin içindeler ki arada bir vals yapıyorlar.

Saat 13:30 civarı. Durakta otobüs yok. Dolaşalım o halde. Kültür Kafe dışarıdaki masaları toplamış. Neden ki acaba? Hımmmm, içeride de yoklar.

Aslında vakit geçirme halleri içindeyim çünkü az önce aktarma yapacağım otobüs durağa yanaştı ve şoför hareketin 14:00'de olacağını söylüyor. Bu biraz işime gelmedi tabii ki. Şaka değil, pandemi başlangıcından bugüne, iki yıldır yani, biraz sonra ulaşacağım coğrafyadan uzağım.

Aklıma düşünce oluşan ve karar sonrası zıp zıp zıplayan heyecanım şu an isyanda.

Sonra, içinde bulunduğum ortam ve şefkatli güneş sakinleştiriyorlar beni. "Sayılı dakika çabuk geçer," diyor iç sesim. Biraz dolaşıyor, yeşillikler ve ağaçlara karışıyorum. Ve 15 dakika kala da otobüsteyim. Elimde ilk kez okuyacağım, Rus Edebiyatı'nın önemli ve çağdaş yazarlarından Mihail Şişkin'in Mürekkep Lekesi adlı öykü kitabı... Üsluba ve kurmacalarına bayılmış durumdayım.

İstikamet yokuş yukarı ve varacağımız nokta -şimdinin mahallesi ama benim için hep- Büyük Oyumca Köyü.

Bir uçak gibi sürekli tırmanırken manzaraların tadını çıkarmalıyım.


Aşağı Oyumca'yı az önce geçiyoruz. Toparlanıyorum. İki kişi iniyoruz ve kapıdan süzülüyoruz. Bir köpek havasını atıyor ve simsiyah havlıyor. "Buralar benden sorulur," agalığında. Yanaşıyorum. O demirden ve ızgaralı bir kapının ardında. Hâlâ kabadayı. İyice yanaşıyorum ve arada laf atıyor, gülümsüyorum. Elimi uzattım, bir kez daha burnundan kıl aldırmadı... Ve artık kankayız.

Bu kapkara ve pırıl pırıl atla bir kaç adım sonra karşılaşıyoruz. Adı Şimşek olsa yakışır. Ateş gibi bir genç. Biraz sen kimsin havası atıyor bana. Bense Pony Kafe'ye doğru tırmanmakla meşgulüm. O sanki kızgın ve orada olmaktan memnun değil. Ahşap çite paralel biçimde en alttan en üste kadar son hızla koşuyor, sonra aynı hızla aşağı doğru. Duruyorum. Ben bu havaları yemem pozumu takınıyorum ve fotoğraf makinemi sırt çantamdan alıyorum. En alttan koşmaya başlıyor, kafam çitin üzerine paralel, hatta bir tık içeride. Seri şekilde fotoğraflarını çekiyorum. Yokuşu çıkan arabalar yavaşlıyor. Kim bu deli merakındalar sanırım. Bu kara şimşek her yanımdan geçişinde neredeyse nefeslerimiz tokuşuyor. O kadar yakınız... Şimdi alanın en tepesinde ve sanki duruşuna bakılırsa direncini kıracağım. Göz göze gelsek, bu yolla bir iletişimimiz olsa da tokalaşma fırsatı vermiyor bana. Kaç poz çektim sayamıyorum. Şimdi makine çantada. O az önce tam gaz indiği aşağıdan geliyor. İşte bu. Durdu. Aramızda şimdi bir ten teması var. Elim pırıl pırıl tüylerinin üzerinde geziniyor. Başını uzattı. Şimdi yanak yanağa bir kucaklaşma. Ve yeniden uça uça gidiyor.


Bir an bütün alanları dolaşsam sonra pidemin başına otursam diye düşünsem de bundan çabuk vazgeçiyorum ve Pony Kafe'den içeri süzülüp verandasında bir masayı gözüme kestiriyorum. Çok tatlı bir genç kadın gülümseyerek, menü ile geliyor. Menüyü alıyorum ama aslında kararım net. Fakat artık az rastlanır ve şık bir menü olduğu için dokunmadan bırakmak istemiyorum.

"Bir Çınarlık Pidesi lütfen"

Bir şekersiz kola ama birlikte getirin lütfen"



Hımmmmmmm misss. Görüntü ve yayılan koku muhteşem. Bir parçayı alıyorum elimle. Bir ısırık. Çıtır diye bir ses ve muhteşem bir kavurma kaşar peyniri işbirliği. İncecik ve çıtır bir hamur, susam ve çörek otuyla, beraber ve solo tatlar. Şahane, gizemli, kara mizah, ilginç karakterler, alışılmadık bir anlatımla Güzel Yazı Dersi adlı ilk öykünün finali.

Ve muhteşem bir manzara.

O halde ölebiliriz...


Epey süre ölüyoruz. Bir de çay içsem mi diye düşünmüyor değilim. Otobüs Rektörlük'ten saat başı kalkıyor ve 15 ila 18 dakika sonunda, hemen tesisin çıkışındaki durağa varıyor. Biraz fotoğraf çeksem ve gelecek otobüsle dönsem diye düşünüyorum ve istemeye istemeye de olsa ödememi yapıp verendayı terk ediyor hemen üst kısmına çıkıyorum. Küçük çocukların gözetim altında Pony'lere bindikleri alanda hoş görüntülerin tadını çıkarıyor ve çocukların olmayacağı bir anda fotoğraflar çekmek için bekliyorum. O sıra aşağıdaki ve uzak manejde iki genç kadının antreman yaptığını fark ediyorum. Bir süre izliyorum, sonra oraya yürüyüp, onlardan izin alarak fotoğraf çekmeyi düşünürken, bindiği at neye kızdıysa fren yapıyor ve genç kadın hooopp aşağıda; ve atın önünde. Bir süre kalkmayınca endişe ediyorum. O ara antrenörü görünüyor, yanaşıyor; bir şeyler soruyor, genç kadın ayağa kalkıyor ve atlar sahadan çekiliyor.


Bense ahırlara giriyorum. Flaş kullanmamak koşuluyla fotoğrafa izin var. Enfes bir enstantane yakalıyorum: Loş odasının penceresinden uzak ufuklara, gözlerinde bir hasret, özlenen bir özlem varmışçasına bakan simsiyah ve çok asil bir yetişkin at. Muhteşem bir açıdayım; arkasında, sol yanında ve kafanın duruşundan tek gözünü görsem de duygunun bütününü hissettiğim bir yerdeyim ki kendimi saklamayı becermişim. Beni hissetmiyor ya da umursamadı. Duygu yüklü fotoğraf için her şey müsait. Bir yandan havada uçuşan duygunun tadını çıkarmak istiyorum; bir yanda da yakaladığını bırakmak istemeyen blogger hevesinde fotoğraf arzum var. Çekiyorum peş peşe. "İşte bu tamam!" dediğim bir tane var içlerinde. Ancak bazı fotoğrafların öyle bir büyüsü vardır ki tüm sözcüklerin boyunu aşar. Bu fotoğrafa baktığımda anı canlı yaşadığım için bana duygu yüklü bir hikâye anlatıyor. Ama düşünüyorum ki bloga koyduğumda bir hiç olacak. Vazgeçiyorum.

Onu da, bir hapishane gününün son sayımı öncesi toplanılan avluda dolaşan, ve o anın öncesinde, getirdiğim savcılar ifade alırken takıldığım yazıcı odasında görülmüştür damgası basılmış mektubunu okuduğum Kumru Öğretmen'e baktığım andaki ve bana ait duygunun, bir yazımda kelimelere dökülmüş, bir kaç satırlık halinde bırakmaya karar veriyorum.


Tek kapıdan girilen, koğuş düzenindeki bu ahırdan çıkıyor, pencerelerin önünden uzayıp giden manzarada soluklanıyor; pencerelerden kafalarını uzatan atlarla fotoğraf çektiren, selfi yapan ya da pozu eşlerinin çektiği insanların, çocuklarının atlarla birlikte fotoğrafını çeken ebeveynlerin arasından geçip; biraz sonra söz edeceğim "vahşi" atın yanına gidiyorum. Oradan dönüşte de 1+1 tadında, muhtemelen özel kişilerin özel atlarına beli bir ücret karşılığı kiralanmış üst fotoğrafdaki daha konforlu mahalleye göz atıyorum ki bu bir tahmin. Gerçeği sorup öğrendiğimde de bu cümleyi muhtemelen değiştirmiş olacağım.


İşte benim ikinci kankam. Padokta tek. Sanırım stresini atma bölümü burası. Çitlere saldırıyor ki birinin bir tahtasını kırmış. Oradan oraya deli gibi koşuyor, sonrası da tahtaları zorluyor. Adamım. Bir türlü yakınlaşamıyoruz. Çılgın hali herkesin dikkatini çekmiş vaziyette ve ilgi odağı. Önce kendimi fark ettiriyor, ilişki kurmaya çalışıyor, sonra da en uzak köşeye gidiyor, oradan izliyorum onu. Ara ara da fotoğraflarını çekiyorum. Sanırım anlaşmak üzereyiz. Üsteki, üzeri giyinik olansa otobüsü kaçırınca turladığım esnada, alanın daha alt kesiminde ama elektrikli tellerle çevrilmiş ve uyarı işaretleri olan bölümde rastlaştığım, en espritüel at. Ne numaralar yapıyor. Bir star havası var. Ben atların yatınca kalkamadıkları, o nedenle ayakta uydukları gibi bir inanca sahiptim. Bu sırt üstü bile yatıyor. Kalıptan kalıba rahatlıkla geçiyor, arada bir narasını da ihmal etmiyor ve an itibariyle iki ayrı bölümde olan diğer atla birlikte sakin ve enfes bir bölgesindeler Atlı Spor Tesisler'inin. Muhabbeti koyultuyoruz, kahve içsek yeridir. O da kalan numaralarını fotoğrafa hapsetmem için peşi sıra sergiliyor. Kişiye özel enfes bir gösteri ki teşekkür edip, tokalaşarak vedalaşıyoruz. Sarılmamıza engelse, ne derece çarpıcı olduğunu test etmeyi aklımdan bile geçirmediğim elektrikli teller oluyor.


Bir sonraki otobüs için vakit yaklaşıyor. Usulca durağa doğru yürüyorum. Siyah köpekle vedalaşıyorum. O ara tepemden bir yolcu uçağı geçiyor. İnişte. Bir kaç pozunu, isteğini kırmayarak çekiyorum. Ve duraktayım.

Banka oturuyor, manzaramın enfes havasını soluyor, kitabımı açıyorum. Tam kitaba kapılmışken bir çıngırak sesi gözlerimi sesin geldiği yöne dikiyor ki ne göreyim. Bir inek. Üstelik yokuş aşağı inen bir inek. Asfaltta. Fotoğrafını çekiyorum tam, bir inek daha... ve bir fotoğraf daha. Böyle devam ederken, Teyzem görünüyor. Muhteşem. Sanki çocuklarıyla konuşuyor. O ara fotoğraf çeken beni fark ediyor. Tırsıyorum.

Fotoğraf makinem artık sırt çantamda. Sanki hiç çekmemiş rolünü oynuyorum. Çok mutluyum ama. Şahane günün finalinde sanki bana sunulan bir bonus bu. Köy akşamında eve dönen mallar ve muhteşem ötesi bir çoban. Teyzem. Çok tatlı! Hayal etsem olmazdı. Otobüsü kaçırma endişem olmasa yanındaydım. Çubuklarına hastayım. Orkestra yöneten, teyzemin sopa kullanışı yanında halt etmiş. Niye video çekmiyorum ki ben. Günü çıngırak sesleri ve teyzemle hayvanların sohbeti katmerliyor.


Otobüsteyim. Bu kez geldğimiz yoldan değil de daha geniş bir coğrafyayı dolaşarak, köyün merkezinden geçerek ve sonrasında yokuş aşağı inerek varıyoruz Rektörlük durağına.

Aslında daha önce yürüdüğüm ve enn sevdiğim kadına ballandırdığım bir yol. Caminin yanındaki mini meydana ve karşılıklı dizilmiş banklara ve bir arka sokaktaki ahşap konağa, evet konağa bir kez daha bayılıyorum; köyün merkezinden geçerken...

Durakta inince doğrudan trene geçiyorum, bir aktarma bu. Yoldayken fikrim dürtüyor. "Bu güzel, pek pastoral güne şık bir final yakışır," diyor iç sesim. Kırmıyorum ve trenden iner inmez fikri net ama seçimi şüpheli bir şahıs olarak pastaneden içeri süzülüyor, pastamı seçiyor, sonra da bulvarı gören her zamanki masama oturuyorum.


Daha önce denemediğim bir seçim: Karamelli Profiterollü Pasta.

Dışı yakıyor beni.

İlk lokma üzerindeki minik profiterol. Muhteşem. İçinden cevherler fışkırıyor. Çok eğlenceli. Sanki etrafı çevrili silindir bir kutu.

Acaba içinde neler saklı?

Keselim o halde... ve açıp bakalım Pandora'nın Kutusu'na: Profiteroller saklı, vişne dokunuşu var, kiminin içinde erimiş beyaz çikolata, kiminin içindeyse kakaolu çikolata var.

Üstelik baymıyor ve hayaller aleminde tura çıkarıyor; günün tadına kesinlikle tat katıyor.

Demi ve kokusu yerinde çayla birlikte pastoral güne şahane bir final, aferin içgüdülerime.



Ay tepemden gülümsüyor...

30 yorum:

  1. Orada bulunur gibi hissettiriyorsunuz. Pandoranın kutusu benzetmesi çok güzel.
    Fotoğraflar harika.
    Sevgiyle.

    YanıtlaSil
  2. Güzel bir gün keyifli bir anlatım, atlar ve pasta harika :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Pasta efsane, epey emek üstelik, atlar anlaşabilince çok tatlılar zaten:)

      Sil
  3. Ne güzel bir gün ve hediyesi de ne güzel bir yazı olmuş. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim, gün güzel olunca diğeri pek zor değil sanırım:)

      Sil
  4. Hani ölünen bir satır var ya, işte ben hem orda, hem de en alt satırda iki kez öldüm efenim. Doktorum kesinlikle iştah açıcıları yasaklıyor ama ne mümkün kaçmak. :)) Hani bir, iki olsa tamam diyeceğim ama her yerde varlar :))

    Ama gerçekten o kadar keyifli ki, artık sessizce gelip bakıp gidiyorum, yok yok yanlış oldu gelip, bakıp ölüyorum diyecektim. :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bir kere şöyle bir cümle kurmuştum epey yıl önce, yemeyerek yaşayacağıma yiyerek öleyim:) Espriydi tabii ki ama daha çok sevdiğim yiyeceklere savunuydu. Sanırım bünyem zaman içinde ve erken yaşlarda ve benden bağımsız olarak bir denge ve disiplin oluşturdu ve onun sayesinde bu tür doktor uyarıları hiç bir zaman işitmedim:)

      Sil
  5. offff en sevdiklerim! atlar ve pasta. Pasta da yutkundum itiraf ediyorum. Ama atlar!!!!!! Binicilik dersi almıştım hem Fransa da öğrenicyken hem Türkiye de öğretirken. Atlar!!!! Aklımı başımdan aldı.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kimin başından aklını almazlar ki sen şanslısın, binmişsin, üstelik eğitimli binici olarak. Aslında bu coğrafyanın arkası da çok güzel. Tepenin arkasından bir gölete iniliyor. Mesela atla. Birgün yazarım belki:)

      Sil
  6. Atlara yakınlığım sadece küçükken pazar günleri seyrettiğim kovboy filmlerindeki kadar.Bir de otobandan gördüğüm Karacabey harasındaki atlar var.Uzak geçmemize rağmen çok güzel görünüyorlar.Sizin çektiklerinizde de çok güzeller.
    Bizimde burada güzel bir pidecimiz var ,oraya mı gitsek diye bende düşündüm birden.
    Çok iştah açıcı bir yazı olmuş:) Acıktırdı resmen.onun için konuya atlardan girdim.

    YanıtlaSil
  7. At binmekle övünen millet gittikçe uzaklaşıyor aslında atlardan, çünkü okla yayla övünenler yok ettiler. Konudan örnek verirsem, at yetiştirilen bir hara vardı ben cocukken ve bir de yarışların yapıldığı hipodrom. Özelleştirme ile satıldılar ve at olayı bitti. Yıllar yıllar sonra bir belediye başkanı burayı yaptı, çok da güzel yaptı ve halk çok benimsedi, belki de o nedenle yaşıyor, yaşayacak atlar:) Pide bir anlamda kadınların hafta sonu kurtarıcısı bu coğrafyada:)

    YanıtlaSil
  8. Attan düşmüşlüğüm var... Gerçekten bak. Çok severim ama dokunmaya çekinirim. Uzaktan seyretmesini severim. Koşmalarını, tayları ile ilişkilerini... Bir film vardı, seyrettin mi? Şampiyon.

    Bu arada pasta enfes. Ama hem çikolata, hem karamel, hem vişne, hem beyaz krema. Karışık ortaya gibi mi olmuş :)))

    YanıtlaSil
  9. Çikolata da akışkan, vişne çikolata uyar ki vişne tane değil sos, çok az. Valla sanatçı öyle uygun dozlarda kullanmış ki bakınca bazıları beş benzemez gibi gözükenler, insanı baymayan, eğlendiren enfes bir şey ortaya çıkarmış:) Bir dahakine kesit fotoğrafını kullanırım:) İzledim sanırım, efsane Bold Pilot'ın hikayesiydi hatırladığım:)

    YanıtlaSil
  10. O kızıl saçlının ufacık pencereden çıkmış kafasına bayılırım ben ama yaaa! Nasıl güzel bakıyor kızıl şey..
    Fakat "evet ölebiliriz" kısmına aynı tepkiyi verirdim, o da kesin. Şahane bir keşif olmuş!
    Pasta beni çekmedi ama arkasındaki çay... o çayyyyyy! :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Asıl yazdığım ama fotoğrafı kullanmadığım at süperdi, baktığı pencereden görünen manzara ve onun uzaklara derin derin bakışı. Kendisi de çok klastı zaten:)

      Ölebiliriz kısmı fena... Ehlinin elinden çıkarsa çok özel bir pide o:)

      Sil
  11. İlk fotoğraftaki at ne kadar da asil öyle. :) Atlar en sevdiğim ve en korkmadığım hayvanlardır.
    Anlatımınla günü bize yaşattığın için teşekkür ediyorum. Anlatım şahane tabii ona sözümüz yok fakat günü senin anlatımın sayesinde seninle birlikte yaşarken pastanın tadına bakmış sayılmıyor olmak üzdü. :)) Şaka bir yana o pastayla günün hakkını çok güzel vermişsin sevgili Buraneros.
    Afiyet olsun. :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Rica ederim, hoşuna gittiyse ne mutlu. Kimbilir belki bir gün bir şekilde ailenle ya da sen ve arkadaşlarınla yolunuz düşer buralara, o zaman kimle gelirsen gel sana ve seninle gelenlere o pastadan ısmarlarım, atlara da bakarsın, hatta pide de ısmarlarım:)

      Çok teşekkür ederim:)

      Sil
    2. Ben teşekkür ederim sevgili Buraneros. Çok naziksiniz. :) Ismarlamış kadar oldunuz bile.
      Neden olmasın? Umarım, bir gün belki.
      🙏🏻😊

      Sil
  12. Ee sonunda bizde gülümsedik yalnızca ay değil :)
    İkinci fotoğrafta atın bakışları var ya bir çok boş bakan insanda
    yok. gerçekten çok asiller bu atlar. inşllh güzel bakılıyordur
    bu çalıştırılan atlar. fayton çekmesine , çoluk çocuk taşımasına
    karşı değilimdir hiç bir zamanlar. bizlerin hizmetine sunulmuş
    hayvanlar olarak görürüm ama gerektiği gibi bakımları yapılmalı,
    güzelce yedirilip içirilmelidir.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. O at muhteşem, çok daha yakın planları var. Tek başına takılan asabi şahıstan öyle bir anda sıyrılıp normal hale geldi ki şaşarsın. Hayatımın en güzel iletişim anlarından biriydi:) Kısa alanlarda fayton olabilir belki ama ben çccukkenki halleri fenaydı. Taksi görevi yapıyorlardı ve mesafeleri uzundu, çok da yokuş çıkıyorlardı; bir de gün içi tekrarlarını düşününce gerçekten fenaydı. Şimdi yine varlar, sahilde temiz bir park yolunda çok kısa mesafede kullanıyorlar, gezinti amaçlı:)

      Sil
  13. atlara bayıldım, orada olmak istedim. pidede ve tatlıda aklım fena halde kaldı, burada olsunlar istedim :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Atlara bayılmamak ne mümkün, boy boylar ve komikler.:) Evet bu bizim buradaki küçük bir yöreye özgü pide, gerçi Görele'de yapmışlar, formu değiştirmişler adını da Görele Pidesi yapmışlar ki burada bazı pideciler Görele Pidesi diyorlar ama bu geleneksel pideyi bize kazandıran eski Belediye Başkanımız yörenin adını vermişti buna:)

      Orada oldurabilirim aslında ama bir şeye yaramaz çünkü burada bile biraz bekletilse o çıtırlık gidiyor çünkü çok ince bir hamur. Rakı-Balık opsiyonu süresiz açık zaten, ona pide ve pasta ekledim şimdi:)

      Sil
  14. Fotoğraflar mı daha güzel desem o müthiş betimlemeler mi? Yazarımız aşmış yine. Okurunu yaşadığı anlara direkt ışınlayabilme, ortak etme başarısı nirvana:) Çok tebrikler..
    Atları çok severim. Asaletleri tartışılmaz.
    Çınarlık pidesinin çıtırtısı ve kokusu henüz geçip bitmeden, karamelli profiterollü pastanın lezizliği duyularımıza eşlik ediyor şu an.
    Eh, biz de ölebiliriz artık:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim, Sevgili Zeugma. Fakat malzemeyi gözden kaçırmayalım, sonuçta olanı yazıyorum bir yaratım değil benim ki:) Atlar şahaneler, gelen insanlar da onlarla ilgili oldukları için karşılıklı sevgiler şelale ve o nedenle ortam çok keyifli iki taraf canlıları için de. Pideden emindim zaten ve özlem vardı bir de, standartı hiç düşmüyor onun, pastaneyi de seviyorum ama bu pasta içeriği ve yapım zorluğundan bakınca benim için de büyük sürprizdi, imalathaneleri aynı yerde olsa ustayı bizzat kutlayacaktım:)

      Sil
  15. Küçük gibi görünen bir köy ziyareti içinde bir sürü saklı cevheri barındırıyormuş aslında, yazınızda bu duyguyu fazlasıyla hissettim. Gezinizi anlatımınızla ve tasvirlerinizle o güzel köyü, atların olduğu ahırları, ineklerini otlatan teyzeyi biz de görmüş kadar oluyoruz sanki.
    ''Bazı fotoğrafların öyle bir büyüsü vardır ki tüm sözcüklerin boyunu aşar.'' cümleniz gerçekten de bazı fotoğraf kareleri için öyle hissettiriyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Doğa ve diğer canlılarla iletişim sanki daha kolay, severim, gereksiz bir laf kalabalığı olmaz, ayrıca gündelik hayatın kafa yorucu hır gürleri yoktur orada, bir de insan iş güç ve benzer durumların yüklerini geldiği yerde bırakır buralardayken, döndüğünde onlarla karşılaşsa bile biraz daha dirençli olur; o nedenle arada sırada bu tür yerlere kaçmak da yarar var, özellikle şu pandeminin hayatı kısıtladığı süreçte. O nedenle bu platformda olmak hoş, birbirimizin yazdıklarıyla biraz daha nefes alıyoruz ki senin blogun bu anlamda çok kıymetli, iç ısıtıyor:)

      Sil
  16. Evden çok da uzak olmayan, kolay ulaşılan bir noktada böyle bir yerin varlığı ne güzel! İyi ki paylaştın ve ne güzel anlattın. Atlar zaten her daim sevdiğimiz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu mesafe bir çok insana nedense külfet geliyor öte yandan, biraz merak ve daha çok doğayla ilişki gerektiyor sanırım ki şehir merkezinden bile benimle aynı araçları kullanıp, yanı tren+aktarma otobüsü, gelmek mümkün.

      Sil

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP