30 Mayıs 2025 Cuma

Ben Yazım Sen Yaz

İşi kapatıp yola koyulmam gerek. Planımda yine Tekkeköy var. Öğle yemeğimi yine eski istasyon binasındaki, artık kent lokantası evrimini yaşayan ama eski konseptini, o kafeterya halini daha çok sevdiğim Gar'da yiyeceğim; bir kez daha. Anladım ki bugün biraz geç kalmışım. Marketten alınmış ve kızartılmış tavuk şinitzele razı gelmem gerekiyor. Minik sütlacımı, suyumu, çorbamı, bulgur pilavımı da alarak masama geçiyorum. Her ne kadar bugünkü menüden hoşnut olmasam da yine de binanın ve çevresinin güzelliği, hâlâ yerinde duran rayların hatırına keyfini çıkaracağım.


Bugün dondurma düşünmüyorum. Can arkadaşıma uğrama fikrimi de erteliyorum, trenin keyfini çıkarıyor ardından kendimi çalışma masamda buluyorum. Telefonumda bir arama var, Enn Sevdiğim Kadın. Elbette anında arıyorum; yine enfes, yine çok keyifli, yine onu ne kadar çok sevdiğimi hissettiğim bir sohbet. Hafta sonu takılalım mı, diye soruyorum. Yanıt olumlu, ikimiz tarafında da ekstra bir şey çıkmasın diye duacıyım.

Akşamın ruhları dürtükleyen saatleri geliyor. Önceki akşam gökyüzü muhteşemdi, deniz de ondan geri kalmamıştı lakin ben fotoğraf makinemi yanıma almamıştım. Bu kez sırt çantamda!

Upuzun sahili olan şanslı kentin şanslı insanları enfes bir gün batımını ve ressamın gökyüzüne çizeceklerini izlemek, tadını çıkarmak için hazırlar; dünse ben hem biraz geç kalmış hem de fotoğraf makinesi ile evden çıkmamış olmamın pişmanlığını yaşamıştım.


Bu akşamsa fotoğraflarla süslenmiş yazısını bir an önce baskıya yetiştirmek isteyen acar muhabir pozundayım. Bu enfes gösteri için süremin az olduğunu biliyorum. Hızlı hareket etmem gerekiyor, sabit bir noktada kalmayıp yürümem de gerekiyor. Fotoğraf çekerken ve kumsalda ideal bir noktadayken çok yakınımdan biri sesleniyor. Bizim mahalleden bir komşu, fotoğraf çekiyor olmama şaşırmış, tahmin etmezmiş, blogum için çekiyorum dediğimde daha da şaşırıyor. Arkadaşları ile de tokalaşıp bir başka hedef noktama doğru yürümeye devam ediyorum.


Bize hayatın sunduklarına bir kez daha teşekkür ediyorum yürürken. Buraların hiç para etmediği, taa tepedeki köyün daha çok para ettiği, şehrin küçük nüfusunun az, biz kardeşlerin tıfıl, ulaşımınsa bizim buralara zor olduğu zamanlarda almıştık arsayı: Anayoldan kumsala kadar uzuyordu ve iki yanımızın birinde kamuya ait bir kampın, diğer yanımızda da Meteoroloji Bölge Müdürlüğü'nün olması, tel örgülerinin de denizin ortalarına varması nedeniyle kimselerin giremediği kocaman, yan yana iki komşu olarak kullandığımız müstakil bir plajımız olmuştu.

Şu anki halini görenler ve bilenler elbette zamanında üç kuruş para eden buralardan toprak almadıklarının pişmanlığı içindeler. İçme suyumuz yoktu ama bir şansımız vardı. Jandarma Komando tam karşımızdaydı, onlar tepe köydeki kaynaktan, borular döşeyerek su getirmişlerdi ve o su sol yanımızdaki Meteoroloji Müdürlüğü'ne, bizim arsanın önünden geçerek de Topraksu Kampı'na uzuyordu. Jandarmada üst düzey komutan olan tanıdıklar vardı, diğer kurumlarda da... Çünkü onlar da bizim müşterimizlerdi, araçlarının yedek parça ihtiyaçlarının tedarikçisi bizdik. Dolayısı ile onların ortaklaştıkları su hatlarından bir hat da bizim eve gelmişti üstelik bedavaydı, henüz belediyemiz de yoktu!


Bu olanaklar olmasa ve suyu gidip de çeşmeden dolduruyor olsaydık, muhtemelen bu evde sadece yazları oturuyor olacaktık. Annem, babannem, babam buraya çok uzak, güneydoğuda bir köyde dünyaya gelip orada büyümüşlerdi. Dedem bir demiryolcu olarak Samsun'a gelmeseydi, tüm bu olanaklara muhtemelen kavuşmamış olacaktık. Onların elinde pişmek büyük çocuk olarak üstlendiğim sorumlulukları daha ileri taşımak adına büyük ve emsali bulunamaz bir motivasyondu benim için. Yoksa bir aylık askerken babayı kaybetmenin ardından ayakta kalabilmek, iki küçük kardeşle hayatı önce tutup sonra ileri taşımak mümkün olamaz, kesinlikle hep birlikte başka bir hayatı yaşıyor olurduk.


Amerika hayallerim sönmüştü. Televizyon program yapımcısı ve yönetmeni olmak da... Ama başka bir şeyi başarmıştık. Toprağımızı elimizde tutmuş, imar gelmesiyle birlikte de bizden sonraki kuşağa babanın bize bıraktıklarını kat be kat aşan olanaklar bırakacak bir noktaya varmıştık. Etramızdaki pek çok insan ellerinden çıkarırken topraklarını, biz beklemiştik; çünkü bir gün D.S.İ'nin önünden geçerken bir sempozyum olduğunu görmüştüm. Yanımda enn iki arkadaşımdan biri vardı. Gel dedim girelim ve izleyelim şu sempozyumu. Girdik, duvarda asılı harita dikkatimi çekmişti. Yaklaştık ve baktık; bizim oraların imar durumu netleşmiş, parsellerimiz kesinleşmişti. Bir piyangoydu bu, büyük ikramiye bize çıkmıştı. Haritalama işi özel bir mimarlık bürosuna verilmişti, altındaki imzaya baktım. Çok iyi tanıdığım, çok sevdiğim, şahane mimar bir hanımefendiydi!


Sonrası bir inşaat süreci, gittikçe büyüyen, sosyalleşen bir yaşam alanı, ona bağlı olarak daha da yükselen bir ekonomi ve çocuklara bırakılacak, babadan bize toprak olarak geçen, edinilmiş bilgi nedeniyle beklenen, diğer insanlar gibi elden çıkarılmayan ve sonucunda çoğaltılan ve sonraki nesle bırakılacak -iyi pişirilmiş- olanaklar...

Yani, birazcık öngörün varsa, sakla samanı gelir zamanı durumu!

Yazıda kullandığım fotoğraflar bizim yaşadığımız alanın sol tarafı, sağ tarafta iskele var, ötesinde yine eğlence mekânları, şahane kafeler. Bazen rastlaşır ve konuşuruz; bu toprakları satıp da ta tepedeki köyde hayatını devam ettiren çocukluk arkadaşlarımla. Büyüklerine isyan ederler, para etmez diye kızlara bıraktıkları yerler nedeniyle, aslında kıskançlıktır bu, ya da nasip. Aslında bir şeyin de altını çizer, ekonominin mantığı kabul etmiyor olsa da... Sadece inşaatla ülke bütünlüğünün zenginleşemeyeceğinin ve dolayısı ile parasının bu nedenle pul olmaya devam edeceğinin, bundan sonra da bu mantık iktidarda olduğu sürece ekonominin daha da çökeceğinin, bir göstergesidir de bu!

27 Mayıs 2025 Salı

Avare

Kafaya koymuş durumdayım. Bu kez dondurma ile yetinmeyeceğim lakin önce işleri toparlamam gerek ve biraz da erken çıkarsam, her şey çok güzel olacak!

Ve hatta en can iki arkadaşımdan birine de uğrayabilirim.

Lakin evdeki hesap çarşıya uymuyor.

Biraz daha işle meşgul olmak durumunda kalıyorum ve nihayetinde yola çıkmaya hazırım. Veee tam bu satırları yazarken pencereme bir sığırcık konuyor. Daha önce yazmıştım küçük bebeklere kargaların musallat olduğunu ve sığırcıkların da yok olduğunu. Demek ki bebeleri daha güvenceli bir yerde büyütünce yuvaya döndüler. Aslında bir kaç gün önce çatıdan uzaklaşsalar da babamın ağaçlarında olduklarını görmüştüm, mini mini birlerinin... Yuvaya döndüler ama bu kez çatıya farklı bir yerden giriyorlar ve muhtemelen yuvayı da oraya taşıdılar. An itibariyle benim çalışma alanımın tepesindeler... Canları sağolsun.

Bugün hedefimde kent lokantası var, ama köydeki...

Tren delisi olduğum malum, dolayısı ile trene dair her şeyin de... Ama artık bu hatta çalışan tren yok, gar binası ve müştemilatı ise yerli yerinde. Öncesinde enfes bir kafeteryaydı, dolayısı ile benim en etkin kullandığım kitap okuma noktalarımdan biriydi. Sonraki seçimde yine AKP'li olan belediye tarafından bir vatandaşa kiralanmıştı, dolayısı ile benim ayağım kesilmişti. Bu kez ilk hamlede lokantayla ilgilenmesem de ufak bir kararsızlığın ardından girdim içeri; tepsimi aldım ve Ezo Gelin çorba, kızarmış tavuk budu, pilav, irmik tatlısı ve ekmek şeklinde toparladığım tepsimle birlikte, eskiden sürekli kullandığım masama oturdum. Çorba enfesti, tavuk kızartma lokum gibiydi, arpa şehriyeli pilav benim neyim eksik ki diyerek dansa katılıyordu. Bense keyiften ölüyordum. Kitle de çok sevimliydi. Seçtiğim tatlı ise hımmmmm tadında ve ölçek olarak da kıvamındaydı.  Ama enn hımmmm durum ise fiyatlardı, su dahil toplamda 125 TL ödedim!


Tamam, yemek ve ödediğim para muhteşemdi, ama kitap okuduğum kafeterya hali çokkkk güzeldi, dingindi. Hafta sonları ufak bir seyahat sonucunda köye varmak, Enn Sevdiğim Kadın'la sokaklarında dolaşmak, yeni keşifler yapmak, fotoğraflar çekmek, mükemmel yemekleri yerine tatlı pastaları ile keyfi katmerlemek ve bu esnada kitapların içinde yok olmak, binanın küçük müzesine her seferinde göz atmak, bizim daha tercih edeceğimiz bir haldi. O halin yokluğunu özlemediğimi söylersem yalan olur.


Tıka basa doymuş durumdayım, mekânın eski işlevini özlemiş olsam da köy halkı adına seviniyorum. Ekrem Başkan yaratımı bu kent lokantaları konsepti için ona teşekkür borçlu olmanın bilincinde de olsa insanlar diye aklımdan geçiriyorum; ama toplumsal hafızanın o nezaketi, centilmenliği tüketeli çok olduğunu da biliyorum ve ikinci kez yeni keşif dondurmacımdayım.

Bir gün sonra beni görmek şaşırtıyor genç patronu... Bu kez sen seç diyorum, bu enfes ve tepeleme dondurmayı hazırlıyor. Kaldırımdaki şirin masalarından birine oturuyorum. Tepemde bir şemsiye var; güneşten korunmak için değil ama! Kuşların bıraktıkları bombalar altında müşterinin telef olmaması içinmiş! Yine çok keyifli bir gün, içimi yakanın kafeteryanın kent lokantasına dönüştürülmüş olmasına rağmen, hayatımdan, çok sevdiğim bir taşın sökülmüş olduğunu da hissediyorum. Yeni bir kitap okuma noktası bulmam lazım, şehir merkezinin uzağında olmalı ki şu an aklıma gelen ve bu istasyon güzelliğinin boşluğunu doldurabilecek hiç bir yer yok.

Öksüz hissediyorum kendimi...

24 Mayıs 2025 Cumartesi

Gülbastı

Yazının fotoğraflarını dün sabah erkeninde çekiyorum ve yerleştiriyorum. Güllere bir müzik açıp buyurun piste desem yeridir; çünkü bu hâlleri büyük sürpriz! Ben daha bir kaç güne ihtiyaçları var diye düşünürken içlerinden iki tanesinin evden çıktığım anda rastlaştığım hallerini görmek zıplatıyor beni... Sevinçlerim anında dans edip sürekli çakkk yapıyorlarken ben eve dönüp fotoğraf makinemi alıyor ve bir kaç poz fotoğraflarını çekiyorum. Sonrasında ise makineyi eve bırakıp market yoluma kaldığım yerden devam ediyorum. Eve dönünce de öğlene kadar işime bakıyorum,

ve kaçış vakti geliyor!

Bu kez fotoğraf makinesini yanıma almıyorum. Bu bir kaçış denebilir mi, denebilir. Sırt çantama yağmayacağını bildiğim halde her olasılığa karşı yağmurluğumu atıyorum. Suyum da sırt çantamda ve an itibariyle her şey yolunda. Kararımı netleştirdim ve istasyondayım ve kısmetli bir günümde olmalıyım ki ilk gelen tren benim son istasyonuma kadar gidecek olan.

Bu şahane bir durum, aynı zamanda kaçış yolunda güzel bir jest. Motivasyonum bir kat daha tepeye yaklaşıyor çünkü bir yanım ikircikli bir haleti ruhiye içindeydi ve an itibariyle o da coşmuş durumda. Mutluyum, damarlarımda trenlerin dolaştığını kim bilir kaç yazımda yazmıştım, o halde bir kez daha coşkuyla yazmalıyım. Bilenler bilirler ki demiryolu aşkımın müsebibi demiryolcu olan dedemdir ve O ve babıda ile yapılan yolculukların her biri bir masaldır benim için. Bir kez daha altını çizersem, genetiğime nakşedilmiş olduğu üzere damarlarımda trenler dolaşır benim de.


Tren şehrin banliyösinden başlayıp, şehrin içinden ve sanayi sitelerinden geçip, son istasyon Tekkeköy'e varıyor ve bir uçtan bir uca gitmekse, tıka basa doluluğuna, çoğu zaman uzun süre ayakta kalmama rağmen beni keyiften öldürüyor.


Köyün merkezine doğru yürüyorum. Denize uzaklığı kendini gösteriyor. Hava şehirdeki duruma göre sıcak. Hedefimde buraya geldiğimde sıklıkla uğradığım; adına, çalışanlarına, görüş alanına bayıldığım Şehrin Kırıntısı adlı mekân var.

Siparişimi verip görüş alanı dağlara varan masalardan birine oturuyorum. Bir gülümseme var yüzümde. Önceki gelişimde iki çok hoş hanımefendiden biriyle aramızda oluşan sessiz iletişim. Flörtöz bir hâl, muhteşem bir yaşam ânı. Sarkmak yok ama kim bu bir şeyler atıştırırken kitabını da okuyan adam merakı çok ve ikili arasındaki cümleleri kısmen tahmin edebiliyorum, ama çaktırmadan bakışları muhteşem.

Güne dair uzun bir yazı yazıyorum o gün ve elbette o muhteşem ama tertemiz ânı da şu kelimelelerle anlatıyorum yazımda:

"Dolabın başındalar, seçimi birlikte yapıyorlar; lakin kararı tetikleyen beni çaprazımdan gören hanımefendi, ve iki hanım da çok hoş. Şu an trileçelerimiz sayesinde iyice ortaklaşmış durumdayız. Havadaki flörtöz tat muhteşem. Bir yetişkin oyunu bu, ruhlar çok genç ve taze. İki tarafta kesinlikle nitelikli insanlar ve bir sarkma asla yok. Biraz meraklı, biraz afacan ve çok hoş bir oyun bu. Ağırca ve biraz da havalı toparlanıyorum, sırt çantam artık yerinde ama tek omuz askılı, yanlarından geçerken gülümsüyoruz karşılıklı."

Köyün içine dalıyorum. Uzun zamandır gelmemiş olmanın özlemi çok. Bi' Meyhane'nin önünden geçerken yine bir gülümseme bende, çünkü enn sevdiğim kadınla o meyhanede takılmayı düşünmüştük. Pavyon mantığıyla işletilen bir yer olabileceği ihtimali idi beni çekimser bırakan. Köyden hiçbir kadının gitmeyeceğini düşünmüştüm.

Epeyi bir vakit geçiriyorum köyde, bir yerde otursam bir yemek yesem fikrim stabil. Ancak daha önce fotoğraflarını çektiğim, daha sonra yıkılan tuğlalı muhteşem evlerin önünden geçerken bir kez daha üzülüyorum. Ve yerlerine kız öğrenci yurdu yapılacağını öğreniyorum.

Ama hayat her an bana bir sevinç yaratmak için tetikdedir, bunu da bilirim.

Köyün merkezinden uzaklaşıp bir başka yoldan aşağı doğru yürümeye başlıyorum ve ta ta taaa! Bir dondurmacı, kaldırıma atılmış üç küçük masası ve şemsiyeleri ile çok sevimli. İki genç kız masalardan birinde. Diğerine sırt çantamı bırakıp dondurma dolabının önüne konuşlanıyorum. Genç adam yaklaşıyor, beş çeşit dondurmayı seçiyorum, üzerlerine erimiş çikolata eyvallah, dövülmüş fındık ceviz karışımı eyvallah, 50 TL. ödüyor ve masama oturuyorum ve ilk kaşıkta düşüp bayılıyorum. Dondurmaları kendisi yapıyor, bu kadar çeşit için bravo sana diyorum. Çokkkkk beğendiğimin altını çiziyorum, ellerine sağlık deyip hayırlı işler dileyip yola revan oluyorum.

Şimdi trendeyim. Sağ önümde iki kişi konuşuyorlar. Ayakta olan sürekli bana bakıyor ve sonunda soyadımla sesleniyor. Kısa bir nasılsın sohbeti lakin ben çaktırmadan düşünmekteyim. O benden önce iniyor ve hemen geri dönüp kapıdan soyadımla seslenerek bana, iyi günler diliyor. Bu sevimli ânı elbette karşılıksız bırakmıyorum.

Bu mutlu günü de karşılıksız bırakamam, buna keyfim başta olmak üzere tüm paydaşlarım karşı çıkarlar, biliyorum. Bizim sahilde kısa bir tur atıyor, saatin ruhları dürtükleyen vakte gelmesini bekliyor, bu tür alışverişlerimi yıllardır onlardan yaptığım, içecekleri her zaman buzz gibi olan mekâna uğruyorum.

Dolaptan buzzz gibi Bomonti Filtresiz'i alıyor, onun yanına da bir paket yoğurt ve mevsim yeşillikli Lay's ekliyor, Enn Sevdiğim Kadın'ın online toplantılarının yoğun olduğunu biliyor, bu nedenle zor zapt ettiğim parmaklarımın telefona gitmesini engelliyorum...

22 Mayıs 2025 Perşembe

Dün Bugün

Muhteşem bir gün aydınlanması bas bas bağırıyor. Enfes bir sabah. Heyecanım tavan, çünkü enn arkadaşlarımdan birine gitme düşüncem var. İki kere gitmiştim ancak birinde cumartesi günleri kapalı olduğunu düşünememiş, ikincisinde ise kızını okuluna ve eve yerleştirmek için İstanbul'a gittiğini öğrenmiştim. Küçük bir plan yapıyorum ve öğleden sonra yola düşerim kararına varıyorum.

Ve gün, ışığına iyice kavuşmadan onunla iki lafın belini kırmak ve izniyle de fotoğraflarını çekmek istiyorum. İznin olur mu diyorum, gülümsüyor. İnsanlar henüz uykuda bense sessizliğin tadını çıkarıyorum. Kıyıya inmeden önce ilk fotoğraf için hazırlanıyorum. Eğer elimi çabuk tutmazsam istediğim fotoğraf olmayacak endişesi ile ilk pozu salon penceremden kısmi zum kullanarak çekiyorum. Karşılıklı bir gülümseme şimdilik!


Evden çıkıyorum, bahçeden tam çıkarken bi ıslık sesi ile uyarılıyorum. Sesin henüz tomurcuk güllerden geldiğini düşünürken, onlar beni işaretle sol tarafıma yönlendiriyorlar. Enfes bir sohbet var orada, ıslığı çalan gülümsüyor, ikinizi birlikte çekerim diyorum, olur diyorlar.


İskele Kafe son derece ciddi, oysa az önce gülüyordu. Sanırım pozlar bana, yaz geldi açılışı yaptık sen nerelerdesin havası bu. Kızgınlığı henüz sıcakken uzak dursam iyi olur diye düşünüyorum ve kendimi fark ettirmeme gayreti ile uzak mesafeden fotoğrafını çekiyorum. Aslında bu durum işime de geliyor çünkü bulutlar da duruma dahil olmuş, el çırparak beni uyarmışlar, hatta pozlarını da vermişlerdi. Sonuçtan sanırım hepimiz memnunuz. Çünkü şu an bana el sallıyorlar, gönüllerini alacağımı biliyorlar.


İşlerime dönüyorum, kahvaltı planım net. Kahvem kupamda çöreklerim kasede. Çöreklerin şekerimsi tadına bayılıyorum. Şekersiz ve filtre kahve ile uyumları olağanüstü. Piyasalar açılmış durumda, gazetelere şöyle bir göz atıyor, memleket hallerini şöyle bir kokluyorum. Özgür Özel'in performansını çokk takdir ediyor, hatta Lise yıllarımızdaki mavi gömlekli -genç- Ecevit'e benzetiyorum. Ama gençlik baş tacım, hiç de şaşırmıyorum. Çünkü hep savunduğum bi duruş var, iş hayatı da dahil olmak üzere... İnsanlara içtenlikle, yalansız dolansız dokunmayı bilmek her alanda sorun çözen önemli bi silah, bence... CHP uzun bir aradan sonra bunu başardı, bunca baskı altındaki bu kitlesel performans muhteşem. Kahvemi keyifle içebilirim ve belki bugün de ilerleyen saatlerde işten kaytarabilir, yine dünkü gibi trene atlayıp uzaklara gidebilirim!


Ve çok uzak olmayan bir zamanda, belki de üç kadim arkadaş, enn sevdiklerimizle bir masada buluşabiliriz.

Önce biz bize ama,

biraz dedikodu yapmamız lazım!

19 Mayıs 2025 Pazartesi

Acar Muhabir

Anlatıyor...

2.Bölüm,

İnce İşler...



Caddenin gidiş tarafı kapatılmış. Fotoğraf makinemi sırt çantama atıyorum. Bir de su alıyorum yanıma, aslında bizim mıntıkada kalsam önümden geçecekler, fakat virajı aldıklarında düzlüğe varmış olsalar da oluşacak kısa mesafe ve zaman çok kare çekmeme yetmeyecek. Bir yanda da zaman bilgimin eksikliği var, ne zaman başlayacak ve bulunduğum noktadan ne zaman geçmeye başlayacaklar bilmiyorum. Bu durum üzerine fotoğraf makinemi sırt çantasından alıp elimde tutuyorum ve ters istikamette yürümeye başlıyorum.

Hedeflediğim nokta uzun bir düzlüğün başlangıcı.

Virajı dönüyorum. Biraz daha yürüyüp uygun noktaya yerleşiyorum.

Yolun sol tarafında, orta refrüjün olduğu yerdeyim, hızlı bir grubun geçiş hızlarının tavan yapacağı bir düzlük.

Epeyi bir zaman sonra uzaktaki virajı dönüyorlar ve uzun düzlükte son hızlarını kullanarak avantaj yakalamak istiyorlar. Bu grup önümden geçtikten sonra orta refrüjden ayrılıp karşı kaldırıma geçiyorum ve kadın bisikletçileri bekliyorum. O sırada nal toplayanlar tek tek ve uzun aralıklarla önümden geçiyorlar. Asıl hedefim uluslararası yarışlara da katılan kadın ve erkek bisikletçiler. İlk olarak erkekler grubu virajı dönerek görünür oluyorlar ve birazdan maksimum hızla önümden geçecekler.

Rekabet muhteşem, hızını limite vardırmış bir yarışmacı "Sağı boşaltın... sağı boşaltın," diye sürekli bağırıyor. Önce durduğum yer yanlış mı, sözler bana mı diye düşünüyorum, sonra anlıyorum ki hızından dolayı ve kalabalık nedeniyle sola geçemeyeceği için yol istiyor.

Ben de orta refrüjden ayrılıp sağ kaldırıma geçiyorum ve kadınları bekliyorum. Bu süreçte de çok gerilerde kalmış ikili ya da dörtlü gruplar halinde ya da tek başına kalmış bisikletçilerin fotoğraflarını çekiyorum, kararlılıklarını alkışlıyorum.


Elimde bir tomurcuk gül var. Zihnimde de hayaller... Enn Sevdiğim Kadın, 3 aylığına yurt dışında bir üniversite de olacak, sınavlara girdi ve kazandı. Şu an birlikte gitmeyi düşünüyoruz. Bu kez kendimi çok kararlı görüyorum. Vize sorunu yaşamayacağım kesin gibi, tüm şartları yerine getirebilecek durumdayım. Kendim kendime bir nedenle fren yaptırmazsam ve son dakika olağanüstü ve zorunluluk olan bir terslik çıkmazsa bu kez kesin gibi. Yine de dilimi ısırıyorum, bekleyip göreceğim. Bir de sorunum var benim, onca ilişkinin içinden gelip geçmiş ben O'nunla tanıştıktan sonra bir yazımda şöyle demiştim: O benim son kalem!

10 yılı çoktan aştık ki daha çok kendime şaşırıyorum.

Ve fark ediyorum ki ve sıklıkla yazılarımda ifade ettiğim gibi O'nu gittikçe daha çok seviyorum. Bir çok ilişkisinde "Seni seviyorum," demeyi bilmeyen, kullanmayan ben; ifadeyi şaşılacak derecede çok kullanıyorum;

istemsizce,

kalbimden akarak...



Cengiz'lerin mahalledeyim. Cengiz benim enn efsane gezimdeki yol arkadaşım. Yaşlarımız 18-19... 12 Eylül darbesinde Marmaris'de enfes bi günde, sokağa çıkma yasağı sayesinde şahane kızlarla tanıştığımız, hayatımızın en hoş sohbetli, en anlatılası gecesini yaşadığımız, hatta benim askerlik dönüşümde onlarla birlikte uzun bir gezi planladığımız... Ama gerçekleştiremediğimiz.

O gün ve bu cümleler birden gökten zembille indi aslında. Normalde bu yazının içinde olmaları mümkün değildi. Ama şu Buraneros birden meraklandı. O gecenin karakterlerinden birinin ad soyadını girdi, ki o muhteşem geceyi daha önce yazmıştı. Bu kez yazmak, ufacık da olsa söz etmek gibi bi niyeti yoktu. Önüne sayfa açıldı, o da hiç değişmemiş diye düşündü, sokakta rastlaşsak bilirdim dedi. Ve hâlâ ülkenin çok büyük ve önemli şirketlerinden birinde önemli bi pozisyonda olduğunu da anladı; soyadı değişmemişti.

Ve kızlar grubu virajı hızla dönüyorlar, makine hazır ben de hazırım, hızlarına konsantre olmuş durumdayım; bir noktayı mirengi belirliyorum. Oraya vardıklarında seri fotoğraflar çekeceğim! Çekiyorum ve onları ayıklayıp arşivime yerleştirdikten sonra en beğendiğim kareyi de yazıma ekliyorum.

Ve yine yazarken ve yine harman olduğum bir yazıyı sonlandırırken ve harman oldum ifademe binaen, hayatımdaki bir yaşanmışlıkta -okurlar bilecektir- çok ama çokk özel bir yeri olan Fikret Kızılok Abi'nin, çokkk güzel şarkısını, üstelik Fikret Abi'nin gitarı ile bana çalıp söyleyen o güzel kızı, bir kez daha anmadan geçemiyorum...

Bir yanım nereden çıktı şimdi bu şarkı ve o güzel kız derken ve bana Enn Sevdiğim Kadın'ı işaret ederken...

Ben de ona diyorum ki... "Sen, Enn nedir, bilir misin?

Pek farkında değilsin,

sanırım!"



18 Mayıs 2025 Pazar

Hüzün

Muhteşem bir yaz sabahı, saat 05:43. Sığırcıklar yazlığa gelmiş durumdalar, güneş henüz yok.

Hummalı bir çalışma var bir kaç gündür.

Çatıdan çıkıp aşağı doğru uçuyorlar, bir süre sonra da gagalarında taşıdıkları çalı çırpı ile ve tam anlamıyla koordinatlarını belirlemiş bir uçak gibi yükselerek gelip çatıya giriyorlar ve malzemeleri bırakıyor, sonra tekrar çıkıp alçaklara konuyorlar,

ve bu kargo sürecini izlemek keyif veriyor.

Bir de tehlike var. Kargalar! Onlar kötücüller, serçeleri yakalayıp yiyorlar. Bu yiyorlar kısmından çok emin değilim, bir kez bir karganın bizim çatıya dalıp ağzında serçe ile çıkıp karşı binanın çatısına konduğunu ve ağzında çırpınmakta olan ve imdat diye bağıran serçenin halini gözlerimle gördüm ve kargalara kızdım, soğuğum.

Sığırcıklar daha güvenli bir yere taşındılar diye düşünmekteyim şu an. Ve yazının tam burasında kalkıp salona geçiyorum. Balkon korkuluğu ve pencere camı pırıl pırıl. Bu sığırcıkların her yıl geldikleri yazlıklarını terk ettikleri demek!?

Tamam başıma iş açıyorlardı, hergün temizlemek zorunda kaldığım camları ve balkon korkuluğunun metal kısımlarını silmek canımı sıkıyordu, ama alışmıştım da, yıllardır tekrar eden bu göç artık son mu buluyordu? Üstelik çatı aynı zamanda doğumhaneydi, bebelerin ilk uçuşlarını izlemek keyifliydi ve bu yıllardır tekrarlanan bir güzellikti.

Bir ıssızlık çökmüştü çatıya,

ve pencereme uğrayan tek bir sığırcık bile yoktu bu sabah.

Oysa kızsak bile varlıkları ve her yaz mevsiminde göçüp bizim çatıya yerleşmeleri, tıkırtıları kulağa hoş geliyordu. Şu an için elimde sadece geçen yaz çektiğim fotoğrafları var. Özlemedim keretaları şu iki gün içinde desem yalan olur; her ne kadar tertemiz duruyor olsa da pencere camım ve balkon korkulukarımın cam ve metal kısımları, sevinemiyorum. Ve şu an çatıda güvenilir bir noktaya saklanmış olduklarını düşünmek istiyorum.

**

Bir minik cıvıltı duyuyorum, yazının tam da burasındayken. Çalışma masamdan kalkıyorum. Sesin bir serçeye ait olduğunu bilsem de bir umut salona geçip balkon korkuluğuna bakıyorum.

Hâlâ tertemiz...

Saat 06:17, yazıya ara veriyorum. Günün takibindeyim,

sessizlik umut vermiyor olsa da...

**

Saat 09:11 tekrar salon penceremin önündeyim. Balkon korkulukları pırıl pırıl. Endişem gittikçe artıyor. Ya kargalar topluca daldılar çatıya ve malı götürdüler, ya da sığırcıklar çatıda daha iyi savunma yapılabilecek bir alana yerleştiler. Kahvaltı tabağımı hüplettim, kahvemin keyfindeyim. Hava kapalı, acaba diyorum, bu nedenle mi çıkmıyorlar çatı arasındaki evlerinden? Bense müzik dinleyip kahvemin tadını çıkarıyorum. Bu eylem nispeten olsa da endişemi geri iteliyor. Deniz sakin hava kapalı.

Hâlâ...

**

Saat 09:33, evden çıkıyorum. İskeleden müzik sesi geliyor. Bir etkinlik olduğu mutlak. Kahvemin -soğumuş- son yudumları, hazırım ve bir kaç dakika sonra dışarıdayım! Her ihtimale karşı fotoğraf makinemi yanıma alıyorum.


1.Bölümün sonu!

17 Mayıs 2025 Cumartesi

Özlemek

Ara Sıcak - 2019'dan


Fazla değil ama derin bir uyku benimki...

Uyandığımda saatlerce uyumuşum sandığım, rüyalarımın tadına bayıldığım ve onlar yüzünden uzun sandığım ama saate bakınca uyandığım ve sevdiğim, derin uykularım. Ömrü uzatan, ömürden ayrı zamanları kısaltan, tok, aydınlık, güzel ve dolgun ama kısa uykular...

Ya sarıldığım eşsiz sıcaklık!

Dışarıdan odaya dolan jeneratörün ahenkli, Ali Farka Toure ile aşık atacak ve aynı ritimde süre giden basları, ve ayrıca onunla ilişki halindeki martıların bir karmaşa ahengiyle ve gülümseten bir acelecilik bürünmüş, afacan soloları... Bir sevinç anını müjdeliyorlar. Bir davet de bu aynı zamanda! Beni balkona çağırıyorlar...


Fincanlara bayılıyorum. Mavisinin üzerindeki minicik yaldızlar, yıllar yıllar önceki kira evden ana cadde üzerindeki kendi dairemize gelen sehpaları hatırlatıyor. Duvarlara vurulmuş turkuaza yakın maviyse kıskandırmaya devam ediyor. Masa ve sandalyelere çoktan bayılmışım. Otelin eski halini de bilen biri olarak ki geçmişe sadakat duyan ben, bu otelin yenilenmesini çok ama çok başarılı buluyorum. Konumu zaten muhteşem; ama denize bakan odalar bir başka elbette. Bir sonrakinde burada mı kalsak acaba?! Ne dersin;)

Kaç saattir buradayız bilmiyorum. Bildiğim bir şey var ki yaşadığımız her dakika ve baktığımız manzara film karelik. Bu süre içinde sadece üç kadın arkadaş geldiler ve Türk kahvesi içiyorlar. Ödememizi yapıp, baristamıza teşekkür edip, elbette Abbas'la vedalaşıp, çıkıyoruz deniz kokusuna... Uğramam-ız gereken bir nokta daha var. Onsuz olmaz. Gerçi kafam karışık. Öncelikli bir isteğim var ama biraz hava, biraz da mevsim etkileri kafa karıştırıyor. Gerçi pek takmam da bu aralar ne yazık ki eklerle de aram iyi. Değişik değişik mekânlarda ekler yiyor, tercihim limonata olmasına rağmen bazıları mevsim nedeniyle menülerinden çıkardıkları için çayla yetiniyorum. Ara sokakların, yat, tekne, kotra ve bilumum deniz araçlarının küçük kopyalarını yapan mekânların, balık tezgahlarının arasından pastanelerin hasına doğru yürüyoruz. Önüne varıyoruz ki bayılınası yan sokakta kazı alanı tabelası! Gitmek mecbur gibi, iki güzel evle kalenin bu yandaki duvarları da çağırıyor. Kazı alanındaysa küçük bir su gölünden başka bir şey yok. Karşısındaki evin kapı önü çiçekleri muhteşem.

Pastane biraz daha bekleyebilir...



Yazının tamamı!

12 Mayıs 2025 Pazartesi

Gariban Menü

Gün akşam olmak üzere, sahildeki uzun bi yürüyüşün geri dönüşündeyim. Bir şeyler atıştırmak fikrimde. Bir kaç mekân aklımdan geçse de takılmaya uzağım. Sanırım bünyemin paydaşları da benim fikrime yakınlar. Ortak düşünce eve gidelim; evde takılıp laflara laflar açtıralım, gittikçe de sohbeti koyultup çoğaltalım şeklinde.

Mıntıkaya yaklaştıkça kararım netleşiyor. Eve epeyi yaklaştık, son dükkân, süzüldük kapıdan içeri. İlk hayal kırıklığı, Bomonti Filtresiz bira yok. Bütün dolapları üç kere kontol ettim. O halde Efes Malt. Mutabıkız.


Fırınlanmış bakliyat cipsleri uzun zamandır dikkatimi çekiyordu. Üzerinde yazdığına göre koruyucusuz ve katıksız. Cheddar soslu... Trans yağ içermiyor, düşük glutenli ve vegan bir paketmiş!

Ve 10 gram proteinli.

Kısa bi toplantı ve karar veriliyor.

Eti'nin limon kremalı minik bisküvileri pasta tadında, görüntü bu, o da bizdendir an itibariyle.

Ve cümbürcemaat eve doğu yürüyoruz.

Çilingir soframız görünüşte gariban. Bi de ekmek arası o halde!

Ekmekler kızarırken, dilim peynirler hazırlanıyor. Paketteki uzunlamasına köftelerden bi tane çıkarılıp boylamasına ortadan ikiye kesilip ince iki parça halinde tavaya atılıyor. Ve peynirlerle birlikte kızarmış ve sıcak ekmek diliminin arasına yerleştiriliyor. Elbette peynir, ekmeğin ve köftenin sıcaklığı sayesinde erimeye başlıyor ve tüm malzeme öncelikle fotoğraf için sehpaya yerleştiriliyor. Sonra da bilgisayarın olduğu çalışma masasına taşınıyorlar. Muhabbet süper, tatlı niyetine alınmış limonlu bisküviler hiç tezat yaratmadan yakışıyorlar gariban masaya. Fırınlanmış cipsler poşetlerden çıktıkları halleriyle şaşırtıcı bi güzellikte.

Çoklu bi tat...

Hımmmmm buz gibi bira,

ve ihtiyaç oldukça ısıtılan politik söylemler, barış çubukları! Gerçek ve yürekten olsa başımız gözümüz üstüne, eyvallah. İnançtan değil de ihtiyaçtan olunca inandırıcı gelmediği gibi yüze göze de bulaşıyor sanki!

Bi kırılma olmazsa, seçim de çok uzakta değil gibi...


Kırılma olmazsa ama!

9 Mayıs 2025 Cuma

BİR Günlüğü Final- GAR



Bloga yazılışı ve ilk paylaşımı Mayıs 2009, yaşanmışlığı henüz blog nedir, ne işe yarar bilinmiyorkenden yıllar önce!




Dominant Gözlerinde Okyanus Mavisi Kadınla Gecenin Bir Yarısı



Yatağa girip keyifli, hayalli bir uykuya kendini emanet etmişken, saat 24 civarı telefon sesiyle uyandı. ''Senle konuşmam lazım,'' diyen bir eski arkadaşının ''Bunaldım!'' cümlelerinin ardından, iki kadeh rakı içmiş olmanın trafikte başına açabilecekleri karmaşasıyla kendini direksiyonda buldu. Sonra, aklının çok telaşsız olduğunu fark etti. Ruhunun gecenin sessiz haline, kaloriferin yüze vuran sıcaklığı ile radyoda çalan şarkılara gösterdiği uyumu sevdi. Lastiklerin sokak ışıklı asfalt üzerindeki çoşkulu sesleri eşliğinde, zamanın keyfini çıkaran bir hızda yol alırken de düşündü!.. İçinde neler olursa olsun, hayat güzeldi.

Şu anda bile, sabahın beş buçuğunda, bir gün önce erken yatacağım derken sabahı ettiği sürenin içine koca bir hayat sığmıştı.


Telefondaki ses çok eskide kalmış bir arkadaşlığın ötekisiydi. İkisinin de kendi evlilikleri süresince karşılaştıkları sosyal ortamların dışında merhabanın ötesine geçmeyen konuşmaları vardı. Adamın ayrı yaşamaya başladığı süreçte ve bu geceden bir kaç yıl önce, bir gün öğle vakti karşılaştıkları bir restoranda aynı masada oturmak zorunda kaldıkları bir yemekte, günlük hayata dair, temelinde havadan sudan sayılabilecek şeyler konuşmuşlardı.

Dün gece telefonu çaldığında duyduğu ses bütünüyle sürprizdi. Geçmişte çokca şey paylaştığı, arkadaş grupları içinde birlikte zaman geçirdiği bu okyanus gözlü kadın, yanaşılamaz ve yanaştırmaz güzelliği ve dominant duruşu yüzünden, aslında kendi şeçimi bu tavrın yalnızlığını da yaşıyor gibiydi. Eski yıllarda daha birer liseliyken, ortak arkadaşlarından birinin doğum gününde aralarında oluşan yakınlığın bahanesi, plaklar olmuştu.

Plaklar üzerinden başlayan o günkü yakınlaşma, doğum günü kalabalığından balkona çıkan yalnızlaşmaları; kitaplara, sinemaya, siyasete kadar uzamıştı. Ortamda başka heveslerle bulunanları rahatsız etse de aralarındaki ilişki; derin ve uzun süreli olamamıştı. İkisi de, temelde duygularının farkında ve onların karşılıklarını arayan ama aynı zamanda özgür, denemeye cesaretli, sınırda yaşamanın heyecanını seven karakterler olmasına rağmen adamın önceliği henüz bir bedenden öte geçemediği yıllar olduğu için, uzun süreli bir bağlanmayı gerçekleştirememişlerdi.


Telefondaki ses alkol ve gözyaşı kokuyordu; ve onu görmek istediğini söylüyordu. Evinin kapısına gittiğinde zile uzanmasıyla onun aşağı gelmesi arasındaki sürede hiç de şaşkın olmadığını fark etti. Yaşam çok şey öğretmiş olmalı ki, aşağı yukarı ne olduğunu sezmişti. Arabaya bindiğinde usul bir nasılsın sonrasında kadının yüzündeki ruhun sınır çizgisinden geçip geri dönmeye başladığını fark etti. Alkole bulanmış yüzün beyaz tenindeki kırmız ruj, göz kapaklarındaki mavilik, simsiyah kirpikler, iri okyanus gözler, zeytin kara boyanmış saçlar, üzerindeki siyah kürk mantosunun parlak tüyleri, siyah, desenli tül çorapları, yanağındaki allık, parfüm kokusu, göze değmiş yaşların parlağı; aslında başka bir yüzde abartı gibi duracak tüm bu renkler ona, o ana, o ruh haline fazlasıyla yakışmıştı.

''Deniz kenarı bir yere gidelim,'' dedi kadın. Adamın sığınaklarından, gara giden rayların altındaki sahile doğru yürümeye başladılar. Gecenin o vaktinde, ayrı ayrı kendi sıcaklarına sığınarak raylar boyu sessiz bir tonda karanlığa saklanırken; kadının, yalnızlıktan sıyrılmış olmanın getirdiği güvenle konuşmakla konuşmamak arasındaki tereddütleri yaşadığını hissetti. Onu aramadan önce kendi kendine konuştuğu ve büyük olasılık kafasının içinde ona sarfettiği tüm cümleleri, tüm sıkıntılarını tekrar etmekten, ona anlatmaktan vazgeçtiğini sezdi. Soğuğun uzun süre hareket halinde olmanın verdiği ısıyla yer değiştirmesinin ardından gar binasına vardılar. Bir süre perondaki banklardan birinde oturarak; aldıkları kanyak ve çikolatalarla okulu kırdıkları bir gün atladıkları trenle eski kente gidip dönüşlerini konuştular. Gece vardiyasına gidecek trenin demire sürten fren sesinin geceyi kalabalıklaştıran gıcırtılarıyla gara girişini dinlediler. Getirdiği işçileri bırakıp, yenilerini alarak usul gıcırtılar ve güçlü bir motor sesiyle yol almaya başlayan treni bir süre izledikten sonra, biraz da üşümeye başlayınca, gar binasından içeri girip bekleme salonun görkemli yalnızlığının banklarından birine oturdular bu kez... İkisi aynı anda, ayyaşlar gibi, "İçtiklerimize cila olsun,'' deyip, gazete kağıdına sarılmış bira içme isteklerine güldüler. İstasyon binasının hemen karşısındaki dolmuş durağının dibindeki büfeye sıçrayıp gazetelere sarılmış dört şişe bira aldı adam.

Bütünüyle ısssızlığın çöktüğü yüksek tavanlı kocaman bekleme salonunda, mekânın o anına tezat iki insandılar. Temelde ilişkiler, daha çok kadının anlattıklarına erkek dilinden tercümeler yaparak insanı konuştular. Bunları konuşurken de her cümlede kadının biraz daha sıyrıldığını gördü üzerine giydiği karanlıktan...


O ''Bağlanma korkusu var,'' derken... Adam, kendince bir ilişkiyi daha sağlamlaştırmak için, daha net ve tamam şimdi denilen bir noktada olma arzusundan ya da kendi dip duygularının, bilinçaltından olası sonuçlara karşı korumacı uyaranlarının dile, düşüncelere yansımalarından; bazen bir ilişkideki yerle ilgili tereddütler yaşayıp bazı alt duyguların insanı dürten, karıştıran, dedikodu ağızlı hıyarca uyaranlarının anlık ele geçirmeleriyle düşünüyor olmak gibi insani bi zaaf yaşıyor olmaktan, bu anlarda kendini koruma reflekslerinin dilinden cümleler kurulmasından, bunların kadın algısındaki yanlış değerlendirmelerinden söz etti; kadında sezdiği sorulara yanıt olabilmek için... Sonra bu anlık içsel direnişleri aşıp ''Sen ne niyette olduğunu biliyorsun, bu tereddüt niye?'' güdüsüyle yola devam edebilmek gerektiğinden bahsetti. Ve tüm bu kaygıların sonundaki çakma sanmalardan, o sanmaların tereddütlerinin sorulmayan sorularından ve sorulmayan sorulara verilen yanlış yanıtlardan...

Sonra kadının gözlerine saklanıp, ''Bütün bir geçmişe baktığımda; bugün senin beni çağırmandaki nedenin gibi; hepimiz, belki de en çok el frenini bırakarak konuşabileceğimiz birini arıyoruz şimdilerde... Hiçbir şekilde o ne düşünür kaygısına yer vermeyecek, olumsuz nitelenebilecek anları bile bir durum olarak kabul edip yargılamıyacak bir ortak üslup sanırım en çok aranan,'' diye devam etti. Sonra bu cümlelerden yola çıkarak yaşadıkları hiçbir ciddi ilişkide ötekine yön veren bir çaba içinde olmadıklarından, bunu değerli bulmadıklarından falan söz ettiler. Bazı sonların kattıklarıyla daha derin fark edişler ve dirençlerle ileriye doğru yürüme becerisinden, insanın kendi bahçesini yaratabilmesinden konuştular gün ışığını haber veren sabah ezanının melodisini duyana kadar.

Onu evine bırakıp, uykusuna bıraktığı yerden devam etmek için eve doğru gelirken, o an'a ve bir yakın zamanda yapılacak yolculuğa taşıyacağı cümleleri düşündü; kendi kendiyle konuşup tebessümler ederek. Sonra yatağına girip yorganı çektiğinde, yüzüne konmuş tebesüme güldü. O gülmeye sarılarak uyudu.

 Akşamdı İşte!

8 Mayıs 2025 Perşembe

BİR Günlüğü 28- SARIŞIN

Gün batıyor, geceye adımları yorgun. Çalışma masamdan denize bakıyorum. Bir sis çöküyor, bence enfes bir an. O sırada çalışma masamdan kalkıp mutfağa geçiyorum. Sis iyice kendini hissettiriyor. Ama enfes bir görüntü daha var, güneş batıda ve bulunduğu yerde olmaktan mutlu. Sisin gücü onun varlığını yok etmeye yetmiyor. Bu kadar parlak ve bu kadar yakınımda ve bu kadar kocaman halini bu yaşıma kadar görmemiştim, o nedenle şaşkınlığım devam ediyor.

Kahve makinemin altındaki cam demliği önceden alıyorum, yerine kahve kupamı koyuyorum. Çünkü kahveyi yoğun bi dem için beş dakika daha filtrenin içinde bekletiyorum sonra süzgecinin altındaki kısmı bıçak ile dürterek yükseltiyorum; kupam musluğun altında ve görev için hazır, kahveyi bekliyor ve o sırada kahve makinesinin tabanındaki sıcaklıktan yararlanıyor! Her görev senkronize bir biçimde tamamlandı ve kahvem kupama akmayı tamamlıyor.

Burnuma gelen koku kıvamlı. Kruvasan, anne kurabiyesi ve kahve. Bilgisayarın karşısındayım, tabak ve kahve çalışma masamın üzerinde. Bi yandan bloglara göz atıyorum bi yandan da denize.

Bi gün önce,

midyecinin önündeyim,
onunla laflarken bi anda gözü benim arkamdaki bir noktaya bakıyor. Sanırım müşteri olduğunu düşündü. Sonra bana işaret ediyor ve arkama bakmamı söylüyor. Dönüyorum, son model bi Audi Suv; siyah, pırıl pırıl. Direksiyonda bir sarışın, bana bakıyor; önce uyanamıyorum, sonra bir gülümseme bende;

şaşkınlığıma...

Ayak üstü iki laf ediyoruz. O ertesi gün için kahveye bekliyorum diyor.

Olur diyorum, sabah 9 için anlaşıyoruz.


Salona açık mutfağımdayım, balkona çıkıyorum, manzara ve sis biraz daha çoğalmış. Bu bir fırsat, salonun sunduğu açılar iki nokta açısından da şahane. Üst üste üç poz çekiyorum.

Enn sevdiğim kadın arıyor... yoksa ben mi arıyorum emin değilim. Durumu onla paylaşıyorum. Sis hâlâ muhteşem, dışarı çıksam mı diye düşünürken bu arzumu O'na açıklıyor muyum, yoksa O'mu öneriyor şu an bilmiyorum. Denizin kıyısındayım, sis geceye olağanüstü bi güzellikle katkı veriyor. Kendimi yürüyüş yoluna atıyorum. Sis ve hava çok keyifli, tadını çıkarıyorum; adımlarım yavaş....

Son yazı, BİR Günlüğü- 29 hazır, bu anlamda rahatım. Uzun yıllar önceden bugüne varan, sanki senaryosu ortak yazılmış bir film tadı alıyorum ondan.


Sisler içinde yürümek keyif veriyor, zihnimdeki bazı sisleri üfleyerek bir aydınlanma da yaşatıyor. Zaman tünelinden su gibi aktığımı hissediyorum... ve bi çok farklı zamana konuk oluyorum.

Bi an yazıyı biraz daha uzatsam mı diye düşünüyorum. Sonra bundan vazgeçiyorum. Eve iyice yaklaşıyorum, iki lafın belini de midyeci ile kırıyorum, iyi akşamlar diliyorum...

Ve penceremin önündeyim. Özellikle son fotoğrafa bayılmış durumdayım, etraftaki binaları fotoğrafa özellikle koymuyor, sansürlüyorum. Bu koca alanın çok katlı binaların olmadığı, ekilip biçilen, çeşit çeşit meyva ağaçları olan zamanlarını ve tıfılca ama çok keyifli, çocuk, genç arası hallerimizin tadını ve partilerimizi, yaz aşklarımızı, komşumuz kampa gelen kızlarla hemen kaynaşmamızı ve ilk kez duyduğum bir meyva suyu markasına bir harf eklenerek oluşturulmuş bi adı unutmayışımı düşünüyorum...

6 Mayıs 2025 Salı

BİR Günlüğü 27- BİR KALA

Deniz mutedil. Kıyıya vuran dalga yok. Usul bir müzik eşliğinde sanki, evet sanki, bir başına sallanıyor enfes bir mavilik. Güneş pencereden içeri girip kitaplığın bir kısmına vuruyor sadece. Diğer rafların engeli, kapalı olan jaluzi. Sol yandaki pencerenin jaluzileri ise tepesine kadar açık. Bir karga geldi ve karşı binanın çatısını çerçeveleyen çıkıntının en uç köşesine kondu. Bir süre etrafa baktı, sonra o yükseklikten aşağı doğru serbest dalışını gerçekleştirdi. Bense henüz yazıya nereden girsem, ne yazsam diye düşünmekteyim. Babamın ağaçlarının altından ve denizin kıyısından bir kadın köpeği ile birlikte yürüyor. Henüz sabahın koşucuları görünmüş değiller. Sıcak bir gün olacağı mutlak, lakin ben yazıya nereden girsem, ne anlatsam hâlâ bilmiyorum şu an. Kafamda bir döngü, serinin son yazısına ise bundan sonra bir var. Onu da aşarsam özgürüm. Şu an üzerimde bir baskı var, evet. Bu yazıyı nereye bağlayacağımı da bilmiyorum. Saat 06:49, zihnim çalışıyor, aklım son yazıya bir selam çakıyor. Şimdi gülümsüyorum, çünkü o çok eski bir yazı ve çoktan hazır, tek bir kelimesine bile müdahale etmeyeceğim ve bence bu çok eski yazı iyi bir final olacak bu seri için. Bir de bonusu olabilir!

Bir serçe çatıdaki malikânelerinden çıkıp Fransız balkonun jaluzisinin açık olan sol tarafındaki korkuluğun üzerine kondu. Şöyle bir etrafa, daha çok da denize bakıp üzerine vuran güneşin sıcaklığından uzaklaştı; dikey bir uçuşla ve bir kaç kanat çırpışıyla yükseldi ve çatıdaki odasına girdi.

Deniz daha önce hiç duyulmamış enfes bir senfoni gibi; mutedil, ufak salınımlar halinde dans ediyor. Yürüyüşü spor kategorisine taşımış bir kaç kişi görünür olmaya başlıyorlar. Sabah koşucuları hâlâ görünmediler. Araba geçişi çok az. Saat 06:59, sahilin uyanmasına da az kaldı.

Yürüyüşçüler çoğalmaya başladılar sanki. İki yönlü hareketlenme fena değil. Otomobiller henüz görünmüyorlar. Muhtemelen duşlar alınacak, iş kıyafetleri giyinilecek ve sonrasında gittikçe yoğunlaşan insan sayısının yerini, otomobiller alacaklar. Kumsalın bitimindeki yürüyüş yolu spor kıyafetlerini giymiş katılımcılarla çoğalıyor. An itibari ile tartan koşu parkurundan geçen olmadı.


Kendime bir kahve yapsam mı diye düşünmekle birlikte hemen de şımarma diyorum kendime. Koşu parkurundan ilk geçecek olanı bekliyorum, aynı zamanda bisiklet yolundan. İki kadın kollarını ritmik bir şekilde sallamakla görevlendirmişler sanki; aynı zamanda yoğun bir sohbet halindeler...

Güneş bugün yakıcı olabilir. Ve ilk bisikletli parkurdan geçiyor şu an. Denizin salınımları çok ama çok sakin ve huzurlu. Yine bir koşucu yürüyüş yolunda. Kendi dünyama dönebilirim. Final yazımın son düzeltmelerini yapabilirim. Bununla son yazı arasındaki 28'inci için yeni bir konu bulup, seriye onlarla devam etmem gerekecek gibi.

Parkurlar sakinleşti, şu an bana inatla üçü kadın beş kişi yürüyüş adımları ile geçiyorlar. Parkurlar ritmini buldu, konudan ayrılabilirim. Ben genelde bir konudan ayrıldığımda tıkanmışsam ve başka meşgale bulamazsam durup, şöyle denize bakar, o sırada bir karga penceremin dibinden paralel geçer ve ben enn sevdiğim kadını düşünmeye başlarım. Suratıma da anında bir gülümseme bağdaş kurar. Bağdaş beni izler, bense andan kopar ve enn sevdiğim kadını zihnimden akan bir film gibi izlemeye başlarım. Ellerim klavyededir. Konsantreyimdir lakin benden bağımsız takılan yüzümde her seferinde enfes bir gülümsemeyi de yakalarım. Bu arada sabaha helâl olsun, ne yazacağım diye düşünürken kapılmış gitmişim ve bayağı da yazmışım. İyi oldu be... Sıyrıldım aradan ve yazdım işte.

Ama denizin salınımları ve mavisi gerçekten muhteşem, güneşin denize dokunuşları da... Saat 07:21, birazdan, daha doğrusu işyerleri açıldıkdan sonra evden çıksam, markete gitsem, bir küçük süt ve esmer şeker alsam ve uzun zaman sonra sütlü şekerli bir filtre kahve yapsam nasıl olur acaba? Hımmmm... kruvasan da alsan ya Buraneros bey, diyor iç seslerimden biri, dinlesem mi acaba?! Gülümsememde hâlâ enn sevdiğim kadın... Sol kolumun eli çenemde, dirseğim masanın üzerinde yüzümde hâlâ enfess bir gülümseme... yoksa ben, yani ben çok mu aşığım birine... Yoksa bugüne kadar ve sürekli... çok mu inkâr ediyorum acaba kendimi?

O pazar günü akşamüstü bi festivalden döndü, üstelik enfes bi kasabanın coğrafyasından. Telefonda uzun uzun konuştuk, ben süreç boyunca kendimi hep orada hissettim. O anlatıyor bense onu dinlerken bulunduğu tüm mekânların içinde buluyorum kendimi; gözlerimi bantlasalar, beni uzun ve dolambaçlı yollardan geçirseler ve o coğrafyada rastgele bir noktaya bıraksalar, yine de bir taşını bile tanıyacak kadar bildiğim bir coğrafya. Ama yaşadıklarını ve festivali ve insanlarla iletişimini onun dilinden görmek, onun dilinden dinlemek muhteşem ötesi bir şey... Ve ayrıca aklına koyduğunu hiç yüksünmeden hayata geçirmesi, keyfin dibini kazıma becerisi ise çok alkışlık. Ve nedense, ben...

yani ben...

ben yani...

O'nu gerçekten,

yürekten,

ama çok yürekten,

seviyorum.

5 Mayıs 2025 Pazartesi

BİR Günlüğü 26- KARAR

Muhteşem bir gün, güneş bas bas bahar bağırıyor. İnanmamak elde değil. Bir helikopter tepemden geçiyor. Bakmadan söyleyebilirim ki askeri. Şaşırmayın! Bu coğrafyada kimseler yokken biz vardık. Ve o helikopterlerler göz hizamızdan yükselir, bizim evin neredeyse pencere düzeyinden geçer, denize doğru uzar, sonra da sağa veya sola dönüp uçmaya devam ederlerdi. Selamlaşırdık dersem de gülmeyin. jandarma komandonun olduğu yere kadar üçü yazlıkçı olmak üzere biz vardık, yazın üç ayından sonra diğer 9 ay boyunca tek evdik. Denizi mirengi alırsak sol yanımızda Topraksu Kampı, sağ yanımızda da Meteoroloji Bölge Müdürlüğü vardı ki uzun süre yerlerindeydiler... Ta ki birileri iktidar olup da tüm kampların arazilerini yandaşlarına peşkeş çekene kadar. Şimdi yüksek yüksek binalar var ve artık o eski tat yok biz büyümüşler için, etraf kalabalık; deniz müstakilimizken artık herkesin.

Yazı iple çekerdik, çünkü kamptaki müziği Selçuk Abi belirler ve düzenlerdi, onun cihazları muhteşemdi. Selçuk abi beni çok severdi, ben de onu; aşağıya linkini bırakacağım yazıyı yazacak kadar çok. Blogdaşlarımın bir çoğu bilirler, bilmeyenleri de merak ediyorlarsa eğer linke alalım lütfen; çünkü tanışacakları adam sıradan bir müzisyen değildir!


BİR Günlükleri'ni bitirmeme üç kaldı. iki yazı sonrasındaki yazım taze bir yazı olmayacak, çünkü olağanüstü bir geceyi anlatacak. Yaşanmışlığının ve yazılmışlığının üzerinden çok uzun yıllar geçmiş O yazıyı yazanın ben olduğuma bir türlü inanamadım; daha doğrusu zihnimde kalanın bir yazı olduğuna... Efsane bir an yaşamıştım, gerçek miydi yoksa bir rüyanın içinde kaybolmuş muydum?

Oysa bir bunalmışlık ânı içindeki karşının talebiyle bir araya gelinmiş, sözlerin sözleri açtığı, okulu asmış afacan gençler tadında, enfes bir dertleşme anıydı. Tüm bunlara rağmen yine de başka, bambaşka bir şeydi diyorum yaşanan.

Rüya desem rüya değildi,

Hayal desem hayal de değildi.


Üzerinden onca yıl geçmiş olmasına rağmen hâlâ tanımlayamadığım başka bir boyuttu ve başka bir tattı paylaşılan an, daha ötesi, gerçek miydi?

Şu an bile her bir dakikası cümle ve kelime olarak geçmiyor zihnimden, bir film gibi akıyor sanki gözlerimden.

Sakın abarttığımı düşünmeyin, yayınladığımda aynı etkiyi alır mı okuyucu bilmem ama benim için bambaşka bir tattı ve öyle de kalacak. Ve yanlış anlaşılmasını da istemem yazının, ve karakterlerinin! Aşk var mıydı bilmiyorum ve yıllardır da yaşanana bir ad koyamıyorum. Bir rüya anıydı deyip işin içinden çıkıyorum.

İlk yazıyı serinin son yazısı olarak yayınladığımda, o gecenin devamı bir yazı için de bir link bırakacağım.

Ve ilginç bir şekilde o iki buluşmadan sonra; bir tek kez bile bir araya gelmediğimizin altını da çizerek!

Aslında bir cevabım var!

O gün de vardı...

Belki bir gün onu da yazarım...


Selçuk Abi, namı diğer TİMPA Selçuk

4 Mayıs 2025 Pazar

BİR Günlüğü 25- DEM

Uyanıyorum. Gün erken. Çalışma odama geçip masaya oturuyorum. Gün gözlerini kamaştırıyor. Enfes bir gün doğumu, güneş saklıdan göz kırpıyor. Süre kısıtlı, koşturmam gerek! Bir an vazgeçiyor gibi oluyorum, sonra elimi çabuk tutmam gerektiğini fark ediyorum. Üzerimi değiştirip makineye koşuyorum. Asansördeyim, telaşlı. Hızla çıkıyorum binadan. Gün hızla aydınlanıyor. Hedefe vardım ama istediğim rengi kaçırmış durumdayım. Her şey bir kaç saniye içinde değişti. Masama boş dönmek istemiyorum. Sabah soğuğu bıçak gibi. O halde iki poz... Çektim. İstediğim sonuç değil, eminim. Henüz fotoğraflara bakmadım. Yazıyı bitirene kadar da bakmayacağım. Gün taze. Bense nasıl bir gün olacağını merak ediyorum. Bira hâlâ gündemimde! Saat an itibariyle 05:06.

Son yazımı düşünüyorum.

Saat 05:58, çalışma masamdan denize bakıyorum. Pırıl pırıl bir mavi. Usulcacık dalgalar kumsala dokunuyor. Önce ışığını gönderen güneş ağır adımlarla varlığını da yükseltiyor. Martılar uyanmış, denize doğru uçuyorlar. Oysa ben güne dair planlar içinde değilim. Her şeyden uzak duruyorum ve tüm olabilecekleri güne bırakmış durumdayım. Gülümsüyorum, bu bir oyun. Birden oluştu ve gelip zihnime kondu. Giriş kısmen belli, buraya kadar yazdıklarımdan. Sonrasını çok merak ediyorum. Saat 06:06.

Ve ara!

Saat 07:19, Uyuyorum, kısa bir kestirme... Saat 08:30, tansiyon ilaç vakti, içiyorum. Ve duştayım... Şimdi yazmaya ara verip dışarı çıkıyorum, o süreçte durumu netleştirip seçtiklerimle klavyenin başına geri dönmeyi düşünüyorum.

Bir planım var. Şu an dışarıdayım, sahil kalabalıklaşmaya başlıyor, bizim kızlar sabah sporunda, iki lafın beli kırılıyor. Beraber büyüdük, abla olanla aynı lisede okuduk. Sahil kalabalıklaşmaya devam ediyor.

Henüz kahvaltı etmedim ve kahve içmedim. Güneş pırıl pırıl, deniz masmavi. Spor yapan insanlar yürüyüşte, adımlar hızlı. Dalgalar mutedil. Kahvemin yanına bir şey gerekli, seçenekler arasında kararsızım. Fikrim kafamı karıştırabilir, burada bu pastanede oturup da yesek diyebilir... O nedenle kararlılığımı fikrime altını çizerek ve direnerek göstermem gerekiyor.

Saat 10:58, pastanedeyim; "Bir kruvasan bir de anne kurabiyesi lütfen." Onlar sırt çantamda, o halde fırına, "İki ekmek lütfen."

Saat 11:50, filtre kahvem kahve makinesinde hazırlanıyor, kruvasanım ve anne kurabiyem tabakta ve çalışma masamın üzerinde, kahve ben hazırım diye sesleniyor ve şekersiz, o da masada yerini alıyor...

Kaloriferi kapatıyorum. Yaz geldi hoş geldi sanki; oysa enfes bir bahar. Bir kaç günkü havaya inat, birazdan kendimi dışarı atmayı düşünüyorum. Saat 13:56. Bu satırları yazıyorken tam da burada ara veriyorum. Henüz bira meselesini netleştiremedim. Bizim balkonda denize selam çakarak mı içsem, yoksa mekânda mı takılsam?

Diye düşünürken birden keskin bir kararla dışarı çıkıyorum. Hava enfes, bir kumar oynuyorum. Uzun bir yürüyüş yapacağım ve muhtemelen çok tanıdıkla karşılacağım ve belki çok aklıma yatan biriyle bir mekânda oturup akarsular gibi konuşurken dünden ve bugünden; şişelerin dibini bulacağım!

14:28, Ortalık cıvıl cıvıl. Güneşe susamışlık var sanki. Şehirde kimse kalmamış da hepsi buraya akmış sanki. Midyeci ile sohbetteyiz. Oğlu yolun öte tarafında, insan selinin arasında miss gibi çamların altında, sürekli "Midye... taze midye," diye anons da. Selam çakıp batı yönüne doğru yürüyorum. Masalar kurulmuş, çocuklar top peşinde. Zihnimde bira, az önce Kozmoz'un önünden geçiyorum, takılmıyorum. Etrafa göz atarak epeyi yürüyorum, mıntıka bizim, şehirden gelenler bizden değildir. Bir mekânda takılma fikrimden vazgeçtim. Elbette o bira içilecek! Dönüşte sahilden ayrılıyor kadim marketimize selamı çakıyorum. Saat 16:50, "Bir Bomonti Filtresiz lütfen," "Bir paket de Kaju..."

Onlar sırt çantama... ve birlikte eve doğru...


Balkondan vazgeçiyorum. Çalışma odamda ve klavyenin tuşlarındayım. Arada bir denize göz atıyor olsam da bu yazıyı bitiriyorum. Şişemde hâlâ biram var, çünkü yazarken çok az içtim. Şimdiyse keyif zamanı, şu yaşamdaki en sevdiğim anlardan biri; sanki yazan ben değilmişim de bir okurmuşum gibi yazıyı baştan sona okumak.

Hoşuma giderse bir daha okumak!

Sonra bir daha...

3 Mayıs 2025 Cumartesi

BİR Günlüğü 24- BAHAR

Sabah uyanıyorum. Gün erken. Çalışma masamdan güne bakıyorum.

Gülümsüyorum,

çünkü eski yazılarımdan bir kaçını okudum. 2008 ve 2009'dan... İçimden bir ses sürekli dürtüklüyordu, bunlardan birini seçip yayınlasana diye... İstekli olduğumu fark ettim, kendimle bir savaş haline geçtiğimi de gördüm,

gülümsedim.

Bir yanım bu konseptte olmalılar, yakışırlar diyor, fena halde gaz veriyordu. Ayakları yere basan diğer yanımsa boş vermem gerektiğinin altını çiziyordu. Ve aslında iki yanım da yanlış anlaşılmak istemiyordu. Evet o yazılardan en az biri BİR Günlükleri'nde olmalıydı. Dün akşamüstü hava soğuk ve güneşsizken, işi kapatıp dışarı atmıştım kendimi; önce köşedeki midyeci ile sohbet etmiş, sonra ağaçların fotoğrafını çekmek gelmişti içimden.

Verilen bir karar doğrultusunda ışığı da açılmıştı fikrin, ben fotoğraf için ağaçlara yürürken...

Seçeceğim yazı yıllar önce yayınladıklarımdandı,

uzunlardı ve romanımsı etiketi taşıyorlardı. Karakterleri ise muhteşemdi. Sanki ben daha önce bir başka yüzyılda bir başka hayat yaşamışım gibi hissettim yine, bunları ben mi yaşayıp yazdım diye düşünmedim bu kez ama başka bir zaman dilimine ait olduklarını düşünüyor ve ben mi yaşadım bunları girdabından da çıkamıyordum.

Tam bu iki farklı ben arasında karmaşalar yaşarken, telefonum çalmış ama ben salonda bıraktığım için duymamıştım. Mutfağa geçerken gördüm ve aradım.

Enn Sevdiğim Kadın,

epey lafladık, o şehir dışında... Bülent Ortaçgil ise şehrimizde, gitmemi önermişti. Kararsızdım. Ortaçgil geçmişimde vardı ama bugünümde ne kadar var bilmiyordum. Önce gitmeyi düşündüm, sonra bunun kendime bir dayatma olacağı kararını verdim. O burada olsa kesin giderdim. Bu düşünceler içinde uzun bir yürüyüş yaptım. Gülümsedim. Ve hep önlerinden geçtiğim ağaçların fotoğraflarını çektim. O sırada iki lafın belini de kırdık kankalarımla...


Uzun yürüyüşün dönüşündeyim. Fikrimin seçenekleri bol, içinden ayıklama yapmakla meşgul. Kozmoz'da oturup kraft bira içme fikri baskın. Bira alsam ve evde içsem fikri sürekli kafasını uzatıyor. Hatta şimdi kalabalıktır orası deyip beni yoldan çıkarmaya çalışıyor. Görüyorum ki Kozmoz dolu ve gençler gümbür gümbür, benim aradığımsa sessizlik; usul bira yudumları, denizle laf alışverişi ve tüm bu süreçleri yaşarken de kafamdan geçip gülümseme yaratan bazı fikirleri hayata geçirme planları.

Ve an itibariyle dediğim ve istediğimse sessizlik...

ama koyu bir sessizlik değil!


Bira olayı yatıyor. Dönüş yolundayım, sahilden iç kesimlere yöneliyorum. Bir yerde bir şeyler atıştırma fikrindeyim. Işıklardan karşıya geçiyorum. Eve dönme fikri sürekli dürtüyor beni, bira'yı ise bugüne erteliyorum.

Son eylem olarak midyeci ile ayküstü sohbet, bugün işlerin durgunluğundan şikayetçi... ve eve varış.

Ve sonrasında ilk paragraftaki olayın gerçekleşmesi.

Ama bunlardan bir kaç dakika önce bir genç durduruyor beni. Telefonunu uzatıyor. Bir berberi arayacak ve ben konuşacağım, traş fiyatlarını sormamsa talebi. Gülüyorum, neden aramadığını soruyorum. Aldığım yanıttan anlıyorum ki sürekli berberi ve konuşmayı kendi yapmak istemiyor. Komik bir an. Diyorum ki yıkatmazsan 300 TL, ile 350 TL arası... Onun başka soruları da var ve benim aramam konusunda ısrarcı, muhtemel ki sürekli gittiği berber, çekinme ara diyorum, ve arıyor.

Şimdi istikametim eve doğru, midyeci ile biraz daha sohbet. Bira keyfini bugüne erteliyorum. Hava an itibarı ile İskandinav grisi, denizde sakinlik, yürüyüş yapan insanlar yok, erken uyanan bendeyse pazar keyfi hüküm sürmekte, hayatın uyanışına bir kaç saat daha var. An itibari ile kesin olan, bugün bira alemi yapılacak, belki tek şişe ile... Soru ise şu: Bu bir mekânda mı olacak yoksa bilgisayar açıkken onunla hayata dokunup, denizin enfes halini evden seyrederek mi götürülecek bira-lar?

Ama kesin olan şu ki: Sabah kurcalarken eski ve kıymetli anlara dönük bir yazımın altında gördüğüm Manga'nın Şehr-i Hüzün'ü, kesin  paylaşılacak ve albüm sabah keyfiyle dinlenecek ve belki de bu yazıdan, söz konusu o akşama bir link verilecek...

Belki ama!




İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP