Dün akşamüstü, hava, dolayısı ile yağmur, biz geliyoruz diyor. Soğuksa kar tadında... Al sana yaz arkası kış.
Dün yaz bugün kış. İncecik yağmurluğumu montuma ekliyorum. Bu havaları seviyorum. Önce bir şeyler atıştırmam gerek. Fikrim ve bünye araştırma halindeler, bense soğuğun tadını çıkarıyorum. Sonuçta fikir ve bünye bir kaç seçenek içinden yeni açılan Pilavcı'da karar kılıyorlar. Bana uyar, merak da ediyordum, çünkü dışarıya yansıyan görüntüsü çok hoştu ve beni özellikle çağırıyordu.
Giriyorum kapıdan içeri,
genç, güleryüzlü ve konuşkan bir ses beni karşılıyor.
Mekân güzel düzenlenmiş, insanı boğmuyor, masa ve oturma düzenleri göze hoş geliyor. Mutfak alanı neredeyse oturma kısmıyla eşit hacimlere sahipler, kasa ve buzdolabı ile bölünmüşler,
dolayısı ile mekân insanı yormayan, aşçı dahil, tüm materyalleri görmeye olanak tanıyan, hoş, sevimli ve de kasılmayan bir görünüşte...
O kankalığa hazır da ben biraz daha tartmak istiyorum mekânı ve tavırları. Tavuklu pilavı seçiyorum geniş menünün içinden, elbette turşu da istiyorum. Biraz sonra masama geliyor tabak, görüntü pek hoş, tavuk etleri ne güzel ki kuşbaşı doğranmış ve öyle pişirilmiş,
küçük taneli bir pirinç pilavı, taneler önce küçük görünse de gözüme, sonra alışıyorum. Pirinçler erimemiş, dişe gelir kıvamda... Ben önce biraz yadırgayıp eleştirmeye başlamıştım ki sonra dedim her aşçısının bir metodu vardır, oradan bak...
Baktım ve kabul ettim. Turşular pek hoştu, aynı tabakta olmalarını da takdir ettim çünkü yerleştirme pek güzeldi. Keyifle yedim keyifle bitirdim...
Ve bir tek bile pirinç tanesi bırakmadım.
Çünkü küçükken ve biz özellikle pirinç pilavını bitirmeden kalkmaya teşebbüs ederken, babannem ve annem o kadar çocuğumuz olacağını söylerlerdi...
Elbette o yaşlarda ve bu çağlarda onca çocuğa bakmak zor.Bir tane bile pirinç bırakmadan masadan kalktım ve kasaya yürüdüm. Tatlı kız kredi kartı silahımı çektiğimi fark etmişti... Posu uzattı ödememi yaptım. 180 TL. çok gelmedi, çünkü alıştırıldık ve hatta pilava 10 TL verdiğimiz günleri bile bir hokus pokus sonucunda unuttuk, unutturulduk.
Aşçıya ve genç kadına ve güleryüzlü genç adama teşekkür ettim, ve tam gidiyordum ki genç adamın elini uzattığını fark ettim, tokalaştık ve iyi akşamlar dileyip dışarı çıktım.
Gökyüzü hâlâ minik damlalar gönderiyordu bana...
Sanki bir mesajdı bu...
Bense enn sevdiğim kadını düşünüyordum, nedense hâlâ siyah elbisesiyle görüyordum O'nu...
Eve yaklaşmıştım,
o sırada fikrimden bir müdahale geldi. Beni Afiyet'e yönlendirmek istiyordu.
Saate baktım, gün henüz erkendi. Evin önünden geçtim, yürümeye devam ettim. Şimdi Afiyet'teyim,
yağmur hâlâ ıslatıcı değil.
Bir sup söyledim,
iki tane de elmalı minik rulo. İkisi de çok güzeldi,
şekersiz, bir fincan çayla tadını çıkardım.
Yağmur hızlanmıştı, yağmurluğumun başlığını kafama geçirip boğaz kısmını da sıktım. Hoplaya zıplaya, keyfimle muhabbet ederek eve varmıştım ki midyecinin açamadığı büyük şemsiye ile uğraştığını gördüm,
selamlaştık,
şemsiyeye el attım ve birlikte lastiğin içindeki yuvasına oturttuk,
O teşekkür etti ben de iyi akşamlar ve hayırlı işler diledim.
Eve varmıştım,
kapıdan içeri girip yağmurluğu çıkardım ve astım,
çalışma masama geçip bilgisayarı açtım.
Enn sevdiğim kadını arasam diye düşünürken saate baktım, burnumda tütüyordu ki telefon çaldı.
Elbette O, enn sevdiğim...
Şahane konuştuk, şahane güldük
Rusça öğrenmeye karar vermiş,
Rusça dinlemeye bayılacağıma eminim...
Ve ben O'nun iflah olmaz hayranıydım, konuşma süresi boyunca O'na,
bir kaç kez daha bayıldım.