16 Ekim 2025 Perşembe

Mahşerin Atsızları

Bir evvel zaman önce, şehrin merkezine yakın, kısmen kenar, orta gelir gruplarından ama yükselme döneminin başlarında ailelerin yaşadığı mahallesinde, mini mini insan yavruları dünyaya gelir. Henüz gözleri çapaklı yavrulardır bunlar ve henüz okullarının, öğretmenlerinin, sınıf arkadaşlarının kim olacağını bilmeleri ihtimal dışıdır, lakin ateş gibi çocuklar olacakları da belli gibidir. Şanslıdırlar, mahallelerinin insanları şahanedir. Yazları, hemen diplerindeki toprak alanda futbol turnuvaları yapılmaktadır; komşu mahallelerinin takımlarının katılımıyla birlikte...

Turnuva sonunda kazanan takıma turnuva takımlarının ortaklaşmasıyla elde edilen bütçe ile alınan kupa verilmektedir ve o kupalardan en büyüğünü bu satırları yazan bebenin, mahalle takımının antrönörlüğünü yaptığı amcasının takımı kazanır. Şenlik mahallededir, çok eğlencelidir ve o akşam şehir merkezindeki lüks bir pastanede kutlama yapılır; ödeme mahalle büyüklerinin imecesi ile elde edilmiş bütçedendir. Formaları ve şortları mahallenin genç kızları ve ablaları, ve teyzeleri kesip biçip dikmişlerdir. Elbette renk sarı laciverttir ve takımın adı da Rasattepe'dir.

O yaz turnuvalarının birindeki final maçında, toprak zeminli ve kısmen sola yatmış iptidai sahada, maç bitiminde bir kavga çıkar. Gençlerde adrenalin zirvededir, kavgayı ateşleyen kaybeden takımdır. Roman arkadaşlar ve diğerlerinden oluşmuş karma bir takımdır ve formaları çok hoştur. Sırtlarında numara yoktur, ama daha hoş bir şey vardır, her futbolcuda bir harf olmak üzere bu karma mahallenin adı yazmaktadır ve Roman arkadaşlarla karma mahallenin takımının adı Şendere'dir; takımlar da 7 kişiden oluşmaktadır; çünkü saha standart sahalardan küçüktür.

Kavganın bir kıymeti vardır! Kavganın kıymeti olur mu, olmaz elbette, tartışılır ama bu gençlerdeki adrenalin de yüksektir ve şiddetin genç ateşlerde ufak bir kıvılcımla çoğalması da mümkündür ve Rasattepe'nin kalecisinin adı Ateş'dir.

Velhasıl, kavga soğutulamasa da herkes mahallesine döner. Rasathane mahallesi sokaktadır. Enfes bir yaz akşamı bu orta gelirli mahallelinin çoluk çocuk, amca teyze, genç yaşlı insanlarını sokağa dökmüştür, eğlence zirvedir. Tam o sırada diğer mahallenin gençleri ve büyükleri mısır tarlalarının içinde görülürler ki mısır tarlaları bölmektedir bu yokuşu. Önce bir tedirginlik çöker mahalleye, endişe kavgadır. Mahalleli toparlanır, büyükler ön alır; kupa kazanmanın keyfi tavandır ve kıskandırıcıdır. Gençler kımıldamaya başlar, büyük bir kavga ihtimali de tavandır. Gençler az önce gülüp oynarken ve kutlama içindeyken mevzi almaya başlarlar. Kalabalık yaklaşır.

Ve işte o sırada bu yazıyı yazan çocuk dahil tüm mahallenin gözlerini yaşartacak ve yıllar geçse unutulmayacak bir an yaşanır... Çünkü: Gelen grubun ellerinde iki koca tepsi baklava ve bir buket vardır, bu enfes bir özür anıdır. Biraz sonra diğer mahalle insanları da davet edilir, Roman havalarıyla ortaklaşılır ve büyüklerin gözlerindeki damlalar farkedilir ve şu satırların yazarının minik dünyasında da hayatının en güzel anlarından biri yaşanır...

Aslında O çocuk bu yazıda kendi okul arkadaşlarından bahsedecekti, fotoğrafı hazırlamış yerleştirmişti, yazmaya başlayacağı anda birden tetiklendi. Kısa yazarım derken yazı uzadıkça uzadı. O yılların insan sıcaklığı unutulacak gibi değildi. Şu an kararsız, fotoğrafını yerleştirdiği ve hayal ettiğini yazmakla yazmamak arasında kaldı. Aslında daha çok okuru düşündü. Ruhen ve insan sıcağından bakınca iki farklı konuyu bağlamakta sıkıntı yoktu, ama okurun ki de candı. Sonuçta burada kesmeye karar verdi, fotoğrafın hikayesi de muhtemelen uzun sürecekti. Bu kez de blog alimlerine uydu, çünkü onlar uzun yazılar yazmayın diyorlardı!

Not: Yazıyla doğru orantılı bir şarkı paylaşmıştım, az önce ilkokul arkadaşlarımdan birinin ki hastalığı devam ediyordu, öldüğü haberini başkanımızdan aldım, o nedenle şarkıyı kaldırdım!

11 Ekim 2025 Cumartesi

Bir Günü Delicesine Sevmek

10.10.2025 Cuma
Palmiye Kafe


Başkanımız arıyor, buluşma gününü ayarlamış, Serdar şehrimizde, artık bir gelenek olarak yine Palmiye Kafe'de olacağız. Bize, duygularımıza çok uygun bir mekân. Denizin dibi ve oldukça sevimli. Ayrıca bana çokk yakın. Bu kez Zennur da bizimle... Merakla bekliyorum, Serdar'ı görmeyeli çok uzun zaman oldu. Bir İstanbullu artık O. Zennur ile rastlaşmayalı da uzun zaman oldu, çünkü ben çok uzun zamandır, ama çookkk uzun zamandır şehir merkezine uzak ama daha güzel, gittikçe kalabalıklaşan, denizin dibi bir coğrafyadayım. An itibariyle saate bakıyorum ve biraz gecikmiş arkadaşlarım için endişe ediyorum, arasan mı acaba diyor içsesim, biraz daha bekle diyor, soğukkanlı bünyem.

Çünkü başkanım saniye sektirmez.

Dayanamayıp arıyorum. Varmak üzerelermiş, anlıyorum. Üç ayrı yoldan üç araba olarak varıyorlar, Zennur bir tık geride. Şimdi kapıdan içeri giriyorlar, ufak aralıklarla... Serdar'ın oğlu da bizimle. O artık Samsunlu... Otomobili ile birlikte bana emanet... Zennur görünüyor ve kapıdan içeri süzülüyor. Mini mini birler artık yetişkinler, ama ruhları taptaze. Çokkk keyifli bir sohbet başlıyor. Gülünesi espriler sıra sıra, aradaki, yıllara varan, zaman boşluğu şu an sıfır. Sanki hep burada bu masadaydılar; elbette pastaların, kahvelerin, gerekirse çayların tadını çıkaracaklar. Hasta arkadaşlarını unutmuyorlar ki kısa süre önce hastanede ziyaret etmişlerdi, Hüseyin Başkan, doktor olması nedeniyle de hassas bir terazi ile takip ediyor Gürsel'i, bir kaç gün önce hastanede, Gürsel'in odasında epeyi şamata yapmıştı bu haşarı öğrenciler.


Buluşmaya giderken Hüseyin Başkan'ın, arkasına hoş kelimeler yazdığı ve bana verdiği ilkokul yıllarından önlüklü ve vesikalık bir fotoğrafını yanıma alıyorum. Masaya koyduğumda şaşırıyor. Unutmuş, hatırlamıyor bile, tabii ki çok seviniyor ve hemen telefonu ile fotoğrafını çekiyor. Oysa benim ilkokula dair muhteşem bir arşivim var. Bundan bahsediyorum. O fotoğraflar şu an yeni bir buluşma günü için hazırlar. Ve o gün arkadaşlarım çokk şaşıracaklar.

Aslında bir duyarsız tenekeyim ben, bazı konularda; fakat şu fotoğraflar konusunda ben de kendime şaşırıyorum. Onları yıllardır saklıyor olmam bence de muhteşem. Üstelik sürekli alıp bakıyor olmam da söz konusu değil; muhtemelen ara ara baktığım, uzuuuun aralıklarlı zamanlarda göz atmalarımla, hafızamda epeyi yer etmiş olmalılar diye düşünüyorum. Bundan sonraki buluşmada yeni katılımcılar olması ihtimalini düşündükçe yıllardır bekleyen bu sürprizin büyük olacağını hissediyorum.

Serdar'ın oğlu özellikle arabası konusunda artık emanetimiz, başı sıkıştığı her anda da yanında olmak yeni görevimiz. Biz sanırım birbiri ile bağı çok kuvvetli sınıf arkadaşlarıyız, elbette çok sık görüşmedik, mesafeler açısından; belki de tembellikti benim halim, çünkü bir çoğunun olduğu şehirlere çok kere gitmiştim. Ama şimdi zamanım bol, sağlam bir geleceği kurmuşum ailemizin tüm fertleri adına... Artık listemin başında arkadaşlarla geçirilecek zamanlar var, elbette derdi olanın burnunun dibinde bitmek de baş görevimiz.

Yazıyı çok uzatmak istemiyorum, bu yazı hoş bir giriş sayfası oldu bence. Dünkü soğuk bile ısındı, güneş pırıl pırıl, daha kalabalıklaştığımızı hissediyorum ve yaşamın geri zamanlarına dönmüş olmak sanki level atlattıyor bana. Mutluyum. Çokk mutluyum... Elbette durmak yok, olanaklar çerçevesinde daha çok buluşmaya, birbirimize koşmaya, o bağın tadını çıkarmaya ben hazırım. Ve ufak ufak çoğalıyor olsak da bunun dahi verdiği haz muhteşem! İyi ki Hüseyin Başkan'ımız var, bizi toparlayan, çok kıymetli bir şeyin, arkadaşlığın kıymetini hatırlatan O oluyor.

İyi ki bizim -sınıf- başkanımız O!

Bu yazı farklı segmentte zaman zaman, hatırlandıkça yazılan, eldeki fotoğraflarla desteklenen bir seri olsun istiyorum. Umarım arzuladığım gerçekleştirmeyi de başarırım, ve umarım bu muhteşem bağ kopmaz, gittikçe çoğalır, gittikçe de güç kazanır!


8 Ekim 2025 Çarşamba

Taze Taze

Tüyoyu enn sevdiğim kadından alıyorum. Bir gün önce, bir de uyarı ile birlikte, ben olanı dolunay sanırken O dolunayın yarın olduğunu söylüyor. Sonrasında enfess bir sohbet, bayılıyorum. Normalde telefonla uzun konuşmayan, konuşamayan ben bir kez daha kapılmışım rüzgarına. Öyle bir keyif ki bu, ve içindeki planlar... paha biçilemez. İki aydan fazla bayılınası bir ülkede kalacak, başarılı kadın başarılarına yine başarılar ekleyecek. Meseleyi epeyidir biliyorum ve elbette onun adına çok çokk seviniyorum. Sohbet tadından yenilmiyor, O karşımda ve kıyafetinin bile ne olduğunu görebiliyorum sanki.

Sonra yürümeye başlıyorum. Hava enfes, dolunay sanki beni takipte, üstelik geldiğim noktadan geri döndüğümde de o yine beni takip edecek ve elbette aldığı noktaya bırakacak. O halde içecek bir şeyler almalıyım, bir de içi kakao kremalı minik pastacıklar... Bir alçak duvarın üzerinde oturuyorum. Ay bana bakıyor ve sen kalkana kadar buradayım diyor. Işığı bulunduğu noktadan ayak ucuma kadar geliyor. O sırada sevimli bir minik kedi yanıma yanaşıyor. Pastacıklarımı onunla paylaşıyorum. Artık geri dönebilirim. Ay birlikte geldik birlikte döneriz diyor, çok yorulmuş olabileceğini düşünerek sen burada kal diyorum. O beni takipte ısrarlı. Bir kollayıcı aynı zamanda.


Ayla laflaya laflaya bizim mahalleye geliyoruz. O beni aldığı noktaya yeniden yerleşiyor. Ben bu kez fotoğrafları sıralı yerleştirmiyorum. Üşeniyorum. Sıralama aslında ayın ilk ve en alçak pozisyonundan başlamalı. O kadar çok poz çekiyorum ki sıralamayı fark ettiğimde üşeniyor ve ilk fotoğrafı sona koyuyorum.


Ve aslında şu an uzağa doğru yürüyorum, ben uzaklaştığımı düşünürken onun hâlâ benimle yürüdüğünü fark ediyorum. Yarattığım çorbayı yine de bozmak istemiyorum, çünkü kendimi şımartma günümdeyim, yani tembelim. Uzak bulutların yarattığı senfoni ses oluyor ve senin için bu poz diyor. Çokkk teşekkür ediyorum ve bu pozu asla affetmem diyorum ve basıyorum deklanşöre, ben teşekkürlerimi yollarken uzağa, onlar iyi akşamlar diliyorlar bana. Demek ki şanslı günümdeyim!


Ve bizim mahalledeyim, çok yakın olmasını istediğim bir poz var, normalde ilk çektiğim olmalıydı dediğim. Ama gördüm ki yakın plan çekersem sonuç bu kadar zengin ve güzel olmayacaktı, uzaktan el salladım ve durumu anlattım, sağolsunlar anlayış gösterdiler, bastım deklanşöre ya bismillah diyerek... Ve sonuca bayıldım; daha büyük halini koyabilirdim yazıya, dedim ki sonra; fotoğraflar yazıyı, midyeleri satan abinin "Taze taze," diye seslenişini ve yaşanan anı baskılamasınlar, ortaklaşmanın tadını çıkarsınlar... Ve bilsinler kıymetini...

4 Ekim 2025 Cumartesi

Yaşamak

Penceredeyim, denizle sohbet halindeyim. İç sesim cümleler üfürüyor. Bu enstantaneyi kaçırmamalısın diyerek de anın altını kalın kalın çiziyor. Sörf yapanları değil, yaşama renk katanları öne almalısın diyor. Olur diyorum, ama aniden bir kabulleniş değil bu! Çok enstantane içinden bu anı bize katıyorum. O bana göz kırpıyor. Şu andan mutlu. Ve fark ediyorum ki bu an kendini soyutluyor ve yaşananı ve duyguyu kesinlikle siz anlatmalısınız diyor. Durumu kavrıyorum. Ve kıyıdaki kalabalıktan, insanlardan bizi soyutluyorum. Neden bu yalnızlaşma diye diye de düşünüyorum şimdi. Oysa aynı anın başka karelerinde çocuk ve yetişkin cıvıltıları var. Az önce uzaktan sesler ve görüntüler paylaşmanın tam da göbeğindeydik. Şu an daha önce çekilmiş bir fotoğraf, az önce çekilen bir fotoğraf ve kalabalıktan sıyrılmış bir ben ve O varız anda. Ama hâlâ coşkusu sürekli artan bir kalabalığız... Ve sohbetimiz muhteşem. Zihnimizde fikirler dönüyor. Kalabalık da bizi fark etmiş değil. İletişimimiz gittikçe keyifleniyor. İç sesim dürtüyor. Şu anın sonrası için bana bir yol çiziyor. Sesleniyor. Birazdan kendini sokağa at, insan kalabalığına katıl ama yine de sadece sen ol diyor. Bu öneriyi bir an düşünüyor ama pek anlamlandıramıyorum da!


Sırt çantamın içine bir iki şey atıyorum. Evden çıkarken ve binanın çıkış kapısını açtığımda mini mini kedi yavruları ile karşılaşıyorum. Yemek kapları silinip süpürülmüş. Afiyet olsun. Şimdi oyun zamanı. Hoşçakalın, görüşmek üzere diyor yola revan oluyorum. Hedefim batı yönü. Acaba mekânlardan birinde oturup kahve içsem mi diyorum. Sonra aynı kahveyi kendim yaparsam çok kâr ediyorum diye düşünüyorum. Ve kahveden vazgeçiyorum. Uzun bir yürüyüşün sahil boyunca tadını çıkarıyorum. Dönüş hazırlıkları içindeyim, eve doğru yürümeye başlıyorum. Deniz muhteşem. Nerede takılsam ve bir şeyler atıştırsam diye düşünüyorum. Ve bir gün enn sevdiğim kadınla şu mekânda rakı içsek diye aklımdan geçiriyorum. Mekânla ilgili bir fikrim yok. Bir ara sokağa döndüğümde görmüştüm kendisini. Denize dikey inen bir sokak; sahile bir kaç adım. En sevdiğimiz ve bira için gittiğimiz mekânlardan biri ile sırt sırta.


Dönüş yolunda Niyazi Abi'ye rastlıyorum. Oltalar çeşit çeşit, kendini balık tutmaya arz eylemiş, evine yakın, emekliliğinin tadını çıkarıyor. Açık denizdeki bulutlar muhteşem. Yazıda kullandığım fotoğraf o güne ait değil, şu an çektiğim fotoğraflarsa enfes bir renk cümbüşü, bulutlarla muhteşemler. Onları başka bir yazıda kullanmayı düşünüyorum. Niyazi Abi ile vedalaşıyorum. Bir iki gün önce ortaokul arkadaşımla rastlaşmıştık. Şu seyirlik BMW'si olanla yani. Bloga fotoğraflarını koymuştum hani... Uzun konuşuyoruz. Tur vapurlarına bakıyorum bir yandan; yürümeye başlayıp da Oktay'la vedalaştıktan sonra...

Gürsel'i ziyarete gidiyoruz bir iki gün sonra, ilkokul arkadaşlarıyız, kızlarla telefon bağlantısı yapıyoruz. Sohbet nefis, o kadar yıl sonra aramızdaki bağın ve sevginin yüceliğini koruyor olması muhteşem diye düşünüyorum.

Mahalleme vardım, bizim köşedeki midyeciye takılıyorum, onla da memleket hallerine dalış, aynı zamanda akan hayata bakış, keyif bizim coğrafyaya düşmüş sanki, insanlar da siyasetin ve ekonominin geldiği noktayı silip atmışlar hayatlarından,

kısa bir an için olsa da.

Bugün midye satışları iyi, abinin dünkü umutsuzluğu terk etmiş gözlerini. O gözlerin gülüşleri bugün muhteşem. Etkim olduğu için sevinçliyim. Hayat herkes için zor ama bu zoru kısa anlığına olsa da umutlarına yükledi şimdi; onu gülücükleri ile görmek, insanı yeşertiyor sanki.

Fikrim hafta sonunda bir rakı masası diyor ve iki gündür beni dürtüyor. Aklımda enn sevdiğim kadın olsa da bugün ya da yarın o masada tek oturmayı bile düşünebilirim. Çünkü kendimle karşılıklı içmek de bu türden havaların olduğu günlere pek yakışıyor.

Aslında günün finalinde Palmiye Kafe'deyim, bu akşam kendimi dibine kadar şımartma fikrindeyim. Bir fincan çay ve üzeri limon kremalı, üçgen kesim bir dilim buzdolabından çıkmış enfes görünümlü pasta ile bir fincan çay siparişi veriyorum. Masama bakan kızı çok beğeniyorum, gördüğüm enn güler yüzlü ve sıcak garson diyebilirim. Georgi Gospodinov'un Doğal Roman'ına kaldığım yerden devam ediyorum. Sonrasında niyetim; günü çok özel bir dondumacıda ve gecenin yıldızları altında hayaller kurarak, renkli dondurma toplarını tek tek ve şımarıkça tüketerek tamamlamak...

Yazı boyunca O'ndan söz etmediğimi kim söylüyor bilmiyorum. Tamam bugün tek takılıyorum... ama bünyemin her santimetrekaresinde hep O var, bunu kendime ve okura -belki- hissetirememiş olsam da O var, seziyorum!

27 Eylül 2025 Cumartesi

Toplantı

26.09.2025 Cuma 
Palmiye Kafe



Sabahın en sakin saatinde fırından dumanı üzerinde ekmekler, cami avlusundaki minik dükkândan da poğaçalar aldım; elbette bir de içi tahin dokunuşlu enfes bir açma. Bugün önemli bir gün, akşam telefonuma bir mesaj düştü, aynı mahallede büyüdüğümüz sınıf başkanımdan; şimdi ilkokuldayız. Benim eve yakın deniz kenarında bir mekânda toplaşacağız. Çok uzun zamandır görmediğim, artık başka şehirde yaşayan gözü kara ve eylemci bir arkadaşım bizimle. Organizasyonu yapan da her zaman olduğu gibi ilkokuldaki sınıf başkanımız. Kendisi bu işleri çok gönülden yapıyor ve O bizi bir araya getirmese sanki biz yokuz.

Şu an çalışma masamdan coşkun denize bakıyorum; zaman yine evriliyor. İlkokul öğretmenimizi, Gülseren Kaya'yı bir kez daha anmadan geçemiyorum. Çünkü bizi yontan, her birimizden emsali bulunmaz biblolar çıkaran kişi O. Deniz müthiş, yükselen dalgaların üzerinde sörf yapan köpükler muhteşem. Gün kış tadında, güneş saklı. Ben ilkokul sınıfımda sıraları dolaşıyorum. Biraz sonra görevli arkadaşlarımız sıcacık süt güğümlerini getirecekler, poğaçalar fırından yeni çıktı. Miss gibi kokuyorlar. Yazıyı burada kesmeye karar veriyorum, uzun bir yazı olmasını istemiyorum; çünkü şu an geçmişteyim ve o günlerin tadını çıkarıyorum. Elimdeki işleri en azından öğle sonrasına kadar savsaklamış durumdayım. Bir korkum var derinimde, bu hava şartlarında iptal olur diye toplantı...

Bana bir nefes mesafede mekân, işim kolay, lakin bakıp göreceğiz, hava şartları engel olabilecek mi hiç bitmeyen arkadaşlığımıza...


Mini mini birler tadında yürüyorum. Fotoğraf makinem yanımda ama onu kullanmak istemiyorum, bugünü anlatmaya tek fotoğraf yeter diye düşünüyorum. Başkanımla sık görüşebiliyor olsak da Uğur'la çok uzun zaman oldu görüşmeyeli, Palmiye Kafe'ye yaklaşıyorum, buluşma saatinin son bir dakikası. Endişem var, ya tanıyamazsam diye! Kapıdan giriyor yola bakan masalardan en dipte olana oturuyorum. O sırada biri geçiyor kocaman camın önünden, biraz kilo almış olsa da bu Uğur, aynı mahallenin çocuğuyuz, tanımasan çok ayıp olurdu diyor içsesim, o mekâna kıvrılıyor, kendisi uzun zamandır şehrimde oturmuyor.

Mihrap yerinde, biraz kilo almış olsa da... Elbette kucaklaşmaca, Hüseyin başkanım benim soluma oturuyor, ikimizin cephesi de Uğur'a dönük. Mini mini birler bugün için tamamlandı. Sohbet koyu, lise yılları önde, serde devrimcilik var. Ortak anılar masaya seriliyor. Öyküler tadından yenmiyor. Başkanım Gürsel'i arıyor, onu telefonda yormak istemiyoruz, selamlarımızı Hüseyin Başkan yolluyor. Sonra laf lafı açıyor. Gelmişimiz geçmişimiz masada. Her şey başkanımızın telefonunda, çokkk uzun zamandır görmediğim kız arkadaşlarım var, Hüseyin başkanın telefonundan bakıyorum, yolda görsem kesinlikle tanımazdım diyorum. İnsan ezberinde olan karakterlerinin yeni hallerini çoookkkk uzun zaman sonra görünce tuhaf oluyor, oysa Hüseyin Başkan'ın böyle bir sorunu yok, o bağlantıyı yıllardır kopartmıyor. Ben ilkel bir telefon kullanıcısı olduğum için telefonun derinlerine dalıp cevherler çıkarabilen sonra onları da saklayan biri değilim, bu belki de iyi bir durum; şu an tüm kız arkadaşlarımızın içlerindeki genç kızı yok etmedikleri enn son hallerini görebiliyorum, onlarla gurur duyuyorum.

Sonra dedikodu yapıyoruz elbette, sokakta görsem kesin tanıyamazdım diyorum ve bu halin Hüseyin Başkan'ın sayesinde ortadan kalkmasına seviniyorum. Bu yetişkin kadınlar benim için artık, çok iyi yetiştirilmiş, yetişmiş ama ruhlarını yitirmemiş hep genç ve şahane kadınlar.

Çokkk uzun kalıyoruz, masadan kalkmaya niyetimiz yok, öyle güzel konuların, anların, insanların içinden geçiyoruz ki gün yetmez filmin sonuna varmaya. Aşk mevzusuna hiç girmiyoruz, sanırım bunu özellikle yapıyoruz çünkü her birimizin hayatı kimler geldi kimler geçti şeklinde... ama içimizde bir burukluk yok mu? Bu duygu ilkokulda erkekler bir arada oynarken kızları oyunlara almamak üzerine, oysa sınıfta ve bahçede yürürken, top oynarken, farklı, tatlı sözü olan çocuklar da bizdik.

Dışarı çıktığımızda kendimi zaman tünelinden geçmiş gibi hissediyorum. Zihnim boşalıyor ve tüm o anları, çocukluğu başımdan aşağıya boca ediyor. Güzel kızların artık güzel genç kadınlar olduğunu görmek beni çok sevindiriyor, yıllar sonra bu güzel kalpli kadınları görmek başlangıçta beni şaşırtmış olsa da hissediyorum artık: Bunlar benim güzelliklerinden hiçbir şey yitirmemiş iyi kalpli arkadaşlarım. Tüm bu süreçte bir umudu da yeşertiyor bünyem. Keşke diyorum, şu hayattan göçmeden biraraya gelebilsek; çünkü fotoğraflar arkadaşlarımı artık hayal olmaktan çıkarmış durumda. Ortak yaşanmışlıklarımız sınıfımızın ziftli tahtalarının kokusunu hissetmek kadar yakın bana ve çok hoş. Ve sanırım ben, tüm arkadaşlarım içinde en çok ilkokul arkadaşlarımla geçirdiğim ve sonrasında uzak kaldığım sınıf arkadaşlarımı ve onlarla geçirilen zamanları özlüyorum. En çok güven duygusunu onlarla yaşadığımı ve biriktirdiğimi hissediyorum. Tüm arkadaşlarımı koşulsuz seviyorum ve onlarla aynı sınıfta okumuş olmanın hayatın bana sunduğu enn büyük şanslardan biri olduğunu biliyorum.

Öyle derin bir duygu ki bu! Çoğu zaman sandıklarda saklanmış olsalar da bugünkü buluşma gibi olağan üstü bir sevgi ile özlemin kokusunu açığa çıkarıyorlar.

Öğretmenimizi ziyaretimizde ve onun bir kaç gün sonraki ölümünde hepimizin ortak duygusu şuydu tartışmasız: Başka öğrencileri kıskanmasın ama Gülseren Kaya'nın enn sevdiği sınıfı ve öğrencileri bizdik!

Sanırım...



Ve Hüseyin Başkan'ımıza sevgiler; onun liderlik ruhu bizi birbirimizi görmesek de duygusal manada ve derinlerimizde saklı hislerimizin ışığında, tüm arkadaşlarımızla bir arada tutmayı başarıyor. Teşekkürler başkanım, sen olmasan bu yazı da olmazdı, emin ol!:)

16 Eylül 2025 Salı

Bir Kadın,

Hayatımızdaki bütün boşlukları doldurabilir mi?



Birden düştü aklıma, çok kalabalık bir geçmişim vardı, buna rağmen hiçbir gün geri dönerek ne kadar insan biriktirdiğime bakmamış bakmayı da düşünmemiştim. Çok çok yıllar sonra yakın bir zamanda içimdeki birlerden biri aniden önüme atladı ve yazsana dedi birden. Neyi dedim, bu mevzuyu dedi. Hadi ordan dedim, sonra düşündüm. Düşündükçe içim ısındı, konu aklımı sürekli dürtmeye başladı, ben kaçtım o kovaladı, utanacak bir şey yok dedi, içimdeki benlerden biri; diğerleri görüşe katıldı. Ben durdukça onlar el çırparak beni öne doğru itelemeye başladılar. Ben kenar köşe kaçtıkça onlar kovaladılar. Baktım olacak gibi değil e sonuçta havalı da bir durum diye düşünerek en aymaz sözlerine kapıldım ve yazmaya karar verdim.

Başlangıçta benler topluca ve herkesi yazmamı istediler, şımartılmak işime gelirdi elbette, şahsım adına çok havalı da olabilirdi lakin artık ben çocuk ben değildim. Hava atmak da geçmişte hoşken süreç içinde ve büyüdükçe saçma bir davranıştı. Hem iyi ki erken büyüdüm dedim, oysa henüz 15 yaşımdaydım, olsun erken olmuş bir meyvasın sen artık dedi 15 yaşım, çok çok özel ve enn yakın arkadaşlarımdan iki tanesi dışında tüm sözlerim tıp demiş, ben de çevremi bu anlamda iyice daraltmıştım. Sloganım da şu olmuştu, az sev ama çok sev, kankan güzel kalbin olsun, yaşanan ne varsa bir kaç özel arkadaş hariç hep sende kalsın dedim.

Erken yazdığım bir kaç yazı dışında geçmişe sünger çektim ve bu minvaldeki son yazımı yazmaya karar verdim. Çünkü bundan öte kimseyi O'nu sevdiğim kadar sevemezdim.

Daha önce de yazmıştım, onu bana kazandıran Samsun Opera ve Balesi olmuştu. Hiç aklımda yoktu. Hayatımı boşaltmıştım. Geçmişe bir saygı gösterisinin ardından geleceğe selamlar çakma aşamasındaydım. Güzel kadınlar tanıdım, muhteşemdiler, değerlerime değer kattılar ama aramızdaki mesafeler uzaktı. Benim için dert değildi ancak kadınlar hassastı, bunu öğrenmiştim. Dolayısıyla benim için kolayken, uzak kalanlar için kolay değildi durumlar, ve kesinlikle sürdürülebilir değildi birliktelikler.

Ve elbette benim katlanabildiğim bir durum söz konusuyken karşılar için zordu her şey. Mesafelerle ilişkimi çoktan yok etmiştim. Benim için bir engel değildiler. Nadastaydım. Yaşım kemale ermişti. Kısa süreli ilişkiler benim işim olmaktan çıkmıştı. Şehir dışı yolculuklarımın tüm biletlerini iptal etmiştim. Hiçbir gösteriyi kaçırmıyordum, yalnızlığı sever olmuştum, kalp kırmak da istemiyordum ki -bir hariç- kimsenin kalbini de kırmamıştım.

Kalabalık salonda yalnızlığın tadını çıkarıyordum.

Opera balenin tüm departmanlarıyla kanka olmuştum. Yazdığım yazılar sayesinde bana ulaşmayı, tanışmayı onlar istemişlerdi. Oysa ben saklanıyordum. Umursuzdum, umuru onunla öğrendim. Sonra blogumda enfes bir yoruma tanık oldum. Yeni ve muhteşem bir hayatın önüme serildiğini hissettim. Sevdim, her geçen gün daha çok sevdim. Hayatımın enn enfes seyahatlerini O'nunla yaptım. Tüm boşluklarım O'nunla doldu. Göklerde ararken opera balede buldum.

15 yıldır çocuklar gibi şenim, mutluyum,

çokk mutluyum!

12 Eylül 2025 Cuma

Konuşurlar, Denizle Bir de Benimle

Sabahın erkeni, deniz muhteşem gözüküyor ve beni ısrarla davet ediyor. Ben an itibariyle kararsız. Fotoğraf makinem ve bünye ise ısrarcı. Gönlümün ve bünyemin her noktası da aynı durumda. Bir şımarıksa tüm bu fikirlerimi öğütme çabasında, oysa ben hazırım ve olumsuz tavır içindeki bünye noktalarını da öğüteceğimi biliyorum. Kotumu çektim, mavi polo yaka tişörtümü giydim, ayakkabılarımı bağlıyorum. Ve en önemlisi içimdeki kararsızın ayak diremesini kırdım, o da benimle. Binadan sessizce çıkıyorum ve şimdi denizin kıyısındaki geniş yürüyüş yolundayım. Hava muhteşem. An itibariyle çekeceğim fotoğraflar konusunda bir fikrim yok, bu sabahın hikâyesinin ve bana sunacaklarının ayırdında değilim. Ama deniz ve ben ve sabah erkeninde yürüyüşe çıkmış olanlar ritm tutturmuş durumdalar, karşı yönümden bana doğru o ritmle akıyorlar.


Biraz önce komşum, mahallelim ile kankalarımın önünden geçtim ve elbette günaydın deyip selamlaştım. Görüldüğü üzere popüler mekânlardan Hayal Kahvesi ile fotoğraflarını da çektim. Gün iyice aydınlanıp gözleri ovuşturduktan hemen sonra ve sabah mahmurluğundan kurtulunduğu anda binbinlerin hepsi park yerinden ayrılacak, görev başına geçip yok olacaklar. Bense aynı ritmle yola devam ediyorum, fikrimde henüz bir icraat yok. Fikrimde enn sevdiğim kadın ve bazı planlar var. Turu tamamladığımda kendimi şımartacak pastalar ve anne kurabiyeleri alıp keyfini çıkaracağım. Mesela içi çikolatalı ay çöreği gibi. Eve varınca da sert bir filtre kahve bunlara yakışır diye düşünüyorum.

Kumsalı bitirip de denizin kıyısındaki kayalıklara vardığımda fikrime bir şeyler oluyor. Çok ısrarcı ve bugüne kadar yapmadığım için de beni eleştirip bir yandan da dürtüyor. Kaçıncı kere buradan geçiyoruz ve senin aklına bir gün bile gelmedi fotoğraflarını çekmek diye tam gaz ayarı da veriyor.

Üstelik çok da haklı.


Sayısızca kaya var, çoğunun üzeri resimlenmiş. İlk kez bu kadar derin bakıyorum, oysa sürekli önlerinden geçiyorum. Elbette bu kez kendime ayarı ben veriyorum. Biraz da sohbet edip gönüllerini alıyorum ve ekliyorum: Lütfen kusuruma bakmayın, kabul ediyorum ki bugüne kadar sizin fotoğraflarınızı çekmeyi, sizinle sohbet etmeyi düşünemedim. Ama hayat iyi ki dürttü beni ve kendime getirdi bu sabah. Oysa emeğe çok duyarlı da bir insanım diyorum, onlar gülümsüyorlar. Bu başımıza ilk kez gelmiyor diyorlar. Vakurlar.


Bir yandan fotoğraflarını çekerken bir yandan da sohbet ediyoruz. Sohbet pek hoş ve gün aydınlanmasına pek yakışıyor. Elbette bunun bana bir ders olduğunu anlıyorum, lakin onlar çok olgunlar; hiçbir olumsuzluk yokmuş gibi davranıyorlar. Bazılarından özür diliyorum, sizin fotoğraflarınızı da çektim, izin verdiniz çok teşekkürler diyorsam da içim buruk, utanmış durumdayım. Özürüme özür ekliyor ve diyorum ki yazı boyutum ve okur durumları nedeniyle sizi bir başka yazıma konuk etmek istiyorum. Gülüyorlar, telaş etmememi söyleyip kendi ömürlerinin uzun olduğunu dolayısı ile bir gün kendilerinden söz etmem için zamanlarının da çok olduğunun altını çiziyorlar. İçim rahatlıyor.


Deniz usulca bir müzik çalmaya başlıyor. O sırada yanımdan güzel bir kadın geçiyor. Verdiğim emeğe gülümsüyor. Gülümsüyor ve günaydın diyorum. O da günaydın diyor ve gülümseme ile birlikte yürüyüşüne devam ediyor. Bizse sohbete devam ediyoruz. Açık denizde balıkçı tekneleri. Zihnimde kahve tadı dönüyor.


Müzik emsalsiz, duru denizde bir vaha sanki. Kadın çok güzel, neşesinde coşku var, kendisini bir yerlerden hatırlıyor olsam da bir türlü çıkaramıyorum. An büyüleyici ve o nedenle zihnimi zorlamıyorum. Allahı var güzel kadın, kimdir diye sorgulamıyor, zihnimin şaşkınlığına ve karmaşasına da şaşırmıyorum. Ancak bu kesinlikle O diyorum. Bir türlü kendime gelemiyor, adını dilimden hayata döndüremiyorum. O ise farkımda, yine de ana hiç dokunmuyor, beni düşüncelerimle ve anla başbaşa bırakıyor. Gülümsüyor, etki alanının farkında.


Derine dalmış, derin düşüneni hiç rahatsız etmek istemiyorum. Uzaklara bakışı ve düşünce dünyasında yol alışı etkiliyor beni, bazı çıkarımlar yapıyor olsam da şu an bulunduğu dünyasına ve ruh haline dokunmak istemiyorum. Aslında çok etkileyici bir an, dünyadan uzaklaşmış kendi dünyasında bir karakter, çok etkileniyorum ve sessiz adımlarımla önünden geçiyorum. Bir gün diyorum, uzun uzunnn konuşuruz nasılsa. Ardımdan gülümsediğini de biliyorum. Dönmüyorum, aramızdaki bu oyunu seviyorum ve hınzırca gülümsüyorum. O farkımda değil sansam da biliyorum ki her şeyin farkında. Oyunu sevdim, haftaya kalmadan görüşürüz.


Ve star. Çok beğendim, çok etkilendim. Beş dakikada öyle tahminler yürütüyorum ki üzerine. Ses vermese, milim kımıldamasa da, hınzırlığının farkındayım. Uzun kalıyor, uzun bakıyorum. Onda bir milim bile değişiklik yok. Taş gibi ama taş değil. Bir sonrasında diye aklımdan geçiriyorum. O ise beni çoktan çözdü farkındayım. Özür dilemeyeceğimi biliyorum. Bundan öte aramızda enfes bir oyun çevireceğimizi biliyor. Yazıyı ipuçları ile bırakıyor, bazı yazıların şifrelerine gülüyor, hayatıma girmiş karakterlerle benzerliklerine bayılıyorum. Başka başka yazılar için hayaller kurarken, bundan öte bu kankalarımla daha sık görüşüp, hayata dair daha derin sözcüklerle kurulmuş, kurulacak cümlelerin hayalini kuruyorum. Ve enn sevdiğim kadını fena... çok fena halde özlüyorum.

Eve Dönüş yolundayım...



8 Eylül 2025 Pazartesi

Disco Burger Ve Ay

Geceye yakın saatler, gün aydınlık, kızıl ayı görebilecek miyiz bakalım? Kafamda güzel fikirler dönüyor, elbette akşama ve geceye dair. Sırt çantamda fotoğraf makinem sahil boyu yürüyorum. Öncesinde midyecinin köşesinde iki değil çokça lafın belini kırıyoruz. Derdimiz memleket halleri.

Bir yandan gülüyoruz.

Kendini memleketin ağası sanan biri var; koltuğunu kaybetmenin korkusu paçalarından akan. Son kozunu oynadığını biliyor, çaresizliğinin yaptırdıklarına da gülüyoruz. Onun için de kurtuluş yok tek başına ve en güvendikleri tarafından nasıl satılacağını da biliyoruz.

Sanırız O da geceleri uyuyamıyor. En yakınındaki müttefikinin dahi kendisini satacağını en iyi o biliyor.

Sahil boyu yürümeye devam ediyorum. Gözlerim gökyüzünde kızıl ayı arıyor, elbette vaktin erken olduğunu biliyorum ancak avareliği de seviyorum. Deniz sörfçüler için muhteşem bir evrede, az önce evden izledim ve bazı pozları kaçırmadım. Lakin evden olmaz beri gel diye sürekli mesajlar da almıştım o sıra. Bir yandan aklımdan akan eylemler ne halde acaba şu an diye düşünüyorum ve bir yanımda da muhteşem bir inanç var; ve şu slogana bayılıyorum: Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz!

İnançlıyım, aynı zamanda sevinçli de, bir millet uyanıyor çünkü. Ve bir araya gelemez denen kitleler fena halde ve yıkıcı biçimde ortaklaşıyorlar. Henüz bizim coğrafyaya yansıyan bir şey yok görüntüde, insanlar dalgalı denizin, gösteri üzerine gösteri yapan sörfçülerin tadını çıkarıyorlar. O halde ben de çıkarmalıyım diyorum.

Ve de aklım İstanbul'da.

İçimdeki tıfıl militan uyanıyor, nasılsınız bakalım Buraneros Bey diyor, benimle dalga geçip gülümsüyor. Mutluluktan karnım mı açıkıyor ne? Sanırım o militan çocuk bana sen bir dur, keyfine bak diyor. O halde sen de benle gel diyorum ve Disco Burger'den içeri giriyoruz. Ve geçen hafta enn sevdiğim kadınla oturduğumuz masaya konuşlanıyor, fıçı bira ve discoburger lütfen diyoruz.


Enn sevdiğim kadını düşünürken, militan çocukla da sohbet ediyorum. O daha ateşli, bıraksam anında İstanbul'da, bir devrim yapacağı bu halkın konusunda benden inançlı. Bu heyecanını kırmak istemiyorum. Elbette biz geçtik bu yollardan ukalalığını da yapmıyorum. Sakince biralarımızı içiyor, küçük lokmalar halinde ve sakince burgerlerimizden küçük ısırıklar alıyoruz. Patatesler enfes kızartılmış, verilen şekiller çok hoş doğrama biçimlerine bayılmış durumdayız, onların herbirini usulca sosa dokunduruyor muhteşem yaz akşamının keyfini fıçı biranın emsalsiz tadı eşliğinde çıkarıyoruz. O geçmişi, sizin yıllarınızı bir kez daha anlatır mısın bana diyor. Ben de ona şimdi güzel şarkılar söylemek lazım, biraz sakin kalmak ve aynı zamanda tuzaklara düşmemek de lazım diyorum. Konuyu gittikçe derinleştirsek de geçmişin acılarını sofraya getirmiyorum. Ve bu ülke o yılları bir kez daha yaşasın istemiyorum.


Bazı arkadaşlarım biz ve biz dönemi ile şimdiki dönemdeki gençliği kıyaslıyorlar, malum benim karşımda da bir genç var, bir yandan birasını içiyor bir yandan sorular soruyor. Siz diyor, o yıllarda işkencelere tanık olurken sıkıyönetim savcılarının mihmandarlığını da yapmıştınız, bunu anlatmıştınız, blogunuzda da yazmıştınız diyor, ve şimdiyle kıyaslarsanız ne dersiniz diye muhteşem bir soru soruyor. Soru muhteşem çünkü genç dünün ve bugünün koşullarının farkında... Diyorum ki devrim silahsız da yapılabilir bu zamanın koşullarında, aynı zamanda ideolojinin geldiği nokta bence daha da kıymetlidir. Ve şu an olan biten her şey sessiz ama derinden yürüyen, farkındalığı yüksek, paçaları kaptırmayan, aklı başında ve çok zekicedir.

Enn Sevdiğim Kadın'ı özlüyorken tam ben, telefonum çalıyor, evdeyim, pencerinin önünde kızıl ayı arıyorum. O çok neşeli ta Akçay'da yakalamış kızılı, öyle güzel anlatıyor ki, ve öyle güzel bir sohbet var ki aramızda, elimi uzatıp zamanın düğmesini çeviriyor ve akışını durduruyorum adeta... Ne kadar şanslı bir adam olduğumu düşünüyorum, sonra güzel bir kadının hayatımı ne kadar yükselttiğini...

Yine kapıldım harflerin haylazlığına, dur demenin zamanı geldi diye düşünüyorum ve yazıyı sonlandırırken başlangıçta koymayı düşünmediğim fotoğrafı, O'nu düşündüğüm bir anda ve her zamanki masamızdan taşıyıp, yazının tam da ortasına yerleştiriyorum,

denizin kokusu muhteşem,

sanki onu bana getiriyorlar.


31 Ağustos 2025 Pazar

Sözümüz Vardı Ey Dostlar!

Bir kaç hafta önceydi, Tırtıl kız arkadaşı ile beni tanıştırmayı istiyordu. Ben de ayak diretiyordum, önde askerlik vardı, her ne kadar bedelli olacaksa da benim için bir savunma hattıydı. Sonuçta üçümüz birlikte sevdiğimiz bir mekânın deniz manzaralı terasında buluşmaya karar verdik. Ben genelde topu boş sahalarda gezdiriyor, durumu test etmeye çalışıyordum. Ve aynı zamanda bana dönen verilerden genç kızın kendine güvenine dönük verileri de topluyordum.

Özgüven muhteşemdi, ben bir savaşçıyım tavrı dikkat çekiciydi, ve aynı oranda ben bu savaştan geri adım atmam tavrı da muhteşemdi.

O gerçekliğinde nasıl başı dikse ben de rolümü bazen topu boş sahalarda dolaştırarak güzel oynuyordum.

İki genç de kararlıydı ve hiç de geri adım atacak durum verileri sağlamıyorlardı. Bir zaman sonra ben pes ettim, onlardan gelen, gelecek kararlılık noktasında değil ama, direnişlerini sevmiştim. Ama o an konuyu orada bıraktım, konuşmayı ilgisiz alanlara çekmeye çalıştım. Bir fikir de oluşmuştu kafamda ve bana lazım baklayı da çıkarmıştım ağızlarından. Bir yıldan önce evlilik yok noktasında mutabık kalmıştık. Genç kızın okulu bitecek, o arada Tırtıl'ın başvurduğu bedellisinin tarihi belli olacak ve son karar bir yıl sonraki duruma göre onlar tarafından verilecekti. Ultimatomlarım tamamdı.

O halde istemeye gidilebilirdi. Bu buraneros'un ilk kez kız isteme eylemi olacaktı aynı zamanda.... Ve bakalım nasıl bir performans gösterecekti!


Cumartesileri severim. Saatler ayarlandı. Bizim takımın gençleri kızlı erkekli hazırlar, ben de hazırım. Erkek kardeşim olayın başından beri çiftin yandaşı. Benim tarafımda tek bir soru var, aileyi tanımıyorum. Gideceğimiz ev bize yakın, kızımızla tanışma evresinde edindiğim izlenimler, haklılığı ile meydan okuyuşu, sözlerini başı dik savunması ve elbette altını bir kez daha çizeceğim üzere sahiciliği olağanüstü.

Ve karşılaştığım kalabalık aile muhteşem, en küçük çocuğundan en büyük insanına kadar... Bizim yetiştiğimiz, büyüdüğümüz süreçte tüm büyüklerimizi kaybettiğimiz, büyükler kategorisinde kız kardeşim, erkek kardeşim, halam ve benim kaldığımız ailemizle çokça benzeştirdiğim, o tadı aldığım bir aile ile karşı karşıyayım. Bu beni çok mutlu ediyor; hem oğlumun seçimi hem de tanıştığım güzel aile gözümü arkada bırakmıyorlar.

Ve buraneros iş başında. Kendinden çok emin, soğukkanlı ama sıcak. Koltuğundan kalkıyor ve kız babasının karşısında şimdi. Dimdik. Sözcükleri kısa, net, kendinden emin ve sıcakkanlı. Kız babası biraz bekliyor ve sonra ayağa kalkıyor, hayırlı olsun dilekleri ile tokalaşıyorlar, sıcacık bir final. Aile fertlerinin yüzünde sıcacık gülüşler. Evin küçük çocukları, ablalar, teyzeler herkes mutlu, yüzler güleryüzlü. Pastalar kesilebilir, ikramlar şahane... Ama en çok o kaynaşma, yüzlerdeki iyi niyet ve mutluluk muhteşem. Evet biz de sizi sevdik, iyi yetiştirilmiş olduğunuz kesin ifadeleri pırıl pırıl. Lakin tüm bunlara rağmen buraneros fotoğraf makinesini yanına almamış olmanın pişmanlığını yaşıyor. Mesele o salonda olan bitenleri çekememiş olması değil, çünkü çok hoş ve güleryüzlü bir hanımefendi tüm fotoğrafları büyük bir ustalıkla çekti, enfes videolar oluşturdu.

Mesele buraneros'un yüksek kattaki dairenin balkonundan kocaman bir alana yayılmış olan ve muhteşem duran çatı ormanlarını çekememiş olması!

Yazıdaki fotoğraf ise bu sabahın en erkeninde... Buraneros uzun bir yürüyüşün dönüşünde bu sabah birden bu anla göz göze geldi ve çekti fotoğrafı; yüzleri gülen uzun bir yürüyüşün hatırına. Mutlu ve hatta seçimleri nedeniyle aferin oğluma diye bir mesaj da yolladı evrene... Ve elbette tüm bu güzel anlara ve ifadelere karşı "hayat bu," cümlesi de bir opsiyon olarak, bence yazının tam da şurasında durmalı!

Ama bir de bu gecenin devamı var elbette, Hut'a gidelim dedi gençlerimiz, telefonla yer ayırtıldı, masa amca hediyesi olarak donandı, Buraneros'un telkini ile Kulüp rakısının yeni versiyonunda karar kılındı. Rakılar keyifle içildi. Sohbetler genç ve neşeliydi. Sonuç itibariyle şahane bir mutluluk günü geceye katıldı, gittikçe çoğaldı. Sonrasında herkes evine sıçan deliğine tekerlemesi ile birlikte bu muhteşem gecenin sonuna varıldı. Oğlumuz genç kızımızı evine bırakmak üzere ayrıldı, bizlerde güzel bir ailenin çocukları olarak evlerimize doğru yürümeye başladık. Elbette tüm masayı ödeyen küçük kardeşten de teşekkürü eksik etmeyerek...



30 Ağustos 2025

24 Ağustos 2025 Pazar

Okur İçin Tadımlık

Sabahın sessizliğine, mini çadırlara ve sabah kaçkınlarının varlığına bayılıyorum. Görünmez bir bıçkınlığı var sabah erkeninin. Şu gençler mesela, her sabah, ortalık sakinken denizin kıyısındalar ve suya doğru uzuyorlar. Denizle oynaşacaklar, kanoları da mutlu ve onları taşımalarından, bu eylemselliklerini izlemekten olağanüstü bir keyif alıyorum. Ben erkenciyim, onlar birazdan gelecekler, bense güneş denizden çıkmaya başladıktan itibaren üst üste fotoğraflar çekeceğim, sayısını bilemediğim kadar.


Benim gençler göründü, kızlı erkekli bir grup, fotoğrafta görüldüğü üzere malzemeler taşınıyor, belli bir süre sonra ilerledikçe ve tamamlandıkça malzemeler kanoların üzerine çıkacak, biraz daha açılınca, tadını dibine kadar çıkararak denizin, belli bir ritmle küreklere asılacaklar.


Kim bilir gün gelir bir gün bu çok tatlı grubu şu iki enfes mekândan birine davet eder, açılışı yeni yapan sabahta onlara bir şeyler ısmarlar, haberleri olmadan çektiğim fotoğraflardan birer tane de onlara veririm,

belki oldukça büyük ölçeklerle, duvarlarına asmaları için...

17 Ağustos 2025 Pazar

Balık Avında Uyuyan Adam

Bu aralar sabah erkeninde kalkıp yollara düşüyorum. Yol dediysem de kastım çok çok uzaklar değil; evden çıkıyor, sahil bandından pek kopmadan uzaklara doğru yürüyorum. Can dostum fotoğraf makinemle genelde fikir birliğine varıyor, makinemin deklanşörüne sıklıkla dokunuyorum. Bunların çoğu yazılara dönüşmüyorlar. Bu kez karar verdim, tembelliğimi şöyle kenara iteledim ve muhteşem pazar günü erkeni ile ortaklaşarak gördüklerimin bir kısmını yazıya döküverdim. Aslında bu şahane sabah uğraşını daha önce hayata geçirmeliydim.


Güneşi gırtlağından yakaladım. Koşu insanları ve yürüyüşçüler genç adımlarını öne atarak yürümeye başlamışlardı. Deniz mutedil, dalgalarsa müzik notaları tadındaydılar. Arada tanıdıklarla rastlaşıyor, spor yapan insanların çokluğuyla coşuyordum. Sabah insanı olmak şahane bir şey diyor, erkenciliğe selam çakıyordum. Yaşam ise bu eylemlerimin karşılığını bana kusursuzca veriyordu. Müzikçalarını kenara bırakmış, sabah sporunu keyifle yapan genç kıza bayılmıştım, onun fotoğrafını seçtiği yer dolayısı ile çekmeden duramazdım. Bu gizli ve izinsiz bir çekim olacaktı ama çekmezsem de hayat bir eksik kalacaktı. Sonra şöyle düşündüm: Bir sabah dedim, oradan geçerken bunu ona söyler, bloguma bakmasını öneririr, izinsiz olması nedeniyle de ve sakıncalıysa da özür diler ve yazıdan çıkarırım dedim.


Tam o sırada hayat bana sadece benim duyabileceğim bir ıslık çaldı. Kafayı o yöne çevirdim ve deklanşöre bastım. İçimden bir keşke ayağa kalktı. Bana çok çok güzel bir açı daha var dedi ve işaret etti. Bayıldım, hayata teşekkür ettim... Hem de çok teşekkür ettim. Banklardan birine oturdum. Makinemi ayarladım ve iki kare çektim. Ona günün fotoğrafı adını verdim. Çünkü yakıştırmıştım. Balık avında uyuyan adam. Güzel bir başlık diye düşündüm. Çektiğim fotoğrafı çok sevdim.


O ara genç kıza biraz daha yaklaştım. Ne tatlı dedim. Denize uzayan iskele üzerinde açtığı müzik ile dans ederek spor yapan bir genç kız. Bir ara gidip ondan izin almayı ya da fotoğrafı biraz daha yakın plan yapmayı düşündüm. Sonra bundan vazgeçtim. Dimyata pirince giderken bulgurdan olmayı istemedim.


Bu sabah gemi azıya almıştım. Yolu iyice uzattım. İlaç saatime yetişebilecektim. Kafeler henüz açılmamıştı ve benim ilaç saatime de epeyi vardı. Günü senkronize edebilmeyi yine başarmıştım. Daha önce vazgeçtiğim bir şey için hayat bana bir olanak daha sunmuştu. Sabah erkeninde genç sörfçüler eğitimdeydiler. Bayrakları asılı, aileleri oradaydılar. Sanırım bugün de dün gibi sınav vardı. Bir süre izledim. Kıyıya varmak üzerelerken de olay yerini terk ettim. Yolu uzatmaya karar vermiştim. Bu enfes günün tadını çıkarmak boynuma borç idi. Bir açık mekân bulursam sabahın bu erkeninde hayat bana bayramdı.


Yarışı sonuna kadar izledim. Bolca fotoğraf çektim. İzinsiz oldukları için yine yakın plan kullanmadım. Biraz da günü ve hislerimi öne çıkarmak istedim sanırım. Ben günle ortaklaşmış, duygularımı onunla da tanıştırmıştım. Bundan iyisi ise şamda kayısı idi. Ama bir sonrasında biraz daha geç gelip, gözüme kestirdiğim mekânlardan birinde en erken açılış saatinde kahve içmeyi kafama koymuştum. Yönümü eve doğru çevirdim. Oysa eve trenle dönmeyi düşünmüştüm. Sanırım bunca güzelliği benimle paylaşan hiçbir şeyi yalnız bırakmak istemedim. Belki biraz da bencil idim. Onlarsız olmayı eve varana kadar istemedim.


Kıyı boyu, ucuna kadar yürümeye devam ettim. Yeni açılmış mekânları sevdim. Eskilerden sevdiklerimi ve bende izi kalmış olanları gülümseyerek hatırladım. Aheste adımlarda değil de artık dönüş yolunda yürüyüş adımlarımla ve yolun karşı tarafındaydım.


Bu trenli ve okul otobüslü ve çok sevimli mekânı daha önce görmüştüm. Saat itibariyle kapalıydı. Yaratım süperdi. Aklıma not aldım ve bir gün uğramayı düşündüm. Merak ettim sadece yoksa yeme içme adına bir ortaklaşma olmadı aramızda.


Veee geri dönüş yolunda önünde kaldığım, aslında aklıma kazınmış olan insansız ama oltalı sandalyeye bulunduğu yer itibariyle de bayılmıştım. Bu kez yaklaştım. Yine insansızdı. Değişik fikirler ürettim. Muhtemel ki dedim, bir arkadaşı uğradı onun teknesi ile denize açıldılar, abi de dönüşe bereket dedi, oltlarına güvendi ve dönüşte ganimeti toparlayacak. Ve aslında dönüş yolumda başka fikirlerim de vardı. Sonra dedim, sen hazır eve varmışken otur oturduğun yerde, fotoğrafları hazırla, yazıları tembele bırakma... bitir ve yayınla bugün dedi.



2 Ağustos 2025 Cumartesi

Doğum Fotoğrafçısı



Sabah erkeni, salon penceremden denize bakarken, pencereye yanaşıyorum.



Olan bitenden haberim yok.



Önce durumu pek kavrayamıyorum. İki yetişkin serçe ve tüysüz bir mahlukat.



Yavaş yavaş zihnim kavramaya başlıyor durumu. Bir doğum anındayım, kesin.

Koşup fotoğraf makinemi alıyorum. Uygun bir açıda değilim, ışık dahil her şey aleyhimde. Bir kaç fotoğraf çekiyorum, beğenmediklerimi de elerim diye düşünüyorum. İşlemler sanırım çoktan başlamış.



Yan odanın pencere önünde iki kuş sürekli atak halindeler.



Kardeşleri olabilir mi diye düşünüyorum.



Çekilsem kesinlikle kardeşlerinin ve annelerinin yanına gelecekler diye düşünüyorum.



Anneye destek olansa, kesinlikle baba.



Dipdibeler baba olay yerini asla terk etmiyor ve anneye sağladığı destek muhteşem.



Diğer kardeşler merak içinde, engelleri benim. Biraz sabır diyorum, şefkatle de gülümsüyorum. Kendi kardeşlerimin doğumlarını hatırlıyorum. Güvercinlerin penceremize bıraktıklarını da... Yıllar sonra anlatılınca anlıyorum, masal yazdıklarını bizimkilerin. Sözde kuşların getirip de camımızın önüne bıraktıkları parmak çikolataları götürdükten yıllar sonra...Penceredeki yansımalar fotoğraf kalitesini düşürüyorlar, çift cam olmasıydılar keşke diyorum. Pencereyi açsam çok zarara sebep olacağımı biliyorum. Sevimli bir telaş içindeyim. Bir yandan onları izlemem bir yandan da markete gitmem gerekiyor...

Ve dönüşte ilk işim olay yeri, koşuyorum. İşlem tamamlanmış, her şey toparlanmış ve olay yeri tertemiz...

26 Temmuz 2025 Cumartesi

Trigeminal Nevralji Ve Ben

Ona hiçbir zaman kızmadım, sitem de etmedim, her zorluğa rağmen aramızı sıcak tutmaya gayret ettim. Kaderci biri olmadığım için başıma gelene kader de demedim.

Epeyi zaman önceydi, sağ yanağımı sanki birisi bıçakla kesiyormuş gibi hissettim, bu da neyin nesi şimdi dedim ve kendi çabamla sorunu yine ben çözerim sandım. Bir kaç gün gayret ettim ama anladım ki durum beni bu kez aşıyor.

Oğuz'a gittim, Oğuz bizim ailenin ilk yardım istasyonu, aile doktoru kendisi, çocukluğunu bilirim ki enn can iki arkadaşımdan birinin de kuzeni... Benim gözümde elinde proff diploması var diyebildiklerimden; ben profum diyenlerin çoğunu cebinden çıkarırır ve o ne derse odur.

Çünkü havalı değildir, çözüm sıkıntılı ise doğrudan konuyla ilgili güvendiği bir doktora yönlendirir.

İşte bu nevralji ile o evrelerin ilkinde kanka olmuştum. Yönlendirdiği doktor şahane idi, önce beyin mr'ı çekildi, başka kontroller yapıldı ve oradan aldığı verilerle de bana bir ilaç yazıldı. Tegretol'du adı. Tanıştığımıza memnun oldum Teg dedim, o da sevdim seni Buraneros dedi. Dostluğumuz uzun sürecekti, anladığım bu oldu.


Hayat gayet keyfili ilerliyordu, görünüşte hiçbir sorun yoktu. Günlerden bir gün bana verilen dozu test etmeye karar verdim.

Aradan uzun yıllar geçmişti. Sanırım kızdırdım onu, yollarımızı ayıracağımı düşündü muhtemelen. Dozu içmemeye başladım. Sonra bir gün, bir ay önce yani içmek zorunda kaldım, sanmıştım ki bir iki günde eski dostluğumuz geri gelir. Gelmesine geldi ama benim için çok ağır bir darbeydi başıma gelen. Tam bir ay sürdü hap ile tekrar barışmamız. Dersimi almıştım, o karakterli olduğu için aramızda hiçbir şey olmamış gibi davrandı yine de...

Dostluğumuz baki ve aramızdaki ilişki kaldığı yerden devam ediyor. Bu bir ay içinde çorba içe içe; bir hal oldum! Solla çiğniyor, sağı kullanmamaya çalışıyordum. Hem acı çekiyordum hem de çorba ile yetinmek zorunda kalıyordum çünkü Trigeminal tellerimin de huzuru kaçmıştı. Sonuçta özür diledim, ben ettim sen etme demedim ama! O kadar da küçülemezdim. O gülümsedi, olgun davrandı. Bense ayakları yerden kesilmiş mutlu bir kişiydim yeniden. Her şey yolunda, bir operasyona -yine- ihtiyaç kalmadı, şu muhteşem ilaç sayesinde istediğim her şeyi yiyebiliyorum hiç sıkıntı çekmeden, sürekli gittiğim lokantam da özlemiş beni, üç gündür onla takılıyorum. Ve ayrıca süreci her şeye rağmen güzel idare eden ve bu konuda bilinçli olmasına rağmen yine de ayrılmaya karar verip şımaran kendimi de affettim. Ve anladım ki bir kez daha, hayat istenen her şeyi rahatlıkla ve acı çekmeden yiyebilince güzel. An itibariyle mutluyum...

13 Temmuz 2025 Pazar

Enfes Bir Yaz Akşamı

Sabah muhteşem. Çiçeklerin her türü pencereden dışarıyı izleyen ve kararsız beni çağırıyorlar. Fotoğraf makinemi kapıp denizin kıyısına iniyorum. Sabahın sakinliğinde spor kıyafetleri ile yürüyüş yapan, koşan insanları izliyor, tanıdıklarla selamlaşıyorum.

Oysa gün bugünü ilmek ilmek örmekteymiş de bundan bir tek benim haberim yokmuş. Kısmen kısa bir tur sonrasında fotoğraf makinemle eve dönüyorum. Disko henüz uyanmamış ki genele bakarsak spor yapanların dışındaki insanlar henüz tatil uykusundalar.

Cumartesi öğleden sonra ritmine kavuşacak hayat. Bu kesin!

Öğleden sonra bizim köşedeki midyeci ile siyaset ve ülke gündemini konuşuyoruz. Sözde barışın, göstermelik olduğu konusunda hemfikiriz. Buna rağmen Dem'lilerin heyecanına da anlayışlı, inançsız ama sempatik bakıyoruz.

Bir kez daha sıçramak niyetinde olan birinin muhalefete düşmemek için araçsallaştırdığı bir icraat olduğuna eminiz çünkü, o gücü yitirdiğinde başına neler geleceğini hepimizden çok o biliyor.

Akşam üzeri nadir anlardan biri yaşanıyor ve cep telefonum çalıyor. Çokkk sevdiğim biri, bir blog yazarı. Kalemi genç bir blog yazarı. Açıyorum telefonu, büyük sürpriz şehrimde oldukları. Üzerimi değişip hızlı adımlarla mekâna doğru yürüyorum. Ve uzun bir yürüyüşün ardından el değiştirmiş mekâna varıyorum. Buram buram yaz kokuyor hava. Elbette öpüşmece... O minik ve çok tatlı kız yazmıyor artık. Oysa muhteşem bir kalemi vardı ve enfesti yazıları.

Bir genç anne şimdilerde, evlendiği adam da şahane, eskiden beri tanıyorum ama an itibariyle zincirin halkalarını birbirine bağlamakta zorluk taşıyorum.

Bir ilacın etkisi altındayım.


Arkadaşları kısa romanlar yazma hevesinde. Tutkusu muhteşem. Yalnız diyorum, bana umut bağlama. Kurgu benim işim değil ve bugüne kadar hiç denemedim de, ama olanı, gördüğümü yazmak konusunda iyiyim diyebilerim. Mevzu üzerine biraz daha konuşuyoruz. Keyifli insanların olduğu bir masada olmak beni de sevindiriyor. Bir de ilacın yarattığı etkiden kurtulsam hayat tam anlamıyla bayram olacak. Neredeyse adımı bile hatırlayamayacak bir etki altındayım. Oysa onlar bizim binaların inşaat aşamalarını, bizim eve geldiklerini bile hatırlıyorlar.

Zaman ilerledikçe sislerim dağılıyor, eksikleri idare edebilmiş olmam konusunda kendimi takdir ediyorum. Masamıza bir hanımefendi daha katılıyor, ilacın yarattığı baskı gittikçe yok oluyor. Yanlışlıkla zaman aralığını şaşırıp da ilacı farkında olmadan iki tane mi içtim diye düşünüyorum. Şu ansa her şey yolunda.

Eve geldiğimde Captaiin'in 2008'de bir liseli olarak yazdığı yazılarını tekrar okuyorum. Bir kez daha hayran oluyorum. O bir mühendis ve anne şimdilerde, yazmıyor olması ise edebiyat dünyası için bir kayıp bence. Blogumdaki captaiin etiketli yazıları okumayanlar için tavsiye ederim gönül rahatlığı ile... Ve blog sayesinde tanıdığım insanların çocukları ile birlikte mutlu bir hayat sürdürüyor olmaları da çok sevindiriyor beni. Her ne kadar 15-16 yaşlarındaki bir genç kızdan çıkan koskocoman potansiyel ve yazılar yarı yolda kalmış olsa da... Kim bilir, gün gelir ve bir ilk kitap şaşırtır ve sevindirir beni ve biz okurları!

Enfes akşamın akıp giden saatlerinde birbirimizle vedalaşıp ayrı yönlere giderken yüzümde enfes bir gülümseme oluştu, 2008'li yıllarda yazılarını bayılarak okuduğum bir genç kızın yürüdüğü yollara ve vardığı noktalara bir kez daha bayıldım. Ve diğer katılımcılarla birlikte keyifli sohbetlerin döndüğü nitelikli insanların olduğu nitelikli bir masada oturmuş olmak bana çok iyi geldi... Hatta yepyeni yollar açıp yepyeni hayaller bile kurdurdu!

1 Temmuz 2025 Salı

Say ki Kış

Camın ardından ve masamdan dışarı bakıyorum. Deniz... Ondan ilham alsam mı diye aklımdan geçiriyorum. Bu ilhamla da bir kış yazısı yazsam mesela. Dün çok hoş bir şey oldu aslında. Küçük oğlum, ona tırtıl lakabını ben takmıştım. Ateş gibi bir bebeydi ve hâlâ da ateş gibi bir genç. Dün telefon açtı. Kız arkadaşıyla sahil yürümesi yapıyorlardı. Bizim evin önünden geçerken de beni aramıştı. İlk karşılaşmamız olacaktı; bu güzel ve tatlı hanımefendiyle... Dedim oğlum, sizi bir akşam yemeğine götüreyim, şimdi nevralji ile meşgulüm. Elbette demedim, on domdom kurşunu yesem de demezdim. Oğlum sırım gibi, boy bos onda, atak ve çalışkan da. Kızın fotoğrafını göstermişti bana, deprem kutularını hazırlıyorlardı, Hatay'a kadar götürdüler onları, kutuları hazırlarken tanışmışlardı, onda da boy bos tavandı. Bugün hava kapalı, gece fena yağdı yağmur. Sanki kıştaymışız gibi bir renk etrafta. O sıra önüme çıktı yazıdaki bu fotoğraf, dedim günü en iyi o anlatır. Ben susayım o halde dedim ve fotoğrafı oturttum yazının orta yerine...

Nevralji ile yemek yeme anları dışında aramız iyi, huyunu kaptım ve ona uyuyorum şimdilik. İlaç baskılayacak gibi ki yeme anları dışında hayatıma pek müdahil değil. Onun pek müdahil olmayacağı yiyeceklerle idare ediyorum durumu. Bir kaç gün daha idare ederim sanırım. Sonra duruma göre Oğuz'a giderim. Sonra o ne derse o, ki nevraljim ilk ortaya çıktığında konuyla ilgili doktora gönderen o olmuştu. Ve şükür ki bir hap bugünlere güle oynaya getirmişti beni. Umutluyum,...


Güneş çalışma odamın jaluzilerinde. Pırıl pırıl. Şu an beni rahatsız eden bir şey yok. Sabah 06:14. Yatağa dönmekle dönmemek arasındayım. Kafayı yastığa koyduğumda uyuyacağımdan emin olsam döneceğim. Çatıya yerleşmiş kuşlar işbaşında. Sürekli çıkıp bir süre sonra dönüyorlar, sanırım kahvaltı hazırlıkları. Yazarken r'ler için sürekli geri dönüyorum. O tuşa biraz daha güçlü basmam gerekiyor. Oysa toplu iğne işçiliği ile tuşun etrafını temizlemiştim. Fotoğrafı tesadüfen buldum. Neden daha önce kullanmadım diye düşünüyorum çünkü kıştan çekilmiş başka fotoğraflarla birlikteydi. Görünce ayaklarım yerden kesildi ve bu cümleyi yazarken de cümledeki ilk r'yi yine atladım. Ama fotoğrafı yerleştirdim bu arada. Jaluzilerdeki güneşe bayılıyorum. İçim ısındı desem yeridir. Kitaplarıma zarar vermesinler diye şu an kapalılar. Çalışma odamı seviyorum. Etrafımda kitap rafları jaluzimin hemen ardında güneş. Kendini hissetirmesi hoş, biraz sonra güneş biraz daha yer değiştirecek ve ben jaluzilerin tamamını açacağım ve denizle günaydınlaşacağım. Solan kapaklarını hatırlamıştım kitaplarımın günlerden bir gün, o günden beri sabah güneşi çekilene kadar açmıyorum onları, ama arkalarındaki güneş afacan, bana sabahın geldiğini hatırlatıyorlar hep. Yatağıma dönsem ve biraz uyusam.

Derken yatağıma dönüyorum,

uyursam ne âlâ...

28 Haziran 2025 Cumartesi

Güller Gençler Ve Lastikler

Bütün bir gün otursam ve Fikret Kızılok'un enfes şarkısı Bir Harmanım Bu Akşam'ı dinlesem yeridir. Trigeminal Nevralji ile tanışıklığımız var, yıllar yıllar önce bana bi uğramış tanışmak istediğini beyan etmişti. Tanıştık, çok uzak olmayan bir zamanda da vedalaşmıştık. Yıllarca yanıma uğramadı, ilaç kutularım da bir köşede boyunları bükük vaziyette zaman geçiriyorlardı. Dost olmuştuk, arada bir selam çaksa da, bir sorun teşkil etmiyordu. İlaç stokum iyiydi, tedarikte de bir sorun yoktu. Hatta aspiringiller familyasından bu galiba dense yeriydi. Günde bir, bazen de atlamalı bir akışımız vardı. O oyun bozanlık yaptı. Ya da ilgisizliğim nedeniyle bana bir ders vermek istedi. Şu an bu satırları yazarken hadi hayırlısı da diyorum. Stok durumum iyi. O oyun bozanlık yapmasa hayat normal akışında devam ediyordu. Birbirimize alışmıştık, muhabbetimiz de iyiydi. Şu anki durum fena değil, sabah mesela birden aklıma geldi. Kız kardeş eseriydi, otomobil lastiklerini doğramış, boyamış, içlerine de güller yığmıştı. Epeyi zaman geçmişti ama meşgale arayan ben şunların bir fotoğrafını çekim desem de muhtemelen çekmemiştim. Pek heyecanlandılar. Yer kapma çabaları seyirlikti. Fotoğraf makinesi iznin olursa dedi. Buyur dedim, makine ayarlarını ben yapmak istiyorum dedi. Olur dedim. Ama dedi, bizden bahseden bir metin yazmalısın. Güldüm ve okey dedim.


Yalnız bir şartımız daha var dediler. Fotoğrafta renk cümbüşü olmalı. Okey dedim, ondan kolay ne var ki...

Makineyi istenen şekilde ayarladım ve benim salon penceremden çektim. Elbette sonucu anında gösterdim. Biraz burun bükseler de memnuniyetlerini beyan ettiler. Bahçenin diğer gülleri ve çiçekleri de alkışlarla gönlümü aldılar.

Bugün için hayallerim var. Enn Sevdiğim Kadın'ı gün içinde aramayı düşünüyorum. Geçen gün telefonda konuştuk. O aradı beni, benim de çok sevdiğim, hatta bayıldığım bir ülkeden söz etti. Bir de projeden. O konuşurken ben çoktan ülkeye uçmuştum. O konuşuyor ben kelimelerle birlikte ülkenin dört bir köşesinde -babanemin deyimiyle- fink atıyordum. Kelimeler beni ele geçirmiş, ortaklaşarak bana enfes görseller sunan bir an yaratmışlardı. Hatta hâlâ düşünmekteyim ki ben bir rüya mı gördüm, yoksa annemin masallarındaki gibi Engüç'le Mengüç beni kaptıkları gibi o topraklara mı götürmüşlerdi, ben hoşça vakit geçirdikten sonra vatan toprağıma dönmüştüm. Tabii ki enn sevdiğim kadına sordum. Evet onun tabiriyle söylersem ben uçmuştum.

Dönüşte ayaklarım yere değmiş, enn sevdiğim kadına da koskocaman bir hasretle sarılmıştım. Bazen -kaç bininci kere- düşünüyorum, enn sevdiğim kadın olmasa nasıl bir hayat yaşıyor olurdum diye. Üzerime sakın daldan dala konan eski, genç hallerimle gelmeyin lütfen...

11 Haziran 2025 Çarşamba

Bir Fotoğrafla Gönül İlişkisi

Tüm hayatım boyunca gözümün önünde kimsenin fotoğrafı olmadı.

Ne işyerimdeki masamda, ne de başka bir yerde.

Ama yıllar yıllar sonra bir fotoğraf bilgisayarımın ekranındaydı.



Evet, fotoğrafı ben çekmiştim.

Hayatımda çektiğim en güzell fotoğraftı ifadesini çokk rahatlıkla kullanabilirim.



Epeyi zaman önceydi,



10 yılı epeyi aşmış olduğunu da,

rahatlıkla söyleyebilirim.




Ruhumun enn karanlık halinde dahi olsam,

ekrandan bana gülümseyen o yüz,

darmadağın ediyor tüm karanlıklarımı.



Defalarca kullandığım ve bayıldığım

ve bıkmadığım tanımlamayı,

bir kez daha kullanırsam:


O enn sevdiğim kadın.



Hâlâ sırlarını çözemediğim bir anlam ve güzellik var fotoğrafta.

Sonuçta dünün bebesi değilim.

Aşkla da tarif edemem,

çünkü külliyatımda aşk diye bir kelime de yoktu.



Fotoğraftaki kadını görünce ve tanıyınca,

bir başka dünyanın var olduğunu da görmüş oldum.



İşin içine aşk girdimi şöyle bir geriye dönüp bakasım gelir.

Elbette yaşanan her an kıymetlidir. Ama birisi vardır ki,

bütün savunma hatlarınızı yerle bir edebilir.



Şarkının bu yorumu ile rastlaştığıma göre...

Şanslı bir adam olduğum da kesin!



30 Mayıs 2025 Cuma

Ben Yazım Sen Yaz

İşi kapatıp yola koyulmam gerek. Planımda yine Tekkeköy var. Öğle yemeğimi yine eski istasyon binasındaki, artık kent lokantası evrimini yaşayan ama eski konseptini, o kafeterya halini daha çok sevdiğim Gar'da yiyeceğim; bir kez daha. Anladım ki bugün biraz geç kalmışım. Marketten alınmış ve kızartılmış tavuk şinitzele razı gelmem gerekiyor. Minik sütlacımı, suyumu, çorbamı, bulgur pilavımı da alarak masama geçiyorum. Her ne kadar bugünkü menüden hoşnut olmasam da yine de binanın ve çevresinin güzelliği, hâlâ yerinde duran rayların hatırına keyfini çıkaracağım.


Bugün dondurma düşünmüyorum. Can arkadaşıma uğrama fikrimi de erteliyorum, trenin keyfini çıkarıyor ardından kendimi çalışma masamda buluyorum. Telefonumda bir arama var, Enn Sevdiğim Kadın. Elbette anında arıyorum; yine enfes, yine çok keyifli, yine onu ne kadar çok sevdiğimi hissettiğim bir sohbet. Hafta sonu takılalım mı, diye soruyorum. Yanıt olumlu, ikimiz tarafında da ekstra bir şey çıkmasın diye duacıyım.

Akşamın ruhları dürtükleyen saatleri geliyor. Önceki akşam gökyüzü muhteşemdi, deniz de ondan geri kalmamıştı lakin ben fotoğraf makinemi yanıma almamıştım. Bu kez sırt çantamda!

Upuzun sahili olan şanslı kentin şanslı insanları enfes bir gün batımını ve ressamın gökyüzüne çizeceklerini izlemek, tadını çıkarmak için hazırlar; dünse ben hem biraz geç kalmış hem de fotoğraf makinesi ile evden çıkmamış olmamın pişmanlığını yaşamıştım.


Bu akşamsa fotoğraflarla süslenmiş yazısını bir an önce baskıya yetiştirmek isteyen acar muhabir pozundayım. Bu enfes gösteri için süremin az olduğunu biliyorum. Hızlı hareket etmem gerekiyor, sabit bir noktada kalmayıp yürümem de gerekiyor. Fotoğraf çekerken ve kumsalda ideal bir noktadayken çok yakınımdan biri sesleniyor. Bizim mahalleden bir komşu, fotoğraf çekiyor olmama şaşırmış, tahmin etmezmiş, blogum için çekiyorum dediğimde daha da şaşırıyor. Arkadaşları ile de tokalaşıp bir başka hedef noktama doğru yürümeye devam ediyorum.


Bize hayatın sunduklarına bir kez daha teşekkür ediyorum yürürken. Buraların hiç para etmediği, taa tepedeki köyün daha çok para ettiği, şehrin küçük nüfusunun az, biz kardeşlerin tıfıl, ulaşımınsa bizim buralara zor olduğu zamanlarda almıştık arsayı: Anayoldan kumsala kadar uzuyordu ve iki yanımızın birinde kamuya ait bir kampın, diğer yanımızda da Meteoroloji Bölge Müdürlüğü'nün olması, tel örgülerinin de denizin ortalarına varması nedeniyle kimselerin giremediği kocaman, yan yana iki komşu olarak kullandığımız müstakil bir plajımız olmuştu.

Şu anki halini görenler ve bilenler elbette zamanında üç kuruş para eden buralardan toprak almadıklarının pişmanlığı içindeler. İçme suyumuz yoktu ama bir şansımız vardı. Jandarma Komando tam karşımızdaydı, onlar tepe köydeki kaynaktan, borular döşeyerek su getirmişlerdi ve o su sol yanımızdaki Meteoroloji Müdürlüğü'ne, bizim arsanın önünden geçerek de Topraksu Kampı'na uzuyordu. Jandarmada üst düzey komutan olan tanıdıklar vardı, diğer kurumlarda da... Çünkü onlar da bizim müşterimizlerdi, araçlarının yedek parça ihtiyaçlarının tedarikçisi bizdik. Dolayısı ile onların ortaklaştıkları su hatlarından bir hat da bizim eve gelmişti üstelik bedavaydı, henüz belediyemiz de yoktu!


Bu olanaklar olmasa ve suyu gidip de çeşmeden dolduruyor olsaydık, muhtemelen bu evde sadece yazları oturuyor olacaktık. Annem, babannem, babam buraya çok uzak, güneydoğuda bir köyde dünyaya gelip orada büyümüşlerdi. Dedem bir demiryolcu olarak Samsun'a gelmeseydi, tüm bu olanaklara muhtemelen kavuşmamış olacaktık. Onların elinde pişmek büyük çocuk olarak üstlendiğim sorumlulukları daha ileri taşımak adına büyük ve emsali bulunamaz bir motivasyondu benim için. Yoksa bir aylık askerken babayı kaybetmenin ardından ayakta kalabilmek, iki küçük kardeşle hayatı önce tutup sonra ileri taşımak mümkün olamaz, kesinlikle hep birlikte başka bir hayatı yaşıyor olurduk.


Amerika hayallerim sönmüştü. Televizyon program yapımcısı ve yönetmeni olmak da... Ama başka bir şeyi başarmıştık. Toprağımızı elimizde tutmuş, imar gelmesiyle birlikte de bizden sonraki kuşağa babanın bize bıraktıklarını kat be kat aşan olanaklar bırakacak bir noktaya varmıştık. Etramızdaki pek çok insan ellerinden çıkarırken topraklarını, biz beklemiştik; çünkü bir gün D.S.İ'nin önünden geçerken bir sempozyum olduğunu görmüştüm. Yanımda enn iki arkadaşımdan biri vardı. Gel dedim girelim ve izleyelim şu sempozyumu. Girdik, duvarda asılı harita dikkatimi çekmişti. Yaklaştık ve baktık; bizim oraların imar durumu netleşmiş, parsellerimiz kesinleşmişti. Bir piyangoydu bu, büyük ikramiye bize çıkmıştı. Haritalama işi özel bir mimarlık bürosuna verilmişti, altındaki imzaya baktım. Çok iyi tanıdığım, çok sevdiğim, şahane mimar bir hanımefendiydi!


Sonrası bir inşaat süreci, gittikçe büyüyen, sosyalleşen bir yaşam alanı, ona bağlı olarak daha da yükselen bir ekonomi ve çocuklara bırakılacak, babadan bize toprak olarak geçen, edinilmiş bilgi nedeniyle beklenen, diğer insanlar gibi elden çıkarılmayan ve sonucunda çoğaltılan ve sonraki nesle bırakılacak -iyi pişirilmiş- olanaklar...

Yani, birazcık öngörün varsa, sakla samanı gelir zamanı durumu!

Yazıda kullandığım fotoğraflar bizim yaşadığımız alanın sol tarafı, sağ tarafta iskele var, ötesinde yine eğlence mekânları, şahane kafeler. Bazen rastlaşır ve konuşuruz; bu toprakları satıp da ta tepedeki köyde hayatını devam ettiren çocukluk arkadaşlarımla. Büyüklerine isyan ederler, para etmez diye kızlara bıraktıkları yerler nedeniyle, aslında kıskançlıktır bu, ya da nasip. Aslında bir şeyin de altını çizer, ekonominin mantığı kabul etmiyor olsa da... Sadece inşaatla ülke bütünlüğünün zenginleşemeyeceğinin ve dolayısı ile parasının bu nedenle pul olmaya devam edeceğinin, bundan sonra da bu mantık iktidarda olduğu sürece ekonominin daha da çökeceğinin, bir göstergesidir de bu!

İLETİŞİM İÇİN

mucanberk@hotmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP