2 Aralık 2025 Salı

Çocuklarımla Bir Günbatımı Rüyası

Güneşli enfes bir gün ikindisi, küçük oğlum ve onun sevdiği konuşkan, yürekli ve güzel kız benimle birlikte zaman geçirmek için geliyorlar.

Bir önceki akşam pek tatlı ve girişken kızımızın doğum gününü enfes bir mekânda, ailemizin diğer gençlerinin katılımıyla ve keyifle kutladık, gecenin sponsoru şahane bir adamdı; amca yani...

Keyifliyim, pazar günlerini de sevenlerdenim. Evden çıkıyorum, güzel şehrimizin uzun plajlarının ve enfes denizinin kenarından usulca geçiyoruz. Bildiğim pastanenin bildiğim ama daha önce hiç gitmediğim, güzel kızımın da daha önce çalıştığı sakin ve sessiz manzaralı şubelerinden birine doğru, deniz boyunca -çok hoş kelimeleri dilimizden dökerek- gidiyoruz. Dizi dizi plajların önünden güzel güzel cümlelerle ve neşeyle akıp geçiyoruz. Sanırım ben güzel kızımın girişken, atak, güler yüzlü, çalışkan ve yürekli halini yaş evrelerini de gözeterek pek seviyorum. Deniz esintili hoş mekâna varıyor ve hoş masalarından birine oturuyoruz. Önce kahve siparişi veriyor sonra kahveye enfes ve kremalı pastalarını ilave ediyor ve keyifli bir sohbetin kapılarını da ardına kadar açıyoruz.


O sırada bir gün önce çektiğim fotoğraflar aklıma düşüyor. Fikrim hemen topa giriyor ve bu taze fotoğrafları yazında kullanmalısın diyor. Hem aynı denizin uzantılarında bir yaşam diyerek beni bünyemin diğer paydaşları ile birlikte uyarıyorlar. Öneri aklıma yatıyor ve fotoğrafları kullanmaya karar veriyorum.


Tatlı kızım okuluna dönecek, ondaki özgüvene bayılıyorum. Bugünümüz çok güzel, sonramız için bir fikir yürütmek istemiyorum. Önümüzde bir süreç var ve şimdi tadını çıkarma zamanı. Sohbet gittikçe gelişiyor, zaman bize yetişemiyor. Kulaklarını bize dikmiş olduğunu fark ediyor, zamana çaktırmıyor bu keyifli sürecin tadını çıkarıyorum. Sonra toparlanıyoruz; şimdi bizim mahalledeyiz ve küçük kardeşin evinde. Otomobil yarışlarını izlerken sohbeti güle oynaya ve keyifle çoğaltıyoruz. Konuya kısa da olsa askerlik giriyor ve anılar da peşisıra dökülüyor. Kokteyller kardeşten, deneyseller ve sürücüye yasak çünkü o kızımızı evine bırakacak.


Zaman hızla akıyor yine, vakit geliyor ve o tekerleme bir güzel akşamın finalinde yine dile geliyor.

Herkes evine sıçan deliğine...

Ben bu satırları sabah erkeninde yazarken de pek tatlı kızım yeni yaşıyla birlikte otobüste ve okuluna doğru yol alıyor...

O'nu çok sevdik,

ve seviyoruz...
Sınavlarında başarılar diliyoruz!

24 Kasım 2025 Pazartesi

Biz Biraz Olsa da Büyüdük mü Acaba?

Benim orta okulumun günü, haberdar ediliyorum,

sabah kahvaltısı planlanmış!

Bu da işime geliyor çünkü hava tam anlamıyla yaz tadında, ben sabah kahvaltıya katılacağım çünkü yeni başkan sınıf ve sıra arkadaşım!

Velhasıl istikamet Şehir Kulübü!

Hazırlanıyorum, okula ve pazar gününe yakışır, spor bir giyim tercih ediyorum. Sonrası için bir planımız var, enn sevdiğim kadınla konuşuyor, anlaşıyor ve mutabık kalıyoruz. Benim okul buluşmamın ardından ve gün ikindiye yol almaya başlarken onunla buluşacağız.

Çok keyifli okul buluşmasının ardından usul usul dağılıyoruz, heybelerimiz doldu, çok eğlendik, geçmişi yad ettik, sohbetlerimiz senfoni tadında bir lezzet içerdiler ve son sarılıp öpüşmelerin ardından dağıldık.

Oysa benim için gün yeni başlıyordu.

Enn sevdiğim kadınla mekân seçiminde mutabıkız, bu güzel ve güneşli günde istikamet elbette Çarşambalılar Lokali olmalıydı. Enn sevdiğim kadın otobüsle gelmeyi tercih etmişti ki bu da bana şehir içinde bir kaç tur atma fırsatı veriyordu. Son turumda yönü lokale çevirdim, ağır adımlarla, şımarık bir çocuk tadında mekâna vardım.

Kenar masalardan ve miss kokulu olanlardan birinin altında oturdum.

Masa açmadılar, çünkü kiminle buluşacağımı ve hangi masada oturacağımızı en iyi onlar biliyorlardı. Hava tam anlamıyla missti ve çiçek kokuyordu. Zaman biraz uzamıştı, aslında uzayan zaman değildi de içimdeki heyecandı... Onu bir an önce görmek istiyordum sanırım, ve sarılıp öpmek.

Yerimde duramıyordum, gözüm onun gireceğinden emin olduğum bahçe kapısındaydı, yine de dayanamadım ve aradım. Varmasına az kalmıştı. O demir kapıdan süzülürken içim zıp zıp zıplamaya başladı. Ayaklandım, sarıldım ve her zamanki masamıza doğru yöneldik.

Ekranda maç vardı, spor severler yerlerini almışlardı. Bu hal görsel olarak da sevimliydi. Arka masamıza bir kadın grubu geldi, şahaneydiler; muhtemelen beyler maç alanındaki masalara şutlanmıştı; ablaların her biri genç kız tadındaydı. Meze seçimlerimizi enn sevdiğim kadın yaptı, buz gibi 35'lik rakı, masadaki yerini aldı lakin ben yine ve hâlâ gözümü ondan alamıyordum. İlerleyen zamanlardaki sohbet, iyice çözülen dilimden akanlar, rakının muhteşem eşlikçiliği ile sürekli gelişen keyifler... ve istenen bir 35'lik daha...

İçimde bi uzman türemişti, sanki yaşadığımız keyfi kategorize etme çabası içindeydi, gülüyordum, kendi haline bıraktım.

Gece ne kadar güzel akıyordu ve ben artık hiç şaşırmıyordum lakin bu muhteşem anları yazıya dökebilecek beni de bulamıyordum. Oysa yıllardır aynı kadınla aynı aşkı yaşıyordum, biraz rutine döner ve aynıyla benzeşir, benzeşiriz sanıyordum. Oysa her seferinde ilk akşamlarını yaşayan bir çift görüyordum.

Son trene yanaşma vakti gelmişti, kalktılar ve yokuşu inmeye başladılar. Birlikte yürüyorduk fakat ben arkamızdan yürüyen bir gözlemci olduğunu da farketmiştim. Çünkü o kişi yine de yaşadığı anları, geçirgen duyguları anlatmayı pek de beceremiyordu.

Tren geldi, bindiler, arkalarından baktım, hâlâ derin, eğlenceli ve mutlu bi anın tadını çıkarıyorlardı. Gülüyorlardı ve sanırım;

her geçen dakika birbirlerini daha çok seviyorlardı!

20 Kasım 2025 Perşembe

Yaz Tadında Bir Sonbahar Akşamı

Hut'a gidelim dedi çocuklar, başım gözüm üstüne dedim,

... iç sesimle.

Yöresel ifadeleri yaşatmak ve öğretmek gerek, yeni nesile.

Söz yüzükleri parmaklarında, gecenin bitimine yakın bir zamanda artık baba demek istiyor ve bunu kullanacağını ifade ediyor tatlı kız.

Bir fikir beyan etmiyorum.

Masa mezelerle donanıyor. Manzaramız deniz, mekân sakin, müzik güzel.

Mahalle bizim, ev biraz biraz ötede. Masa çok keyifli, sohbet kaynaktan şırıl şırıl akan su gibi.

Zamanın kumandası bizde, sakin bir dere gibi akıyor akşam.

Kelimeler güzel, cümleler şık, gelmiş geçmiş masada. Her ne kadar fikirde olan marka rakılar, mesela Kulüp olmasa da... Sevilenlerden bir 35'likle açıyoruz geceyi.

Zaman bende diyor gece, şüpheniz olmasın, akacağım yavaş yavaş.

Pazar akşamı sakin, iskele ışıl ışıl.

Mekânda akşam sakini bir kaç masa ve adap bilir insanlar.

Muhteşem bir gökyüzü, sakin bi deniz.

Çok özel de bir anlam ve enfes de bir hikâye var masada, şahane.



Enn Sevdiğim Kadın'la yemeğe çıktığımız ilk gün; gündüz rakısı, gün aydın, deniz muhteşem, ince bir yağmur, mevsim sonbahar, deniz sakin mekân kimsesiz, karşımda enfes bi kadın; ilişkinin hiç bitmeyecek tatlı anları. Sözcüklerimizin buluşması anlatılabilir gibi değil. O an yılların nasıl pozisyon aldığını ve her bir günü hatırlıyorum, aslında hiç unutmuyorum. Coğrafyanın o anını, akşamın ruhları tetikleyen saatlerini, üzerindeki kıyafetlerini tek tek yazabilirim. İnce bir yağmurun altında enfes bir sonbahar gününde onun sözlerinde yok olmak olağanüstü güzeldi. Yılların içinden gelip geçerken biz, yılların biz için  uzun ve enfes hikâyeler yazacağını bilmiyoruz henüz. Süreci masadaki gençler de tahayyül edemiyorlar. Masamızdaki bahsi çokça geçen kadınla henüz tanışmadı genç kızımız,

eğer yanlış hatırlamıyorsam...

Pek tatlı genç kız geceye kayıt düşecek fotoğraf için hazır, üçümüzün içinde olduğu üç poz çekiyor. Enn sevdiğim kadın festivalde... Şu an dönmüş durumda. Bu masanın kalabalık bir tekrarı olacak elbette, ama öncelikle kızımızın okuluna dönmesi gerekiyor.

Gece topraktan yeni çıkan bir kaynak gibi akıyor, rakının keyfi yerinde... Tam da o sırada ben artık baba demek istiyorum diyor bir ses, boşluk bırakmadan bir ilave yapıyor ve altını kalın kalın çiziyor!

Baba...

İkinci 35'lik masada, deniz şarkı söylüyor. Sohbet güçlü ve keyifli... Birlikte bu masada bir fotoğrafımız olmalı diyor gençler...

Pek tatlı genç kız ayakta, telefonunun kadrajı ayarda, gülümseniyor ve andan bi görüntü hayata kaydoluyor. Ama sohbet...

Muhteşem.

Bir kitabı olmalı bu akşamın.

Bir genç kız, çok tatlı, girgin, artık baba demek için kararlı, amca ifadeleri ikiden bire düştü, kardeş masada değil, amca yani; bir düğüne katılmak zorundaydı ve henüz masaya oturulmamışken ve evden yeni çıkılmışken, bahçe kapısından taze ayrılmışken o köşeyi döndü ve yola koyuldu. Bizse deniz ile sohbet ede ede sevdiğimiz mekâna varmış idik... Akşamsa elinden geleni yapıyordu, zamanı şahane kullanmış, masanın ve akşamın keyfini adeta damıtmış idi... Muhtemel ki yaşamın enn güzel akşamlarından birinde enfes bir masada güzel müziklerin çaldığı bir mekânda güleryüzlü ve mutlu şarkılar söylemişti hayat.

Son yudumlar bitti, iki 35'liğin hakkı verildi, zaman dolu dolu ve su gibi aktı. Oğlumuz, kızımızı -yürüyerek- evine bırakmak üzere hazırlandı. Vedalaşıldı, bir ses baba demek istiyorumun ilk adımını attı.

Ve çok tatlı ama çok tatlı festival kızı festivalden dönüş yolundaydı, döndü, telefonla uzun uzun konuşuldu, muhteşem bir konser başlamak üzereydi!

Trense bize doğru yanaşmaktaydı, en sevilen kadın çok keyifli ve pırıl pırıldı, evine vardı, yavru kedilere masallar okuyup, besleyip uyutmadan da kapısını açıp evinden içeri girmedi. Taa ki benim telefonum çaldıktan yarım saat sonraya kadar...

O sohbette çookkkkk güzeldi...

Çookkkkk ama!

15 Kasım 2025 Cumartesi

Tam da şurama,

geçmiş,


yıllar yıllar öncesinden geldi...

Okunu attı,

...

ve gitti.



Sonsuz bir saygıyla...


Düş'e alt yazı,


Şubat 2006



*
15:04:16,

kadının e-postasına düş




Keşke gitmek zorunda olmasam da,
dirseği masaya koyulmuş sol avucuma: Şimdi, şu anda olduğu gibi gün boyu yanağımı yaslayıp; yüzümde her şeyden boş bir odaklanma, bütün dünyaya duymaz bir kapanış!

... melül melül ve tatlı tatlı yalnızca sana baksam.


Ne edersin ki kader işte,

gitmem gerekiyor...

Bu sefer gidiyorum bebek!



15:07:54,

adamın e-postasına düş...


5 Kasım 2025 Çarşamba

Dalmışsam Uyandır


Maviye İz Süren


Sekiz uzun yazı yazdırıyor şehir bana.* Hayatımızın enn keyifli yolculuğu desem abartmış olmam. Uçuş güzergâhımız muhteşem bir Türkiye coğrafyası. Neredeyse ülkenin bir ucundan öbür ucuna gidiyoruz;

ve meraktan, ve sevinçten uçuyoruz.

Şehire yüksek dağların arasından giriyoruz ki şehir an itibariyle altımızda, ve olağanüstü bir manzara. Uçağın penceresine yapışmış durumdayız. Enfes bir iniş, servis ve şehir merkezindeyiz.

Ve anında kankayız şehirle.

Üstelik onun da bizi sevdiğinden eminiz.

Yıl elimizden tutacak kadar yakın, 2017. Pandemiyi aradan çıkarsak sanki dün. Ama biz için bugün. O kadar işliyor ki ruhumuza şehir, sekiz uzun yazı bile yetmiyor. Sonra gözümüzden yaşlar döken yıkım. Kaldığımız kadim binası ile muhteşem otel Liwan.

Enn Sevdiğim Kadın mesaj atıyor.

Bir fotoğraf.

Bizim oda.

Tüm odalar yıkılmışken bizimki ayakta.

Hayatımızın en keyifli biralarını içtiğimiz balkon...

ayakta.

Perdelerimizi enfes bir rüzgâr uçuşturuyor.

Sanki balkon kapısını açık unutmuşuz.

Boş bira şişeleri balkon korkuluğunun üzerinde.

Gözümüzden yaşlar akıyor.

Kurduğumuz dostluklar, merak. Abilerin sağ olduğu haberi enn sevdiğim kadından. Ama acıları dindirmeye yetmeyen ufacık bir teselli bu.

Hatay yok.

Yoksa var mı?

Kalbimizde ve zihnimizde,

öylesine derin üstelik.



*
Yıl 2025

Elimde kitap, merak tavan, açmaya kıyamıyorum. Adına bayılmış durumdayım. Burnumda bir lezzet, misler gibi yaprak kokuyor. Bir uçuş geçmişteyim. Enn sevdiğim kadın dibimde. İkimizin gözünde de yaşlar. Bir şehir... Ölüp bitmişiz, bayılmış sevmişiz. Öyle bi aşkla ki üstelik, rehber bellemişiz. Kıskanmamışız, içinde yok olmuşuz. Bencilce yaklaşmışız, kimselerle paylaşmamışız. Her noktasının iliğini çıkarmışız. Hayatımızın enn sıcak, en mutlu, en kanka halini onun kucağında yaşamışız. Bu öyle bir dostluk ki ifade edilebilmesi bizi aşar.


Kitap geliyor, açmaya şimdilik kıyamıyorum. Geçmiş dostluğumuzu düşünüyorum. Maviye iz sürüyorum, kalbimde sızı. Onunla içtiğimiz sütlü kahvenin tadı hâlâ damakta kendisi kitaplığımın en güzide noktasında... Uzanıyorum ve dalıyorum. Bir rüyadayım, bir kitap bana doğru uçuyor, gökyüzü mavi, dostluğumuz eski, sohbetimiz tam gaz. Ve konuyor kitap! Şu an önümde. Dalmışsam Uyandırma.

Önce biraz bekliyorum. Önceki kitabın duyguları henüz serinlememiş, kıyamıyorum. Yaaa diyorum, tadı bi doz eksikse mesela?! Açmıyorum kapağını, çıkarmıyorum sırt çantamdan. Tam da babamın ağaçlarının altındaki banktayım. Şimdi çıkarıyorum kitabı, bi atıf var, babaya. İlk kitabın etkisi vuruyor yine kalbimden. Yeninin sayfasını henüz açmıyorum. Hafif bir rüzgar dalları yalayarak geçiyor. Dev çam ağaçlarında bir kıpırtı bir canlılık baş gösteriyor. Cesaretimi topluyor ve ilk sayfadan başlıyorum, derken iki, derken üç, derken beş oluyoruz. Gün batımı enfess, bir an Palmiye Kafe'ye gidip kahve içmeyi düşünüyorum; sütlü ve şekerli. Bu bir ritüel, daha önce Maviye İz Süren'le yaptığımız. Sonra bu isteğimi erteliyorum. Bi sonraki güne bırakıyorum. Banktan kalkıp, ağaçlara iyi akşamlar midyeciye hayırlı işler dileyip eve doğru yürüyorum. Disco Burger'de eğlence var, D.J. enfes parçalar çalıyor.

Ben eve geçmeyi tercih ediyorum. Kanapedeyim kitap elimde, o arada telefonuma bir mesaj düşüyor. İlkokul'dan sınıf arkadaşım, başkanımız. Zennur bloguma bakmış ve taze bir yazımı çok beğenmiş. Gülümsüyorum. Elimde Dalmışsam Uyandırma, parmak uçlarımla kanepeye geçiyorum. Öykülerin içinde buluyorum kendimi, tüm kaygılarım uçmuş vaziyette, kitaba bayılıyorum. Bir tekrar yapmayı düşünüyorum, aklımdan mekânlar geçiyor, hava kapalı, balıkçı tekneleri sakin denizde ve kendim için kitabı bitirme noktamı belirlemiş durumdayım! Güneş de kapılarını ardına kadar açmış durumda, hadi diyor, sanırım onun canı da Palmiye Kafe'de sütlü kahve istiyor!


Maviye İz Süren'se tam da burada, meraklısına...

3 Kasım 2025 Pazartesi

Bir Kadını Çokk Sevmek

Yine hayatımın enn güzel günlerinden birini yaşıyorum. Dünü çok ama çok seviyorum. Üstelik zaman durdu ve gençler canınız ne kadar isterse ayağım o kadar frende dedi. Elbette bu olanak kaçmazdı, kaçırılmazdı.

Kendime artık şaşmıyorum, ama bazen kendimin yaşadığı anları bile kıskanıyorum. Yaşadığım, kana kana yaşadığım hayatın en ama enn önemli figürü benim için enn sevdiğim kadın. Buluşalım dedik ve buluştuk. Dip kenar ama deniz kokulu bir masada oturduk; sokak bizim sokak, mahalle bizim mahalle. Mekânsa çocukluğumun evlerinden biri, evvel zamanlarını hatırladığımız evin genel yapısı bozulmadan yaşama devam eden sıcacık ve çokk sevimli bar hali çok güzeldi yine. Bir süre önce ayrılmış olan pek tatlı genç kız da tekrar işe başlamıştı. Servisimizi o yaptı ve zaman tamamlanmış oldu.

Gün içinde kolumda montum, yüzümde enfes bir güneş, sağ yanımda deniz varken ve uzun bir yürüyüş için yola düşmüşken Sema ile rastlaşmak pek işime gelmişti; çünkü hava, montu boşuna taşıma demişti. Dedim Sema montumu geçerken midyeciye bırakır mısın? Elbette, dedi benim sporcu, kısacası voleybolcu arkadaşım. Birbirimizin bebeliğini biliriz neredeyse, elbettte montumu teslim ettikten sonra midyeciye, kendini de denize atıyordu olağanüstü fit ve güzel kadın.

Ahhh bizim kapı önündeki denizimiz! Önünden yol geçene kadar sadece bizim ve bir iki komşu evindi. Babam erken çıktığı için evden ben okula Meteoroloji'nin servisi ile giderdim. Bir de ritüelimiz vardı. Servis otobüsü soğukta çalışmaz, motora önce eter sıkılır, sonra, daha önce de söz ettiğim üzere ben servis otobüsünün arka tamponuna Dodge pikap ile yanaşır, onu iteklemeye başlar, servisin şoförü ayağını birden debriajdan çekip gaz pedalına yüklenerek motoru çalıştırırdı ve servisin içinde o anda bir alkış kopardı. Çok kere yazıp çizdiğim üzere de o güzel kız kitaplarımı ben koltuğa oturduktan sonra bana teslim ederdi. Ve şehre varınca da sabahın ennn güzel saatinde yürürdük onunla, okula doğru.

Hâlâ, çocukluktan ilk gençliğe oradan yetişkinliği varılmış süreçte aynı noktada ama artık yeni evlerde yaşıyor olmak şahaneler ötesi bir şey, kesin. Çok yazımda söz ettiğim o kızsa bir doktor ve yine çok yakın bir şehirde. Bir kez bile rastlaşmadığımız masal dünyamızda sanki, ve de zihnimde; izi var bünyemde çünkü.

Zaman zaman hatırlansa da...


Enn Sevdiğim Kadın mekâna varmak üzere, onu mekânın bahçe kapısının dışında karşılamak istiyorum. Deniz tarafından geleceği büyük ihtimal, yeni yapılmakta olan AVM'nin önünden kesin geçmez biliyorum. Hiç olmaması gereken bir yerde koca bir inşaat, yandaşa kıyak.

Umarım düzen değişince yıkılır.

Çünkü alan aslında bir doktorun bağışı, çocuklar koşup eğlensin, insanlar piknik yapsın diye bırakılmış...

Midyeci ile laflıyorum. Gözüm o taraftan geleceğinden emin olduğum denizde... Sarılma anının tadı bedenimde ve görüyorum. Geldi, yüzünde gülümseme ve sarılmaca... Doya doya. Masamıza kuruluyoruz. İki bira fıçıdan, enfes atıştırmalıklar, enfes sohbet ve yine kelimelerin içinde yok olma.

Ve yine düşünüyorum,

bana bir gün bir kadını çookkkk ama çookkkk seveceksin deseler ne derdim acaba? Ya da bahse konu anlar yaşandığında ne demişimdir? Enfes bir akşam olduğunun altını bir kez daha çizmek isterim. Neredeyse hayatın tamamını aynı alanda ve çocukluk arkadaşları ile aynı noktada yaşıyor olmak muhteşem bir duygu. Çocukken aşıklık halleri yaşanmış karakterlerin hâlâ yaşamın içinde ve birbirlerini sahipleniyor olmaları, ortak anılar, doyumsuz bir lezzet.

Ve güven duygusu...

şahane.

Sohbetimiz baldan tatlı, enn sevdiğim kadının konuşmasındaki heyecan ballı börek. Gözlerim ona çakılı, sözleri şırıl şırıl akıyor. Çok kere yazdığım ya da söz ettiğim üzere onu izlemeye bayılıyorum. Ve bu kez üçüncü biraları da götürüyoruz, elbette fıçı ve koca bardaklar!

Sonra bizim sokaktan caddeye doğru yürüyoruz. Bazen vedalaşma anlarını sevmiyorum. Onlardan birindeyim, günü ışıtabilirim. Ama durağın da tadı var elbette. Otobüsü beklemek de keyifli bir iş,

temas.

Geliyor otobüs, geldim evdeyim mesajını alana kadar sokakta bir avareyim ben. Yüzümde bir tebessüm, gecenin özetini tekrar tekrar dinliyorum. O sırada telefonum çalıyor. Evdeyim kelimesi ne hoş,

tebessümü hissettiriyor.

Hoplaya zıplaya eve doğru yürüyorum. Yaşadığım yeri çookkkkk seviyorum. Hayallerim saklı, az önce çekmeceleri açtım,

gülümsüyorum.

29 Ekim 2025 Çarşamba

Nakarat- Maviye Bayılmak

Ben hayali gerçek gibi yazabiliyorum. Elimde hayal edilmiş, birikmiş ama eyleme dönmemiş o kadar çok veri ve onların olduğu notlar var ki...

Bu notlar hayal dünyamda ciltlendi hep.

Seyahati seviyorum,

tıfılken beni tutabilene helal olsun diyordum,

hayal ülkelerim vardı görmeyi istediğim...

ama zaman geçtikçe gördüm ki ben bunların hepsine gitmişim -sanki- dedim.

Tıfıllığıma rağmen öyle anlatıyordum ki kesin gitmiş bu çocuk dedirtiyordum.


Sonra,

baba erken gidince ben büyüdüm birden,

yolculukları yine sevdim, gittiğim her yeri ne olursa olsun sevdim, daha doğrusu başkalarının sevmeyeceği, fark etmediği yerler ile çok iyi arkadaş oldum;

onların da beni sevdiklerini gördüm.

O sevilerdeki ortaklaşmalarımız şahaneydi.

Bir fark ettim ki çok yaşamış, çok görmüşüm;

artık gittiğim ya da gideceğim yerlerin çok önemi kalmamış bende onu fark ettim...


Ben istersem, gittiğim sıradan bir yerde bile kimselerin göremediği güzellikleri görüyor, anında da kanka olabiliyordum.

Erken büyüdüm!


Şimdilerde yeniden çocuğum,

bu kez tecübelerim de var. Tüm o yerlerle

bebelikten arkadaşmışız da ben farkında değilmişim. Baba sağ iken ama, çok biriktirmişim...

ama çok!

Tam da bu nedenle aynı sokaklarda yürüyüp farklı hikayeler ve tatlar bulabiliyorum. Şu an bilmiyorum,

o gün gelince ne olur onu da bilmiyorum.

Bürokratik işlemler artık benlik değil, yine de zaman ne der, ne gösterir,

şu an onu da bilmiyorum;

belki biliyor görmezden geliyorum.

Negatifle kankalığa daha yakınım sanki...

Yerlerden çok yolculuğun tadını ve vardığım yerin arkadaşlığını seviyorum ben,

o nedenle bana her yer güzel,

uzak yollarla işim yok,

yolculuğun sade ve tarafımdan çoğaltılmış, kalabalık tadı bana yetiyor sanki...

Ve gerçeği hiçbir zaman hayalin güzelliğinin önüne geçemiyor!


Bu yazı için sevgili Evren'e teşekkür, onun bir yazıma yazdığı yoruma verdiğim yanıttan evirdim çünkü bu yazıyı, ve ayrıca bu sabah gökyüzü bana muhteşem danslar sundu, ortalık sakindi ve kimseler göremedi bu emsalsiz şovu! Ayrıca iki fotoğrafta da varolan anın güzelliğini kayda düşmem için çok destek oldular bulutlar... ve tez zamanda da yok oldular. Bu karşılaşmalara bayılıyorum, denizin, bulutların, bizden bu kadar diyerek ve selam çakarak yok olmalarını seyretmek de muhteşem!

16 Ekim 2025 Perşembe

Mahşerin Atsızları

Bir evvel zaman önce, şehrin merkezine yakın, kısmen kenar, orta gelir gruplarından ama yükselme döneminin başlarında ailelerin yaşadığı mahallesinde, mini mini insan yavruları dünyaya gelir. Henüz gözleri çapaklı yavrulardır bunlar ve henüz okullarının, öğretmenlerinin, sınıf arkadaşlarının kim olacağını bilmeleri ihtimal dışıdır, lakin ateş gibi çocuklar olacakları da belli gibidir. Şanslıdırlar, mahallelerinin insanları şahanedir. Yazları, hemen diplerindeki toprak alanda futbol turnuvaları yapılmaktadır; komşu mahallelerinin takımlarının katılımıyla birlikte...

Turnuva sonunda kazanan takıma turnuva takımlarının ortaklaşmasıyla elde edilen bütçe ile alınan kupa verilmektedir ve o kupalardan en büyüğünü bu satırları yazan bebenin, mahalle takımının antrönörlüğünü yaptığı amcasının takımı kazanır. Şenlik mahallededir, çok eğlencelidir ve o akşam şehir merkezindeki lüks bir pastanede kutlama yapılır; ödeme mahalle büyüklerinin imecesi ile elde edilmiş bütçedendir. Formaları ve şortları mahallenin genç kızları ve ablaları, ve teyzeleri kesip biçip dikmişlerdir. Elbette renk sarı laciverttir ve takımın adı da Rasattepe'dir.

O yaz turnuvalarının birindeki final maçında, toprak zeminli ve kısmen sola yatmış iptidai sahada, maç bitiminde bir kavga çıkar. Gençlerde adrenalin zirvededir, kavgayı ateşleyen kaybeden takımdır. Roman arkadaşlar ve diğerlerinden oluşmuş karma bir takımdır ve formaları çok hoştur. Sırtlarında numara yoktur, ama daha hoş bir şey vardır, her futbolcuda bir harf olmak üzere bu karma mahallenin adı yazmaktadır ve Roman arkadaşlarla karma mahallenin takımının adı Şendere'dir; takımlar da 7 kişiden oluşmaktadır; çünkü saha standart sahalardan küçüktür.

Kavganın bir kıymeti vardır! Kavganın kıymeti olur mu, olmaz elbette, tartışılır ama bu gençlerdeki adrenalin de yüksektir ve şiddetin genç ateşlerde ufak bir kıvılcımla çoğalması da mümkündür ve Rasattepe'nin kalecisinin adı Ateş'dir.

Velhasıl, kavga soğutulamasa da herkes mahallesine döner. Rasathane mahallesi sokaktadır. Enfes bir yaz akşamı bu orta gelirli mahallelinin çoluk çocuk, amca teyze, genç yaşlı insanlarını sokağa dökmüştür, eğlence zirvedir. Tam o sırada diğer mahallenin gençleri ve büyükleri mısır tarlalarının içinde görülürler ki mısır tarlaları bölmektedir bu yokuşu. Önce bir tedirginlik çöker mahalleye, endişe kavgadır. Mahalleli toparlanır, büyükler ön alır; kupa kazanmanın keyfi tavandır ve kıskandırıcıdır. Gençler kımıldamaya başlar, büyük bir kavga ihtimali de tavandır. Gençler az önce gülüp oynarken ve kutlama içindeyken mevzi almaya başlarlar. Kalabalık yaklaşır.

Ve işte o sırada bu yazıyı yazan çocuk dahil tüm mahallenin gözlerini yaşartacak ve yıllar geçse unutulmayacak bir an yaşanır... Çünkü: Gelen grubun ellerinde iki koca tepsi baklava ve bir buket vardır, bu enfes bir özür anıdır. Biraz sonra diğer mahalle insanları da davet edilir, Roman havalarıyla ortaklaşılır ve büyüklerin gözlerindeki damlalar farkedilir ve şu satırların yazarının minik dünyasında da hayatının en güzel anlarından biri yaşanır...

Aslında O çocuk bu yazıda kendi okul arkadaşlarından bahsedecekti, fotoğrafı hazırlamış yerleştirmişti, yazmaya başlayacağı anda birden tetiklendi. Kısa yazarım derken yazı uzadıkça uzadı. O yılların insan sıcaklığı unutulacak gibi değildi. Şu an kararsız, fotoğrafını yerleştirdiği ve hayal ettiğini yazmakla yazmamak arasında kaldı. Aslında daha çok okuru düşündü. Ruhen ve insan sıcağından bakınca iki farklı konuyu bağlamakta sıkıntı yoktu, ama okurun ki de candı. Sonuçta burada kesmeye karar verdi, fotoğrafın hikayesi de muhtemelen uzun sürecekti. Bu kez de blog alimlerine uydu, çünkü onlar uzun yazılar yazmayın diyorlardı!

Not: Yazıyla doğru orantılı bir şarkı paylaşmıştım, az önce ilkokul arkadaşlarımdan birinin ki hastalığı devam ediyordu, öldüğü haberini başkanımızdan aldım, o nedenle şarkıyı kaldırdım!

11 Ekim 2025 Cumartesi

Bir Günü Delicesine Sevmek

10.10.2025 Cuma
Palmiye Kafe


Başkanımız arıyor, buluşma gününü ayarlamış, Serdar şehrimizde, artık bir gelenek olarak yine Palmiye Kafe'de olacağız. Bize, duygularımıza çok uygun bir mekân. Denizin dibi ve oldukça sevimli. Ayrıca bana çokk yakın. Bu kez Zennur da bizimle... Merakla bekliyorum, Serdar'ı görmeyeli çok uzun zaman oldu. Bir İstanbullu artık O. Zennur ile rastlaşmayalı da uzun zaman oldu, çünkü ben çok uzun zamandır, ama çookkk uzun zamandır şehir merkezine uzak ama daha güzel, gittikçe kalabalıklaşan, denizin dibi bir coğrafyadayım. An itibariyle saate bakıyorum ve biraz gecikmiş arkadaşlarım için endişe ediyorum, arasan mı acaba diyor içsesim, biraz daha bekle diyor, soğukkanlı bünyem.

Çünkü başkanım saniye sektirmez.

Dayanamayıp arıyorum. Varmak üzerelermiş, anlıyorum. Üç ayrı yoldan üç araba olarak varıyorlar, Zennur bir tık geride. Şimdi kapıdan içeri giriyorlar, ufak aralıklarla... Serdar'ın oğlu da bizimle. O artık Samsunlu... Otomobili ile birlikte bana emanet... Zennur görünüyor ve kapıdan içeri süzülüyor. Mini mini birler artık yetişkinler, ama ruhları taptaze. Çokkk keyifli bir sohbet başlıyor. Gülünesi espriler sıra sıra, aradaki, yıllara varan, zaman boşluğu şu an sıfır. Sanki hep burada bu masadaydılar; elbette pastaların, kahvelerin, gerekirse çayların tadını çıkaracaklar. Hasta arkadaşlarını unutmuyorlar ki kısa süre önce hastanede ziyaret etmişlerdi, Hüseyin Başkan, doktor olması nedeniyle de hassas bir terazi ile takip ediyor Gürsel'i, bir kaç gün önce hastanede, Gürsel'in odasında epeyi şamata yapmıştı bu haşarı öğrenciler.


Buluşmaya giderken Hüseyin Başkan'ın, arkasına hoş kelimeler yazdığı ve bana verdiği ilkokul yıllarından önlüklü ve vesikalık bir fotoğrafını yanıma alıyorum. Masaya koyduğumda şaşırıyor. Unutmuş, hatırlamıyor bile, tabii ki çok seviniyor ve hemen telefonu ile fotoğrafını çekiyor. Oysa benim ilkokula dair muhteşem bir arşivim var. Bundan bahsediyorum. O fotoğraflar şu an yeni bir buluşma günü için hazırlar. Ve o gün arkadaşlarım çokk şaşıracaklar.

Aslında bir duyarsız tenekeyim ben, bazı konularda; fakat şu fotoğraflar konusunda ben de kendime şaşırıyorum. Onları yıllardır saklıyor olmam bence de muhteşem. Üstelik sürekli alıp bakıyor olmam da söz konusu değil; muhtemelen ara ara baktığım, uzuuuun aralıklarlı zamanlarda göz atmalarımla, hafızamda epeyi yer etmiş olmalılar diye düşünüyorum. Bundan sonraki buluşmada yeni katılımcılar olması ihtimalini düşündükçe yıllardır bekleyen bu sürprizin büyük olacağını hissediyorum.

Serdar'ın oğlu özellikle arabası konusunda artık emanetimiz, başı sıkıştığı her anda da yanında olmak yeni görevimiz. Biz sanırım birbiri ile bağı çok kuvvetli sınıf arkadaşlarıyız, elbette çok sık görüşmedik, mesafeler açısından; belki de tembellikti benim halim, çünkü birçoğunun olduğu şehirlere çok kere gitmiştim. Ama şimdi zamanım bol, sağlam bir geleceği kurmuşum ailemizin tüm fertleri adına... Artık listemin başında arkadaşlarla geçirilecek zamanlar var, elbette derdi olanın burnunun dibinde bitmek de baş görevimiz.

Yazıyı çok uzatmak istemiyorum, bu yazı hoş bir giriş sayfası oldu bence. Dünkü soğuk bile ısındı, güneş pırıl pırıl, daha kalabalıklaştığımızı hissediyorum ve yaşamın geri zamanlarına dönmüş olmak sanki level atlattıyor bana. Mutluyum. Çokk mutluyum... Elbette durmak yok, olanaklar çerçevesinde daha çok buluşmaya, birbirimize koşmaya, o bağın tadını çıkarmaya ben hazırım. Ve ufak ufak çoğalıyor olsak da bunun dahi verdiği haz muhteşem! İyi ki Hüseyin Başkan'ımız var, bizi toparlayan, çok kıymetli bir şeyin, arkadaşlığın kıymetini hatırlatan O oluyor.

İyi ki bizim -sınıf- başkanımız O!

Bu yazı farklı segmentte zaman zaman, hatırlandıkça yazılan, eldeki fotoğraflarla desteklenen bir seri olsun istiyorum. Umarım arzuladığım gerçekleştirmeyi de başarırım, ve umarım bu muhteşem bağ kopmaz, gittikçe çoğalır, gittikçe de güç kazanır!


8 Ekim 2025 Çarşamba

Taze Taze

Tüyoyu enn sevdiğim kadından alıyorum. Bir gün önce, bir de uyarı ile birlikte, ben olanı dolunay sanırken O dolunayın yarın olduğunu söylüyor. Sonrasında enfess bir sohbet, bayılıyorum. Normalde telefonla uzun konuşmayan, konuşamayan ben bir kez daha kapılmışım rüzgarına. Öyle bir keyif ki bu, ve içindeki planlar... paha biçilemez. İki aydan fazla bayılınası bir ülkede kalacak, başarılı kadın başarılarına yine başarılar ekleyecek. Meseleyi epeyidir biliyorum ve elbette onun adına çok çokk seviniyorum. Sohbet tadından yenilmiyor, O karşımda ve kıyafetinin bile ne olduğunu görebiliyorum sanki.

Sonra yürümeye başlıyorum. Hava enfes, dolunay sanki beni takipte, üstelik geldiğim noktadan geri döndüğümde de o yine beni takip edecek ve elbette aldığı noktaya bırakacak. O halde içecek bir şeyler almalıyım, bir de içi kakao kremalı minik pastacıklar... Bir alçak duvarın üzerinde oturuyorum. Ay bana bakıyor ve sen kalkana kadar buradayım diyor. Işığı bulunduğu noktadan ayak ucuma kadar geliyor. O sırada sevimli bir minik kedi yanıma yanaşıyor. Pastacıklarımı onunla paylaşıyorum. Artık geri dönebilirim. Ay birlikte geldik birlikte döneriz diyor, çok yorulmuş olabileceğini düşünerek sen burada kal diyorum. O beni takipte ısrarlı. Bir kollayıcı aynı zamanda.


Ayla laflaya laflaya bizim mahalleye geliyoruz. O beni aldığı noktaya yeniden yerleşiyor. Ben bu kez fotoğrafları sıralı yerleştirmiyorum. Üşeniyorum. Sıralama aslında ayın ilk ve en alçak pozisyonundan başlamalı. O kadar çok poz çekiyorum ki sıralamayı fark ettiğimde üşeniyor ve ilk fotoğrafı sona koyuyorum.


Ve aslında şu an uzağa doğru yürüyorum, ben uzaklaştığımı düşünürken onun hâlâ benimle yürüdüğünü fark ediyorum. Yarattığım çorbayı yine de bozmak istemiyorum, çünkü kendimi şımartma günümdeyim, yani tembelim. Uzak bulutların yarattığı senfoni ses oluyor ve senin için bu poz diyor. Çokkk teşekkür ediyorum ve bu pozu asla affetmem diyorum ve basıyorum deklanşöre, ben teşekkürlerimi yollarken uzağa, onlar iyi akşamlar diliyorlar bana. Demek ki şanslı günümdeyim!


Ve bizim mahalledeyim, çok yakın olmasını istediğim bir poz var, normalde ilk çektiğim olmalıydı dediğim. Ama gördüm ki yakın plan çekersem sonuç bu kadar zengin ve güzel olmayacaktı, uzaktan el salladım ve durumu anlattım, sağolsunlar anlayış gösterdiler, bastım deklanşöre ya bismillah diyerek... Ve sonuca bayıldım; daha büyük halini koyabilirdim yazıya, dedim ki sonra; fotoğraflar yazıyı, midyeleri satan abinin "Taze taze," diye seslenişini ve yaşanan anı baskılamasınlar, ortaklaşmanın tadını çıkarsınlar... Ve bilsinler kıymetini...

4 Ekim 2025 Cumartesi

Yaşamak

Penceredeyim, denizle sohbet halindeyim. İç sesim cümleler üfürüyor. Bu enstantaneyi kaçırmamalısın diyerek de anın altını kalın kalın çiziyor. Sörf yapanları değil, yaşama renk katanları öne almalısın diyor. Olur diyorum, ama aniden bir kabulleniş değil bu! Çok enstantane içinden bu anı bize katıyorum. O bana göz kırpıyor. Şu andan mutlu. Ve fark ediyorum ki bu an kendini soyutluyor ve yaşananı ve duyguyu kesinlikle siz anlatmalısınız diyor. Durumu kavrıyorum. Ve kıyıdaki kalabalıktan, insanlardan bizi soyutluyorum. Neden bu yalnızlaşma diye diye de düşünüyorum şimdi. Oysa aynı anın başka karelerinde çocuk ve yetişkin cıvıltıları var. Az önce uzaktan sesler ve görüntüler paylaşmanın tam da göbeğindeydik. Şu an daha önce çekilmiş bir fotoğraf, az önce çekilen bir fotoğraf ve kalabalıktan sıyrılmış bir ben ve O varız anda. Ama hâlâ coşkusu sürekli artan bir kalabalığız... Ve sohbetimiz muhteşem. Zihnimizde fikirler dönüyor. Kalabalık da bizi fark etmiş değil. İletişimimiz gittikçe keyifleniyor. İç sesim dürtüyor. Şu anın sonrası için bana bir yol çiziyor. Sesleniyor. Birazdan kendini sokağa at, insan kalabalığına katıl ama yine de sadece sen ol diyor. Bu öneriyi bir an düşünüyor ama pek anlamlandıramıyorum da!


Sırt çantamın içine bir iki şey atıyorum. Evden çıkarken ve binanın çıkış kapısını açtığımda mini mini kedi yavruları ile karşılaşıyorum. Yemek kapları silinip süpürülmüş. Afiyet olsun. Şimdi oyun zamanı. Hoşçakalın, görüşmek üzere diyor yola revan oluyorum. Hedefim batı yönü. Acaba mekânlardan birinde oturup kahve içsem mi diyorum. Sonra aynı kahveyi kendim yaparsam çok kâr ediyorum diye düşünüyorum. Ve kahveden vazgeçiyorum. Uzun bir yürüyüşün sahil boyunca tadını çıkarıyorum. Dönüş hazırlıkları içindeyim, eve doğru yürümeye başlıyorum. Deniz muhteşem. Nerede takılsam ve bir şeyler atıştırsam diye düşünüyorum. Ve bir gün enn sevdiğim kadınla şu mekânda rakı içsek diye aklımdan geçiriyorum. Mekânla ilgili bir fikrim yok. Bir ara sokağa döndüğümde görmüştüm kendisini. Denize dikey inen bir sokak; sahile bir kaç adım. En sevdiğimiz ve bira için gittiğimiz mekânlardan biri ile sırt sırta.


Dönüş yolunda Niyazi Abi'ye rastlıyorum. Oltalar çeşit çeşit, kendini balık tutmaya arz eylemiş, evine yakın, emekliliğinin tadını çıkarıyor. Açık denizdeki bulutlar muhteşem. Yazıda kullandığım fotoğraf o güne ait değil, şu an çektiğim fotoğraflarsa enfes bir renk cümbüşü, bulutlarla muhteşemler. Onları başka bir yazıda kullanmayı düşünüyorum. Niyazi Abi ile vedalaşıyorum. Bir iki gün önce ortaokul arkadaşımla rastlaşmıştık. Şu seyirlik BMW'si olanla yani. Bloga fotoğraflarını koymuştum hani... Uzun konuşuyoruz. Tur vapurlarına bakıyorum bir yandan; yürümeye başlayıp da Oktay'la vedalaştıktan sonra...

Gürsel'i ziyarete gidiyoruz bir iki gün sonra, ilkokul arkadaşlarıyız, kızlarla telefon bağlantısı yapıyoruz. Sohbet nefis, o kadar yıl sonra aramızdaki bağın ve sevginin yüceliğini koruyor olması muhteşem diye düşünüyorum.

Mahalleme vardım, bizim köşedeki midyeciye takılıyorum, onla da memleket hallerine dalış, aynı zamanda akan hayata bakış, keyif bizim coğrafyaya düşmüş sanki, insanlar da siyasetin ve ekonominin geldiği noktayı silip atmışlar hayatlarından,

kısa bir an için olsa da.

Bugün midye satışları iyi, abinin dünkü umutsuzluğu terk etmiş gözlerini. O gözlerin gülüşleri bugün muhteşem. Etkim olduğu için sevinçliyim. Hayat herkes için zor ama bu zoru kısa anlığına olsa da umutlarına yükledi şimdi; onu gülücükleri ile görmek, insanı yeşertiyor sanki.

Fikrim hafta sonunda bir rakı masası diyor ve iki gündür beni dürtüyor. Aklımda enn sevdiğim kadın olsa da bugün ya da yarın o masada tek oturmayı bile düşünebilirim. Çünkü kendimle karşılıklı içmek de bu türden havaların olduğu günlere pek yakışıyor.

Aslında günün finalinde Palmiye Kafe'deyim, bu akşam kendimi dibine kadar şımartma fikrindeyim. Bir fincan çay ve üzeri limon kremalı, üçgen kesim bir dilim buzdolabından çıkmış enfes görünümlü pasta ile bir fincan çay siparişi veriyorum. Masama bakan kızı çok beğeniyorum, gördüğüm enn güler yüzlü ve sıcak garson diyebilirim. Georgi Gospodinov'un Doğal Roman'ına kaldığım yerden devam ediyorum. Sonrasında niyetim; günü çok özel bir dondumacıda ve gecenin yıldızları altında hayaller kurarak, renkli dondurma toplarını tek tek ve şımarıkça tüketerek tamamlamak...

Yazı boyunca O'ndan söz etmediğimi kim söylüyor bilmiyorum. Tamam bugün tek takılıyorum... ama bünyemin her santimetrekaresinde hep O var, bunu kendime ve okura -belki- hissetirememiş olsam da O var, seziyorum!

27 Eylül 2025 Cumartesi

Toplantı

26.09.2025 Cuma 
Palmiye Kafe



Sabahın en sakin saatinde fırından dumanı üzerinde ekmekler, cami avlusundaki minik dükkândan da poğaçalar aldım; elbette bir de içi tahin dokunuşlu enfes bir açma. Bugün önemli bir gün, akşam telefonuma bir mesaj düştü, aynı mahallede büyüdüğümüz sınıf başkanımdan; şimdi ilkokuldayız. Benim eve yakın deniz kenarında bir mekânda toplaşacağız. Çok uzun zamandır görmediğim, artık başka şehirde yaşayan gözü kara ve eylemci bir arkadaşım bizimle. Organizasyonu yapan da her zaman olduğu gibi ilkokuldaki sınıf başkanımız. Kendisi bu işleri çok gönülden yapıyor ve O bizi bir araya getirmese sanki biz yokuz.

Şu an çalışma masamdan coşkun denize bakıyorum; zaman yine evriliyor. İlkokul öğretmenimizi, Gülseren Kaya'yı bir kez daha anmadan geçemiyorum. Çünkü bizi yontan, her birimizden emsali bulunmaz biblolar çıkaran kişi O. Deniz müthiş, yükselen dalgaların üzerinde sörf yapan köpükler muhteşem. Gün kış tadında, güneş saklı. Ben ilkokul sınıfımda sıraları dolaşıyorum. Biraz sonra görevli arkadaşlarımız sıcacık süt güğümlerini getirecekler, poğaçalar fırından yeni çıktı. Miss gibi kokuyorlar. Yazıyı burada kesmeye karar veriyorum, uzun bir yazı olmasını istemiyorum; çünkü şu an geçmişteyim ve o günlerin tadını çıkarıyorum. Elimdeki işleri en azından öğle sonrasına kadar savsaklamış durumdayım. Bir korkum var derinimde, bu hava şartlarında iptal olur diye toplantı...

Bana bir nefes mesafede mekân, işim kolay, lakin bakıp göreceğiz, hava şartları engel olabilecek mi hiç bitmeyen arkadaşlığımıza...


Mini mini birler tadında yürüyorum. Fotoğraf makinem yanımda ama onu kullanmak istemiyorum, bugünü anlatmaya tek fotoğraf yeter diye düşünüyorum. Başkanımla sık görüşebiliyor olsak da Uğur'la çok uzun zaman oldu görüşmeyeli, Palmiye Kafe'ye yaklaşıyorum, buluşma saatinin son bir dakikası. Endişem var, ya tanıyamazsam diye! Kapıdan giriyor yola bakan masalardan en dipte olana oturuyorum. O sırada biri geçiyor kocaman camın önünden, biraz kilo almış olsa da bu Uğur, aynı mahallenin çocuğuyuz, tanımasan çok ayıp olurdu diyor içsesim, o mekâna kıvrılıyor, kendisi uzun zamandır şehrimde oturmuyor.

Mihrap yerinde, biraz kilo almış olsa da... Elbette kucaklaşmaca, Hüseyin başkanım benim soluma oturuyor, ikimizin cephesi de Uğur'a dönük. Mini mini birler bugün için tamamlandı. Sohbet koyu, lise yılları önde, serde devrimcilik var. Ortak anılar masaya seriliyor. Öyküler tadından yenmiyor. Başkanım Gürsel'i arıyor, onu telefonda yormak istemiyoruz, selamlarımızı Hüseyin Başkan yolluyor. Sonra laf lafı açıyor. Gelmişimiz geçmişimiz masada. Her şey başkanımızın telefonunda, çokkk uzun zamandır görmediğim kız arkadaşlarım var, Hüseyin başkanın telefonundan bakıyorum, yolda görsem kesinlikle tanımazdım diyorum. İnsan ezberinde olan karakterlerinin yeni hallerini çoookkkk uzun zaman sonra görünce tuhaf oluyor, oysa Hüseyin Başkan'ın böyle bir sorunu yok, o bağlantıyı yıllardır kopartmıyor. Ben ilkel bir telefon kullanıcısı olduğum için telefonun derinlerine dalıp cevherler çıkarabilen sonra onları da saklayan biri değilim, bu belki de iyi bir durum; şu an tüm kız arkadaşlarımızın içlerindeki genç kızı yok etmedikleri enn son hallerini görebiliyorum, onlarla gurur duyuyorum.

Sonra dedikodu yapıyoruz elbette, sokakta görsem kesin tanıyamazdım diyorum ve bu halin Hüseyin Başkan'ın sayesinde ortadan kalkmasına seviniyorum. Bu yetişkin kadınlar benim için artık, çok iyi yetiştirilmiş, yetişmiş ama ruhlarını yitirmemiş hep genç ve şahane kadınlar.

Çokkk uzun kalıyoruz, masadan kalkmaya niyetimiz yok, öyle güzel konuların, anların, insanların içinden geçiyoruz ki gün yetmez filmin sonuna varmaya. Aşk mevzusuna hiç girmiyoruz, sanırım bunu özellikle yapıyoruz çünkü her birimizin hayatı kimler geldi kimler geçti şeklinde... ama içimizde bir burukluk yok mu? Bu duygu ilkokulda erkekler bir arada oynarken kızları oyunlara almamak üzerine, oysa sınıfta ve bahçede yürürken, top oynarken, farklı, tatlı sözü olan çocuklar da bizdik.

Dışarı çıktığımızda kendimi zaman tünelinden geçmiş gibi hissediyorum. Zihnim boşalıyor ve tüm o anları, çocukluğu başımdan aşağıya boca ediyor. Güzel kızların artık güzel genç kadınlar olduğunu görmek beni çok sevindiriyor, yıllar sonra bu güzel kalpli kadınları görmek başlangıçta beni şaşırtmış olsa da hissediyorum artık: Bunlar benim güzelliklerinden hiçbir şey yitirmemiş iyi kalpli arkadaşlarım. Tüm bu süreçte bir umudu da yeşertiyor bünyem. Keşke diyorum, şu hayattan göçmeden biraraya gelebilsek; çünkü fotoğraflar arkadaşlarımı artık hayal olmaktan çıkarmış durumda. Ortak yaşanmışlıklarımız sınıfımızın ziftli tahtalarının kokusunu hissetmek kadar yakın bana ve çok hoş. Ve sanırım ben, tüm arkadaşlarım içinde en çok ilkokul arkadaşlarımla geçirdiğim ve sonrasında uzak kaldığım sınıf arkadaşlarımı ve onlarla geçirilen zamanları özlüyorum. En çok güven duygusunu onlarla yaşadığımı ve biriktirdiğimi hissediyorum. Tüm arkadaşlarımı koşulsuz seviyorum ve onlarla aynı sınıfta okumuş olmanın hayatın bana sunduğu enn büyük şanslardan biri olduğunu biliyorum.

Öyle derin bir duygu ki bu! Çoğu zaman sandıklarda saklanmış olsalar da bugünkü buluşma gibi olağanüstü bir sevgi ile özlemin kokusunu açığa çıkarıyorlar.

Öğretmenimizi ziyaretimizde ve onun bir kaç gün sonraki ölümünde hepimizin ortak duygusu şuydu tartışmasız: Başka öğrencileri kıskanmasın ama Gülseren Kaya'nın enn sevdiği sınıfı ve öğrencileri bizdik!

Sanırım...



Ve Hüseyin Başkan'ımıza sevgiler; onun liderlik ruhu bizi birbirimizi görmesek de duygusal manada ve derinlerimizde saklı hislerimizin ışığında, tüm arkadaşlarımızla bir arada tutmayı başarıyor. Teşekkürler başkanım, sen olmasan bu yazı da olmazdı, emin ol!:)

16 Eylül 2025 Salı

Bir Kadın,

Hayatımızdaki bütün boşlukları doldurabilir mi?



Birden düştü aklıma, çok kalabalık bir geçmişim vardı, buna rağmen hiçbir gün geri dönerek ne kadar insan biriktirdiğime bakmamış bakmayı da düşünmemiştim. Çok çok yıllar sonra yakın bir zamanda içimdeki birlerden biri aniden önüme atladı ve yazsana dedi birden. Neyi dedim, bu mevzuyu dedi. Hadi ordan dedim, sonra düşündüm. Düşündükçe içim ısındı, konu aklımı sürekli dürtmeye başladı, ben kaçtım o kovaladı, utanacak bir şey yok dedi, içimdeki benlerden biri; diğerleri görüşe katıldı. Ben durdukça onlar el çırparak beni öne doğru itelemeye başladılar. Ben kenar köşe kaçtıkça onlar kovaladılar. Baktım olacak gibi değil e sonuçta havalı da bir durum diye düşünerek en aymaz sözlerine kapıldım ve yazmaya karar verdim.

Başlangıçta benler topluca ve herkesi yazmamı istediler, şımartılmak işime gelirdi elbette, şahsım adına çok havalı da olabilirdi lakin artık ben çocuk ben değildim. Hava atmak da geçmişte hoşken süreç içinde ve büyüdükçe saçma bir davranıştı. Hem iyi ki erken büyüdüm dedim, oysa henüz 15 yaşımdaydım, olsun erken olmuş bir meyvasın sen artık dedi 15 yaşım, çok çok özel ve enn yakın arkadaşlarımdan iki tanesi dışında tüm sözlerim tıp demiş, ben de çevremi bu anlamda iyice daraltmıştım. Sloganım da şu olmuştu, az sev ama çok sev, kankan güzel kalbin olsun, yaşanan ne varsa bir kaç özel arkadaş hariç hep sende kalsın dedim.

Erken yazdığım bir kaç yazı dışında geçmişe sünger çektim ve bu minvaldeki son yazımı yazmaya karar verdim. Çünkü bundan öte kimseyi O'nu sevdiğim kadar sevemezdim.

Daha önce de yazmıştım, onu bana kazandıran Samsun Opera ve Balesi olmuştu. Hiç aklımda yoktu. Hayatımı boşaltmıştım. Geçmişe bir saygı gösterisinin ardından geleceğe selamlar çakma aşamasındaydım. Güzel kadınlar tanıdım, muhteşemdiler, değerlerime değer kattılar ama aramızdaki mesafeler uzaktı. Benim için dert değildi ancak kadınlar hassastı, bunu öğrenmiştim. Dolayısıyla benim için kolayken, uzak kalanlar için kolay değildi durumlar, ve kesinlikle sürdürülebilir değildi birliktelikler.

Ve elbette benim katlanabildiğim bir durum söz konusuyken karşılar için zordu her şey. Mesafelerle ilişkimi çoktan yok etmiştim. Benim için bir engel değildiler. Nadastaydım. Yaşım kemale ermişti. Kısa süreli ilişkiler benim işim olmaktan çıkmıştı. Şehir dışı yolculuklarımın tüm biletlerini iptal etmiştim. Hiçbir gösteriyi kaçırmıyordum, yalnızlığı sever olmuştum, kalp kırmak da istemiyordum ki -bir hariç- kimsenin kalbini de kırmamıştım.

Kalabalık salonda yalnızlığın tadını çıkarıyordum.

Opera balenin tüm departmanlarıyla kanka olmuştum. Yazdığım yazılar sayesinde bana ulaşmayı, tanışmayı onlar istemişlerdi. Oysa ben saklanıyordum. Umursuzdum, umuru onunla öğrendim. Sonra blogumda enfes bir yoruma tanık oldum. Yeni ve muhteşem bir hayatın önüme serildiğini hissettim. Sevdim, her geçen gün daha çok sevdim. Hayatımın enn enfes seyahatlerini O'nunla yaptım. Tüm boşluklarım O'nunla doldu. Göklerde ararken opera balede buldum.

15 yıldır çocuklar gibi şenim, mutluyum,

çokk mutluyum!

12 Eylül 2025 Cuma

Konuşurlar, Denizle Bir de Benimle

Sabahın erkeni, deniz muhteşem gözüküyor ve beni ısrarla davet ediyor. Ben an itibariyle kararsız. Fotoğraf makinem ve bünye ise ısrarcı. Gönlümün ve bünyemin her noktası da aynı durumda. Bir şımarıksa tüm bu fikirlerimi öğütme çabasında, oysa ben hazırım ve olumsuz tavır içindeki bünye noktalarını da öğüteceğimi biliyorum. Kotumu çektim, mavi polo yaka tişörtümü giydim, ayakkabılarımı bağlıyorum. Ve en önemlisi içimdeki kararsızın ayak diremesini kırdım, o da benimle. Binadan sessizce çıkıyorum ve şimdi denizin kıyısındaki geniş yürüyüş yolundayım. Hava muhteşem. An itibariyle çekeceğim fotoğraflar konusunda bir fikrim yok, bu sabahın hikâyesinin ve bana sunacaklarının ayırdında değilim. Ama deniz ve ben ve sabah erkeninde yürüyüşe çıkmış olanlar ritm tutturmuş durumdalar, karşı yönümden bana doğru o ritmle akıyorlar.


Biraz önce komşum, mahallelim ile kankalarımın önünden geçtim ve elbette günaydın deyip selamlaştım. Görüldüğü üzere popüler mekânlardan Hayal Kahvesi ile fotoğraflarını da çektim. Gün iyice aydınlanıp gözleri ovuşturduktan hemen sonra ve sabah mahmurluğundan kurtulunduğu anda binbinlerin hepsi park yerinden ayrılacak, görev başına geçip yok olacaklar. Bense aynı ritmle yola devam ediyorum, fikrimde henüz bir icraat yok. Fikrimde enn sevdiğim kadın ve bazı planlar var. Turu tamamladığımda kendimi şımartacak pastalar ve anne kurabiyeleri alıp keyfini çıkaracağım. Mesela içi çikolatalı ay çöreği gibi. Eve varınca da sert bir filtre kahve bunlara yakışır diye düşünüyorum.

Kumsalı bitirip de denizin kıyısındaki kayalıklara vardığımda fikrime bir şeyler oluyor. Çok ısrarcı ve bugüne kadar yapmadığım için de beni eleştirip bir yandan da dürtüyor. Kaçıncı kere buradan geçiyoruz ve senin aklına bir gün bile gelmedi fotoğraflarını çekmek diye tam gaz ayarı da veriyor.

Üstelik çok da haklı.


Sayısızca kaya var, çoğunun üzeri resimlenmiş. İlk kez bu kadar derin bakıyorum, oysa sürekli önlerinden geçiyorum. Elbette bu kez kendime ayarı ben veriyorum. Biraz da sohbet edip gönüllerini alıyorum ve ekliyorum: Lütfen kusuruma bakmayın, kabul ediyorum ki bugüne kadar sizin fotoğraflarınızı çekmeyi, sizinle sohbet etmeyi düşünemedim. Ama hayat iyi ki dürttü beni ve kendime getirdi bu sabah. Oysa emeğe çok duyarlı da bir insanım diyorum, onlar gülümsüyorlar. Bu başımıza ilk kez gelmiyor diyorlar. Vakurlar.


Bir yandan fotoğraflarını çekerken bir yandan da sohbet ediyoruz. Sohbet pek hoş ve gün aydınlanmasına pek yakışıyor. Elbette bunun bana bir ders olduğunu anlıyorum, lakin onlar çok olgunlar; hiçbir olumsuzluk yokmuş gibi davranıyorlar. Bazılarından özür diliyorum, sizin fotoğraflarınızı da çektim, izin verdiniz çok teşekkürler diyorsam da içim buruk, utanmış durumdayım. Özürüme özür ekliyor ve diyorum ki yazı boyutum ve okur durumları nedeniyle sizi bir başka yazıma konuk etmek istiyorum. Gülüyorlar, telaş etmememi söyleyip kendi ömürlerinin uzun olduğunu dolayısı ile bir gün kendilerinden söz etmem için zamanlarının da çok olduğunun altını çiziyorlar. İçim rahatlıyor.


Deniz usulca bir müzik çalmaya başlıyor. O sırada yanımdan güzel bir kadın geçiyor. Verdiğim emeğe gülümsüyor. Gülümsüyor ve günaydın diyorum. O da günaydın diyor ve gülümseme ile birlikte yürüyüşüne devam ediyor. Bizse sohbete devam ediyoruz. Açık denizde balıkçı tekneleri. Zihnimde kahve tadı dönüyor.


Müzik emsalsiz, duru denizde bir vaha sanki. Kadın çok güzel, neşesinde coşku var, kendisini bir yerlerden hatırlıyor olsam da bir türlü çıkaramıyorum. An büyüleyici ve o nedenle zihnimi zorlamıyorum. Allahı var güzel kadın, kimdir diye sorgulamıyor, zihnimin şaşkınlığına ve karmaşasına da şaşırmıyorum. Ancak bu kesinlikle O diyorum. Bir türlü kendime gelemiyor, adını dilimden hayata döndüremiyorum. O ise farkımda, yine de ana hiç dokunmuyor, beni düşüncelerimle ve anla başbaşa bırakıyor. Gülümsüyor, etki alanının farkında.


Derine dalmış, derin düşüneni hiç rahatsız etmek istemiyorum. Uzaklara bakışı ve düşünce dünyasında yol alışı etkiliyor beni, bazı çıkarımlar yapıyor olsam da şu an bulunduğu dünyasına ve ruh haline dokunmak istemiyorum. Aslında çok etkileyici bir an, dünyadan uzaklaşmış kendi dünyasında bir karakter, çok etkileniyorum ve sessiz adımlarımla önünden geçiyorum. Bir gün diyorum, uzun uzunnn konuşuruz nasılsa. Ardımdan gülümsediğini de biliyorum. Dönmüyorum, aramızdaki bu oyunu seviyorum ve hınzırca gülümsüyorum. O farkımda değil sansam da biliyorum ki her şeyin farkında. Oyunu sevdim, haftaya kalmadan görüşürüz.


Ve star. Çok beğendim, çok etkilendim. Beş dakikada öyle tahminler yürütüyorum ki üzerine. Ses vermese, milim kımıldamasa da, hınzırlığının farkındayım. Uzun kalıyor, uzun bakıyorum. Onda bir milim bile değişiklik yok. Taş gibi ama taş değil. Bir sonrasında diye aklımdan geçiriyorum. O ise beni çoktan çözdü farkındayım. Özür dilemeyeceğimi biliyorum. Bundan öte aramızda enfes bir oyun çevireceğimizi biliyor. Yazıyı ipuçları ile bırakıyor, bazı yazıların şifrelerine gülüyor, hayatıma girmiş karakterlerle benzerliklerine bayılıyorum. Başka başka yazılar için hayaller kurarken, bundan öte bu kankalarımla daha sık görüşüp, hayata dair daha derin sözcüklerle kurulmuş, kurulacak cümlelerin hayalini kuruyorum. Ve enn sevdiğim kadını fena... çok fena halde özlüyorum.

Eve Dönüş yolundayım...



8 Eylül 2025 Pazartesi

Disco Burger Ve Ay

Geceye yakın saatler, gün aydınlık, kızıl ayı görebilecek miyiz bakalım? Kafamda güzel fikirler dönüyor, elbette akşama ve geceye dair. Sırt çantamda fotoğraf makinem sahil boyu yürüyorum. Öncesinde midyecinin köşesinde iki değil çokça lafın belini kırıyoruz. Derdimiz memleket halleri.

Bir yandan gülüyoruz.

Kendini memleketin ağası sanan biri var; koltuğunu kaybetmenin korkusu paçalarından akan. Son kozunu oynadığını biliyor, çaresizliğinin yaptırdıklarına da gülüyoruz. Onun için de kurtuluş yok tek başına ve en güvendikleri tarafından nasıl satılacağını da biliyoruz.

Sanırız O da geceleri uyuyamıyor. En yakınındaki müttefikinin dahi kendisini satacağını en iyi o biliyor.

Sahil boyu yürümeye devam ediyorum. Gözlerim gökyüzünde kızıl ayı arıyor, elbette vaktin erken olduğunu biliyorum ancak avareliği de seviyorum. Deniz sörfçüler için muhteşem bir evrede, az önce evden izledim ve bazı pozları kaçırmadım. Lakin evden olmaz beri gel diye sürekli mesajlar da almıştım o sıra. Bir yandan aklımdan akan eylemler ne halde acaba şu an diye düşünüyorum ve bir yanımda da muhteşem bir inanç var; ve şu slogana bayılıyorum: Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz!

İnançlıyım, aynı zamanda sevinçli de, bir millet uyanıyor çünkü. Ve bir araya gelemez denen kitleler fena halde ve yıkıcı biçimde ortaklaşıyorlar. Henüz bizim coğrafyaya yansıyan bir şey yok görüntüde, insanlar dalgalı denizin, gösteri üzerine gösteri yapan sörfçülerin tadını çıkarıyorlar. O halde ben de çıkarmalıyım diyorum.

Ve de aklım İstanbul'da.

İçimdeki tıfıl militan uyanıyor, nasılsınız bakalım Buraneros Bey diyor, benimle dalga geçip gülümsüyor. Mutluluktan karnım mı açıkıyor ne? Sanırım o militan çocuk bana sen bir dur, keyfine bak diyor. O halde sen de benle gel diyorum ve Disco Burger'den içeri giriyoruz. Ve geçen hafta enn sevdiğim kadınla oturduğumuz masaya konuşlanıyor, fıçı bira ve discoburger lütfen diyoruz.


Enn sevdiğim kadını düşünürken, militan çocukla da sohbet ediyorum. O daha ateşli, bıraksam anında İstanbul'da, bir devrim yapacağı bu halkın konusunda benden inançlı. Bu heyecanını kırmak istemiyorum. Elbette biz geçtik bu yollardan ukalalığını da yapmıyorum. Sakince biralarımızı içiyor, küçük lokmalar halinde ve sakince burgerlerimizden küçük ısırıklar alıyoruz. Patatesler enfes kızartılmış, verilen şekiller çok hoş doğrama biçimlerine bayılmış durumdayız, onların herbirini usulca sosa dokunduruyor muhteşem yaz akşamının keyfini fıçı biranın emsalsiz tadı eşliğinde çıkarıyoruz. O geçmişi, sizin yıllarınızı bir kez daha anlatır mısın bana diyor. Ben de ona şimdi güzel şarkılar söylemek lazım, biraz sakin kalmak ve aynı zamanda tuzaklara düşmemek de lazım diyorum. Konuyu gittikçe derinleştirsek de geçmişin acılarını sofraya getirmiyorum. Ve bu ülke o yılları bir kez daha yaşasın istemiyorum.


Bazı arkadaşlarım biz ve biz dönemi ile şimdiki dönemdeki gençliği kıyaslıyorlar, malum benim karşımda da bir genç var, bir yandan birasını içiyor bir yandan sorular soruyor. Siz diyor, o yıllarda işkencelere tanık olurken sıkıyönetim savcılarının mihmandarlığını da yapmıştınız, bunu anlatmıştınız, blogunuzda da yazmıştınız diyor, ve şimdiyle kıyaslarsanız ne dersiniz diye muhteşem bir soru soruyor. Soru muhteşem çünkü genç dünün ve bugünün koşullarının farkında... Diyorum ki devrim silahsız da yapılabilir bu zamanın koşullarında, aynı zamanda ideolojinin geldiği nokta bence daha da kıymetlidir. Ve şu an olan biten her şey sessiz ama derinden yürüyen, farkındalığı yüksek, paçaları kaptırmayan, aklı başında ve çok zekicedir.

Enn Sevdiğim Kadın'ı özlüyorken tam ben, telefonum çalıyor, evdeyim, pencerinin önünde kızıl ayı arıyorum. O çok neşeli ta Akçay'da yakalamış kızılı, öyle güzel anlatıyor ki, ve öyle güzel bir sohbet var ki aramızda, elimi uzatıp zamanın düğmesini çeviriyor ve akışını durduruyorum adeta... Ne kadar şanslı bir adam olduğumu düşünüyorum, sonra güzel bir kadının hayatımı ne kadar yükselttiğini...

Yine kapıldım harflerin haylazlığına, dur demenin zamanı geldi diye düşünüyorum ve yazıyı sonlandırırken başlangıçta koymayı düşünmediğim fotoğrafı, O'nu düşündüğüm bir anda ve her zamanki masamızdan taşıyıp, yazının tam da ortasına yerleştiriyorum,

denizin kokusu muhteşem,

sanki onu bana getiriyorlar.


31 Ağustos 2025 Pazar

Sözümüz Vardı Ey Dostlar!

Bir kaç hafta önceydi, Tırtıl kız arkadaşı ile beni tanıştırmayı istiyordu. Ben de ayak diretiyordum, önde askerlik vardı, her ne kadar bedelli olacaksa da benim için bir savunma hattıydı. Sonuçta üçümüz birlikte sevdiğimiz bir mekânın deniz manzaralı terasında buluşmaya karar verdik. Ben genelde topu boş sahalarda gezdiriyor, durumu test etmeye çalışıyordum. Ve aynı zamanda bana dönen verilerden genç kızın kendine güvenine dönük verileri de topluyordum.

Özgüven muhteşemdi, ben bir savaşçıyım tavrı dikkat çekiciydi, ve aynı oranda ben bu savaştan geri adım atmam tavrı da muhteşemdi.

O gerçekliğinde nasıl başı dikse ben de rolümü bazen topu boş sahalarda dolaştırarak güzel oynuyordum.

İki genç de kararlıydı ve hiç de geri adım atacak durum verileri sağlamıyorlardı. Bir zaman sonra ben pes ettim, onlardan gelen, gelecek kararlılık noktasında değil ama, direnişlerini sevmiştim. Ama o an konuyu orada bıraktım, konuşmayı ilgisiz alanlara çekmeye çalıştım. Bir fikir de oluşmuştu kafamda ve bana lazım baklayı da çıkarmıştım ağızlarından. Bir yıldan önce evlilik yok noktasında mutabık kalmıştık. Genç kızın okulu bitecek, o arada Tırtıl'ın başvurduğu bedellisinin tarihi belli olacak ve son karar bir yıl sonraki duruma göre onlar tarafından verilecekti. Ultimatomlarım tamamdı.

O halde istemeye gidilebilirdi. Bu buraneros'un ilk kez kız isteme eylemi olacaktı aynı zamanda.... Ve bakalım nasıl bir performans gösterecekti!


Cumartesileri severim. Saatler ayarlandı. Bizim takımın gençleri kızlı erkekli hazırlar, ben de hazırım. Erkek kardeşim olayın başından beri çiftin yandaşı. Benim tarafımda tek bir soru var, aileyi tanımıyorum. Gideceğimiz ev bize yakın, kızımızla tanışma evresinde edindiğim izlenimler, haklılığı ile meydan okuyuşu, sözlerini başı dik savunması ve elbette altını bir kez daha çizeceğim üzere sahiciliği olağanüstü.

Ve karşılaştığım kalabalık aile muhteşem, en küçük çocuğundan en büyük insanına kadar... Bizim yetiştiğimiz, büyüdüğümüz süreçte tüm büyüklerimizi kaybettiğimiz, büyükler kategorisinde kız kardeşim, erkek kardeşim, halam ve benim kaldığımız ailemizle çokça benzeştirdiğim, o tadı aldığım bir aile ile karşı karşıyayım. Bu beni çok mutlu ediyor; hem oğlumun seçimi hem de tanıştığım güzel aile gözümü arkada bırakmıyorlar.

Ve buraneros iş başında. Kendinden çok emin, soğukkanlı ama sıcak. Koltuğundan kalkıyor ve kız babasının karşısında şimdi. Dimdik. Sözcükleri kısa, net, kendinden emin ve sıcakkanlı. Kız babası biraz bekliyor ve sonra ayağa kalkıyor, hayırlı olsun dilekleri ile tokalaşıyorlar, sıcacık bir final. Aile fertlerinin yüzünde sıcacık gülüşler. Evin küçük çocukları, ablalar, teyzeler herkes mutlu, yüzler güleryüzlü. Pastalar kesilebilir, ikramlar şahane... Ama en çok o kaynaşma, yüzlerdeki iyi niyet ve mutluluk muhteşem. Evet biz de sizi sevdik, iyi yetiştirilmiş olduğunuz kesin ifadeleri pırıl pırıl. Lakin tüm bunlara rağmen buraneros fotoğraf makinesini yanına almamış olmanın pişmanlığını yaşıyor. Mesele o salonda olan bitenleri çekememiş olması değil, çünkü çok hoş ve güleryüzlü bir hanımefendi tüm fotoğrafları büyük bir ustalıkla çekti, enfes videolar oluşturdu.

Mesele buraneros'un yüksek kattaki dairenin balkonundan kocaman bir alana yayılmış olan ve muhteşem duran çatı ormanlarını çekememiş olması!

Yazıdaki fotoğraf ise bu sabahın en erkeninde... Buraneros uzun bir yürüyüşün dönüşünde bu sabah birden bu anla göz göze geldi ve çekti fotoğrafı; yüzleri gülen uzun bir yürüyüşün hatırına. Mutlu ve hatta seçimleri nedeniyle aferin oğluma diye bir mesaj da yolladı evrene... Ve elbette tüm bu güzel anlara ve ifadelere karşı "hayat bu," cümlesi de bir opsiyon olarak, bence yazının tam da şurasında durmalı!

Ama bir de bu gecenin devamı var elbette, Hut'a gidelim dedi gençlerimiz, telefonla yer ayırtıldı, masa amca hediyesi olarak donandı, Buraneros'un telkini ile Kulüp rakısının yeni versiyonunda karar kılındı. Rakılar keyifle içildi. Sohbetler genç ve neşeliydi. Sonuç itibariyle şahane bir mutluluk günü geceye katıldı, gittikçe çoğaldı. Sonrasında herkes evine sıçan deliğine tekerlemesi ile birlikte bu muhteşem gecenin sonuna varıldı. Oğlumuz genç kızımızı evine bırakmak üzere ayrıldı, bizlerde güzel bir ailenin çocukları olarak evlerimize doğru yürümeye başladık. Elbette tüm masayı ödeyen küçük kardeşten de teşekkürü eksik etmeyerek...



30 Ağustos 2025

24 Ağustos 2025 Pazar

Okur İçin Tadımlık

Sabahın sessizliğine, mini çadırlara ve sabah kaçkınlarının varlığına bayılıyorum. Görünmez bir bıçkınlığı var sabah erkeninin. Şu gençler mesela, her sabah, ortalık sakinken denizin kıyısındalar ve suya doğru uzuyorlar. Denizle oynaşacaklar, kanoları da mutlu ve onları taşımalarından, bu eylemselliklerini izlemekten olağanüstü bir keyif alıyorum. Ben erkenciyim, onlar birazdan gelecekler, bense güneş denizden çıkmaya başladıktan itibaren üst üste fotoğraflar çekeceğim, sayısını bilemediğim kadar.


Benim gençler göründü, kızlı erkekli bir grup, fotoğrafta görüldüğü üzere malzemeler taşınıyor, belli bir süre sonra ilerledikçe ve tamamlandıkça malzemeler kanoların üzerine çıkacak, biraz daha açılınca, tadını dibine kadar çıkararak denizin, belli bir ritmle küreklere asılacaklar.


Kim bilir gün gelir bir gün bu çok tatlı grubu şu iki enfes mekândan birine davet eder, açılışı yeni yapan sabahta onlara bir şeyler ısmarlar, haberleri olmadan çektiğim fotoğraflardan birer tane de onlara veririm,

belki oldukça büyük ölçeklerle, duvarlarına asmaları için...

17 Ağustos 2025 Pazar

Balık Avında Uyuyan Adam

Bu aralar sabah erkeninde kalkıp yollara düşüyorum. Yol dediysem de kastım çok çok uzaklar değil; evden çıkıyor, sahil bandından pek kopmadan uzaklara doğru yürüyorum. Can dostum fotoğraf makinemle genelde fikir birliğine varıyor, makinemin deklanşörüne sıklıkla dokunuyorum. Bunların çoğu yazılara dönüşmüyorlar. Bu kez karar verdim, tembelliğimi şöyle kenara iteledim ve muhteşem pazar günü erkeni ile ortaklaşarak gördüklerimin bir kısmını yazıya döküverdim. Aslında bu şahane sabah uğraşını daha önce hayata geçirmeliydim.


Güneşi gırtlağından yakaladım. Koşu insanları ve yürüyüşçüler genç adımlarını öne atarak yürümeye başlamışlardı. Deniz mutedil, dalgalarsa müzik notaları tadındaydılar. Arada tanıdıklarla rastlaşıyor, spor yapan insanların çokluğuyla coşuyordum. Sabah insanı olmak şahane bir şey diyor, erkenciliğe selam çakıyordum. Yaşam ise bu eylemlerimin karşılığını bana kusursuzca veriyordu. Müzikçalarını kenara bırakmış, sabah sporunu keyifle yapan genç kıza bayılmıştım, onun fotoğrafını seçtiği yer dolayısı ile çekmeden duramazdım. Bu gizli ve izinsiz bir çekim olacaktı ama çekmezsem de hayat bir eksik kalacaktı. Sonra şöyle düşündüm: Bir sabah dedim, oradan geçerken bunu ona söyler, bloguma bakmasını öneririr, izinsiz olması nedeniyle de ve sakıncalıysa da özür diler ve yazıdan çıkarırım dedim.


Tam o sırada hayat bana sadece benim duyabileceğim bir ıslık çaldı. Kafayı o yöne çevirdim ve deklanşöre bastım. İçimden bir keşke ayağa kalktı. Bana çok çok güzel bir açı daha var dedi ve işaret etti. Bayıldım, hayata teşekkür ettim... Hem de çok teşekkür ettim. Banklardan birine oturdum. Makinemi ayarladım ve iki kare çektim. Ona günün fotoğrafı adını verdim. Çünkü yakıştırmıştım. Balık avında uyuyan adam. Güzel bir başlık diye düşündüm. Çektiğim fotoğrafı çok sevdim.


O ara genç kıza biraz daha yaklaştım. Ne tatlı dedim. Denize uzayan iskele üzerinde açtığı müzik ile dans ederek spor yapan bir genç kız. Bir ara gidip ondan izin almayı ya da fotoğrafı biraz daha yakın plan yapmayı düşündüm. Sonra bundan vazgeçtim. Dimyata pirince giderken bulgurdan olmayı istemedim.


Bu sabah gemi azıya almıştım. Yolu iyice uzattım. İlaç saatime yetişebilecektim. Kafeler henüz açılmamıştı ve benim ilaç saatime de epeyi vardı. Günü senkronize edebilmeyi yine başarmıştım. Daha önce vazgeçtiğim bir şey için hayat bana bir olanak daha sunmuştu. Sabah erkeninde genç sörfçüler eğitimdeydiler. Bayrakları asılı, aileleri oradaydılar. Sanırım bugün de dün gibi sınav vardı. Bir süre izledim. Kıyıya varmak üzerelerken de olay yerini terk ettim. Yolu uzatmaya karar vermiştim. Bu enfes günün tadını çıkarmak boynuma borç idi. Bir açık mekân bulursam sabahın bu erkeninde hayat bana bayramdı.


Yarışı sonuna kadar izledim. Bolca fotoğraf çektim. İzinsiz oldukları için yine yakın plan kullanmadım. Biraz da günü ve hislerimi öne çıkarmak istedim sanırım. Ben günle ortaklaşmış, duygularımı onunla da tanıştırmıştım. Bundan iyisi ise şamda kayısı idi. Ama bir sonrasında biraz daha geç gelip, gözüme kestirdiğim mekânlardan birinde en erken açılış saatinde kahve içmeyi kafama koymuştum. Yönümü eve doğru çevirdim. Oysa eve trenle dönmeyi düşünmüştüm. Sanırım bunca güzelliği benimle paylaşan hiçbir şeyi yalnız bırakmak istemedim. Belki biraz da bencil idim. Onlarsız olmayı eve varana kadar istemedim.


Kıyı boyu, ucuna kadar yürümeye devam ettim. Yeni açılmış mekânları sevdim. Eskilerden sevdiklerimi ve bende izi kalmış olanları gülümseyerek hatırladım. Aheste adımlarda değil de artık dönüş yolunda yürüyüş adımlarımla ve yolun karşı tarafındaydım.


Bu trenli ve okul otobüslü ve çok sevimli mekânı daha önce görmüştüm. Saat itibariyle kapalıydı. Yaratım süperdi. Aklıma not aldım ve bir gün uğramayı düşündüm. Merak ettim sadece yoksa yeme içme adına bir ortaklaşma olmadı aramızda.


Veee geri dönüş yolunda önünde kaldığım, aslında aklıma kazınmış olan insansız ama oltalı sandalyeye bulunduğu yer itibariyle de bayılmıştım. Bu kez yaklaştım. Yine insansızdı. Değişik fikirler ürettim. Muhtemel ki dedim, bir arkadaşı uğradı onun teknesi ile denize açıldılar, abi de dönüşe bereket dedi, oltlarına güvendi ve dönüşte ganimeti toparlayacak. Ve aslında dönüş yolumda başka fikirlerim de vardı. Sonra dedim, sen hazır eve varmışken otur oturduğun yerde, fotoğrafları hazırla, yazıları tembele bırakma... bitir ve yayınla bugün dedi.



2 Ağustos 2025 Cumartesi

Doğum Fotoğrafçısı



Sabah erkeni, salon penceremden denize bakarken, pencereye yanaşıyorum.



Olan bitenden haberim yok.



Önce durumu pek kavrayamıyorum. İki yetişkin serçe ve tüysüz bir mahlukat.



Yavaş yavaş zihnim kavramaya başlıyor durumu. Bir doğum anındayım, kesin.

Koşup fotoğraf makinemi alıyorum. Uygun bir açıda değilim, ışık dahil her şey aleyhimde. Bir kaç fotoğraf çekiyorum, beğenmediklerimi de elerim diye düşünüyorum. İşlemler sanırım çoktan başlamış.



Yan odanın pencere önünde iki kuş sürekli atak halindeler.



Kardeşleri olabilir mi diye düşünüyorum.



Çekilsem kesinlikle kardeşlerinin ve annelerinin yanına gelecekler diye düşünüyorum.



Anneye destek olansa, kesinlikle baba.



Dipdibeler baba olay yerini asla terk etmiyor ve anneye sağladığı destek muhteşem.



Diğer kardeşler merak içinde, engelleri benim. Biraz sabır diyorum, şefkatle de gülümsüyorum. Kendi kardeşlerimin doğumlarını hatırlıyorum. Güvercinlerin penceremize bıraktıklarını da... Yıllar sonra anlatılınca anlıyorum, masal yazdıklarını bizimkilerin. Sözde kuşların getirip de camımızın önüne bıraktıkları parmak çikolataları götürdükten yıllar sonra...Penceredeki yansımalar fotoğraf kalitesini düşürüyorlar, çift cam olmasıydılar keşke diyorum. Pencereyi açsam çok zarara sebep olacağımı biliyorum. Sevimli bir telaş içindeyim. Bir yandan onları izlemem bir yandan da markete gitmem gerekiyor...

Ve dönüşte ilk işim olay yeri, koşuyorum. İşlem tamamlanmış, her şey toparlanmış ve olay yeri tertemiz...

İLETİŞİM İÇİN

mucanberk@hotmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP