Sahilden yürüyüp, ilk fotoğraflarını 2013 yılında ve ne tesadüf ki aynı mevsimde ama karlı bir günde çektiğim,* hep önlerinden geçtiğim ikiliyle biraz laflıyor; yıllardır orada olan, aslında hoşuma da giden ama bir tek akşam bile geçirmediğim, önünden her seferinde geçtiğim Pub'dan sonraki sıra sıra ve yine adım atmamış olduğum, aslında merak da etmediğim marka kahve dükkânlarının başlangıcındaki köşeden kıvrılıyorum. Tez zamanda gelmem gereken kahveciyi geçiyor, daha önce geldiğim ve beğendiğim Holmes'a göz atıyor, trene doğru yürürken yiyeceğim balığı da netleştirmeye çalışıyorum.
Işıkları da geçtikten, istasyon için son düzlüğe girdikten sonra biraz da vakit nedeniyle tereddüt yaşamaya başlıyorum. Gidip de lokantayı kapalı bulursam ya da çok kalabalık olursa halleri fikrimi çelme çabası içinde. Saate baktığımdaysa karanlığa kalma olasılığım var. Oysa ben lambaların yanmadığı, Gri'nin parladığı ve iki öğün arası bir vakitte, kimseler yokken orada olmayı istiyorum ki hem turlayıp, fotoğraflar çekip hem de balığın dibine vurayım.*
Karnım aç. Gözüm masayı kuruyor: Lüfer ızgara, turşu kavurma ve mısır ekmeği... Belki bir kahve, tatlı ve kitabımla ışıklı bir final. İkinci alternatifimse sanki günü ele alacak gibi; kontrollerini yitirmekte olduğum bir ikilem ele geçirmiş durumda beni. Yaklaşmakta olduğum mekân çok hoş. Tam bir Kuzeyli! İç dekorasyonu ve personeli ve de ürünleri çok hoşuma gidiyor ki yeni açılan bu kafe/pastane tarzı yer; benzerleri içinde ve gri günde ilk tercihim.
Atıştırmaya başlayan kar, Barınağa vardığımda iyice koyulaşacak Gri içimdeki tereddütleri çoğaltıyor. Bu anlarda radikal hamleler yapan yanım da sanki makul olan tarafta. Burnumdan kıl aldırmaya niyetim yok gibi! Ama farkındayım ki bu sadece, gibi... Yolu karşıya geçiyorum. Otomatik kapı açılıyor. İç basamakları çıkıyorum ve hoş buldum.
"Bir porsiyon su böreği ve kıymalı kol böreği karışık, lütfen."
"Bir de çay, bardakta lütfen.
Sırtım mekâna dönük. Ana yolu, onu kesen iki sokağı da gören köşe bir masadayım. Hiç bir insanla görsel bir temasım yok; kendi Ada'mı yarattım ve geniş bir görüş alanım var. Enfes bir müzik eşliğinde açıyorum kitabımı. Kuzey Edebiyatı'nın malumu üzere hastasıyım. Roy Jacobsen, sevdiğim yazarlarından. Beyaz Deniz'in son sayfalarındayım. Öykü sağlam, karakterler ilginç fakat bir hata yapmışım ben, kitabın aslında öncesi varmış; önce üzülüyorum buna ama sonra da diyorum ki bu kitaptan sonra evveliyatına gitmek daha ilginç. Böreklerse muhteşem. Zaten beni ötekilerden bu mekâna çeken hoşluklardan biri ürünlerinin lezzeti ve minimalist şıklığı. Kuzeyli Gün'se beni asla terk edemezsin havalarında. Açıkçası niyetim de yok, lakin bu havalı haline de bir ayar veresim gelmiyor değil.
Kalkıyorum, tekrar maskemi takıp ürünlerin olduğu kısma geçiyorum, her birinden ikişer olmak üzere kuru pastalarından seçiyor ve masama dönüyorum; bakışım manalı ve ötekimin karizması düştü. Benimse havam yerinde keyfim âla.
Pastalar enfes. Tecrübeliyim, daha önce denedim. Şu küçük küp şeklinde olanlar incirli. Sormuyorum. Hamuru mu öyle oluşturdular nasıl yaptılar merak da etmiyorum ama Hindistan cevizi ile uyumlarını çok beğeniyorum ki üzerine aldığım demi muhteşem, kokusu âlâ çay da benimle aynı fikirde. Mutluyuz. Şu uzun diktörgen ve ucu çikolatalı olansa helva tadında bir pasta. Hamurunda tahin mi var acaba? Hımmmmm bu ikisini bir başka gün soralım. Daha uzun kalmaya meylimiz yok değil. Manzara güzel, enfes bir kitap bitti, hava hâlâ Kuzeyli... Kalabilirdik ama kararında bırakmakta da fayda var. Ödememizi yapıp çıkıyoruz.
Minik ve dar uzun kahve dükkânının içi gibi dışı da bahçenin derinliğine doğru uzayan dört kişilik masaları ve tavandaki ısıtıcaları ile davetkârca bakıyor. Yine imreniyorum ve hissim çok tez zamanda bulaşacağız sinyalleri gönderiyor. Eğer kahvesi kendisini sevdirirse kanka olma olasılığımız kesin.
Yönüm eve doğru. Hissimse eve sapmayacağız arzusunda ve tıpkı bir çocuk gibi beni çekiştiriyor. Mavi'ye bir selâm ediyorum. Neden gelmediğime bugüne kadar hep şaşıyorum. Acaba diyorum, Bodrum Mavi ile daha tıfılken yaşadığım Ortaçgil'li gece ve sonrasında Bodrum buluşmalarımızın tadı onu ayrı bir yere koydu da bünye bu ad benzerliğini sindiremedi mi acaba? Hımmmm... diyor gencin başını okşuyorum ve diyorum ki bir yetişkin olarak: burası başka, hem sevmiştim ben de ama neden gelmediğimi de bir türlü izah edemiyorum. Sonra diyorum ki bir öğle sonrası şu pencere önündeki dip masaya gelmeli, biraya yakışır bir şeyler isteyip sadece yolu ve denizi seyrederek ve zamana yayarak içmeli... Hep selamlaştığımız; saçları civciv sarısı boyalı, mekâna çok yakıştırdığım kızla da iki lafın belini kırmalı... Üstelik patron beni tanıyor, bunu bakışlarından anlıyorum. Bir selâm versem dökülecek. Velhasıl geçen yıllar hızlı olsa da bir gün bile gelmemiş olmam ve daha dünmüş gibi, zaman tazeymiş gibi, bir gün gelirim acelesi yok havama da şaşırıyorum. O halde tez zamanda geliyorum...
Bu düşüncelerle Gri akşamın içinde yürümeye devam ediyor, eve sapmayıp uzuyorum. İskele Kafe tatilde ve sezonu bekliyor. O ara bir fikrim beni dürtüyor. Açığından bir gemi geçiyor. Dönmüyorum İskeleye. Bir başka fikrim daha geliyor ve ona uymak üzere bir kaç metre daha yürüyorum. Ve hoooppp başka ama bu yaz kalabalığından dolayı ihmal ettiğim bir başka kitap okuma noktamdayım. Oysa yaz boyunca sıklıkla bu coğrafyaya geldim. Karşımda en popüler, en marka üç kahve mekânı var, ortam beni dürtse de kahve alıp masaya dönme ve kitabımı açma fikrim bugün için yok.
Ama başka fikrim var! Hep sözünü ettiğim sırt çantam... Tabii ki asıl sırt çantamla pandemi sürecinde uzaklaşan ilişkimiz için üzülüyorum. Uzun seyahatleri özlüyor muyum? Düşüncemde olmadıklarını fark ediyorum. Zihnim bir özet geçiyor hemen. Burada, kendi coğrafyamda güzel anlar ve günler yaşadığımı hissediyorum ve dolu dolu geçmiş şu iki yıllık süreç aslında daha kıymetli; daha kadri bilinir ve hatırlanır günler yaşatmış bana, diye düşünüyorum. Yaşamış ve yazmışım. Blogdaşların varlığı, onlarla iletişim anlıyorum ki müthiş bir dayanışma ve destek olmuş yaşama. Bir boşluk duygusu oluşturmamış; duygusal bir fakirleşmeye yol açmadığı gibi aksine farklı, daha zengin ve coşkulu zamanlar atmış kumbarama... Bu keyifle yeni kitabımın ilk sayfalarında gezinmeye başlıyorum. Kapağı Gri zeminli kitabımın adı pek manidar: Bütün Günlerin Akşamı. İlk satırlardan itibaren seviyorum.
Yazar Jenny Erpenbeck ile ilgili düşüncelerimse şimdilik çok olumlu...
O barınağa gidildi ve sadece balık yenilmekle kalınmadı, günün de canı çıkarıldı!
*Yazıdaki 4.fotoğraf
Güzel bir gün olmuş yine, buralar çok soğuk, gece minik minik kar yağdı ama tutmadı, yüksek yerlerde beyazlamış ortalık, Antalya halkı sevinmiş. Ankara karlarına yeterince doyduğumdan özlediğimi söyleyemeyeceğim.
YanıtlaSil"Görünmeyenler"i "Beyaz Deniz"den daha çok seveceğinizi düşünüyorum. İnsanı üşüten kitaplar ama çok güzeller...
Bizim hava durumları ilginç; Pazar günü kar, Pazartesi sakin, dün güneşli, an itibariyle çatılar beyaz arada düşen hafif karlar:) Kitabı aldıktan sonra sizin yazınızda görmüştüm, öncesi olduğunu. İlk siparişte buluşacağız mutlaka:)
Silben de sizin gibi bir emeklilik hayatı istiyorum kendime :) güzel, sakin, huzurlu günler, kitap, müzik, sevdiklerimle dolu :) ben bu kadar dolu dolu ve güzel anlatamam ama güzel yaşarım, söz :)
YanıtlaSilSizin iş ritminiz yoğun, benim işim de bu hızla -basit- bir çok şeyi hayatıma katmaya engeldi. Sonra Bağkur'dan erken başlayan erken emekli olur çerçevesinde gerçek emekli olunca işi başka bir seviyeye taşıyıp kardeşime bıraktım ve kendime zaman ayırabileceğim de bir iş buldum. Şimdi işi ve hayatı birlikte ve keyifle götürebiliyorum, ikisi de birbiriyle anlaşabiliyor ve birbirlerine engel çıkarmıyorlar.
SilÇok teşekkür ederim ancak emin olduğum bir şey var ki güzel yaşadığınız kadar güzel de yazdığınız:)
aaa şuursuz ben! bu kadar güzel "yaşamak" ancak emekliyken olur diye bir önyargım varmış demek! oysa siz çalışıyorsunuz da yani! köşeme çekilip ağlayayım bir süre sevgili buraneros :)
Silgüzel sözlerinize çok teşekkürler :)
Home office çalışılabilen bir iş, interneti icat eden sağolsun:) Patron benim, izin elimde ama mesaim sabah 10 akşam 18:) Geçen yıla kadar 12-13.30 arası öğle tatiliydi şimdi o da yok:)
SilRica ederim, gerçeğin dışında kimse bir şey söyletemez bana:)
Sevgili Buraneros!
YanıtlaSilBu dünyaya senden bir sürü bir sürü lâzım!!!!!
Tuhaftır, aynı başlıkla ben de benim grilerimi yazacaktım kaç gündür, burada da çok güzel griler var, yeni fark ettiğim.. Hep varlardı oysa ki :) Neyse bu da bir başlangıçtır.. Grileri sevmek sanatı!
Sevgili Ceren,
SilBence senden de bir sürü lazım.
O zaman bu sanatı ve tadını bilen senden yazıları hevesle bekliyorum.
Yaşasın Gri kardeşliği!!!!
İtiraf edeyim, kurşuniye bakan gri hava bugün bana biraz yorucu geldi. O nedenle griye karşı mesafemi takındım. Ama, siz bana bakmayın, gri güzeldir yine de. :))
YanıtlaSilSevgili Okul Arkadaşım, gündemler koyu gri ve seviye yerlerde, oysa gri bakışa göre yumuşak, uysal, kısmen de romantik bir durum; çirkinlikleri de kapatabiliyor. Bazen ona sığınmak hayatı hatırlatıyor insana, o bakımdan da güzeldir.:)
Silvallahi özendim. billahi kıskandım. en son gittiğim mekanı şöyle bir anlatacak,böyle bir yorumlayacak kadar inceleyemiyorum bile. cevreme aman aman dikkat edemeyecek hale geldim çocuktan sonra... halbusı şimdi bana erasmusunu bile anlat deseler “neydi yia” “ımmm adı neydi o barın?” dyecek bir beyin erozyonuna ugramış gibiyim. Evlilik ve cocuk diyorum... beni galiba bunlar bitirdi adfgdhdjhf
YanıtlaSilRus dili ve edebiyatı mezunu biri olarak kuzey edebiyatına hiç hakim değil ss aldım bakalım. müsait olursam okuyacağım... 👍🏼
Okuyunca harşeye iyi gelir diye umuyorum:)
Sil