6 Nisan 2022 Çarşamba

Alışmak Bir Yara Bağrımda Kanıyor

Onunla kitapçımda dolaşırken rastlaşıyorum. Sadeliği, boyu bosu, fiziki durumu fena etkiliyor beni. Gözaltına alıp, göz ucuyla çaktırmadan bir süre izliyorum. Davranışlarına dikkat ettiğimde ise entelektüel düzeyinden, ona bir karşılık veremeyeceğimden ürküyorum. Zihnimi fazla yormayacak, biraz laylaylom, pandemi sürecinin etkilerinden uzak, hafif, hayata dokunan, bittiğinde duygusal acılar içerip de arabeske bağlanmayacak; kalbinde ve kalbimde yaralar açmayacak one night stand bir ilişki aradığım.

Gün sonunda ikimizin de "Birlikte çok güzel zaman geçirdik. Duygusal bir beklentimiz yoktu. Çok teşekkür ederim, güle güle," diyeceğimiz, elimizde ne bir adresin ne de bir telefon numarasının olmayacağı, adlarımızın bile o günlük seçilmiş ve sahte olduğu bir birliktelik.

Fakat sanki o da gözünü bana dikmiş, bakışları ardımdan gelip içimi delerek geçiyor gibi hissediyorum. Kalbimi bir sıcaklık kaplıyor. Bu bir zaaf değil; bu, karşılıksız bırakamayacağım, tam da hayal ettiğim ilişki sanki birkaç adım arkamda inancı. O sıra göremediğim biri, bir arka kapak fısıldıyor ve bir kenara çekip hakkında bazı ipuçları veriyor. Sonra da ilave ediyor. "Seversin. Gel kaçırma bu ilişkiyi; sende bırakacağı etkiyi ve ardında bırakacağı tadı uzun zaman unutamayacaksın."

"Sonuçta bir yancı o," diye geçiriyorum içimden. Fikrimse "Söyledikleri konusunda çok da güvenme," diyor ve "Bu bir reklâm, bu gerçeği gör lütfen," diye de uyarıyor.

Çıkıyorum kitapçıdan. Dışarıda bir boşluk. İçimdeki ile koşut sanki. Cesur ben müdahil artık olaya ve "Dön geri," diyor. "İstediğin sana herhangi bir duygusal yük taşıtmayacak, sorumluluk almayacağın, ardında bıraktığını hiç düşünmeyeceğin ve üzülmeyeceğin one night stand değil mi? Değil dersen sen, ben yaşamak istiyorum bunu."

Bu işime gelir işte. Bir duygu erozyonu olursa sonuçta üzerime toz bulaşmayacak ve ben yaşadığımın keyfiyle kalacağım. "Uyar bana," diyorum ve dönüyorum. Sadeliği, boyu bosu, fiziki durumu fena, karşımda. Delici bakışları, entelektüel edası, dik duruşu ve pek anlamlı gülüşü ile duruma egemen ve ufalıyor beni.

Enfes bir söz başlangıcı. Kafa dengi kelimeler karşılılıklı olarak akıyor. Ancak ondaki derinlik benim boyumu yer yer aşıyor. Önce kendime yediremiyorum. Ama O, o kadar olgun ve farkımda ki; içim, şefkati ile parıldıyor ve dönüp de yeniden cümlelerin üzerinden geçmesini istemek hiç de sandığım gibi bir komplekse sebep olmuyor. Biraz hız kesmek zorunda bırakıyor bu geri dönüşler ancak nedense aynı sözleri tekrar etmek beni rahatsız etmiyor. Bir aşağılık kompleksi oluşmadığı gibi onun entelektüel düzeyi pek sevimli; anlayışlı ve hiç de sandığım gibi havalı değil.

Onu sinemaya davet ediyorum ve reddetmiyor. Bergen'i birlikte izliyoruz. Çıkışta ki okuyucular bilecektir, berbat bir burger yiyoruz; ben huzursuz oluyorum, o hiçbir serzeniş göstermeyecek kadar alçak gönüllü. Sonra bu durumu telafi etmek için onu, sevdiğim bir okuma noktamda çay içip browni yemeye davet ediyorum. Sohbete orada da devam ediyor, birbirimizden fazlası ile hoşlanıyoruz. Ve bu mutlu ânı bira ile kutlamayı teklif ediyorum. Hafta sonu için anlaşıyor ve buluşuyoruz. Onu Mavi'ye götürüyorum. Güzel müzik, bira ve enfes bir sohbet yine. Çevirmen Esin Kuşşaklı da aramızda olsaydı diye düşünüyor, zaman nedeniyle davet edemediğim için üzüntü duyuyorum.


11 Mart'ta başlayan yakınlık bütün yavaşlığı ile sonrasında da devam ediyor. Derin sularda dolaşıyoruz. Kendisi dünyayla ilk olarak 1936'da tanışmış. Biraz... Hımmm ne derler, distopik bir karakter, ancak espritüel de. Anlatım tarzı renkli ama bu renkler birbirinden farklı. Sohbet ettikçe daha da yakınlaşıyoruz ve onu bir iki hafta sonra biraz daha tanımış olarak ve elbette kendi seviyemi test etmiş olmanın güveniyle de yine sinemaya, ardından da David People'a kahve içmeye davet ediyorum. Kırmıyor. Bu kez yine yaklaşan 2.Dünya Savaşı'nı, kapitalizmi, ve onunla birlikte yükselen faşizmi konuşurken, kendisini yazan rahmetli Karel Çapek'in bu durumu öngörebilmiş olmasının müthiş bir şey olduğunu söylüyorum. O da "Rahmetli göremedi ama ben çok ünlendim, hatta 20. yüzyılın distopik roman türündeki en önemli örneklerinden biri olarak değerlendirildim," diyor. Uzun kalıyoruz, ikinci bira teklifime teşekkür ediyor ki bu benim için de iyi oluyor.


Dışarı çıkmadan az önce dolu atıştırıyor, kar beklerken güneş gücünü artırıyor. O Thomas Mann'ın "Çapek'in Avrupa'daki delilikle ilgili saftirik görüşleri kesinlikle büyüleyici," dediğinden bahsediyor. Bense coğrafyanın, eski sosyalist toplumların edebiyatlarından ve yazarlarından hoşlandığımı, Kundera'nın Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği ile beni yıllar önce vurduğundan, Juliette Binoche'a filmiyle vurulduğumdan, hatta onu tanımadan önce benzeri bir sevgilim olduğundan söz ederken O, Milan'ın "Semenderle Savaş hiçbir zaman unutulmayacak... Çapek, romanlarıyla totaliter bir dünyanın dehşet verici görüntüsünü önceden gören belki de ilk Avrupalı yazardır," sözlerini bana tekrar ediyor. O ara sahil boyu yürürken bir an dikkatini çekiyor. Uzağa bakan bir adam. Deniz. Açıkta bir gemi. Ona sayfalarından bir şey hatırlatıyor; o sayfalarda yok olmuş bana da... Benimle vedalaşıyor. "Karel'e, Kaptan J.Van Toch'a, çok selam söyle ve adıma teşekkür et, lütfen," diyorum: "Beni Kaptan Toch ile hemen başlarda çocukluk dünyama götüren, 288 sayfaya rağmen uzun zamanda okuduğum, bazen geri döndüğüm sen için... Ve ayrıca ilk sayfalarda Kaptan'ın varlığı ile "İlk kitaplarımın tadı gözlerime bulaşıyor. Mesela Mercan Adası..." cümlesini kurmama vesile olup yaşattığı sevinçlerim için."


"Çok keyifli bir buluşmaydı, aralar verdiğinde bir an dönmeyeceksin diye korkmuştum," diyerek elimi sıkıyor. Sarılıyorum. Uca doğru yürüyor. Suda kaybolmadan önce dönüp bana gülümsüyor. El sallıyorum. El sallıyor ve denizde, dünyasında kayboluyor.

12 yorum:

  1. gülümseyerek okudum, çok hoş anlatmışsınız :) ama tüm bunlardan sonra kitabı denize atmadınız değil mi? hayır bir ürperdim "Suda kaybolmadan önce"yi okuyunca :P

    YanıtlaSil
  2. Teşekkür ederim:) Kitabı denize atmadım, semenderlerin özellikleri ile ilişkili bir metafor o:)

    YanıtlaSil
  3. Bir kitapla yaşanan ilişki -ki hep vardır öylebir şey - böyle mi güzel anlatılır..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim, renkler uyuşunca, sanırım duygularla kelimeler kendiliğinden akıyor:)

      Sil
  4. ben de korktum ama yapmamıştır yapmamıştır diye tekrarladım kendime...
    gerçekten baktım da kapağının tasarımı çok güzel çok çekici.
    anlatıma bayıldım :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim, tavlanmam da etkisi var kapağın.:) İçgüzelliği de güzel çıktı sonuçta ancak bir distopya olması ve siyasi-politik-sermaye alt yapısı nedeni ile bir roman olarak -genel anlamda- şiddetle öneririm diyemiyorum.

      Bu kapaklar Jaguar'ın prospero serisine özel anladığım ki bu o seriden 8.kitapları. Diğerlerine de bir göz atmayı düşünmekteyim:)

      Sil
  5. Çok keyifliydi üstad 👏👏👏👏👏👏👏
    Elinize sağlık. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim:) Keyif verdiysem ne mutlu. Üstad'ı kullanmayı severim ki küçüklükte kulağıma kaçmış bir kelimedir, üstelik çok yakıştırdığım insanların birbirlerine hitaplarından öğrenmişimdir ama kendimi hep çırak olarak görmüşümdür; o güzel, Cumhuriyet aşığı insanlar nedeni ile, onlardan biri benim yolumu da aydınlatan enn amcamdır Sevgili Momentos:)

      Sil
  6. Bayıldım :) İlk satırdan itibaren kıkırdayarak okudum :) Bir okuma serüveni ancak bu kadar cezbedici şekilde anlatılabilirdi :D

    YanıtlaSil
  7. Çok teşekkür ederim; anlattıranın da hakkını teslim edelim ama, yeter ki kafalar uyuşsun, o zaman hayat hep güzel:)

    YanıtlaSil

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP