13 Temmuz 2021 Salı

İleri Üçlü

İkindinin akşama yakın zamanları, pencereden bakıyorum; güneş batıya çekilmiş, ön bahçenin önemli kısmına binanın gölgesi düşüyor, arka bahçe ise tam anlamıyla güneşlenmelik. Ön bahçe günün ruhları dürtükleyen bu saatinde bana uyar. Bir tuğla ile ilişkimizse uzun süredir devam etmekte; Bolaño'nun Vahşi Hafiyeler'i. Biraz ağırdan aldığım çok keyifli bir roman; onu okurken araya arasıcak tadında kısa öykü kitapları da sıkıştırıyorum. Hiç okumadığım ve hiç bilmediğim yazarlarla tanışıyorum. Bir tanesini bilmemem çok normal ki yazarın ilk kitabı; yine içgüdüsel bir satın alma... İki üç sayfalık öyküler; iddiasız, yalın, iç döküşlü, mizahi dokunuşlu, hesaplaşmalı ve sıcacık. 95 sayfada 18 hoş öykü: Derya Sönmez'den Sırça Kanatlar.


Diğeri ise arka kapağındaki cümleleri ile beni 102 sayfada Ankara'yı mesken tutmuş martılardan Galapagoslu Yalnız George'a, Tarlabaşı'nın karanlık köşe bucaklarından Balat'ın ayazmalarına, büyük kentin kalabalığındaki kimsesizlerden aynı şehrin sokaklarında kendi cemaatini oluşturmuş, kulağı küpeli köpeklere.. Gerçeküstü bir düşten, rengârenk 9 öyküye dahil ederek bu katılımdan zevk almamı sağlayan, hayata soldan bakan Elvan Çubukçu'nun ikinci öykü kitabı Köpek Düşü.


Maskemi takıp iniyorum bahçeye, onu çıkarıp çantama atıyor, biraz fotoğraf çekiyorum. En alt katımızda bir getto var. Mahallenin tüm kedileri orada. Bir sürü yeni yavru ki artık usul usul ergen oluyorlar. Bir kaçı bahçede, bir kaçı da arabaların üzerinde güneşlenmekte. Alıyorum sandalyemi, güneşe açıyorum kitabımı. Tabii ki Vahşi Hafiyeler. Artık Fransa'dayız. Sahilde ise şenlik var. Bir an konser olduğunu düşünüyorum. Biraz kitap sonrasında muhtemel ki dayanamayıp gideceğim. Ama şimdi güneş, çimen ve bahçe kokusu...


Şu kedi beni tırsıtıyor. Yeni nesilden kendisi. Bir kedi olduğundan şüpheliyim. Uzun boynu, gözleri ve bakışındaki sert ve vahşi ifade vaşak kırması olabileceğini düşündürtüyor bana. Şimdilik sadece bakışıyoruz, henüz bir temasımız ve sohbetimiz yok.


Beyaz papyonlu, siyah ve bir önceki nesilden kedi ise konfor düşkünlüğü ve ciddiyetli gamsızlığı ile favorim, bir temasımız olmasa da göz göze geliyoruz sıklıkla. Arabalardan birinin tavanına yayılmak, iyice mayışınca da siesta en büyük keyfi. Ekmek elden su gölden bir hayat bunlarınki, çift daire genişliğinde bir kapalı yaşam alanı, el vurmadıkları, bakımına hiç karışmadıkları bir bahçe ve enfes yemeklerinden yararlandıkları altı daire. Bir elleri yağda bir elleri balda...

Arka bahçedeyse zeytin ağacının altında bir mezar var: Son ve en uzun, son ana kadar bu bahçede yaşayan ama en korumacı, havlaması ve kafa tutması boyundan büyük Bitsy'nin...

O bir teriyer efsanesi, hikâyelerinden kitap olur... Biz ilk biten binaya geçmiş, eski ve kadim evin yıkımı başlamışken  canını yakan bir şey onu inletip duvarlara tırmandırmaya başlayınca komşu kız öğrenci yurdunda kalan bir öğrencinin kontrolü sonucunda onun önerisiyle hocasına götürdüğümüz ve muayenenin ardından son haddeye varmış kanser olduğu anlaşılan ve hocanın acı çektirmeyelim uyutalım dediği ve öyle ölen, yerine bir köpek koymayı düşünmediğimiz, düşünemiyeceğimiz en emektar ve  en unutulmazlarımızdan birinin mezarı...


Kitapla aram çok iyi, Roberto ile de anlaşıyoruz. Çok karakterli bir roman olması, o karakterleri üniversite öğrenciliklerinden beri takip etmek, okumayı uzun zamana yaymam nedeniyle akılda kalıcılık açısından sıkıntı yarattır mı acaba? diye endişe etsem de fark ediyorum ki hiç de öyle değil. Sanki onlar benim hayatıma değil de ben onların yaşamına dahil olmuşum. Hatta bazıları ile diğerleri hakkında dedikodu bile yapabilirim. Bir paralel evren durumu.

Sanırım araya başka kitaplar alsam da uzun bir süre daha Bolaño'nun kitabında takılacağım; sonuçta alkol var, taze şairler, ilişkiler, aşk, seks, edebiyat, barlar, uyuşturucu, şehirler, kısacası insana ve bohem hayata özenmek manasında ne aranırsa kitapta. O ara benim aklımda ise dondurma dönüyor. Toparlansam, kitabı da çantaya atsam, önce konsere takılsam sonra iskeleye doğru yürüsem, dondurmamı İskele Kafe'de yesem, o arada belki kitabımı açsam, o sırada iskeleye balık tutmak için giden Naz ile erkek arkadaşına "Rast gele!" desem, diye düşünüyorum.

Konser sandığımın konser değil bant kaydı olduğunu, alandaki basketbol sahalarında da belediyenin sokak basketbolu turnuvasına dahil maçlar oynandığını, alkışların sandığım gibi konsere değil oyuna yönelik olduğunu anlıyorum. Kahraman halkımızın özellikle genç kısmının maskelerinden sıyrılmış olduğunu görüyor, ne olacak bizim halimiz diye düşünürken ve yürümeye devam ederken iskeleden vazgeçip meydanındaki amatör tiyatro gösterisine biraz bakıyor, sevdiğim dondurmacıya varıyorum. Oh ne âlâ! Burada da pandemi bitmiş, çok şükür. Lebalep. Anında yeni plan, geri dönüş ve ilk Migros'a dalıyorum.



Mini nevalemi alıyor, bir an karasız kalsam da yine sahile iniyor, ağır adımlarla yürüyorum. Şimdi evdeyim, çalışma odasında pencereler denize nazır ve açık. Sarı votkam üç haftalık bekleme süresini doldurmuş, süzülüp şişelenmiş ve içime hazırdı ama biraz daha dolapta bekletmek istemiştim. Migros'tan bir 50'lik malt bira ile tussuz kavrulmuş fıstığı kapmıştım az önce. Yani bira, şat sarı votka ve fıstıktan oluşan İleri Üçlü ile takılmak bence iyi fikir. Elbette müzik. Sonuçta bi şat iki şata dönüyor, bira 25'lik kadehte bir devir yapıyor, o ara Enn Sevdiğim Kadın'a sarı votka başarımı anlatıyorum ki 6.kattayken yapmıştım ve birlikte içmiştik, dolayısıyla keyfime keyif katıyorum. Elbette can tertibim, alemin ve Bodrum'un en şahane garsonu, bar insanı, barmenlerin kralı, ilk sarı votkayı onun yapımıyla askerde içtiğimiz, yaşça bizden büyük, yani devre kaybı Aziz'i sevgiyle anıyorum. O zamana kadar bilmediğim sarı votka konusunda ustam, bana, bize el veren O.


Ve fakat pazar günü yiyemediğim dondurmayaysa dün akşam gidiyor, daha sakin bir ortamda sade, karamel, parça çikolatalı, çilekli, cevizli bir kase dondurmamı keyifle yiyorken tam ben, ortam bir anda lebalep oluyor. Tırsıyorum ki allahtan bitmek üzereydi... Şükür ki dondurmadan eksik kalmıyorum. O yürüme esnasında iki mekânla ilgili olarak geleceğe dönük planlar kuruyorum. Biri için önceden Berkay'ı arar ki burası bir balık lokantası, şu kapalı tuttukları üst kattan, taa Kiev'i görecek pencere önü masalardan birini ayırtırım diye düşünmekle birlikte, ama en sevdiğimiz mekân da çok özel, diye de düşünüyorum ve ikili bir planı sonuca bağlıyorum. Ben aslında bu ön izlemelerimi çok seviyorum.

Şimdi, lafı daha uzatmadan, ben dokunuşlu Aziz Üstat' dan el alınma sarı votkayı kısaca tariflesem ki şeker dokunuşu benim tercihimdir, diyorum.

Fotoğrafta görüldüğü üzere benim oynar kesicili şahane bir soyacağım var; bir limonun kabuğunu hiç koparmadan zar inceliğinde soyabiliyorum; bunu yaparken de beyazını hiç almamayı başarabiliyor ama çok çok az miktarda, kabuğun minik girintileri arasında yer yer o beyazın olmasını istiyorum. Ebadına göre 5 ya da 6 tane hakiki Finike limonunun kabuğunu cerrah titizliği ile alıp bir kavanoza koyuyorum önce, sonra dört-beş adet tane karabiber ekliyorum, sonra 70'lik votkayı boşaltıyorum ve bir tane de  yarım şeker boyutunda esmer kesmeşeker ilave edip kapatıyor, 3 hafta buzdolabında bekletiyorum. Sonrasında da süzerek şişeliyor, buzdolabına içilmeye hazır halde bir süre daha bırakıyorum.

Sonuç pek âlâ!



İstanbul'da yaşasaydım... İkinci iğne de tamamsa, bir öğle sonrası can bir arkadaşımla Ayaspaşa Rus Lokantası'na gider, bir karaf sarı votka ile iki kişilik Etli Votka tabağı söyler, yarım karafını dolapta bekletir yarımını masaya ister ve o kadim mekânın loşluğunda, Rus tınıları eşliğinde keyfime keyif katardım.

Benden söylemesi:)

Daha fazla Ayaspaşa Rus Lokantası ise şurada!

18 yorum:

  1. Öykü kitabını kaptım. Her ne kadar alkollü içecek fabrikasında çalışmış olsamda, içki ile aram pek yok. Tüm hayatım boyunca bir kasa bira bile içmemişimdir. Afiyet olsun, iyi demlenmeler..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim, benim de sıkı bir içici olduğum söylenemez ama onun keyfini ve anlara eşlikçiliğinin tadını da inkar edemem:)

      Sil
  2. yeni kedi tırsılmayacak gibi değil yalnız! öte yandan biraz benim miçoya benziyor, üçgen suratlı ve sanırım erkek. Bitsy'nin hikayesi ise...ne desem eksik kalacak, o yüzden susuyorum! (bu susmuş halim :P)

    ayaspaşa rus lokantasını ben de çok severim. daha önce de yazmış olabilirim, salgın öncesi oğlumla kavilleşmiştik, gitmek üzere. ama işte salgın patladı! geçince ilk yapılacaklardan. sizin de kulaklarınızı çınlatırız :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bitsy başkaydı, en uzun yaşayan köpeğimiz, çok komik hikâyeler bıraktı geride, umarım yazarım ara ara:) Ben de okumuştum ya da bir yorumlaşma mıydı sanki diye hatırlıyorum, lokanta şu an sinema yönetmeni olan oğul tarafından yönetiliyor ki baba da her daim mekanda. Bence İstanbul'un göz nurlarından biri olarak da korunmalı. Baylırım kulaklarımın çınlamasına:)

      Sil
  3. Selam öykü kitabını not aldım. Sarı votka turuncu votka Ankara'da yaptım. Sinop'ta vişneli ve karışık hazırlandı ağustos sonu Eylül başı tadına bakılacak. Böğürtlen zamanında böğürtlenli. Sevgiler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Selam. Rezevr kıskandırıcı. Çok yıllar önce meraklı bir tıfılken bir yemek dergisinde Belgin Doruk'un bir tarifini görmüştüm; Polonya geleneğinden gelen vişneli votka, Vişnak. Yapmıştım da... Yorumu okuduktan sonra yapma isteğim kesinleşti:) Teşekkürler. Sevgiler.

      Sil
  4. Bence şu dördüncü fotoğraftaki kedinin henüz ehlileşmemiş genleri, çok daha yüksek miktarda olmalı. O nasıl bir duruş ve bakış öyle! :)
    Smokin papyon takımlı olan, işini bilen bahçe kedilerinden olmalı; sev beni severim seni der gibi.

    Sarı votka tarifiniz için teşekkürler Sevgili Okul Arkadaşım. bu pandeminin varyantlarının biteceği yok, Rus Lokantası henüz uzak bir hayal gibi duruyor. Ben en iyisi iyi bir limon bulup bu tarifi değerlendireyim. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. O kediyle özel ilgilenmeyi düşünüyorum, yakınlaşabilecek miyiz bilmiyorum, bir karakter analizi için keşif hareketinde bulunacağım Sevgili Okul Arkadaşım; bakalım nasıl bir tepki verecek. Papyonlu sıcak kanlı, biraz kafa dengi gibi, balkondan da anlaşıyoruz kendisi ile.

      Rica ederim, askerliğin faydası işte, insanı her türlü eğitip geliştiriyor.:) Bir laf etmiştim yazılardan birinde, benden mi çıktı yoksa zaman içinde bir yerlerde okudum da mı kazındı bilmiyorum ama doğruluğu kesin bende: Hayaller gerçeklerin ön izlemesidir. Sizin mesafeniz uzak, yoksa pandemi sorun olmazdı ya da alkol fedakarlığı yapacak bir sürücünüz olmalı.:)

      Sil
  5. Ön bahçe, arka bahçe, miss gibi yaseminler irili ufaklı, ara sıcak niyetine kitaplar. Ortam müthiş! Kedileri severim ama awww... Uzun boyunlu genç nesil kedi bir fırsatını bulup uçarak yapışıverecek insanın üzerine sanki. Evet evet, o gerçek bir kedi değil, Ayak bileklerindeki puantiyeli tüylerden de belli. Arka bahçedeki Terrier'in öyküsü çok hüzünlü:(
    Siz dondurma dedikçe gerçek dondurma çekti canım. Afiyetler olsun:) Kalabalık ve maskesiz ortamlar inanılır gibi değil. İşimiz zor onlarla :( El becerilerinizi kutlarım. İnsanın bir tarifi tutturması gibisi yok. Keyifleriniz daim olsun:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ahh Sevgili Zeugma bu ortamın eski hallerini görmeliydiniz. Sebze ve meyve ağaçları ve çamlarla dolu kocaman bir alanken yeni imar planları ile bina tarlalarına döndü; Allahtan bahçeli nizam mecburiyeti ve denize doğru alçalan kat yükseklikleriyle kısmen yeşil kalabildi.:) O kediyle ilgileneceğim. Fakat siz de dondurma deyince de ben ilkokul 5'deki çocuk oluverdim ve o akşamın sabahında doktora koşturduğumuz gün geldi aklıma. Belki de bir tekrar olacak ama duramam şimdi.:) Okul tatilnde Çanakkale'deydik, sanırım aynalı çarşıda, çünkü hatırladığım bir pasaj içiydi, ünlü bir dondurmacıdan dondurma almıştık ki tadı hala damağımda... Fazlasıyla abartmış olmalıyım, yazları evden mağazamıza giderken dondurmaya benzin muammelesi yapardım, yol üstündeki dondurmcılardan takviye yapmazsam yolda kalabilirdim, öylesine tutkunuydum. Pandemi bir geçsin o dondurmanın da peşine düşeceğim inşallah:) Teşekkür ederim, ara vermiş olsam da yeniden o tada ulaşmak benim de hoşuma gitti. Hepimizin keyifleri daim olsun:)

      Sil
    2. Sabah olunca ateşiniz çıkmıştı muhtemelen. Aynalı Çarşı en az 10 yıldır yalnızca hediyelik eşya üzerine. Arka çıkış kapısına çok yakın bir noktadaki çay ocağında koruk suyu satılır bir tek tam da bu bu mevsim birkaç hafta:) Bahsettiğiniz dondurmacı senelerdir Kordon'da. 20'ye yakın çeşit, her biri ayrı enfes. Her daim önünde metrelerce kuyruk olan Doğan Pastanesi olsa gerek:) 3 küçük topu 10 TL idi pandemi öncesi. Şimdi katlamıştır. Bakalım bana ne zaman cesaret gelir de yeniden alabilirim:)
      Keyifler kaçmasın yeter ki sevgili buraneros. Çok teşekkür ederim...

      Sil
    3. Sadece ateş çıksa iyi, felaket bir baş dönmesi, rüyadayken bile. Sonra doktor, şurup falan ve amcamın sıkı denetimi ile bir günde normale dönmüştüm... Eceabat'tan arabalı ile geçmiştik ve geceydi, elimde dürbün ve kordon, ilk gördüğümse Truva Oteli'in ışıklı tabelasıydı. Bir gün özellikle kordonu ve ilk kez gördüğüm golf sahalarını, her haftasonu evin hemen karşısındaki orduevine bayrak çekme törenine gelen askeri bandoyu ve benim çocuk gözümden Çanakkale'yi yazmalıyım sanki:) Savarona'yı da ne şans ki Çanakkale'de gezmiştim ve onu yazmıştım:) Ben de çok teşekkür ederim, ne kadar çok şey tetiklendi ve hatırlandı Sevgili Zeugma:)

      Sil
    4. "Çocuk gözümden Çanakkale"
      Süper olur süper!!👍
      Kesinlikle yazmalısınız.🙏

      Sil
    5. Tamamdır, kesin yazacağım ama belki hemen değil, teşekkür ederim:)

      Sil
  6. İlk önce yazıyı gördüm "tırsıtıcı" kedi diye gülümsedim, buraneros da kediden tırsacak göz var mı diye sonra kedinin resmini gördüm, yüksek sesle kahkaha attım, o nasıl kedidir, tırsılmayacak gibi değilmiş ki. Of ne güzel bir anlatımdır bu, sanki kitaplardaki edebiyat dışarı sızmış. Çok keyifli bir okumaydı.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu tırsıtıyor lâkin bir yakınlaşma çabası da var, geçenlerde kitabı çimlerin üzerine bıraktım, yakınımda bir yere... usul yanaştı, inceledi falan, edebiyat yakınlaşma vesilesi olur belki... Bir de bilirim ki soğuk muammelesi yapılan insanlardan da unutlulmaz arkadaşlar çıkabiliyor. İlerleyen günlerde karakteri ve ilişkimizin düzeyi üzerine olumlu şeyler yazmayı hayal ediyorum:) Keyif verebildiysem ve güzel sözlerin için ne mutlu bana:)

      Sil
  7. Ben gençlerden daha çok orta yaşlıların maske kullanmadığını düşünüyorum açıkçası. Bunalıyorlar çünkü. Bir haftadır Kaş'tayız, maske kullananların hepsi genç. İstanbul ise biraz karışık:)
    Yeni nesil kedi pek yakışıklı:)

    YanıtlaSil
  8. Buralarda gençler daha kabadayı, kız erkek fark etmiyor, takmayanlar ortalaması genç ağırlıklı, iyi eğlenceler size, Kaş iyi seçim:)

    YanıtlaSil

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP