18 Temmuz 2021 Pazar

Hazmı Zor Bir Kitap Müziğini De Kendi Seçtirmeli

Fonda müzik isterim derseniz, tık lütfen.



Sabah ezanı okunurken uyandım, geç yatılmış derin bir uykuydu. Bozuk ve dengesiz hoparlörün sesi geceyi metalik ve ideolojik bir boğuculukla parça parça ediyordu. Konu ne olursa olsun liyakat önemli diye düşündüm. Özellikle ulviyetli bir söyleyiş gerektiren ulvi hallerde...

Hayatımın en güzel yaşanmışlıklarından, ruhumla dinlediğim Polis filmindeki o an... Sonra bir Sinop erkenindeki hissedişle bana şu cümleleri yazdıran ses: "Sabahın bu hoşluklarına ilaveten, kulakları ayağa diken, hayran hayran dinleten ulvi ses tüm fısıltıları öteleyen bir kutsiyetle odayı dolduruyor. Muhteşem bir okuyuş, ve muhteşem de bir müziği olan bu ses doğrudan ruhuma akıyor. Her şeyi terk edip onunla baş başa kalıyorum. Bu muhteşem okuyuşun temiz ruhlu karakterini resmediyorum. Haluk Bilginer'in oynadığı Polis* filmindeki anı da aşan bir hayranlıkla dinliyorum genç olduğunu düşündüğüm bu aydınlık yüzü."*

Sonuçta bu sabah, özensiz, kelimelerin anlaşılmaz olduğu metalik an uykumu kaçırıyor; geçiyorum bilgisayara, bir süre oyun oynuyorum; ruhum dönüyor, gözlerim özlüyor ve tekrar geçiyorum yatağıma. Derin bir uyku ve enfes bir uyanış. Domates, salatalık, biber dilimliyor, tabağa beyaz peynir, deri ve Bergama tulumu ekliyor, kaşarı es geçiyor, yeşil kırma zeytin ve siyah zeytinle tamamlıyorum kahvaltı tabağımı. Peynirler hariç diğerlerinin üzerine kuru fesleğen serpiyorum, sonra da yine peynirler hariç sızma zeytinyağı gezdiriyorum biraz. Kahve istemiyorum. İki dilim ekmek de kızardı. Şimdi tabağı çalışma odasına bilgisayarın karşısına taşıyorum. An itibariyle bloglarda okunmamış taze yazı yok. Bir Bergama yazısı yazma sorumluluğu var artık üzerimde. Ondan başlarım demiştim ama!!!..

Sonra beni bir telaş alıyor, onunla başlarsam akıcı olamayacağımı düşünüyorum, sonra en baştan başlasam diye bir karara varıyorum çünkü çok ama çok yıllar önceden bir hikâye; tarihe kayıt düşülecek anlarıysa mutlak ve ayrıca içinde insan olmayan fotoğraf neredeyse yok. O zaman, bütün bunları düşününce, normal akışıyla yazmaya karar veriyorum; bir anlatı şeklinde, bir anlamda kervanı yolda  dizerim diye düşünüyorum. O yıldan sadece o geziye ait bir minik not defterim de vardı ama nerede? Hatta albümdeki her bir fotoğrafın gün ve saatini de yazmıştım albümün içindekiler bölümüne... Bulamıyorum. Olsun, geçmiş de olsa şu coşkun ruhum çok becerikli, alıyor beni ve götürüyor zamanın orta yerine...

Sonra bilgisayarı kapatıyor. Gün içinde gelecek kitaplarımın meraklı tadıyla uzun zamandır orada, okunmayanlar bölümünde bekleyen ve Enn Sevdiğim Kadın'ın bana aldığı Kitabı çekiyorum.

Yoğun bir inşaat döneminde kitap okumaktan uzak kalınca yeniden o sıcaklığı tesis etmek biraz zaman almıştı. Elime çok kere almış, biraz okumuş ama içine bir türlü girememiştim. Şaraba dair sevdiğim ve çok kullandığım Sideways'deki o sözü evirirsem: Bekler her kitap belli bir ânı! Bu bir çizgi roman. Bu sabahın huzurlu ve coşkulanmış haliyle ona heveslendim ve berrak bir akılla başladım okumaya ve kapılıverdim kendisine... Kalınlığından da tırsmıştım muhtemelen. Göz ucuyla şöylesine değince değil de bütünleşince onunla ve dahil olunca içine, su gibi akmaya başladı. Sevdim, kaynaştım ve o da kabul etti beni içine...


Çizgiler hoş, hikâye daha hoş. Bir çocuk, bir çocuk kadın, sonra kadın, sonra büyümüş aynı çocuk ve kadın arasında İslam ve Ortadoğu mitolojisi ile harmanlanmış bir sevgi hikâyesi. Masalsı, sert, mistik. Karar verdim ki bugün ve yarın mesaim bu kitapla... Hatta dip notlardan hareketle ki oralarda hangi surelerden alıntılandığı yazıyor; bu yüzden yanıma Kuran'ın Türkçe çevirisini de alarak devam etmeye karar verdim. "Bir de Tevrat çevirisi olmalıydı," diye de düşündüm tabii ki!

Bir yazı düşlemeye başladım. Yazacaksam bir fotoğraf da olmalıydı elbette. O arada, gün boyu kanepeye uzanıp kitabı okumayı düşünürken ben, bir de müzik çınladı kulağımda, ulviyet içeren ama modern de dokunuşları olan.

Gözüm uzun çalarlarlarımın olduğu noktaya takıldı. Acaba yağmalananlardan kendini kurtarabilmiş miydi?

Kalktım, gittim ve sırayla bakmaya başladım plaklara. Oradaydı, tıfıllık çağlarından, 78'lerdendi, buldum ve çıkardım. Sonra kitapla birlikte fotoğraflarını çektim. Pikap başlığım inşaat sürecinde üst üste taşınmalardan dolayı yok olmuştu; Spotify'dan buldum grubu, dinledim. Sandstorm adlı parça tamamdır, diye düşündüm önce; sonra bir ampül yandı, çünkü diğer parçalar tarzları dolayısıyla anlamsız düşecek ve albümün tamamı kitapla senkronize olamayacaktı. Sonra Emel geldi aklıma. Tunuslu Emel. Onun The Tunis Diaries albümünü tıkladım Spotify'da. "Tamamdır!" dedim: Uzanılmış kanepe, fonda Emel ve bu hafta sonu hep Habibi.


Naif bir kitap diyerek başladım dün. Yer yer sertlikler iç yaktı. Duygular, iç yakışlar, heyecan, korku, kaygı peşpeşe dizilirken derinlik de usul usul aklı kurcalamaya ve bu karmaşa ile de sorgulatmaya başladı. Bir ara "Ara versem," dedim ama merak ve akıcılık rahat bırakmadı, dürttü, tahrik etti ve tekrar elime aldım. Çizimler ve desenler ve de bölüm başlıkları, bazıları bildiğimiz duyduğumuz, anımsayacağımız mitlerin başarıyla çizgiye ve konuşma balonlarında söze dönmüş halleri etkileyiciydi. Okuyucuyu bir yan karakter olarak, kenardan bir izleyici şeklinde de olsa dışarıda bırakmadı kitap ve  beni içeri alıverdi. Kitabın kurgusunu ve desenlerini çok beğenmiştim, başlangıçtaki bölüm adları heyecan vericiydi, ilkokuldayken yazları şahane bir hocadan dersler almıştım: Binanın en altındaki alçak tavanlı, kısmen karanlık ama camlardan içeri düşen aydınlıkla kutsiyetli mekânda doğru bir insandan eğitim almanın anıları bir bir geçmeye başladı gözümden. Öyle güzel bir insandı ki cinsiyet ayrımı yapmaz, bir önceki, Dedemin Namaz'a gittiği Cami'nin hocası gibi kısa kollu gömlekle gittik diye uzun çubuğu ile kollarımıza vurmaz, arada tenefüs verirdi. Bir an ders aldığımız alçak tavanlı, içine düşen ışığının ulvi kıldığı, miss gibi gül suyu kokan, rahleleri özenli ve bayıldığım alanı hissettim; hemen kapı önündeki bahçede, çocuk seslerimizle kızlı erkekli bağrış çağrış oynamamıza ses çıkarmayan güzel yürekli, ak sakallı, aydınlık Mümin Hoca'yı bu vesileyle şükranla andım.


Hayattan güzel şeyler biriktirmiş olduğumu da düşündüm, Habibi'yi okurken. Dini yasaklaycı zihniyetlerden değil de sevgiyle, hoşgörü ve anlayışla anlatanlardan ve sorgulamamıza anlayışla yanıt verenlerden öğrenmiş olmanın bana kattıklarının tadını çıkardım ve fazlasıyla zevk aldım kitaptan. Bölüm aralarındaki çizimlere de bayıldım. Elbette sertlikler, bıraksam mı dedirten anlar, bu kadarı da fazla dedirten olaylarla da karşılaştım; ama bu karmaşa aslında bir yaşam gerçekliğiydi ve yazar da bu anlamda fantastik dokunuşlarla doğru bir iş yapmıştı. Belirtmeliyim ki kitapta cinsellik ve çıplaklık da var, hatta bir yaşam gerçeği olsa da fazlasıyla incitici, üzücü, elden bırakmayı düşündürtecek, kendi düzleminde insani dursa da bazı bünyelerin kabul etmesinin zor olacağı ölçekte olaylar da var. Bu nedenle de arka kapağına 18+ ve 18 Yaş Üzeri ibareleri konmuş.


Bazı ölçütlerden bakınca şiddetle tavsiye ederim diyemeyeceğim, Türkçe'ye Melek Berfin Işık tarafından çevrilen Habibi; 1975 Michigan-Traverse doğumlu Craig Thompson tarafından iyi bir araştırma sonucunda yazılıp, çizilmiş ve Flaneur tarafından da ülkemizde yayımlanmış. Toplam sayfa sayısı 672. Ana iki karakteri Dodola ve Zem olan Habibi'yi iki günde bitiririm diye düşünürken dün başlayıp bitirdim. Arapça yazıların kitabın son sayfalarında tercümeleri ve kaynakları var; okuma esnasında gidip bakılmasını öneririm, ayrıca bazı anlar için "Kur'an Bakara, 30" gibi dip notlar düşülmüş, merak edilirse kontrol edilebilir. Kitabı incelemeden almamanızı öneririm. Ne çıkarsa bahtıma diyebilenlerdenseniz mesele yok. Alırsanız okumaya başlamadan önce son sayfalardaki Notlar bölümüne göz atın, hatta oradaki notların sayfa numaralarını bir kağıda yazın ki o sayfalara geldiğinizde gidip notlardan okuyun, çünkü bazı hallerde sayfa altlarında belirtilmemiş bir durum bu!

Kitabın Amazon'daki güncel fiyatı ise 104,60 TL.


*Sinop'daki o an yazının ikinci fotoğrafından sonra!

*Polis

8 yorum:

  1. Ezanın okunuş makamı ve kaliteli ses sitemi çok önemli. Birde tabi açılan yuksek ezan sesi olayı var. Allah'tan bizim buranın müftüsü bu konuya çok duyarlı.

    YanıtlaSil
  2. İdeolojik vurgum yeri göğü inletme derdindeki o bozuk, yüksek ve anlaşılmayan sese, gündüz vakitlerinde ezan günün gürültüsünde uzaklarda kayboluyor zaten.

    YanıtlaSil
  3. Emel'i dinlememiştim, çok hoşmuş. Kitabı merak ettim, alacağım sanırım. Benim son okuduğum çizgi roman persepolis'ti. Başlayıp, bitirene dek elimden bırakamamıştım.
    Verdiğiniz bağlantıdan gidip okuyunca Polis'i izlemediğimi fark ettim ki iflah olmaz bir Bilginer hayranıyımdır. Listeye yazdım bunu da :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İşte blogların bir faydası daha, yoksa gözden kaçmış Polis yok kalacaktı:) Persepolis'i izlemiştim ve sevmiştim. Kitaba bir tek Amazon'da bir de Nadir Kitap'ta rastladım, merak edip bakınırken.:)

      Sil
    2. kesinlikle haklısınız sevgili buraneros :) kitabı okumak isterseniz size kargolayabilirim, okuduktan sonra geri yollarsınız, ne dersiniz?

      Sil
  4. Çok teşekkür ederim Sevgili Şule, oğlanlarla benim kitaplar ayrı yerlerde, sonra baktım da geçende yine bir yorumlaşmada alırım ve okurum dediğim Marquez'in On İki Gezici Öykü'sü gibi onlar da varmış:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hah, süpermiş :-) iyi okumalar o halde

      Sil
    2. Çok teşekkür ederim, hemen değil:)

      Sil

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP